• Sonuç bulunamadı

Bağdâdî’nin Esmâ-i Hüsnâ Şerhindeki Yöntemi

BÖLÜM 2: ABDÜLKÂHİR EL-BAĞDÂDÎ’NİN ESMÂ-İ HÜSNÂ ANLAYIŞI ANLAYIŞI

2.5. Bağdâdî’nin Esmâ-i Hüsnâ Şerhindeki Yöntemi

Bağdâdî el-Esmâ ve’s-sıfât isimli eserinin giriş kısmında esmâ-i hüsnâ şerhinde nasıl bir yöntem takip edeceğine dair bir çerçeve sunmuştur. Bu çerçeveyi müellif “kelâmcıların farklı metotlarını, nahivcilerin değişik anlayışlarını ve Ehl-i işâret ile Ehl-i ibâre’nin inceliklerini Ehl-i sünnet perspektifinden birleştirme” şeklinde ortaya koymuştur.467 Ehl-i işâret ve Ehl-i ibâre tabirleriyle kimleri kastettiğine dair müellifin bir açıklaması yoktur. Anlaşıldığı kadarıyla Ehl-i işâret derken nasların işârî mânaları üzerinde yoğunlaşan tasavvufî geleneği kastederken, Ehl-i ibâre tabiriyle de nasların ibaresini esas alan dil ilimleri, kelâm ve fıkıh gibi İslâmî ilim ve düşünce geleneklerini kastetmiştir. Nitekim İzzüddîn Abdüsselâm b. Ahmed b. Ğânim el-Makdisî (ö. 678/1280) Telhîsü’l-ibâre fî nahvi ehli’l-işâre isimli eserinde Ehl-i işâret ve Ehl-i ibâre’ye ait olmak üzere iki tür nahiv bulunduğunu söylemiştir. Ehl-i işâret’in nahvi ile tasavvufî yol ve yöntemi ifade ederken, Ehl-i ibâre nahviyle ise bildiğimiz anlamda nahvi ele almıştır.468 Dolayısıyla Bağdâdî bununla zâhirî ve bâtinî tabirleriyle ifade edilen iki ilmi sahaya ait incelikleri esmâ-i hüsnâ şerhine yansıtacağını söylemiş olmaktadır.

Bağdâdî belirttiği üzere esmâ-i hüsnâ şerhinde dilsel tartışmaları, kelâmî meseleleri, tasavvufî incelikleri ve bir şekilde o isimle ilgisini kurduğu pek çok konuyu ele almıştır. Öncelikle dilsel tahlillerin kitapta bir hayli yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Esasında bir esmâ-i hüsnâ şerhi için belki de en önemli husus o lafzın dilde hangi konumda olduğu ve ne anlam ifade ettiğini tespit edebilmektir. Bu nedenle ilk esmâ-i hüsnâ şârihlerinden birçoğu dil bilgini âlimler olduğu gibi tüm esmâ-i hüsnâ şerhlerinde mutlaka bir miktar dilsel tahliller de yer almıştır. Ancak Bağdâdî’nin esmâ-i hüsnâ şerhinde sair örneklerle

466 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 53b-54a. Krş. Aruçi, 246-248.

467 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 2. Krş. Aruçi, 3.

468 Bkz. İzzüddîn Abdüsselâm el-Makdisî, Telhîsü’l-ibâre fî nahvi ehli’l-işâre, thk. Halid Zehrî (Beyrut:

127

kıyaslanmayacak ölçüde bu konulara yer verdiğini sarf ve nahivin birçok inceliğini ele aldığını görmekteyiz. Örneğin Allah’ın isimlerinin hangi kalıplarda yer aldığını göstermek için Arap dilinde kelime türü olarak isimlerin yer aldığı bütün kalıpları tespit etmeye çalışmıştır.469 Allah’ın isimlerinin mu‘reb olduğunu söyleyebilmek için ise nahivde ele alınan tafsilâtıyla mu‘reb ve mebnî konularını işlemiştir.470 Esasında Allah’ın isim ve sıfatlarının şerhi amacına riâyet edilip sınırlar korunabilse, söz konusu dilsel incelemeler bir zenginlik olacakken konuyu bağlamından uzaklaştıran bir etki oluşturmuştur. Bununla beraber zengin dilsel malzeme içinde esmâ-i hüsnâ şerhini ilgilendiren tüm detayların bulunabildiğini de söylemeliyiz.

