• Sonuç bulunamadı

Allah Teâlâ’nın İsim ve Sıfatlarının Kaynağı

BÖLÜM 1: ABDÜLKÂHİR EL-BAĞDÂDÎ’NİN ESMÂ VE SIFAT ANLAYIŞIYLA İLGİLİ GENEL ÇERÇEVE ANLAYIŞIYLA İLGİLİ GENEL ÇERÇEVE

1.5. Allah Teâlâ’nın İsim ve Sıfatlarının Kaynağı

Allah’ın isim ve sıfatlarının kaynağı hakkındaki tartışma “tevkif” ve “kıyas” kavramları etrafında gerçekleşmektedir. Tevkif, “v-k-f” kökünden tef‘îl kalıbında bir mastardır. Durdurma anlamına gelir. İstîlâhî anlamda ise kulların tasarrufu olmaksızın Allah Teâlâ tarafından isim veya hükmün bildirilmesi yani nas anlamında kullanılmaktadır.337 Bunun mukabili ise kıyas olup düşünce yoluyla bir isim veya hükme ulaşma anlamındadır.

336 Nesefî, Tebsıratü’l-edille, 1: 289.

91

İslâm düşüncesinde Allah’ın isimleri ve sıfatlarının kaynağı hakkında Şerîat’ın belirleyiciliğinde ittifak vardır.338 Yani Şerîat’ta gelen isim ve sıfatın Allah için kullanılacağında, yasaklanan isim ve sıfatın da Allah için kullanılamayacağında tartışma bulunmamaktadır. Fakat bazı isim ve sıfatlar da vardır ki bunlar hakkında Şerîat’ta izin ve yasağın her ikisi de yoktur. Aynı zamanda bu isimlerin mânasıyla Allah mevsuf olup kendisi için bu isim ve sıfatlar imkânsız da değildir. İşte tartışma bu noktada bulunmaktadır. Teftâzânî bu meselede dört farklı yaklaşımdan bahsetmiştir. Birincisi Ehl-i sünnet kelâmcılarının çoğunluğunun benimsediği tevkifîlik anlayışıdır. İkincisi Mu‘tezile ve Bâkıllânî’nin savunduğu kıyasîlik yaklaşımıdır. Üçüncüsü Gazzâlî’nin isimlerin tevkifî, vasıfların kıyasî olacağı görüşüdür. Dördüncüsü ise Cüveynî’nin bu meselede kesin bir görüş bildirmeyen tevakkuf tavrıdır.339

Esasında tevkifîliği savunanlar ile kıyasîliği savunanlar tartışmanın iki tarafını oluşturmaktadır. Diğer görüşlerden Cüveynî’nin tevakkuf anlayışı bir çözüm sunmamaktadır. Gazzâlî’nin görüşü ise iki ana görüşü birleştirmesi açısından dikkat çekicidir. Ona göre isim isnadı, müsemmâda tasarruf anlamına geldiği için yetkisi olmayanın Allah için isim vermesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla Allah’ın isimleri tevkifîdir. Fakat mânaları Allah için câiz olan aynı zamanda yüceltme ifade eden nitelemeler için tevkifîlik şartı söz konusu değildir. Zira bunlar isim değil vasıftırlar. Vasıf ise bir haberden ibarettir. Haberlerde itibar edilen şey ise doğru olmaktır. Bu açıdan söz konusu mânalar Allah için doğru olduğundan, o mânaları Allah için kullanabiliriz. Örneğin duada “ya münzile’l-berekât (bereketler indiren)”, “ya müyessire külle asîr (her zoru kolaylaştıran)” vb. deriz. Çünkü bu mânalar Allah için doğrudur ve herhangi bir kusur da çağrıştırmamaktadır.340 Aslında Gazzâlî bu tutumuyla bir nevi tevkifîlik ile kıyasîlik anlayışını da birleştirmiş olmaktadır. Zira o, kıyasîliği savunanların Allah için kullandıkları nitelemeleri, isim yerine vasıf tabirini kullanarak Allah’a izâfe etmiştir.

