• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: ABDÜLKÂHİR EL-BAĞDÂDÎ’NİN ESMÂ VE SIFAT ANLAYIŞIYLA İLGİLİ GENEL ÇERÇEVE ANLAYIŞIYLA İLGİLİ GENEL ÇERÇEVE

1.3. Allah Teâlâ’nın İsim ve Sıfatlarıyla İlgili Bazı Temel Kavram ve Tartışmalar Allah’ın isim ve sıfatları hakkında değerlendirme yapabilmek için öncelikle belli Allah’ın isim ve sıfatları hakkında değerlendirme yapabilmek için öncelikle belli

1.3.3. İsim-Sıfat İlişkisi

İsim kavramında da belirtildiği üzere, dili oluşturan yapıtaşları yani bütün kelimeler isimdirler. Ancak nahiv ve kelâm ilimlerinde isim mefhumu için bir daralma söz konusu olmuştur. Bu noktaya dikkat çeken Razî, ismin nahivcilerce harf ve fiilin mukabiline yerleştirildiğini, kelâmcıların ise nahivcilerin isim dediğini isim ve sıfat şeklinde iki kısma ayırıp isim kavramını daha da daralttıklarını söylemiştir. İsim mefhumunun daraltılmasıyla ortaya çıkan isim ve sıfat kavramları arasındaki farkı ise Râzî şöyle tespit etmiştir: Bir mahiyete kendisi olması bakımından itibar edilmesi isim; muayyen bir sıfatla mevsuf olması bakımından itibar edilmesi ise sıfattır. Buna göre gök, yer, adam gibi ifadeler isim; yaratan (hâlık), rızık veren (râzık), uzun gibi ifadeler ise sıfattır.238

Esasında Râzî’nin ortaya koyduğu bu ayrım kavramlaştırmanın serüveniyle ilgilidir. Ancak bir şeyin doğrudan ismiyle o şeyin bir niteliğini ifade eden bir kelimenin yani sıfatın farklı olduğu ve bu kavramlaştırmanın öncesinde ve ötesinde olduğu da aşikârdır. Nitekim âyetlerde Allah’ın bir niteliğini ifade eden isimlerin genellikle “Allah” isminin haberi veya sıfatı yapıldığını görmekteyiz. Ayrıca Râzî’nin kendisi de Allah’ın sıfatlarına isim denmesinin mecazen olduğunu söyleyip, sıfatların ancak bir mevsufun ardından geleceğini söylemiştir.239 Dolayısıyla da kelâmcıların ifade ettiği bu ayrımın ad olarak bulunmasa da naslarda karşılığı olan bir ayrım olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada “alîm”, “habîr”, “kadîr” gibi Allah’ın niteliklerini ifade eden sıfatlarının naslarda neden Allah’ın isimleri olarak ifade edildiği sorusu akla gelmektedir. Bunu Râzî’nin de ifade ettiği gibi mecaz olarak görmenin bir alakayı gerektireceği de açıktır.

237 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 52b. Krş. Aruçi, 242.

