• Sonuç bulunamadı

İran – Irak Savaşı

BÖLÜM 3: SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ İRAN DIŞ POLİTİKASI

3.5. Devrim Sonrası İran Dış Politikası

3.5.4. İran – Irak Savaşı

İran’da Bazargan’ın istifa etmesi üzerine 25 Ocak 1980 tarihli seçimde İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Abul Hasan Beni Sadr olmuştur. Fakat Sadr’ın ılımlı ve liberal politikalarına kısa sürede artan tepkiler sonrasında Haziran 1981

tarihinde Sadr kendini azletmiştir. Bu durum İran’da radikallerin yönetimi tamamen ele geçirdikleri anlamına geliyordu. Yaşanan bu gelişmeler sonrasında İran, başta ABD ve İsrail olmak üzere Arap dünyası ile de problemler yaşayarak arenada yalnızlığa itilmiştir.

Bu durumdan faydalanmak isteyen Saddam Hüseyin 1980 yılı Eylül ayında, İran’ın iç işlerine karışması, Irak içindeki Şii toplulukların İran tarafından rejim aleyhine kışkırtılması ve Şattül Arap su yolundaki sınırın İran tarafından ihlal edilmesini bahane ederek İran’a saldırmıştır (Topur, 2005:251). Böylelikle sekiz yıl sürecek ve bir milyon insandan fazlasının ölümüne yol açacak İran-Irak savaşı başlamıştır (Langlois ve diğ, 2000:439).

Saddam’ın buradaki öncelikli amacı İran’daki Şii devrimin hızını kesmekti. Zira Irak’ın nüfusunun büyük bölümünü oluşturan Şii nüfustan (%65) dolayı devrimin Irak’a da sıçrama ihtimali vardı (Armaoğlu, 1995:775). Şii ideolojisine dayanan devrimci rejimin Baas ideolojisine alternatif olarak ortaya çıkması Saddam’ın konumunu ciddi şekilde sarsabileceği gibi, bu rejimin Irak’taki Şii toplumları tarafından benimsenmesi Baas rejmi için kuşkusuz önemli bir tehlikeydi. Bunun yanında bölgede en etkili güç olmak isteyen Saddam, hem 1975 Cezayir anlaşması ile bıraktığı toprakları geri almak hem de ‘Şattül Arap’ suyolu üzerinde egemenlik kurmak istiyordu, ayrıca İran’ın Kuzistan bölgesinde bulunan Arap nüfus sayesinde de bu bölgede bulunan zengin petrol yataklarına hükmetmek hedefindeydi (Bodur, 2005:698). Saddam’ın bir diğer amacı da Şah rejiminin yıkılmasının ardından bölgedeki güç dengesini lehine genişletmekti. Zaten bu hususta kendine en büyük rakip olan Mısır’ın, da Camp David anlaşmasını imzalamasıyla İslam Dünyası nezdinde ki itibarının sarsılması iyi bir fırsattı (Gündoğan, 2010: 285).

Savaşın başlarında hızla ilerleyen Irak birliklerinin bu ilerleyişi, daha sonra yerini gerilemeye bırakmıştır. Savaştan hızlı ve kesin bir galibiyetle ayrılacağı inancını taşıyan Saddam Hüseyin, savaş ilerledikçe zor duruma düşmüştür. İran’ın topraklarının genişliği Irak saldırısı için stratejik bir derinlik yaratarak saldırıyı zorlaştırmıştır. Buna bir de savaşın uzamasıyla birlikte artan insan gücü ihtiyacı nedeniyle İran şanslı duruma gelmişti. Irak’ın saldırması ile birlikte içerde siyasal istikrar hızla sağlanmaya başlamış ve bir yerde Humeyni rejiminin ayakta kalmasına yardım edilmiştir (Arı, 2007a: 543).

Gerçekten de o zaman kadar yaşanan rejim ve yönetimle ilgili tartışmalar durulmuş, İran halkı topyekûn Saddam’a karşı kenetlenmiştir. İran’ın yönetiminde hakim durumda olan radikal kanadın en önemli hedefi savaşın Kudüs alınana kadar devam etmesiydi (Çetinsaya, 2004:224).