338 Kıyasîliği savunanların da esasında Şerîat’ı ölçü kabul ettiği hakkında bkz. Orhan Ş. Koloğlu, “Esmâ-i

Hüsnâ’da Tevkifîlik- Kıyasîlik Problemi: Fahreddîn er-Râzî Örneği”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi 13/2 (2004): 250

339 Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2: 126. Ayrıca bu görüşler için bkz. İbn Fûrek, Mücerredü Makâlât, 42;

Cüveynî, İrşâd, 136-137; Gazzâlî, Maksadü’l-Esnâ, 139-141; Râzî, levâmi‘, 40-43.

92

Bağdâdî’nin gündeminde son iki anlayışın olmayacağı açıktır. Bu nedenle o tartışmayı tevkifîliği savunmak kıyasîliği reddetmek şeklinde sürdürmüştür. Bağdâdî’ye göre Allah’ın isimlerinin mânaları akıl cihetiyle bilinebilir. Ancak ona isim verilebilmesi o isim hakkında tevkifin olmasına bağlıdır.341 Başka bir ifadeyle Allah’ın isimlerinin mânalarına O’nun fiilleri delâlet eder. Örneğin Allah’ın fiilleri onun kâdir olduğunu, düzenli olması âlim olduğunu belli bir vakitte olması mürîd olduğunu gösterir. Ancak bu isimlerin Allah için kullanılması ise tevkifin olmasıyla mümkündür.342 Yani ilim kudret, irade gibi mânalara Allah’ın fiillerinden akıl yoluyla ulaşılması bunlardan türemiş isimlerin Allah için kullanılabileceği anlamına gelmez. Bunun için şer‘î bir dayanağa yani tevkife ihtiyaç vardır.

Bağdâdî Allah’ın isimlerinin tevkifî olduğunu dile getirmekle birlikte ilk dönemlerden itibaren bu noktada tartışmanın bulunduğuna da dikkat çekmiş, Basra Mu‘tezilesi’nin Allah’ın isimlerinin kıyas ve ıstılahtan alındığını iddia ettiğini söylemiştir.343 Esma-i hüsnâya ulaşmanın yolunun tevkif olmasını ise Ehl-i sünnet kelâmcılarının ittifak ettiği bir husus olarak ifade etmiştir. Aynı zamanda Mu‘tezile’den Ka‘bî (ö. 319/931) ve takipçilerinin de bu görüşte olduğunu eklemiştir. Tevkifin nasıl gerçekleştiği noktasında ise müellif üç husus zikretmiştir. Birincisi Kur’an’da bulunma, ikincisi sahih Sünnet’te geçme, üçüncüsü de o isimle ilgili ümmetin icmâsının olmasıdır.344 Bu üç husustan biriyle Allah Teâlâ’nın ismi sabit olabilir. Dolayısıyla ona göre naslarda bulunan bir mânaya kıyas ederek bir isim Allah’a isnad edilemediği gibi sıhhatinde sorun olan haber-i vâhidle de bu mümkün değildir.345 Örneğin eşi olmayan anlamındaki “evhad” isminin mânası Allah için doğrudur. Fakat bu ismi Allah Teâlâ için kullanma noktasında Kitap ve Sünnet’te nassın bulunmaması aynı zamanda hakkında icmâ da olmaması nedeniyle şer‘î onay bulunmaz. Dolayısıyla bu isim Allah için kullanılamaz.346

341 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 34a. Krş. Aruçi, 165.

342 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 140.

343 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 138-139. Bâkıllânî de Basra Mu‘tezilesi ile aynı görüşte olmasına rağmen

Bağdâdî’nin onun ismini zikretmemesi ilginçtir. Ayrıca Basra Mu‘tezilesi’nin görüşleri için bkz. Kâdî Abdulcebbâr, el-Muğnî, 5: 179-182; Koloğlu, Cübbâî’lerin Kelâm Sistemi, 309-313.

