• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: ABDÜLKÂHİR EL-BAĞDÂDÎ’NİN ESMÂ VE SIFAT ANLAYIŞIYLA İLGİLİ GENEL ÇERÇEVE ANLAYIŞIYLA İLGİLİ GENEL ÇERÇEVE

1.3. Allah Teâlâ’nın İsim ve Sıfatlarıyla İlgili Bazı Temel Kavram ve Tartışmalar Allah’ın isim ve sıfatları hakkında değerlendirme yapabilmek için öncelikle belli Allah’ın isim ve sıfatları hakkında değerlendirme yapabilmek için öncelikle belli

1.3.1. İsim, Müsemmâ ve Tesmiye

1.3.1.3. İsim-Müsemmâ İlişkisi

İsim-müsemmâ tartışmasının erken dönemlerden itibaren gündeme geldiği söylenebilir.183 Nitekim İbn Teymiyye bu tartışmayı halku’l-Kur’ân meselesine dayandırarak erken dönemde başladığını göstermiştir. İbn Teymiye’ye göre ismin müsemmâdan ayrı görülmesi durumunda Allah’ın isimleri Allah’tan başka olacaktır. Allah’tan başka her şey ise mahlûktur. Halbuki Allah’ın isimleri ezelî kelâmından öğrenilmektedir. Kelâmı ise mahlûk değildir.184 Bağdâdî de bu duruma dikkat çekmiş, problemin temelinde halku’l-Kur’ân tartışmalarını görmüştür. Ona göre ismi müsemmâdan başka olarak görenler Allah’ın kelâmını da hâdis kabul etmeleri durumunda, ezelde Allah Teâlâ’nın hiçbir isim veya sıfatının olmadığını söylemiş olurlar. Çünkü isim ve sıfatlar ibarelere ve isimlendirmelere râci kılınınca, isimlendirme olmadığı zaman söz konusu sıfatların ve isimlerin de olmaması gerekir. Başka bir ifadeyle Allah’ın isim ve sıfatları kelâmından öğrenildiği için kelâmı hâdis kabul

180 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 7b. Krş. Aruçi, 29.

181 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 19a. Krş. Aruçi, 87.

182 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 12a. Krş. Aruçi, 52.

183 İlyas Çelebi’ye göre bu tartışma sıfatlar meselesine bağlı olarak hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Bkz. İlyas Çelebi, “İsim-Müsemmâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Anskilopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000), 22: 549.

184 Takiyyüddîn İbn Teymiyye, Kitâbu’l-Esmâ ve’s-sıfât, nşr. Mustafa Abdulkâdir Atâ (Beyrut:

54

edildiği takdirde Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatları da hâdis olacaktır. Dolayısıyla ezelde Allah Teâlâ’nın hiçbir ismi ve sıfatı bulunmayacaktır. Bu ise küfürdür. Zira Selef Allah’ın ismi ve sıfatı yok diyenin kâfir olduğunda ittifak etmiştir. Ezelde isim ve sıfatının olmadığını iddia etmek de Bağdâdî’ye göre aynı şey olmaktadır ve küfürdür.185 Ayrıca isimsiz ve sıfatsız olma her şeyi var eden ilâh için değil, ancak ma‘dûm için sıfat olabilir.186 Görüldüğü üzere Bağdâdî’nin içinde bulunduğu İslâm düşünce geleneğindeki isim-müsemmâ tartışmaları felsefecilerin ele aldığı şekliyle fenomenler âlemindeki şeylerle ilgili olmaktan çok, Allah’ın zâtı ve sıfatları arasındaki ilişkiyle ilgilidir.187 Dolayısıyla zât-sıfat ilişkisindeki farklı tutumlar, isim-müsemmâ meselesine yaklaşımda da belirleyici olmaktadır.