Tasavvufî inceliklere gelince -giriş kısmında ifade ettiği ölçüde olmasa da- müellif isimlerin şerhinde sûfîlerin görüşlerine de yer vermeye çalışmıştır. Her isimde olmasa da birçok isimde “Ehl-i işaret ya da sûfîler şöyle demiştir” diyerek o isimle belli ölçüde ilgili tasavvufî konuları ele almıştır. Örneğin “ber” ve “bâr” isimlerini şerh ederken “birr” kelimesinde “sıla” anlamı da olmasından yola çıkarak tasavvufta ele alınan “visâl” ve “ittisâl” kavramlarının farklarına değinmiştir.471 “Kâbız” ve “bâsıt” isimlerindeki “kabz” ve “bast”ı Cüneyd-i Bağdâdî’nin (ö. 297/909) “havf” ve “recâ” olarak yorumladığını aktarmış, bu iki halin farklarına değinmiştir.472 Yine “tevvâb” ismini ele alırken “nasûh tevbesi” hakkındaki sûfîlerin görüşlerine uzunca yer vermiştir.473 Bağdâdî’nin tasavvufî görüşlere yer vermesinde konuların bağlamından koparılması eleştirisinde bulunulabilir. Nitekim visâl ve ittisalin “ber” ve “bâr” isimleriyle ilişkisini kurmak zorlamadır. Bununla beraber bir Sünnî kelâmcının esmâ-i hüsnâ şerhinde kelâmî konuların yanında bu ölçüde tasavvufî aktarımlarda bulunması, tasavvufu kelâmın ya da daha kapsayıcı bir ifadeyle zâhirî ilimlerin rakibi olarak görmediğini ve dinin içinde değerlendirdiğini gösterir. Zaten Bağdâdî kelâmî temeller

469 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 10a-10b. Krş. Aruçi, 44.

470 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 16a-16b. Krş. Aruçi, 74-76.

471 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 66b.

472 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 67b.

128

üzerine oturan Sünnî tasavvufa sıcak bakarken, böyle olmayan hulûl ve ittihâd ifade eden yaklaşımlara şiddetle karşı çıkmıştır.474

Öte yandan Esmâ-i hüsnâ şerhlerinde bu isimlerin her birinden kulun ahlakî ve amelî bakımdan alacağı hisseye dikkat çekildiği ifade edilmişti. İlk olarak Kuşeyrî’nin “Allah’ın isimlerini bilenin bu isimlerle vasıflanması gerektiği”475 şeklindeki sözlerinde ifadesini bulan bu düşünce, Gazzâlî’de kulun kendisi için mümkün olan ilâhî sıfatlarla vasıflanmaya ve ilâhî ahlakla ahlaklanmaya çalışmasına dönüşmüş, Allah’a yakınlaşıp rabbânî olmanın vesilesi olarak görülmüştür.476 Gazzâlî’nin bu tutumu sonrasında etkili olmuş, bu kısım esmâ-i hüsnâ şerhlerinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Aynı zamanda esmâ-i hüsnâ şerhlerinin muhtevasında bir genişlemeyi de beraberinde getirmiştir. Ancak Bağdâdî’nin esmâ-i hüsnâ şerhinde, isimlerle kulun amelî ve ahlâkî gelişimi arasında bağlantı kurmaya çalıştığını söyleyemeyiz. Bununla beraber birçok isimde bir temellendirmeye gitmeksizin tasavvufî bazı inceliklere değinmeye çalışması, kanaatimizce bu geleneği başlatan öğrencisi Kuşeyrî için ilham kaynağı olmuştur. Bu açıdan tasavvufî vurgunun esmâ-i hüsnâ şerhlerinde gittikçe artan bir yer tutmasında Bağdâdî’nin katkısı olduğunu söyleyebiliriz.