344 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 138; el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 160-161. Benzer ifadeyi Eş‘arî’de

kullanmaktadır. Bkz. İbn Fûrek, Mücerredü Makâlât, 42.

345 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 161.

93

Bağdâdî her ne kadar böyle bir çerçeve çizmiş olsa da bu çerçeveyle uyumsuz gözüken bazı tasarrufları da vardır. Örneğin “dâî” ismi esmâ-i hüsnâ rivayetlerinde geçmemektedir. Keza Kur’an’da da böyle bir isim yoktur. Ancak “Allah sizi selâm yurduna çağırıyor.” (Yûnus 10/25) âyetinde çağırıyor anlamındaki “yed‘u” ifadesinde dâî isminin mânası olduğu gerekçesiyle Bağdâdî bu ismi Allah’a izâfe etmiştir.347 Fakat aynı durumdaki “vâiz” ismini Şerîat’ta gelmediği için Allah’a nispet etmekten kaçınmıştır. Halbuki kendi ifadesiyle vâiz ismi esmâ-i hüsnâ rivayetinde geçmeyip Kur’an’da isim kalıbında bulunmasa da mânası “Allah size öğüt veriyor.” (en-Nahl 16/90) âyetinde bulunmaktadır.348 O halde Bağdâdî nasıl bu kadar açık bir çelişkiye düşmektedir?

Kanatimizce bu noktada gözüken çelişki Bağdâdî’nin bazı şeyleri söylememesinden kaynaklıdır. O da “vâiz” ismiyle ilgili icmânın olmamasıdır. Bu kanaatimizi destekleyen bir vurguyu “zâkir” ismiyle ilgili izahlarında görmekteyiz. Bağdâdî “Anın beni anayım/ezkurkum sizi.” (el-Bakara 2/152) âyetinde zâkir isminin mânası bulunduğunu ve bu ismi Allah’a izâfe etmenin câiz olması noktasında icmâ olduğunu söylemiştir.349 “Vefî” ismi hakkındaki müellifin tutumu ise tam olarak ifade etmek istediğimizi ispatlar niteliktedir. Şöyle ki, Bağdâdî “vav” harfiyle başlayan isimleri ele alırken bu ismi Allah’a nispet etme noktasında icmâ bulunduğunu aynı zamanda “… Ahdinizi yerine getirin ben de ahdimi yerine getireyim/ûfî” (el-Bakara 2/40) âyetinin de bu isme delâlet ettiğini söylemiştir.350 Ancak “vefî” ismini şerh ettiği kısımda bu isme söz konusu âyetin delâlet ettiğini söylemiş, icmâdan bahsetmemiştir.351 Dolayısıyla müellif sadece mânasının Kur’an’da bulunmasını yeterli görmemekte, o ismin kullanımıyla ilgili de icmânın şart olduğunu düşünmektedir. Ancak icmâyı ayrıca vurgulamaması karışıklık oluşturmuştur.

Tevkifle ismin sabit olmasında Bağdâdî’ye göre farklı dereceler söz konusudur. Bazı isimlerin Allah’a isnad edilmesi vâcipken bazı isimler sadece câizdir. Örneğin yukarıda görüldüğü gibi naslarda isim kalıbında geçmediği için “zâkir” isminin Allah için

347 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 110a.

348 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 115b.

349 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 115a.

350 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 212a.

94

kullanımının câiz olduğunu söylerken, esmâ-i hüsnâ rivayetlerinde geçen ve mânası “Her şey yok olur ancak Rabbinin vechi/zâtı bâkî kalır(yebka).” (er-Rahmân 55/27) âyetinde bulunan “bâkî” ismi için vâcip ifadesini kullanmıştır.352 Öyle görünüyor ki Bağdâdî naslarda bulunan isimlerin Allah’a isnadını vâcip kavramıyla ifade ederken, icmâyla sabit olan isimlerde câiz demeyi tercih etmştir.

