• Sonuç bulunamadı

3.1. KİMLİK KAZANDIRMA SÜRECİNDE NAMIK KEMAL

3.1.3. Namık Kemal’in Kurgu Kahramanları

3.1.3.4. Tarihten Tiyatroya: Celaleddin Harzemşah

3.1.3.4.2. Celaleddin Harzemşah’ın Ailesi

Celaleddin Harzemşah piyesinin geniş oyuncu kadrosunu oluşturan

kahramanların önemli bir kısmı Celal’in aile bireyleridir. Babası Mehmed Harzemşah, ilk eşi Neyyire, oğlu Kutbeddin, ikinci eşi Mihr-i Cihân, kardeşleri Ak Sultan, Arzak Sultan, Şehzade Gıyâseddin ve analığı Zahire oyunun büyük bölümünde rol üstlenirler. Bu aile bireylerinden bazıları Celal’in yanında, bazıları ise karşısında yer almaktadırlar. Yani ailesi, ideali için yaşayan Celal için hem destek hem de köstek durumundadır. Ailenin kadınları Celal’i desteklerken oğlu Kutbeddin hariç olmak üzere, erkekler ona engel olurlar. Celal, oyunun neredeyse her perdesinde, ailenin erkeklerinden biriyle karşı karşıya gelir. Celal’in ailesine mensup erkekler arasında olumlu yönleriyle bahsedilen kişiler ise oyunda rol almayan, sadece yaptıkları kahramanlıklarla anılan kardeşi Şehzade Rükneddin ile kayınpederidir.

Oyunun birinci perdesinde Celal’e engel olan aile bireyi, babası Mehmet Harzemşah’tır. Celal, aynı zamanda padişahı olan babasının, kendisini; vazifesine,

153

dinine, vatanına, milletine hizmetten men ettiğini düşünür ve onu halkını düşünmemekle, vatanını terk etmekle suçlar. Düşmanla savaşmaktan kaçınan babasını, tekrar mücadele etmeye çağırır. Oysa Mehmet Harzemşah, İslâm âleminin içinde bulunduğu acıklı hâli tecrübe etmiş ve birçok hainlikle karşılaşmıştır. Mehmet Harzemşah’a göre; “Halife düşman, İslâm pâdişâhları hasût, evlât, akraba harîs, ümerâ hâin, asker gâfil, halk âciz!”dir (Namık Kemal, 2005: 95). Bundan ötürü de Celal’in İslâm devletleri arasında birlik inşa ederek, Cengiz’e karşı savaşıp kazanmakla ilgili sözlerini “şâirâne bir hayâl” (Namık Kemal, 2005: 97) olarak görür. Birinci perdenin altıncı meclisinde küçük oğlu Rükneddin’in şehit edildiğini ve İlân Kalesi’nin Tatar askerlerinin eline geçtiğini haber alan Mehmet Harzemşah, “şâirâne bir hayâl” yorumunda ne kadar haklı olduğunu göstermek için; “Ah Celal! Şu güvendiğin ümeraya bak! İlân gibi burcuna şahin kanatları yetişmez bir kaleyi Tatar’a teslim etmişler. Hâinler, pâdişahlarının vâlidesini, evlâdını düşmana satmışlar.” (Namık Kemal, 2005: 103) cümlelerini sarf eder. Celal ise; “Sizin gibi pâdişâhın bendesi de kendi gibi olur. Bir insana göre vatan, vâlideden mübârek, bir pâdişâha göre teb'a evlâttan mukaddem değil midir? Siz vatanınızı, teb'anızı düşmana terk ettiniz. Ya terbiye ettiğiniz adamlar vâlidenizi, evlâdınızı mı düşünecek?..” (Namık Kemal, 2005: 103-104) sözleriyle, halkın bu şekilde davranmasının müsebbibinin babası olduğunu belirtir. Celal’e göre bir padişah; “Pâdişâh neslinden gelenlerin şânı, her türlü fedâkârlıkta halka numûne olmaktır. Ben evlâdımı, velev kız olsun, devletime fedâ etmeye mecbûrum. Ben kızımı muhâtaraya atarsam herkes oğlunu ister istemez silâh önüne teslim eder” (Namık Kemal, 2005: 81) düşüncesiyle hareket eden kayınpederi, yani Neyyire’nin babası gibi olmalıdır.