Müellif esmâ-i hüsnâ şerhinde fıkhî konulara da girmiştir. Bu konulardan bazıları isimlerle belli ölçü de ilgiliyken, bazılarının ilgisini kurmanın pek de kolay olmadığını söylemeliyiz. Örneğin “kebîr” isminin şerhinde iftitâh tekbirinde “Allahu kebîr” denip denemeyeceği hakkındaki ihtilafı ele almıştır.477 Bu örneğe bakıldığı zaman söz konusu ismin şerhine gâyet uygun olduğu söylenebilir. Ancak “rakîb” ismini şerh ederken “rukbâ”478 akdi olarak isimlendirilen bir akit türünün tafsilâtına girmesini479 mezkûr ismin şerhiyle ilgilendirmek pek de kolay değildir.

474 Bu konu hakkında bkz. Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 338-339; el-Fark, 290-295.

475 Kuşeyrî, et-Tahbîr, 18.

476Gazzâlî, el-Maksadü’l-esnâ, 26-27. Ayrıca Gazzâlî’nin bu düşüncesi hakkında bkz. Aydın, “Gazâlî’nin

‘Kurb’ Nazariyesinde Allah’ın Sıfatlarının Anlam ve Önemi”, 307-314.

477 Bkz. Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 160a.

478 Rukbâ bağışta bulunulan kimsenin bağışta bulunandan daha erken vefat etmesi durumunda söz konusu

malın bağışlayana dönmesi şartıyla yapılan hibeye denir. Bkz. Hacı Mehmet Günay, “Rukbâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2008) 35: 218.

129

Genel kültür olarak ifade edebileceğimiz pek çok şey de şerhte bulunmaktadır. Örneğin Bağdâdî, “evvel” ve “âhir” isimlerini şerh ederken bu isimlerin Allah dışındaki kimseler için izâfetsiz kullanılmadığı ve çoğunlukla medih, çok az olarak da zem için kullanıldığını anlatmak için uzun uzun ilklerden bahsetmiştir. İlk yazıyı yazan, ilk hamamı yapandan Abdülmelik ismini ilk kullanana varıncaya kadar ilkler ve sonları sayfalarca anlatmıştır.480 “Erham” ve “ekram” gibi Allah Teâlâ için kullanılan isimlerin mübalağa sîgası olduğunu ifade etmek için mübalağa sîga çeşitlerini ve bu çeşitlerle ilgili sayfalarca örnek deyim ve kullanımları sıralamıştır.481 Yine bazı isimlerde, o isme sahip meşhur ne kadar kimse varsa onlara da yer vermiştir. Örneğin “vâris” isminde “abdülvâris” ismiyle meşhur âlimleri sıralamıştır.482 Esasında bu gibi şeyler birkaç örnekle ifade edilse esmâ-i hüsnâ şerhi için bir zenginlik olacakken, söz konusu yaklaşımla konunun mihverinden uzaklaşmasını netice vermiştir.

Birçok konu ve disiplinin şerhe dâhil edilmesine rağmen şerhin kelâmî ağırlığının çok daha fazla olduğu da bir gerçektir. Esasında bir ulûhiyet tasavvuru ortaya koymaları ve Allah’ın varlıkla ilişkisini ifade etmeleri bakımından Allah’ın isim ve sıfatlarının kelâm ilmini ilgilendirmesinde yadırganacak bir durum yoktur. “İhsâ” kavramında ele aldığımız üzere, Bağdâdî’ye göre Allah’ın isimlerini hakiki anlamda Allah’a nispet edebilme sadece Ehl-i sünnet itikadını benimseyenler için mümkündür. Bu nedenle Bağdâdî her ismin ifade ettiği ulûhiyet tasavvuruyla yanlış inançların reddedilip Ehl-i sünnet itikadının ortaya konduğunu düşünmüş, Allah’ın isimlerini hak itikadın dayanağı olarak görmüştür. Günümüze ulaşan esmâ-i hüsnâ şerhleri içerisinde kelâmî vurgunun en güçlü olduğu şerhin Bağdâdî’nin esmâ-i hüsnâ şerhi olduğunu söyleyebiliriz. Kendisi de her bir isimli ilgili Allah’n varlığı, birliği, sıfatları, varlıktaki hikmetleri ve O’na delâlet eden âyetleri, ta‘dîl-tecvîr, va‘d-vaîd, isimler ve hükümler gibi sair kelâmî konulara değindiğini ve güçlü delillerle muhaliflerin bu hususlardaki şüphelerini yok ettiğini söylererek483 bunu ifade etmiştir. Dolayısıyla bu eser isimlerle bir şekilde ilgisi