Bağdâdî isim-müsemmâ tartışmasında üç temel yaklaşıma yer vermiştir. Bu yaklaşımlardan ilki Mu‘tezile’ye aittir. Mu‘tezile’ye göre isim müsemmâdan ayrıdır. Ancak Müellif Mu‘tezile’nin isimle esasen tesmiye olarak adlandırılan mefhumu kastettiğini belirterek, isme medlûlüne delâleti yönüyle bakmadıklarına dikkat çekmiştir.188 İkinci görüş Ebü’l-Hasen el-Eş‘arî’ye aittir. Eş‘arî, isimleri sıfatlardan ibaret görmüş, isimleri sıfatların ayrıldıkları kısımlara ayırmıştır. Buna göre sıfatların mevsuflara göre aynı, gayrı ve ne aynı ne de gayrı şeklindeki üç konumuna isimler de taksim olunurlar. Bu durumda bazı isimler müsemmânın kendisidir, bazı isimler müsemmâdan başkadır, bazı isimler de müsemmânın ne aynısı ne de gayrısıdır. Üçüncü görüş ise Ehl-i sünnet’in cumhurunun görüşüdür. Cumhura göre isim müsemmânın kendisidir. Başka bir şeye delâlet eden tesmiye ise mecazen isimdir. Aynı zamanda Bağdâdî tesmiyenin de zâtında bir isim olduğunu söylemiştir.189 Yani Ahmet’in zâtından bağımsız olarak “ahmet” tesmiyesi de kendi varoluşuyla bir isim olmaktadır.

İsim-müsemmâ tartışmalarının varlıkla ilişkilendirilmesi, ma‘dûmun isim ve müsemmâ bağlamında konumunun ne olacağı sorusunu akla getirmektedir. Mu‘tezile’ye göre

185 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 138; el-Esmâ, vr. 3a. Krş. Aruçi, 9.

186 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 138.

187 İlyas Çelebi, “Klasik Bir Kelâm Problemi Olarak İsim-Müsemmâ Meselesi”, İLAM Dergisi 3/1

(Ocak-Haziran, 1998): 106.

188 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3a. Krş. Aruçi, 9; Usûl, 138. Mu‘tezile’nin görüşleri için bkz. Kâdî

Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, 542-543.

55

ma‘dûm için her ikisinin de söz konusu olacağı açıktır. Diğer iki isim-müsemmâ anlayışına göre ise Bağdâdî, ma‘dûm için isim ve müsemmânın söz konusu olmasında ihtilaf bulunduğunu ifade etmiştir. Şöyle ki, ismi müsemmânın sıfatı olarak gören Eş‘arî’ye göre ma‘dûm, kendisinden haber verilen ve zikredilebilen olduğu için müsemmâ olabilir. Ama ma‘dûm haber ve zikir olamayacağı gibi isim de olamaz. İsmi müsemmâyla aynı gören kelâmcılar ise kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir. Bazıları ismin müsemmâyla aynı olduğu gerekçesiyle ma‘dûm müsemmâyı isim olarak tabir etmişlerdir. Bazılarına göre ise ma‘dûm müsemmâdır ama isim değildir. Zira isim ancak mevcut olandır. Dolayısıyla her ismin müsemmâsı varken her müsemmâ için isim yoktur.190 Bağdâdî isimsiz olmayı ma‘dûmun özelliği olarak ifade ederek191 bu son görüşü tercih ettiğini göstermiştir. Cumhurun iki görüşünden ilki daha dilsel bir bakış açısı sunarken, son görüş genelin bilgisinin aksine müsemmâyı değil de ismi ontolojinin merkezine koymaktadır. Dolayısıyla Bağdâdî’ye göre isim ve varlık aynileşmiş olmaktadır. Aynı zamanda bu görüş ona göre kelimenin “s-m-v” şeklindeki kökten geldiği tercihine de daha uygundur.192

Bağdâdî, Ehl-i sünnet’in cumhuruna nispet ettiği ismin müsemmâ olduğu görüşünün kimler tarafından savunulduğunun da üzerinde durmuş bazı isimler vermiştir. Onun aktardığına göre kelâmcı ve mutasavvıf Hâris el-Muhâsibî (ö. 243/857) ve Ebü’l-Abbâs el-Kâlânîsî (4./9. yüzyıl başları) bu görüştedir. Hatta Bağdâdî’nin belirttiğine göre Hâris el-Muhâsibî’nin bu konuya dair bir kitabı da bulunmaktadır. Ayrıca bu görüş Eş‘arî mezhebinin kurucusu olan Ebü’l-Hasan el-Eş‘ârî’ye de nispet edilmiştir. Zira Eş‘arî Tefsîru’l-Kur’ân isimli eserinde ismin müsemmâdan ibaret olduğu görüşünü belirtmiştir. Ancak Bağdâdî o kitapta söz konusu görüşün bulunmasını Eş‘arî’nin o görüşte olduğunun delili olarak görmemiştir. Ona göre Eş‘arî Nakzu’l-Cübbâî fi’l-usûl isimli eserinde net bir şekilde, ismi sıfat olarak değerlendiren kanaatini ortaya koymuştur.193

190 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 5b. Krş. Aruçi, 22.

191 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 138.