Babasının ölümüyle tahta geçen ve Tatarlar üzerine sefer başlatan Celal’e, oyunun ikinci perdesinde engel olmaya çalışan aile bireyleri Ak Sultan ve Arzak Sultan’dır. Cengiz’den korkan ve Celal’in Tatarlar üzerine gitmesine mani olmak isteyen devlet adamları Şehzade Ak Sultan’ın etrafına toplanır ve onu biraderi Celâleddin’e karşı ayaklanması için kışkırtırlar. Celal’in Tatarlara karşı başlattığı savaşın bitmesi için, Ak Sultan’ın başa geçerek Celal’i Cengiz’e teslim etmesini tavsiye ederler. Ak Sultan, öz biraderi Celaleddin Harzemşah için düşünülen bu hainliklere ses çıkarmaz ve hatta kabul eder. Bu sırada toplantıyı basan ve hainlikleri

154

öğrenen Celal, Ak Sultan’ı yanından defeder. Ak Sultan, bu sahneden sonra bir daha oyunda görülmez.

Celaleddin Harzemşah’ın oyun boyunca en çok uğraştığı aile bireyi, daha öncede bahsedilen Şehzade Gıyaseddin’dir. Gıyaseddin, kendini milletten üstün gören tavrıyla, içkili bir anında Celal’in sadık adamlarından biri olan Melik Nusret’i öldürmesiyle ve Tatarlarla savaştıkları bir sırada askerin onda dokuzunu yanına alarak Celal’i harp meydanında çaresiz bırakmasıyla Celal’e en büyük zararı veren aile üyesidir. Celal’e hıyanet ederek Bağdat Emiri Burak Hacib’e sığınan Gıyaseddin, kendisinden istenilenleri kabul etmeyince Burak Hacib’in emriyle cellatlar tarafından idam edilir.

Celaleddin Harzemşah’ın ailesindeki erkekler içerisinde olumlu olarak tanıtılan kahramanlardan biri Şehzade Rükneddin’dir. Oyunda rol almayan şehzade, sadece Ab-ı Sükûn adasına gelen Özbek’in anlattıklarıyla tanıtılır. Celal’in küçük kardeşidir. Mehmet Harzemşah, adaya çekildiği sırada Celal’i yanında götürürken Rükneddin’i geride otorite sağlaması için bırakmıştır. Fakat Rükneddin, Nâsır taraftarlarının hainliklerinden dolayı sürekli yer değiştirmek zorunda kalır. En sonunda Moğol hududuna gider. Yirmi iki yaşındaki Rükneddin, yanındaki az sayıdaki askerle, Tatar askerlerinin saldırılarına büyük bir mukavemet gösterir. Fakat bire üç yüz nispetinde çok olan düşman askeri, Rükneddin’in yanındaki askerleri öldürür ve onu da ancak yirmi altı yerinden yaralayarak yakalayabilirler. Rükneddin şehit olurken dahi İslâm’ı ve Müslümanları düşünür. Sağ kalan birkaç askerle, kendisini kurtarmaya çabalayan Özbek’e; “İlân’da asker yok, siz burada bîhûde yere kendinizi telef ediyorsunuz. Yolunda şehît olacağım din hürmetine İlân’ın imdadına yetişin!” (Namık Kemal, 2005: 103) diye emir verir.

Namık Kemal’in, Celal’in ailesindeki erkeklerden oyunda rol verdiklerini genel olarak olumsuz biçimde tanıtması, Celal’in farklılığını ortaya koyma; ideal bir insan ve hükümdar olmanın soyla değil ruhla bağlantılı olduğunu vurgulama çabası şeklinde yorumlanabilir. Yazar, seyirciye önemli olanın soy veya makam değil; inanç ve fedakârlık olduğu mesajını vermek istemektedir. Bu sebeple oyundaki diğer şehzadeleri hırslarıyla hareket ettirir ve sonuçta onları hüsrana uğrattırır. Buna karşılık, elindeki makam ve güçle saltanat sürebilecekken, dinine ve milletine hizmet için

155

eşinden ve çocuğundan dahi vazgeçen bir padişah örneği gösterir. Böylece seyirciye, Celal’i örnek alınacak ideal bir şahsiyet olarak sunmuş olur.