480 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 61a-62a.

481 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 62b-64a.

482 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 236a.

130

olan her türlü kelâmî meselenin ele alındığı bir kelâm kitabı mahiyetindedir.484 Zaten isimlerin açıklamaları hakkındaki kısmı incelediğimizde hemen hemen kelâmın tüm mevzularının incelendiğini görmekteyiz.

Örneğin Bağdâdî “bedî‘” ismini şerh ederken bu ismin iki anlamından biri olarak ifade edilen “yoktan var etmeye” değinmiş, bu hususta muhalefet eden Dehriyye ve tabiatçı filozofların görüşlerini çürütmeye çalışmıştır. Mu‘tezile’yi ise yoktan var etme özelliğini mahlûkâta vermekle itham edip bu isme muhalefetle suçlamıştır.485 Yine “basîr” ismini şerh ederken görme özelinde idraklerin hatta tüm fiillerin nasıl meydana geldiği üzerinde durmuştur. Tevellüd sonucu meydana gelen fiillerin fâili hakkındaki tartışmalara uzunca yer vermiş, Ehl-i sünnet’in her idrakin ve fiilin bilumum tevelldüd sonucu meydana gelen her şeyin Allah’ın yaratmasıyla var olduğu görüşünü ispatlamaya gayret etmiştir.486 “Dâr” ismini şerh ederken zararı var edenin Allah olduğunu beyân etmiş, Allah’tan başka varlıkların hakiki anlamda zarar vereceği sonucunu doğuran tüm anlayışların bu isimle reddedildiğini söylemiştir.487 “Latîf” ismini şerh ederken lütfu Allah için vâcip gören aslah anlayışıyla ilgili uzun tartışmaları ele almış, aslahın ve lütfun Allah’a vâcip olmadığını temellendirmeye yönelmiştir.488 “Râzık” ve “Rezzâk” ismini açıklarken de haramın rızık olup olamayacağı şeklindeki kelâmî meselenin üzerinde durmuş, haramın rızık olduğunu savunmuştur.489 Bağdâdî “kâbilü’t-tevb” ismini şerh ederken ise bu ismin Mu‘tezile’nin iki iddiasını çürüttüğünü ifade etmiştir. Birincisi aynı günaha dönme imkânı kalmadıktan sonra o günaha dair tövbenin olmayacağı, ikincisi de bir günahta ısrar ederken başka bir günaha dair tövbenin kabul edilmeyeceğidir. Bağdâdî’ye göre bu isim mutlak olarak Allah’ın bütün tövbeleri kabul edeceğini ifade ettiği için tövbenin kabulünü sınırlandırma iddiaları da geçersiz olacaktır.490

484 Nitekim Zebîdî de bu eseri Ehl-i sünnet kelâmının önemli kaynaklarından biri olarak ifade etmiştir.

Bkz. Zebîdî, İthâf, 2: 2.

485 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 66a.

486 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 70a-73b.

487 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 135a-135b.

488 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 163a-165.

489 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 119a-119b.