192 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3a. Krş. Aruçi,8.

56

Muhammed b. Eşref es-Semerkândî (ö. 702/1303) gibi bazı Mâtürîdîler ismin müsemmâ olduğu görüşünü sadece Eş‘arîler’e nispet edip eleştirmişlerdir.194 Ancak bu isabetli değildir. Zira Nesefî ve Ebü’l-Yüsr Pezdevî (ö. 493/1100) gibi önde gelen Mâtürîdî kelâmcıları da bu görüşü savunmuşlardır.195 Semerkandî’nin iddiasının aksine ismin müsemmâ ile aynı olmasının sonraki dönemlerde bazı itirazlara konu olması, Mâtürîdî ve Eş‘arî Ehl-i sünnet kelâmcılarının geneliyle özdeşleşmiş bir görüş olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bağdâdî’nin de içinde bulunduğu Ehl-i sünnet kelâmcılarının ismi müsemmâ ile aynı görmeleri birçok âlim tarafından tenkit edilmiştir. Örneğin İbn Teymiyye “isim müsemmânın aynısıdır” denmesini, naslardaki anlatıma uygun bulmamıştır. Çünkü naslara bakıldığı zaman “En güzel isimler Allah’a aittir.” ifadesi görülmektedir. Bu ifadeye göre ancak “İsim, müsemmâya aittir.” denebilir. Bunun dışında bir anlatım ise ona göre nastaki kullanımdan sapmadır.196

Ebû Bekir İbnü’l-Arabî selefin bu meselede muhalifleriyle tartışmaya girmesini yanlış ve lüzumsuz gördüğünü, kendisinde şaşkınlık uyandırdığını söylemiştir.197 Aynı şekilde İbnü’l-Arabî kadar sert olmasa da başka isimlerce de cumhura yönelik bu eleştiri daha çok isim, müsemmâ ve tesmiye kavramlarının tahliliyle ifade edilmiştir. Zira bu kavramların çerçevesi ortaya konunca tartışmanın gereksizliğinin ortaya konulacağı düşünülmüştür. Nitekim Râzî bu durumu “Ehl-i sünnet kelâmcılarına göre isim müsemmânın kendisi olup tesmiyeden başkadır. Mu’tezile’ye göre isim müsemmâdan başkayken tesmiyenin kendisidir. Gazzâlî’ye göre ise üç mefhumun her biri diğerinden ayrı şeylerdir ki bana göre doğru olan da budur.”198 şeklinde ifade ederek bu görüşe

194 Semerkandî, Sehâif, 496.

195 Bkz. Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Bahrü’l-kelâm fî usûlü’d-dîn, thk. Abdullah Muhammed Abdullah

İsmail-Muhammed es-Seyyid Ahmed Şehhâte (Kahire: Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs; el-Cezîre, 1432/2011), 226-227; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-dîn, thk. Hans Peter Linss (Kahire: Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1963), 88-90.

196 İbn Teymiyye, Kitâbü’l-Esmâ ve’s-sıfât, 1: 98.

197 Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emed, 1: 207. Bu noktada Taberî isim ile müsemmânın aynı olarak

değerlendirilmesinin bazı yanlış anlayışları nasıl doğurduğunu ilginç bir nakille ifade etmiştir. Buna göre bazıları bu kabule dayanarak toprağa veya kâğıda eliyle “Allah” yazıp yahut Allah lafzını telaffuz edip yazdığı ve telaffuz ettiği bu ismin ibadet ettiği ilâhı, kendisini yaratan yaratıcısı olduğunu iddia etmişlerdir. Bkz. İbn Cerîr et-Taberî, et-Tabsîr fî meâlimi’d-dîn, thk. Ali b. Abdilazîz b. Alî eş-Şibl (Riyad: Mektebütü’r-Rüşd, 1425/2004), 108-110.

57

mesafeli durmuştur. Râzî’nin de ifade ettiği üzere, Gazzâlî bu üç kavramın birbirinden ayrıştırılmasına oldukça önem vermiştir. Çünkü ona göre bu tartışmanın büyük bir kısmı aynı terminolojinin kullanılmamasından kaynaklanmaktadır.199