Bağdâdî Allah’ın isimlerinde kıyasın câiz olmayacağına birçok delil getirmiş çeşitli itirazlara da cevaplar vermiştir. Şer‘î bir dayanak olmaksızın Allah’a kıyas yoluyla isim isnadında bulunmayı müsemmâ üzerinde tasarrufta bulunmak görmesinden olsa gerek353 edebe de muhalif görmüş, kölenin efendisine evladın babasına isim vermesine benzetmiştir.354 Ona göre “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır…” rivayeti isimlerde kıyasın câiz olmadığına delâlet eder. Zira kıyasla isim üretilebilseydi ve mâna olarak doğru olan isimler Allah’a verilebilseydi, isimler doksan dokuzla sınırlı olmaz, hasrın bir anlamı kalmazdı.355

Müellife göre benzer mânaları olan isimleri ümmetin Allah için kullanmaması da tevkifîliğe delildir. Örneğin “cevâd” ve “kerîm” isimleriyle aynı mânadaki “sehî” ismi Allah için kullanılmamıştır. Aynı şekilde Allah Teâlâ’ya “kadîm” dendiği halde aynı mânadaki “atîk” ismine mesafeli durulmuştur. Yine “rahîm” ismi Allah’a nispet edildiği halde “şefîk” ismi nispet edilmemiştir.356 Öte yandan “mâcid” ve “mecîd” isimleri şerefli, yüce anlamındadırlar ve naslarda Allah için kullanılmıştırlar. Aynı anlamı ifade eden “şerif” ismi ise hakkında nas ve icmâ bulunmaması nedeniyle Allah için kullanılmamıştır.357 Ayrıca ümmetin “fakîh” ismini Allah için kullanmaktan kaçınmaları da Allah’ın isimlerinde kıyasın olmayacağını gösterir. Zira fakîhin anlamı Şerîat’ın hükümlerini bilmektir ki Allah için bilmemeden bahsedilemez. Buna rağmen Allah’a fakîh denmemiştir. Benzer şekilde Allah’ı “rahîm” olarak isimlendirmekle

352 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 64a-64b.

353 Gazzâlî isim koymayı müsemmâ üzerinde bir tasarruf olarak görüp velâyet hakkı olarak değerlendirir.

Bu nedenle kulların Allah’a isim veremeyeceğini ifade etmiştir. Bkz. Gazzâlî, Maksadü’l-esnâ, 139-140.

354 Bağdâdî, Usûl, 138.

355 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 161.

356 Bağdâdî, Usûl, 139.

95

birlikte “şefî‘” ismini kullanmaktan kaçınılmıştır. Halbuki bu âlemde şefî aynı zamanda rahîmdir.358 Tüm bu örnekler göstermektedir ki isim nispetinde esas olan tevkiftir. Bağdâdî’ye göre Allah’ın isimlerinde kıyasın olmayacağına delâlet eden başka bir husus ise Şerîat’ta gelmiş fiillerinden yola çıkarak ümmetin isim üretmemesidir. Örneğin “Rableri onları güzel bir içecekle suladı.”(el-İnsân 76/21) âyetinde “suladı” anlamındaki “sekâ” fiilinin ism-i fâili olan “sâkî” ismi Allah için kullanılamaz. Yine “Allah onlarla alay etti/alaylarını boşa çıkardı.” (et-Tevbe 9/79) âyetindeki “alay etti” anlamındaki “sehire” fiilinin ism-i fâili olan “sâhir” ismi de Allah’a nispet edilemez. Var olan mânadan hareketle kıyas yoluyla isim türetmek mümkün olsaydı, bu iki ismin Allah için kullanılması câiz olurdu.359 Yine naslarda fiil olarak geçse dahi Allah Teâlâ için “müstehzi (alay eden)”, “gadbân (öfkeli)” vb. nitelemeler de kullanılmamıştır.360 Bağdâdî’nin tevkifîliği savunurken verdiği örnekler kendi içinde tutarlı olsa da, sonraki dönemlerde Ehl-i sünnet bünyesinde bu gibi isimlerin verilememesi tevkifiîlikten ziyade söz konusu isimlerde bulunan kusur yahut kusuru çağrıştıran başka şeylere bağlanmıştır. Örneğin Şerîat’ı bilmesine rağmen “fakih” isminin verilememesi kelimenin barındırdığı daha öncesinde bir cehlin olması çağrışımına dayandırılmıştır.361