131

Bağdâdî bir isim için söz konusu olan farklı anlamların her birinin farklı kelâmî bir sorunu çözdüğünü de söylemiştir. Örneğin “bâis” ismini şerh ederken bu ismin hepsi de fiili sıfata delâlet eden “peygamber gönderme, uykudan uyandırıp kaldırma ve kabirdeki ölüleri diriltme” şeklinde üç mânası olduğunu söylemiştir. Mezkûr üç mânayı da içeren bu ismin Allah’a nispetiyle nübüvvetin, meâdın ve fiillerin yaratıcısının mutlak olarak Allah olmasının ispatı gibi birçok kelâmî meselenin çözüldüğünü ifade etmiştir.491 Bazı isimlerin bazı anlamlarını ise müellif, kelâmî bir meselenin ispatına işaret olarak da değerlendirmiştir. Örneğin “câmi‘” ismini şerh ederken bu ismin medih sıfatlarıyla noksanlıklardan münezzeh olmayı birleştirme, ahirette insanları bir araya getirme ve insanın parçalarını toplama şeklinde üç anlamınının olabileceğini belirtmiştir. Ona göre bu ismin parçaları toplama anlamından yola çıkılırsa, “câmi‘” isminin Allah’a nispet edilmesiyle hem haşrin gerçekleşmesi hem de ruhların bedenlerle birleşmesi ifade edilmiş olur. Bu ise ruhla birlikte cesedin haşrolacağını yani haşrin cismânî olacağını gösterir.492

Bağdâdî muhaliflerin yanı sıra Ehl-i sünnet kelâmcılarının genel Ehl-i sünnet düşüncesiyle uyumsuz olarak isimlere anlam vermelerini de eleştirmiştir. Örneğin, kelâmcıların Allah’ın “evvel” ve “âhir” isimlerini açıklarken kullandıkları “her şeyden önce olan evvel, her şeyden sonra kalan âhir” ifadesini ele almış, bu sözün ilk kısmının doğru ikinci kısmının yanlış olduğunu söylemiştir. Zira Allah Teâlâ’nın her şeyden sonra olması Ehl-i sünnet’in karşı çıktığı cennet ve cehennemin yok olacağı düşüncesine kapı aralayacaktır. Nitekim bazı fırkalar bu ismi cennet ve cehennemin sonsuz olmadığına delil olarak görmüşlerdir. Bu nedenle Bağdâdî “âhir” ismini fâni olanlardan sonra devam etme veya sonu olmama şeklinde ele alınmasını daha doğru bulmuştur.493

Bağdâdî’nin kelâmla birlikte pek çok farklı disipline ait konulara değinmesi esasında kitabının başında belirttiği bir iddianın sonucudur. O da farklı disiplinlerin inceliklerini Ehl-i sünnet perspektifinden esmâ-i hüsnâ şerhinde birleştirmedir. Kelâmî açıdan Bağdâdî’nin Ehl-i sünnet kelâmını esmâ-i hüsnâ ile temellendirmeye çalışması oldukça

491 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 77a-77b.

492 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 86a.

132

dikkat çekici ve orijinal bir yaklaşımdır. Ancak aşırı tafsilâta girmesi ve cedelî bir üslup kullanması bu orijinalliği gölgelemiştir. Aynı şekilde farklı disiplinlere ait meselelerdeki yoğun bilgiyi belli bir sonuca ulaştıracak şekilde asıl bağlam olan Allah’ın isim ve sıfatları konusundan sapmaksızın tertip edememesi hatta pek çok mâlumâtın konuyla ilgisini kurmanın dahi ancak zorlamayla mümkün olması bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Dolayısıyla Bağdâdî’nin baştaki iddia ve amacında başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Bununla beraber orijinal bir yaklaşım ortaya koyması ve o güne kadarki bilgi birikimini derlemiş olması itibariyle bu şerhin göz ardı edilemeyeceğini de belirtmeliyiz.