Teftâzânî de bu kavramları sözlük anlamları üzerinden netleştirmeye çalışmış, ismi bir mâna için vaz edilmiş lafız, müsemmâyı ismin karşısına konduğu mâna, tesmiyeyi ise bir ismi bir mânanın mukabiline koyma işlemi veya o şeyin ismini zikretmek olarak tespit etmiştir. Bununla beraber Teftâzânî ismi müsemmânın kendisi olarak gören veya bazı isimleri müsemmânın kendisi gören Ehl-i sünnet kelâmcılarının bu ifadelerini değerlendirirken sözlük anlamlarından ziyade kendi terminolojilerine riayet etmenin gerektiğini düşünmektedir. Ona göre söz konusu kelâmcılar tesmiye ile ismin lafzını isimle de ismin medlûlünü kastetmektedirler. Bu açıdan aynı olduğu söylenen şey ismin kendisi ile müsemmâ değil, ismin medlûlüyle müsemmâdır.200 Bağdâdî’nin, Teftâzânî’nin ifade ettiği şekliyle ismi müsemmâyla aynı kabul ettiğini söyleyebiliriz. Zira Bağdâdî ismin müsemmânın zâtı olduğunu çokluğun ise tesmiyelerde söz konusu olduğunu düşünmektedir. Tesmiyeye isim denmesi ise ona göre isme delâlet etmesi bakımından mecazendir. Örneğin biri bir şahsın ismini bize sorsa, “o Zeyd’dir” deriz. Sonra Zeyd nerede? dediğinde Zeyd’in zâtını işaret ederiz. Bu da gösterir ki Zeyd’in ismi Zeyd’in zâtıdır. “Zeyd tesmiyesi”nin Zeyd’in ismi için kullanılması ise mecazendir.201

Bu durumda şöyle bir soru akla gelmektedir: İsim-müsemmâ tartışması acaba sadece terminoloji farkından kaynaklanan lafzî bir tartışma mıdır? Esasında Teftâzânî’nin hatta Bağdâdî’nin ifadelerinden anlaşıldığı üzere tartışmanın böyle bir tarafı vardır. Özellikle bu tartışmada dile getirilen delillere bakıldığında ismi müsemmâdan farklı görenlerin isim dediğine diğer tarafın tesmiye demesi, tartışmanın tamamen lafzî olduğunu

199 Gazzâlî, Maksadü’l-esnâ, 7.

200 Bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2: 124-125. İsimle medlûlünün kastedildiğine dair ayrıca bkz.

Seyyid Şerîf Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, trc. Ömer Türker (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2015), 3: 360-364.

201 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3b-4a. Krş. Aruçi, 11-12. İsmin varlıkla eşitlenmesi noktasında Bağdâdî’nin de

dâhil olduğu söz konusu kelâmcılara benzer bir tutumu, vahdet-i vücûd anlayışını benimseyenlerde de görmekteyiz. Bkz. Ulvi Murat Kılavuz, “Kelâmî Tartışmalar Bağlamında Molla Fenârî’de Esmâ-i Hüsnâ”, Uluslararası Molla Fenârî Sempozyumu (4-6 Aralık 2009 Bursa)-Bildiriler-, ed. Tevfik Yücedoğru ve dğr. (Bursa: 2010), 306-310. Ancak bu, kelâmcıların kastettiğinden farklı olarak varlığı Allah’ın isimlerinin tecellisi görme ile ilgilidir.

58

düşündürmektedir. Ancak tartışmanın ortaya çıkışının kelâmın mahlûk olması dolayısıyla da Allah’ın isimlerinin hâdis olması gibi hakiki bir sorunu barındırdığı da bir gerçektir. Dolayısıyla tartışma tamamen ıstılah farkından kaynaklanmadığı gibi kavramların anlamlarını netleştirme ile bu tartışmanın bitirilmesi mümkün değildir.

İsim müsemmâ ilişkisinde Bağdâdî’ye göre üç farklı görüşün olduğu ifade edilmişti. Ancak o, deliller üzerinden tartışmayı sadece ismi müsemmânın aynısı kabul edenlerle gayrısı kabul edenler arasında ele almıştır. Müellifin ismi sıfat olarak kabul eden Eş‘arî’nin görüşü üzerinde fazla durmamasının sebebi kanatimizce bu görüş sahiplerinin Allah’ın kelâmını hâdis kabul etmememeleri nedeniyle söz konusu görüşün Allah’ın isimlerini hâdis görme gibi ciddi sorunlar doğurmayacağını düşünmesidir. Bu nedenle Bağdâdî İmâm Eş‘arî’nin mezkûr görüşüne katılmamakla birlikte, bu yaklaşımı herhangi bir eleştiriye konu etmeksizin farklı bir bakış açısı olarak sunmuştur. İsmi müsemmânın gayrı kabul edenlere karşı ise oldukça sert bir tutum sergilemiş, deliller ortaya koyarak daha çok da ileri sürülen delillere cevaplar vererek tartışmıştır.