Ancak savaşın ilerleyen dönemlerinde İran’ın aleyhine olan gelişmeler arttıkça, İran dış politikasında idealizmden realizme doğru değişim başlamıştır. Bu durumla orantılı olarak da dış politik arenada radikal kanadın etkisi azalırken ılımlı olarak nitelendirebileceğimiz grupların etkisi göreceli olarak artmıştır. Radikal kanadın hayal ettikleri zaferi elde edememelerinin en önemli sebeplerinden birisi, Şah zamanında Amerika desteğiyle modernize edilen ordunun teçhizat yönünden dışa bağımlı olmasıydı (Arı, 2007b:409). İran bunun sıkıntısını savaş sırasında yaşamış, artan yedek parça ihtiyacı ABD’nin ambargo uygulaması nedeniyle karşılayamayarak zor anlar yaşamıştır. Gerçekten de geniş bir coğrafyaya ve Irak’a oranla kalabalık bir nüfus potansiyeline sahip İran’ın savaş sırasında ABD ve bölge ülkelerinin ezici çoğunluğundan destek görememesi onu sıkıntıya sokmuştur. Amerika doğrudan veya bölge ülkeleri üzerinden Saddam’ı desteklemiştir. Tabi bu destek devamlı ve sınırsız değildir.

Savaş esnasında Irak’a destek olan Amerika’nın el altından İran’a da silah sattığının 1986 yılında patlak veren ‘İrangate’ skandalı ya da İran-Kontra adı verilen olay ile ortaya çıkması tüm dünya kamuoyunun tepkisini Reagan yönetimine çekmiştir. Reagan, kendisi için büyük prestij kaybına neden olan bu olayı açıklarken amacının Şah’tan sonra bozulan ilişkileri yeniden iyileştirmek ve savaşı onurlu bir şekilde sonlandırmak olduğunu belirtmiştir (Arı, 2007a: 551). ABD’nin böyle bir politika yürütmesi, İran’ın tamamen Sovyet bloğuna kaymasına engel olmak, İran yönetiminde ortaya çıkan ılımlı ve pragmatist yönetimleri desteklemek ve İran siyaseti üzerinde yeniden ABD nüfuzunu tesis etmek olarak ifade edilmiştir. Bu durum Kaplan’ın iki kutuplu uluslararası sistemin bir özelliği olarak ifade ettiği ‘Tüm blok üyesi devletler kendi bloklarının üye sayısını arttırmaya çalışırlar. Fakat bu çaba bir devleti karşı bloğa itecekse bu durumda bloksuz kalmasını tercih ederler.’ prensibine de denk düşüyordu. Reagan’ın açıklamalarına rağmen ABD-İran ilişkileri savaşın hiçbir döneminde olumlu seyretmemiştir. Bu olaydan sonra Amerikan yönetiminin İran’a yönelik tavrı daha da sertleşmiştir.

Savaş her iki tarafın petrol kaynaklarında ağır tahribat meydana getirmiştir. Çünkü her iki tarafta savaşın ilk günlerinden itibaren birbirlerinin petrol rafinelerini bombardımana tutmuşlardır. Savaş öncesi Irak’ın günde 3.1 milyon varil, İran’ın ise 1.4 milyon varil petrol üretimi söz konusu iken bu durum savaş sırasında her iki ülke için 600.000 varile kadar düşmesine sebep olmuştur (Armaoğlu, 1995:778). Savaş İran’ın 18 Temmuz 1988’de Birleşmiş Milletler’in 598 sayılı kararını kabul etmesiyle son bulmuştur. İran-Irak savaşı, Arap dünyasında ki bölünmeyi daha da kesinleştirmiştir. Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkeleri Irak’ı desteklemişlerdir. Libya ve Suriye ise İran’ı desteklemiştir. Savaş sırasında Türkiye ise ‘aktif tarafsızlık’ politikası takip etmiştir. İslam Konferansı ise daha ilk baştan itibaren arabuluculuk faaliyetlerinde bulunmuştur. Aynı şekilde bağlantısızlarda arabuluculuk faaliyetleri gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Hiçbir savaşta bu kadar arabuluculuk yapılmamıştır (Bodur, 2005:609).