Yazar, aile fertlerinden üç kadın karakteri ise iyi nitelikleriyle öne çıkarır. Bu kadın kahramanların birincisi, Celal’in ilk eşi Neyyire’dir. Neyyire; cesur, fedakâr, cefakâr ve Celal’e âşık bir karakterdir. On sekiz yaşındayken babası tarafından zorla götürüldüğü bir muharebe meydanında Celal’i görmüş ve aynen Zekiye’nin İslâm Bey’e âşık olduğu gibi ilk görüşte Celal’e âşık olmuştur. Celal’e olan bu hızlı aşkını; “Yüzünüze baktığım anda cân evime bir ok atmış olaydın, mümkün değil, kalbime muhabbetinden evvel yetişemezdi!” (Namık Kemal, 2005: 84) sözleriyle anlatan Neyyire, Celal için her türlü tehlikeyi göze alır. Öyle ki, Celal’e komplo planlayanların meclisini tek başına basar ve oradaki hainlerin hepsine hakaretler eder. Babasının yanındayken muharebeye zorla ve mutsuz bir şekilde giden Neyyire, Celal’in savaşa gideceğini duyunca; “Allah vücudumun her zerresini birbirinden ayırsın da beni senden ayırmasın!” (Namık Kemal, 2005: 110) duasıyla Celal’in yanında savaş meydanına koşa koşa gider. Celaleddin Harzemşah, bu savaşta Tatar ordusuna mağlup olur. Neyyire ise vücudunda yirmi kadar ok yarası bulunduğu hâlde, kendisini Cengiz’e odalık yapmak isteyen Tatar askerlerinin elinden kurtulur ve Sind Nehri’nin kıyısındaki Celal’in yanına gelir. Oğlunu ve onu nehirden geçirmeye çalışan Celal’in başarılı olamayacağını ve kendilerini takip eden Tatar askerine esir düşeceklerini anlayan Neyyire, sırf Celal’in kurtulması için fedakârlık yapar ve “Dinini seversen beni bırak!” (Namık Kemal, 2005: 142) diye seslenir.

Oyunun bir diğer kadın kahramanı Celal’in ikinci eşi Mihr-i Cihan’dır. Tebriz şehrinin hâkimi olan Mihr-i Cihan, ilk eşi Atabek’ten boşanmış ve esaret yılları dediği ilk evlilik yıllarını sona erdirmiştir. Celal’i, Harzemîlerin Tebriz kalesinin çevresindeki hendek kenarına hücumları sırasında görmüş ve âşık olmuştur. Evlilik şartıyla da Tebriz kalesini teslim etmeyi teklif etmiştir. Neyyire’den sonra kimseyi kendisine eş olarak kabul etmeyeceğini belirten Celal, “İslâmın en küçük bir faydası için” (Namık Kemal, 2005: 164) bu teklifi kabul eder. Evlilik töreninden bir müddet sonra Celal’in analığı Zahire ile dertleşen Mihr-i Cihan; “Vâlideciğim! Bilmem hikmeti nedir? Celal’im beni gördükçe, mezar görmüş gibi oluyor. Çehresine bir hüzün, hâline bir dehşet çöküyor.” (Namık Kemal, 2005: 180) tarzı ifadelerle Celal’le

156

ilgili tespitlerini ve tedirginliğini dile getirir. Zahire’den bu işin sırrını öğrenmesini ister. Zahire’nin bir fırsatını bulup sorduğu soruya, Celal’in; “ (…) Ona da baktıkça Neyyirem, o canımdan aziz bilirken yirmi iki senelik kıymetli hayatına kıydığım Neyyirem ahretten geri geldiğini iyice ispat etmek için mezarının tozlarıyla geziyor sanıyorum!” (Namık Kemal, 2005: 186) şeklinde cevap vermesiyle seyirci için olay sekizinci perdede çözülür. Fakat Mihr-i Cihan’ın bu sırrı öğrenmesi ancak on üçüncü perdede gerçekleşir. Durumu öğrendiğinde ise bunalıma girer ve kendi kendine uzun uzun konuşur. Ancak Celal’in onu ziyarete gelmesi ve “Mihr-i Cihân, benim senden başka dünyada ne zevkim, ne eğlencem var! Seni karşımda mahzûn görünce bütün dünyanın gönlüme yıkılıp gelen bu kadar âlâmına tahammül için neyle teselli bulayım?” (Namık Kemal, 2005: 277) şeklinde onu sevdiğini söylemesi üzerine morali düzelir, kendine gelir. İslâm devletlerinin padişahları ile Tatarların birlik olarak Harezmîlerin üzerine saldırması neticesinde, Celal’in talimatıyla erkek kıyafetine girerek yanında biraz askerle dağlara kaçar. Celal’in bıçakla yaralandığı son sahnede ortaya çıkar. Celal’in vasiyetini ve yine onun kanıyla, kendi gömleğinden yırttığı parçanın üzerine yazar. Celal’in ruhunu teslim etmesiyle, o da elindeki hançerle kendini öldürür.