Bağdâdî’nin de dâhil olduğu ismin müsemmâ ile aynı şey olduğu görüşünü benimseyenlerin delilleri daha çok naslardaki bazı kullanımlardır. Örneğin “Rabbinin yüce ismini an.” (el-A‘lâ 87/1) ve “Rabbinin ismi yücedir.” (er-Rahmân 55/78) âyetleri bu delillerdendir. Zira tesbih edilen ve yüce olan Allah Teâlâ’nın kendisidir. Bir kimsenin “Allah” sözü yani tesmiye değildir.202 Yine “Allah’tan başka tapındığınız şeyler sizin ve babalarınızın isimlendirdiğiniz isimlerden başka bir şey değildir.” (Yûsuf 12/40) âyeti de bu hususa delildir. Zira bilinmektedir ki müşrikler putların isimlerine değil, putlara tapınıyorlardı. Dolayısıyla putların isimleri putların kendileri olmaktadır.203

İsmin müsemmâdan başka olduğunu söyleyenler de bu hususta aklî ve naklî pek çok delil ileri sürmüşlerdir. Bu delillerden biri şöyledir: İsimler çok olabilir. İsimlerin delâlet ettiği müsemmâ ise tektir. Eğer isim müsemmânın aynısı olsaydı, isimler çoğalırken müsemmânın da çoğalması gerekirdi. Nitekim Allah Teâlâ “Allah’ın güzel isimleri vardır onlarla Allah’a dua edin.” (el-A‘râf 7/180) buyurmaktadır. Halbuki müsemmâ yani Allah Teâlâ tektir. Hz. Peygamber de “Benim beş ismim vardır; ben

202 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3a. Krş. Aruçi, 8.

59

Muhammedim, Ahmedim, Mâhî’yim, Hâşir’im ve Âkib’îm”204 buyurmuştur. Halbuki müsemmâ Hz. Peygamber’in zâtından ibarettir ve tektir. Yine Araplar “Şarabın yüzden fazla ismi vardır.” derler ki müsemmânın tek olduğu açıktır. Dolayısıyla tüm bunlar ismin müsemmâdan başka olduğunu gösterirler.205

Bağdâdî âyetlerdeki çokluğu isimlerde değil, tesmiyelerde görmüştür. Çünkü Bağdâdî’ye göre isim müsemmânın zâtından ibarettir. Çokluk ise tesmiyelerde söz konusudur. Tesmiyeye isim denmesi ise isme delâlet etmesi bakımından mecazendir. Aynı şekilde Allah Teâlânın isimlerinin çokluğu ve Hz. Peygamber’in farklı isimlerinde de durum böyledir. Zira söz konusu âyette “Allah’ın güzel isimleri vardır.” buyurulmuştur. İsim müsemmâdan farklı olsaydı, isimlerin Allah’tan başkasına ait olması gerekirdi. Çünkü bu anlayışa göre “Allah” ismi Allah’ın zâtından farklı olacağı için doksan dokuz isim Allah’ın zâtına değil de “Allah” ismine ait olacaktır.206

İsmin müsemmâdan başka olduğunu kabul edenlerin bir diğer delili müsemmânın vasıflarının değişmesine göre isminin değiştiği gerçeğidir. Örneğin bir kimse çocuğu olunca “baba” ismini alır. Ancak bu kimse çocuğu olmadan önce “baba” olarak isimlendirilmez. Halbuki iki durumda da bu kimse vardır ve tektir.207

Bağdâdî bu delile de itiraz etmiş değişenin isimler değil tesmiyeler olduğunu söylemiştir.208

Bir başka delil ise ismi müsemmâ kabul etmenin doğuracağı sorunlar üzerine kuruludur. Örneğin bu kabule göre “Bârî müsemmâdır.” dendiği gibi “Bârî isimdir.” de denebilirdi. Yine “Allah beni yarattı.” dendiği gibi “Allah’ın ismi beni yarattı.” da denebilirdi. “Yemek yedim.” dendiği gibi “Yemeğin ismini yedim.” de denebilirdi. Aynı şekilde “ateş” denince dilin yanması, “tatlı” denince de tadını duymak gerekirdi. Böyle

204 Buhârî, “Menâkıb” 17; Müslim “Fezâil”, 125; Tirmizî “Edeb”, 67.

205 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3a. Krş. Aruçi,9.

206 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3b-4a. Krş. Aruçi, 11-12.