Müellif Allah’ın isimlerinde tevkifîliğin esas olduğu noktasında oldukça hassastır. Örneğin o, “bâsit” ismindeki “sin” harfinden sonra “tı” harfi geldiği için kural olarak “sad” harfi şeklinde okunabileceğini belirtmiştir. Ancak bu isim Sünnet’te “sin”le geldiği için esasen mümkün olan “sad”la okunmasını câiz görmemiş, isimlerle ilgili tevkifîliğe ne ölçüde önem verdiğini göstermiştir.362 Benzer bir durum “kaf”la olan “kâhir” ve “kâhhâr” isimleriyle ilgili de söz konusudur. Zira bu isimdeki “kaf” yerine “kef”in kullanılması dil açısından mümkündür. Ancak Bağdâdî naslarda bu isimler “kaf”la geldiği için “kef”le kullanımını da uygun bulmamıştır.363 Yine “Allah”, “hâlık”,

358 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 161-162.

359 Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 149; el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 162.

360 Bağdâdî, Usûlü’ü’d-dîn, 149.

361 Bu örnekler için bkz. Gazzâlî, Maksadü’l-esnâ, 140-141; Râzî, Levâmi‘, 41-43.

362 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 68a.

96

“rahmân” gibi Allah’tan başkası için kullanılamayan isimlerle ilgili alem isim yerine alem hükmünde tabirini kullanmış, alem tabirini dahi tevkifîlikle uyumsuz görmüştür.364 Bağdâdî kıyas yoluyla Allah’a kusur çağrışımı olan bir fiil isnad etmemeyi de Allah’ı nitelemelerimizde şer‘î onayın gerekliliğine delil olarak görmüştür. Örneğin âyette alay ediyor anlamındaki “sehire” fiilinin Allah’a nispet edilmesi, aynı anlamdaki “taneze” fiilinin Allah’a nispet edileceği anlamına gelmemektedir. Bu nedenledir ki aynı anlamda olmasına rağmen ümmet “taneze” fiilini Allah için kullanmaktan kaçınmıştır.365

Müellif “ekrem”, “erhâm” ve “e‘la” gibi mübalağa kalıbındaki ifadelerin Allah için kullanılmasında ise tevkifîlik açısından bir sorun görmemiştir. Hatta bu hususta “Eğer Allah için kullanılan sıfat başkasının vasfı da olabilen bir sıfatsa, bu sıfatın mübalağa kalıbı Allah için kulanılabilir. Ancak hâlık gibi Allah’tan başkasının vasıflanamayacağı sıfatların mübalağası Allah için kullanılmaz.” diyerek genel bir ölçüde vermiştir.366 Ancak bu görüşü genel tavrıyla uyumsuzdur. Kanaatimizce belirtmemiş olsa da bu gibi ifadelerle ilgili ümmetin genel kabulü olduğunu yani bir nevi icmâ bulunduğunu düşünmektedir.

Bağdâdî, Allah’ın isim ve sıfatları konusunda tevkifîliğe itiraz edenlerin bazı delil ve itirazlarına da yer verip bu itirazları cevaplandırmıştır. Bu itirazlardan biri Kur’an ve Sünnet’te bulunmamasına rağmen Allah için “kadîm” ve “mevcut” isimlerinin kullanılmasıdır.367 Bağdâdî bu iddiaya karşılık “kadîm” ve “mevcut” isimlerinin tevkifî olduğunu söylemiştir. Ona göre bu iki ismin Allah için kullanılmasında ümmet icmâ etmiştir. Hakkında icmâ olması ise söz konusu isimlerin tevkifî olduğunu gösterir. Bazı filozofların bu isimleri Allah için kullanmaması icmâya zarar vermez. Zira filozofların icmâda yeri yoktur. Cehm b. Safvân’ın bu isimleri kullanmaktan kaçınması da icmâya zarar vermez. Çünkü icmâ Cehm’den önce oluşmuştur.368

364 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 18b. Krş. Aruçi, 84.