Oyundaki üçüncü kadın kahraman, Celal’in analığı olan Zahire’dir. Celal’e hem korku hem de sevgiyle bağlıdır. “Celâl riyâ nikâbı kullanmaz. En mahcup olacağı bir hâl ile mahşer divânına gönderseler yine ellerini yüzüne kapamaz. Ben onu pek kolay anlarım!” (Namık Kemal, 2005: 184) diyecek kadar Celal’i iyi tanımaktadır. Yeri geldiğinde Celal’e, yeri geldiğinde ise Mihr-i Cihân’a tavsiyelerde bulunur. Onun asıl kaygısı ise oğlu Gıyaseddin’dir. Ona da tavsiyelerde bulunur. Fakat bu nasihatlerin işe yaramayacağını, çünkü oğlunun kötü bir ruha sahip olduğunu bilir. Yine de her ne kötülük yaparsa yapsın, kadın ve anne olmanın zayıflığından ötürü oğlundan vazgeçmez ve her zaman oğlunun yanında olur (Namık Kemal, 2005: 193-194). Oyundaki temel karakteristik özelliği saf annelik duygusuyla hareket etmek olan Zahire, gerektiğinde, oğlunu affetmeleri için herkese yalvarır. O da oyunun diğer kadınları gibi, vefat etmiş olsa bile eşine sadakatle bağlıdır. Kendisine evlilik teklifi yapan Burak Hacib’e hakaretler eder. Burak’ın emriyle, oğlu Gıyaseddin’in idama götürüldüğünü görünce, Burak’ın yanına koşarak; “Yok! Kıyma evlâdımın canına kıyma, başka her şeye râzıyım! Her şeye!...” (Namık Kemal, 2005: 236) sözleriyle

157

evlilik teklifini kabul eder. Oğlunun idamına engel olamayınca, hançerle Burak Hacib’e saldırır. Fakat muvaffak olamaz. Zahire’nin elindeki hançeri alan Burak Hacib, Zahire’yi göğsünden hançerleyerek öldürür.

Namık Kemal, Tanpınar’ın ifadesiyle oyuna fantastik bir unsur ekleyerek (2012: 385) Celaleddin Harzemşah’ın eşlerini birbirlerine hem fiziksel hem de duygusal olarak çok benzeyen kişiler olarak kurgulamıştır. Celal’in tasviriyle Mihr-i Cihân, saçlarındaki hafif sarılık haricinde, “çehresindeki en ufak benlerden, dudaklarındaki en hafif tebessümlere kadar aynıyle tamamıyle” (Namık Kemal, 2005: 186) Neyyire’ye benzer.142 İkisi de Celal’e ilk görüşte âşık olmuşlardır. Her ne kadar

onlar Celal’e ilk görüşte âşık olsalar da ikisinin evliliğinin temelinde de ittihad-ı İslâm düşüncesi yatar. Babası, Neyyire’yi iki İslâm devleti arasında barışıklığa, akrabalığa hizmet edebilir diye muharebe meydanına götürmüştür (Namık Kemal, 2005: 82). Mihr-i Cihân ise iki İslâm devletinin ittihadına hizmet için Tebriz Kalesi’ni evlilik şartıyla Celal’e teslim etmiştir (Namık Kemal, 2005: 144-152). Oyun boyunca her ikisinin de en büyük vazife ve mutlulukları, Celal’i teselli etmek ve dinlendirmektir. Birbirlerinin devamı niteliğinde olan bu kadınların ikisi de her zaman Celal’e sadık kalmış, savaş meydanlarında dahi Celal’in yanından ayrılmamaya çalışmışlardır. Neyyire ve Mihr-i Cihan, bütün bu özellikleriyle Namık Kemal’in toplumda görmek istediği ideal kadın tipini yansıtmışlardır. Zahire ise evladı için her şeyi göze alan saf anne tipini temsil etmiştir.

Oyundaki üç kadın kahramanın kaderi, sevdikleri için çile çekmeleri ve gerektiğinde canlarını feda etmeleri yönlerinden birbirlerine benzemektedir. Oyun boyunca hep iyi yönleriyle tanıtılan bu kadınlar, özellikle Celal’in olmak üzere, oyundaki kahramanların psikolojik yönlerinin aktarılmasında kilit rol oynamışlardır.

142 Tanpınar, Namık Kemal’in, Neyyire ile Mihr-i Cihân arasındaki benzerlik kurgusunu Celaleddin

Harzemşah’ın manevi çöküşüne bir zemin oluşturma çabası olarak yorumlar. Tarihi gerçeklerden uzak olan bu durum, yazarın Celal’e duyduğu sevgiden kaynaklanmaktadır. Tanpınar’a göre aslında, “Celaleddin Harzemşah’ın ömrünün sonuna doğru işrete düştüğünü, bir gözdesinin ölüsüyle üç gün bir çadıra kapanmak gibi ruhi muvazenesizlikler gösterdiğini kaynaklar yazmaktadır. Namık Kemal belki de Neyyire ve Mihr-i Cihan benzeyişinin getirdiği değişikliği, bütün kaynakların anlattığı bu manevi çöküşün yerine koymak için icat etmiştir” (Tanpınar, 2012: 391).

158