207 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3a. Krş. Aruçi, 9-10.

60

olmaması duyulanın yani ismin, görülenden yani müsemmâdan başka olduğunu gösterir.209

Bağdâdî bu delildeki argümanlara, dilde o şekilde bir kullanımın bulunmamasına dayanarak ve ismin müsemmâ anlamında kullanıldığına dair örnekler vererek itiraz etmiştir. Şöyle ki, Lebîd b. Rebîa (ö. 40 veya 41/660 veya 661) bir şiirinde “…bir seneye kadar (mateme) devam edin… Sonra ‘selâm’ ismi üzerinize olsun (matem tutmayı bırakabilir, bu hususta selâmette olabilirsiniz).” demiştir ki burada “selâm ismi”yle selâmın kendisinin kastedildiği açıktır. Ancak “yemeğin ismini yedim” denmemesi ismin müsemmâdan başka olmadığını göstermez. Sadece böyle bir kullanımın olmadığını gösterir.210 Yine ismin duyulan müsemmânın görülen olması da doğru değildir. Zira isim ve müsemmâ birdir ve görülendir. İşitilen ise tesmiyedir.211 Yalnız burada “İsim müsemmâ olduğuna göre müsemmâ da isimdir. O halde Allah’ın zâtının da isim olması gerekir.” şeklindeki itiraz savuşturulamamaktadır. Bağdâdî bu sorunu “Allah Teâlâ’yı nitelemelerimizde tevkifîlik esas olduğu için Allah’ın zâtı isimdir denemez.” şeklinde bir yaklaşımla çözmeye çalışmıştır.212

Başka bir delil ise şöyledir: Bir şeyin ismi sorulduğunda bu sorunun cevabı o şeyin kendini göstermek değildir. Bu ise ismin müsemmâdan başka olduğunu gösterir.213 Bağdâdî burada “soru”nun “mâ ismu fulân” şeklinde akılsız varlıklar için kullanılan “mâ” edatıyla gelmiş olduğuna dikkat çekmiştir. Dolayısıyla ona göre bu ifadenin tesmiyeye delâleti açık olduğu için ismin müsemmâdan ayrı olmasını gösterecek bir yönü yoktur.214

Bir diğer delil nahivcilerin isimleri cins isim-alem isim, munsarıf-gayr-ı munsarıf isim gibi bir çok taksimlere tabi tutup ve bununla da müsemmâları değil tesmiyeleri kastetmeleridir.215

209 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3a-3b. Krş. Aruçi,10.

210 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 4a. Krş. Aruçi, 13.

211 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 4a. Krş. Aruçi, 12.

212 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 4a. Krş. Aruçi, 12-13.

213 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 3b. Krş. Aruçi, 11.

214 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 4a. Krş. Aruçi, 14.

61

Bağdâdî nahivcilerin söz konusu kullanımlarından delil getirilmesini sorunlu bulmuştur. Ona göre nahivcilerin kullanım ve taksimleri ölçü olmadığı gibi her zaman kuşatıcı da değildir. Nitekim nahivciler “Fiil, darebe-yedribu gibidir.” derler. Halbuki her türlü eylem ifade eden kelime esasında fiildir. Yine nahivciler harfle bazı edatları kastederler. Halbuki alfabenin bütün unsurları harftir. Aynı şekilde isim bütün müsemmâları kapsar. Ancak nahivciler ismi kelimenin üç türünden birine has kılmışlardır.216 Kısaca Bağdâdî nahivcilerin teknik bir kullanımından yola çıkarak ismin müsemmâdan başka olduğunun söylenemeyeceğini düşünmektedir.

Sonuç olarak isim-müsemmâ tartışmasında Bağdâdî’nin, bu tartışmanın lafzî bir yönü olduğunu kabul etmekle birlikte, Allah’ın kelâmını hâdis görme gibi bazı tutumlarla, ezelde Allah’ın isimlerinin olmaması gibi gerçek bir sorunu ihtiva ettiğini de düşündüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca birçok âyette tesbih edilenin, yüceltilenin Allah’ın ismi olması da söz konusudur. Bu iki durumda sıkıntı yaşamamanın yolu da ona göre isimle müsemmâyı aynı kabul etmek, ismi mevcutla eşitlemektir. Bunun içindir ki müellife göre isim mevcut için söz konusu olup ma‘dûm için isimden söz edilemez. Bununla beraber deliller üzerinden tartışmayı takip ettiğimizde tarafların aynı terminolojiyi kullanmadığı da bir gerçektir.