238 Râzî, levâmi‘, 31.

69

İşte bu alaka “Söz konusu sıfatlara, medlûlleriyle muttasıf zâta tam olarak delâlet etmeleri bakımından isimler denir.”240 şeklinde ifade edilebilir. Yani Allah’ın söz konusu sıfatlarla o denli muttasıf olma durumu vardır ki bu sıfatlar başkalarının sıfatlarından tamamen ayrışmış bir nevi zâtın alemi olmuşlardır. Bu nedenle Allah’ın sıfatları naslarda isimleri olarak ifade edilmiştir. Kelâmcılar ise bu isimlere, ifade ettiği mânalara itibarla sıfat demişlerdir. Genel olarak bütün kelâmcılar söz konusu nitelemeleri Allah’ın sıfatı olarak görmekte ittifak etmişlerdir. Ancak bu nitelemeleri gerektiren mânaları Allah’a nispet etme ise meşhur sıfat tartışmalarının çıktığı noktadır. Naslarda Allah’ın isimleri olarak ifade edilen “âlim”, “hay”, “kâdir”, “basîr” gibi sıfatlara bakıldığı zaman “Allah” ismi gibi bazı isimler zâtın alemi olarak görülmekle birlikte241 isimlerin tamamı o isimle vasfedilmeyi mümkün kılan bir anlamı gösterirler. Örneğin âlim demeyi “ilim”, kâdir demeyi “kudret”, hâlık demeyi “halk” mümkün kılar. Dolayısıyla bir kimse için âlim dendiğinde, eğer o kimsede âlim demeyi mümkün kılan şey yani ilim bulunmuyor ise bu ifade bir lakaptır ya da yalandır.242 Allah’ın kendini nitelediği isimleri lakap yahut yalan olamayacağına göre, bu köklerin Allah için sabit olması gerekir. Dolayısıyla karşımıza ilim, kudret vb. mastar formundaki sıfatlar çıkar.

Bu mastarlara sıfat denmesi ise esasen vasıf ve sıfat arasında ayrım yapan mütekaddim kelâmcılar için olması gereken bir durumdur. Zira onlara göre sıfat zaten mevsufta kâim olan şeydir. Bu şeye delâlet eden âlim, kâdir gibi nitelemeler ise sıfat değil vasıftır. Ancak onlara göre Allah’ın isimleri vasıf olmanın yanında ezelî sıfatı olan kelâmından öğrenilmesi bakımından aynı zamanda sıfattır. Sıfatla vasıf arasında ayrım yapmayan Eş‘arî’ye göre ise bir şey ancak kendinde olanla vasıflanacağı için mevsufta kâim olan ilim ve kudret sıfat olduğu gibi, mevsufu âlim ve kâdir olarak niteleme de sıfattır. Dolayısıyla iki anlayış açısından da hem Allah’ın isimlerinin hem de mastar kalıbındaki sıfatlarının sonuç itibariyle sıfat olarak ifade edildiğini söyleyebiliriz.

İbn Hazm naslarda Allah için sadece isim tabiri kullanıldığına dayanarak âlim, kâdir gibi ifadeler için Allah’ın sıfatı tabirini kullanmayı uygun bulmadığı gibi mastar

240 Yıldırım, Kur’ân’da Ulûhiyet, 82.

241 Allah ismini alem görmeyip sıfat olarak görenler de vardır. Örneğin Eş‘ârî Allah isminin cisimleri var

etme kudreti anlamındaki “ilâhiyet”ten müştak olduğu kanaatindedir. Bkz. Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 145.

242 Eş‘arî, Risâle ila ehli’s-sağr, 217; el-İbâne an usûli’d-diyâne (Riyad: Câmi‘atü’1-İmâm Muhammed b.

70

formundaki sıfatları da kabul etmemiştir.243 Ancak görüldüğü gibi Eş‘arî doğrudan Allah’ın isimlerinin sıfatları olduğunu söylediği244 gibi vasıf sıfat ayrımı yapan diğer kelâmcılar da sonuç olarak o noktaya gelmişlerdir. Mastar şeklindeki sıfatları ise Ehl-i sünnet’in tamamı Allah’ın sıfatları olarak görmüştür.245 Dolayısıyla İbn Hazm’ın bu iddiası şâz bir görüş olmaktan öteye geçememiştir.

Bu şekilde konuyu ortaya koyduktan sonra Bağdadî’nin isim-sıfat ilişkisini nasıl değerlendirdiğini anlamaya çalışabiliriz. Öncelikle Bağdâdî’nin ismi müsemmânın kendisi olarak kabul eden görüşü tercih ettiği ve sıfat ile vasıf arasında da ayrım yaptığını tekrar ifade edelim. Müellifin bu iki kabul çerçevesinde isim-sıfat ilişkisini nasıl değerlendirdiği de ortaya çıkacaktır. Bu noktada Bağdâdî’nin de içinde bulunduğu cumhurun anlayışıyla Eş‘arî’nin tutumunun isim-sıfat ilişkisi bağlamında nasıl değerlendirilmesi gerektiğini Teftâzânî zihin açıçı bir şekilde ortaya koymuştur.