365 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 162.

366 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 62a, 64a.

367 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 162.

368 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b-34a. Krş. Aruçi, 163. Bir meselede icmâ oluştuktan sonra o icmâya muhalif

görüşlerin ortaya çıkması söz konusu icmâya zarar vermez. Bkz. Ebû Zeyd ed-Debbûsî, Takvîmü’l-edille fî usûli’l-fıkh, thk. Adnân el-Ali (Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, 1426/2006), 32; Ebû Bekr Muhammed es-Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, thk. Ebü’l-Vefâ el-Afğânî (Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1425-1426/2005), 245.

97

Yine kıyasîliği savunanlara göre nasıl ki şer‘î bir onay olmaksızın akılla “cisim değildir”, “cevher değildir” şeklinde cisim ve cevher isimleri Allah’tan olumsuzlanabildiği gibi isim ispatının da câiz olması gerekir.369 Bu iddiaya karşı Bağdâdî bu gibi nitelemelerin olumsuzlanmasını aklen imkânsız olmalarına bağlamıştır. Zira cisim, bileşik olmayı cevher ise renk, koku ve tatla vasıflanmayı gerektirir ki bunlar Allah için aklen imkânsızdır.370 Dolayısıyla aklen imkânsız bazı nitelemelerin olumsuzlanabilmesi, tevkif olmadan Allah’a isim isnadında bulunulacağı anlamına gelmemektedir. Ayrıca müellif “Şerîat’ta Allah için bileşiklik, oluş ve hâdis arazlar ispat etmeyecek şekilde cisim ve cevher nitelemeleri gelseydi, bunların da Allah’a izâfesi câiz olurdu.”371 diyerek esas ölçünün Şerîat olduğunu vurgulamıştır.

Tevkifîliğe bir başka itiraz ise Allah’ın isimlerinin tevkifle sabit olması durumunda tevkifin olmadığı bir ismin de mümkün olacağı şeklindedir.372 Bu itiraz bazı rivayetlerden yola çıkarak Allah’ın isimlerinin naslarda bildirilenlerle sınırlı olmadığı genel kabulü üzerine bina edilmiştir. Buna göre ise Allah’ın her ismi için tevkifin söz konusu olmayabileceği gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır.

Bağdâdî bu iddiaya karşı Allah’ın bilemediğimiz, bize bildirilmeyen isimlerinin olmasını Allahın kullarına bildirmediği isimleri olduğunu ifade eden hadise373 dayanarak mümkün görüp, inkâr etmemiştir.374 Esasında Bağdâdî Allah’ın kendi katında sakladığı bize bildirilmeyen isimlerinin olmasını isimlerde kıyasın bir delili olarak görmediğini göstermiştir. Zira gizli tutulan ismi, kıyas yoluyla bilmek de söz konusu olamayacağı için itirazın da anlamı kalmayacaktır.

Netice olarak Bağdâdî sıfatların akılla bilineceğini kabul etse de bu sıfatların isim olarak Allah’a izâfe edilmesinin tevkifî olduğunu benimsemiştir. İsimlerin tevkifî olması da ancak Kur’an, sahih Sünnet ve icmâyla mümkündür.

369 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 162.

370 Bağdâdî, el-Esmâ, vr.34a. Krş. Aruçi, 163.

371 Bağdâdî, el-Esmâ, vr.34a. Krş. Aruçi, 163.

372 Bağdâdî, el-Esmâ, vr. 33b. Krş. Aruçi, 162.

373 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/391.

98

BÖLÜM 2: ABDÜLKÂHİR EL-BAĞDÂDÎ’NİN ESMÂ-İ HÜSNÂ