Bağdâdî esmâ-i hüsnâyı şerh ederken alfabetik sıraya riâyet etmiştir. Önce “elif”le başlayan sonra “be” ile başlayan isimler şeklinde bir sıralama oluşturmuştur. Müellif böyle bir yöntemi belirlemesinin sebebini bir ismin tefsirine bakmak isteyenin o isme kolayca ulaşabilmesi olarak ortaya koymuştur.494 Ancak o, alfabetik sıralamaya göre şerh ettiği kısma esmâ-i hüsnâ rivayetlerinde bulunmayan isimleri dâhil etmemiştir. Kur’an’ın bizzat kendisine delâlet ettiği veya hakkında icmâ bulunan isimleri ise bu sıralama bittikten sonra ayrı bir başlık altında ele almıştır. Örneğin “mürîd” ismine, rivayetlerde bulunmadığı için “min” harfine tahsis ettiği kısımda yer vermemiş, alfabetik sıralama bittikten sonra bu ismi şerh etmiştir.495 Alfabetik sıralamanın dışındaki bu kısımda Bağdâdî, üçlü bir tertip ortaya koymuştur. Bunlar “Kur’an’ın delâlet ettiği izâfetsiz isimler, Kur’an’ın delâlet ettiği izâfetle kullanılan isimler ve izâfetle ya da izâfetsiz Allah için kullanılmasında icmânın bulunduğu isimler.” şeklindedir. Ancak Kur’an’ın doğrudan kendisine değil de mânasına delâlet ettiği isimlerde müellif belirtmemiş olsa da ayrıca icmânın olduğunu da söylemeliyiz.496 Bağdâdî isimleri alfabetik sıraya göre şerh ettiği için sırasıyla her harfte o harfle ilgili hangi isimlerin bulunduğuna dikkat çekmiştir. Öncelikle o harfle başlayan isimlerden esmâ-i hüsnâ rivayetlerinde bulunan isimleri vermiştir. Sonrasında esmâ-i hüsnâ rivayetinde bulunan bazı isimlerin isim kalıbında Kur’an’da da bulunduğuna dikkat çekmiş, bazı isimlerinse mâna olarak Kur’anda bulunduğunu söylemiştir. Yanı sıra o

494 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 54a. Krş. Aruçi, 249.

495 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 246a.

133

harfle başlayan zayıf bazı rivayetlerde bulunan isimlere de değinmiştir. Zayıf rivayetlerde bulunan isimleri genel olarak müstakil bir başlık altında şerh etmese de “hannân” gibi bazı isimlerde şerh edebildiğini de görmekteyiz.497 Ancak genel olarak esmâ-i hüsnâ rivayetlerinde bulunmayan isimleri Kur’an’da dahi bulunsa ilgili harfte şerh etmemiştir. Örneğin “Allah emrinde gâliptir.” (Yûsuf 12/21) âyetinde “gâlib” ismi olduğu halde müellif bu ismi “ğayn” harfinde değil, kitabın son kısmında şerh etmiştir.498

Bağdâdî’nin herhangi bir ismi şerh ederken nasıl bir yöntem takip ettiğine şöyle özetleyebiliriz: Öncelikle o isimle ilgili konular birden fazla ise fasl tabiriyle kısımlandırmalar yapmıştır. Devamında o ismin hangi kökten geldiği, hangi vezinde olduğu, aslî harflerinin nelerden oluştuğu gibi hususlar üzerinde durmuştur. Kur’an’da geçen bir isimse o isimle ilgili kıraat imâmlarının ihtilaflarını ve ismin i‘râb durumlarını ele almıştır. Eğer kökünün türevleri âyetlerde bulunuyorsa bu kelimelerin tefsirlerine de değinmiştir. Yanı sıra o ismin veya türevlerinin anlamlarını şiirlerden istişhâd da bulunarak belirlemeye çalışmıştır. Sonrasında Bağdâdî şerh ettiği ismin muhtemel mânalarını sıralayıp bu mânalardan Allah için uygun olan veya olmayanlarını tespit etmiştir. Bu ihtimallere göre de o ismin ezelî zât sıfatı mı yoksa ezelî olmayan fiilî sıfat mı olduğunu açıklamıştır.499 Ayrıca müellif, şerh ettiği isimlerin büyük çoğunluğunda o ismi Allah’a izâfe etmekle hangi anlayışların reddedildiğini belirtip, bu noktalardaki tartışmalara da tafsilâtıyla değinmiştir.

Bu genel bilgilerden sonra Bağdâdî’nin her bir ismi nasıl şerh ettiğini incelemeye çalışabiliriz.