Teftâzânî’ye göre ismi müsemmâ kabul etme ile vasıf ve sıfat arasında ayrım yapma birbiriyle alakalıdır. Bu nedenledir ki ismi müsemmâ kabul eden cumhur sıfat ve vasıf arasında ayrım yapmıştır. “İsim müsemmadır.” ifadesindeki isim esasında tesmiye değil, ismin medlûlü anlamındadır. Buna göre bir şeyin sıfatını haber verme anlamındaki vasıf ile tesmiye birbirine benzer olmaktadır. Hatta Allah’ın isimleri bakımından aynı şeydir. Dolayısıyla ismi müsemmâ olarak görenler Allah’ın isimlerini tesmiyenin medlûlünü, medlûlün tamamını ifade eden mutâbıkî medlûl olarak almışlardır. Yani “hâlık” veya “âlim” derken bu tesmiyelerin medlûlünü halk ve ilmin kendisi değil, bu özelliklerin bulunduğu zât olarak görmüşlerdir. Eş‘arî ise isimlerin medlûlünü yani müsemmâyı daha umumi kabul etmiş isimlerle ise kendileriyle kastedilen ilim, halk gibi mânalara itibar etmiştir.246

Durum böyle ortaya konulunca mastar formundaki sıfatlar olmaksızın sıfat kalıbındaki isimlerin her iki anlayış açısından da söz konusu olamayacağı açıktır. Buna göre iki anlayış açısından da mastarlar sıfattır. Bağdâdî’nin de içinde bulunduğu ismi müsemmâ

243 İbn Hazm, el-Fasl, 1: 377-379. Ayrıca İbn Hazm’ın sıfat anlayışı hakkında geniş bilgi için bkz. Murat

Serdar, İbn Hazm’ın Kelâmî Görüşleri (Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi, 2005), 172-210.

244 Eş‘arî, Makâlât, 1: 253; İbn Fûrek, Mücerredü Makâlât, 38; Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 2a-2b. Krş. Aruçi,

5.

245 Bağdâdî, el-Fark beyne’l-fırak, 367.

71

ile aynı gören cumhur içinse Allah’ın isimlerinde, zâta delâlet durumu olmakla birlikte o ismin ifade ettiği sıfata da itibar edilmektedir. Nitekim Bâkıllânî bu durumu “Niteleme ifade eden Allah’ın isimleri bir hüküm üzere Allah’ın zâtına delâlet eder.” şeklinde açıklamıştır.247 Sözgelimi semî‘ ismi her şeyi işiten olması (sem‘) bakımından Allah’ın zâtına delâlet eder.

Sonuç olarak Bağdâdî ismi müsemmâ ile aynı kabul eden ve sıfat ile vasıf arasında ayrım yapan görüşü benimsemektedir. Bu açıdan Allah’ın zâtıyla kâim mastar sıfatları kabul ettiği açıktır. Bu sıfatlara delâlet eden isimlerin ise, ifade ettikleri hükümlerle zâta delâlet eden vasıflar olduklarını düşünmektedir. Bununla beraber ona göre bu isimler Allah’ın ezelî kelâm sıfatında bulunmaları itibariyle de aynı zamanda da sıfattırlar.248 “Allah” ismini ise Bağdâdî doğrudan zâta delâlet eden isimleri ve sıfatları cem eden özel bir isim olarak görmüş herhangi bir sıfatla ilişkilendirmemiştir.249 Buna göre müellifin isimleri iki kısma ayırdığını, “Allah” ismini sıfat olarak görmeksizin zâtın alemi şeklinde ele aldığını, diğer isimleri ise vasıf olmakla birlikte netice itibariyle sıfat olarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz.

1.3.4. Zât-Sıfat ve Ulûhiyet-Mahlûkiyet İlişkisinde Belirleyici İki Kavram: