• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4: SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE İRAN DIŞ POLİTİKASI

4.4. AB ile İlişkiler

Soğuk Savaş dönemi İran-AB ilişkileri, 1992 yılına kadar Avrupa ülkeleri ile ayrı ayrı ve karşılıklı ilişkiler çerçevesinde yürütülürken, 1992 Maastricht anlaşmasıyla kabul edilen Ortak Güvenlik ve Dış Politika nedeniyle kurumsallaşan AB dış politikası ile farklı bir boyutta gelişmeye başlamıştır. Devrim sonrasında İran’ın karar alma mekanizmasında etkili radikal kanat Avrupa ile ilişkilerin gelişmesini istememişlerdir. Radikal kanadın olumsuz yaklaşımına bir de Salman Rüşdi olayı eklenmesi ile AB ülkeleri ile ve özellikle İngiltere ile ilişkiler sorunlu olarak devam etmiştir. 1991 Kuveyt Krizi ve ardından çıkan savaş esnasında İran’ın takındığı yapıcı tutum Avrupa nezdinde ki olumsuz imajını düzeltmiş, AB ülkeleri İran ile ilişkilerini düzeltme istikametinde olmuştur. Zaten Avrupa Birliği Ülkelerinin İran’a bakış açıları ABD’ninkinden farklı olmuştur; İran’ı tecrit etmek yerine bu ülke ile diyalog içinde ilişkilerin geliştirilip diplomasi ve insan hakları konusunda dünya kamuoyu ile birlikte hareket etmesini sağlamak gerektiğini savunmuşlardır (European Union Center of North Carolina EU Briefings, 2008 ). Humeyni’nin son zamanlarında patlak veren Salman Rüşdi olayı ile kesilen İran-AB ilişkileri Rafsancani döneminde gelişme göstermiştir. Örneğin, 1990 Sonbaharında AB, İran üzerindeki bütün ambargoyu kaldırmış ve İran’da daimi temsilcilik açma kararı almıştır. AB’nin bu tutumu sayesinde İran, ABD hükümetinin 1995 yılında kabul ettiği İran ve Libya’ya ekonomik ambargoyu içeren, D’Amato9 yasasının, etkisini atlatmayı başarabilmiştir (European Union Center of North Carolina EU Briefings, 2008). Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığındaki son günlerinde AB ile İran ilişkileri yeniden kriz dönemine girmiştir. 1992 senesinde İranlı dört Kürt liderin

9

ABD’nin 1996 tarihli ünlü D’Amato Yasası, ‘terörizmi destekledikleri gerekçesiyle’ İran ve Libya’nın enerji sektörüne 20 milyon dolardan fazla yatırım yapan firmalara çeşitli cezalar uygulanmasını öngören yasadır.

Berlin’deki Mykonos adlı bir Yunan lokantasında öldürülüşüyle ilgili davaya bakan Berlin Ceza Mahkemesi, suikastın İran yöneticileri tarafından kararlaştırılıp, planlandığı sonucuna varması, Rafsancani ve Hamaney’in de aralarında bulunduğu İranlı yöneticilerin suçlu bulunması, zaten sıkıntılı olan İran-AB ilişkilerine de yeniden darbe vurmuştur. AB İran’ı cezalandırmaya karar vermiş; Başta Almanya olmak üzere tüm AB ülkeleri büyükelçilerini geri çekmişlerdir. Bakanlar düzeyindeki ziyaretler durdurulmuş, İranlı bürokratların Avrupa’ya ziyaretleri de kısıtlanmıştır. (Çetinsaya, 2004:234)

İran-İngiltere arasındaki ilişkiler ise ancak 1998’de Salman Rüşdü hakkında Humeyni tarafından çıkartılan ölüm fermanını kaldırılmasıyla birlikte normalleşme sürecine girmiştir. 1999 yılında karşılıklı büyükelçilikler tekrar açılmıştır.

Kurumsal anlamda AB-İran arasındaki ilişkiler her ne kadar 1995 yılında başlatılmış olsa da, iki tarafın bir sözleşme çerçevesinde ilişki kurması ve işbirliğine girmeye yönelik adımlar atması, 2001 yılında mümkün olabilmiştir. İran İslam Devriminden bu yana bir İran Dış İşleri Bakanı Kemal Harrazi Eylül 2001’de Brüksel’i ziyaret etmiştir. Söz konusu bu ziyaret AB-İran ilişkilerinin dönüm noktasını oluşturmuştur. 19 Kasım 2001’de AB Komisyonu, İran ile insan hakları, terörizm ile mücadele, KIS’in yayılımının engellenmesi, Filistin sorunu konularını içeren bir siyasal diyalog ile birlikte ticari işbirliği antlaşması görüşmelerinin başlatılmasını önermiştir. Bir yıl sonra 17 Haziran 2002’de AB Bakanlar Konseyi, komisyon’un bu önerisini uygun bularak, İran ile söz konusu görüşmelerin 2002 Aralık ayı içinde başlamasını istemiştir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu’ndan bir grup milletvekili Tahran’ı ziyaret etmiştir. Hemen sonrasında Şubat 2003’te Kemal Harrazi Avrupa Parlamentosu’nda konuşma yapan ilk İran Dış İşleri Bakanı unvanını almıştır. Bu dönemde özellikle iki gelişme İran için geliştirilen bu ilişkilerin pozitif dönüşümü olarak dikkat çekmiştir. Bunlardan birincisi, AB ‘Halkın Mücahitleri Örgütünü’ 3 Mayıs 2002’de yayınladığı resmi gazetede terörist bir grup olarak nitelendirmiştir. İkincisi ise BM nezdinde İran’daki insan haklarını eleştiren önergeleri müzakere etmemeye karar vermiştir (Dağcı ve diğ, 2007:130).

Son yıllar içinde İran nükleer programı AB ve ABD için önemli konular arsındadır. İran barışçıl amaçlı nükleer enerji üretmek istediği konusunda ısrarcıdır. Atlantik’in her iki yakasında ki birçok gözlemci, İran’ın nükleer silah üretmeye çalıştığına ilişkin

yeterli sebepleri olduklarını iddia etmektedir. Ne AB nede ABD İran’ın nükleer silah sahibi olmasını istemektedir. Petrol fiyatlarının yüksek olması İran’ı dünya ekonomisinde önemli bir aktör haline getiriyor.

2003’ten itibaren AB Irak müdahalesinin aksine İran’a karşı diplomasi yollarını savunuyor. ABD İran’a acil bir müdahaleyi savunurken AB ise kritik diyalog adını verdiği bir diplomasi yoluyla soruna yaklaşıyor.

ABD ve AB için İran önemli bir ülkedir. Şahı destekleyen ABD ve AB’nin İran ilişkileri 1979 İran devrimi sonrasında zayıfladı. Soğuk Savaş sonrası İran, ABD ve AB ile çok çeşitli konulardan dolayı çatışmaktadır. Batı, İran’daki insan hakları ihlalleri, İran’ın Hizbullah ve Hamas gibi terörist grupları desteklemeleri, İsrail aleyhtarlığı ve Salman rüştü fetvası gibi sebeplerle İran’ı eleştirmektedir. Öte yandan İran, Batının iç işlerine karışmasına karşı çıkmaktadır, çünkü 1953’te ilk demokratik seçimlerle başa gelen hükümeti batılı gizli ajanlarla devirmiş, ayrıca 1980 İran Irak savaşında Batı Saddam Hüseyin’i desteklemiştir. Dahası ABD’nin 2001 ve 2003 Afganistan ve Irak müdahalesi sonrasında İran kendisini tehdit altında hissetmektedir.

2003’ten beri İran ve batılı güçler arasındaki çekişme İran nükleer programını doğurmuştur. İran’ın nükleer programını geliştirmesi ciddi sorunlar doğuracağını bildiğini kabul ettiğini batılı analistler düşünmektedir. İran’ın nükleer silah sahibi olması bunların terörist grupların eline kolayca geçebilecek olma ihtimali korkulara sebep olmaktadır. Diğer taraftan İsrail’in İran’a karşı önleyici bir saldırı düzenlemesinin sebebi olmasıyla Ortadoğuda kötü bir sarmal oluşabilir.

Sonuç olarak İran’ın nükleer silah sahibi ülkeler kulübüne girmesi yeni nükleer adayların çıkmasına sebep olabilir.

İran İslam devrimi sonrasında İran’ın rejim ihracı politikalarını diğer Ortadoğu ülkelerine yayma politikası Batı ile olan ilişkilerini etkilemiştir. İran-Irak savaşının sonunda Humeyni’nin ölümüyle Batı ile olan ilişkilerde yavaş yavaş gelişmeler yaşandı. Rafasancani’nin ılımlı diplomasisi ve ekonomik gelişmeye paralel İran batı ilişkileri gelişme göstermiştir. 1992’den itibaren Avrupa Birliği İran ile Kritik Diyalog çerçevesinde ilişkilerini sürdürmüştür. Fakat Avrupa ülkelerinde bu konuda bir görüş birliği söz konusu değildir.

ABD ise İran’a yaptırımlar ve baskı kurulması gerektiği düşüncesi ile 1995’te Clinton zamanın da Dmato yasasını çıkardı. Fakat batı ülkeleri bunu reddetti. 1997’ye kadar İran ile Ab ilişkileri iyi bir period izledi. Mykonos Trial vakası ki bu Almanya’da bazı İranlı’ların öldürülmesinde Almanya mahkemelerinin İran’ı suçlu bulması anlamına geliyordu ilişkileri kesintiye uğradı. Bununla birlikte 1997 aynı yılında yapılan seçimlerde reformist aday Muhammet Hatemi’nin seçimleri kazanması, İran-AB ilişkilerinin hızla canlanmasına sebep olmuştur. Avrupa ile nükleer silahların azaltılması, Ortadoğu Barış süreci ve insan hakları ile alakalı ‘kapsamlı bir diyalog’ sürecine girdi.

11 Eylül saldırıları sonrasında batı ile İran ilişkileri zirveyi tecrübe etti. İran cumhurbaşkanı Hatemi’nin milletler arası diyalog teklifi ABD tarafından görmezden gelinerek bir fırsat kaçırılmış oldu. AB İran ilişkileri 2002 yılında kabul edilen Kapsamlı Ticaret antlaşması ile devam etti. Fakat 2002 yılı sonarlından itibaren İran’daki reformist hareketin zayıflamasıyla ilişkileri kötü bir seyre girdi. ABD başkanı Bush’un Irak ve Kuzey Kore ile birlikte İran’ı Haydut Devletler olarak nitelemesi İran ile Batı arasındaki ilişkilerin daha da gerginleşmesine sebep oldu.

İran’ın 2002 yılında Natanz’da Uranyum zenginleştirme tesisi ve Arak ‘ta bir ağır su üretim tesisinin ortaya çıkması yeni bir nükleer krizi meydana getirdi. Kriz 2003 yılında uluslararası Atom enerjisi kurumunun raporu ile daha da derinleşti. Buna göre İran Yüksek zenginleştirilmiş Uranyum tesisi ile Nükleer faaliyetlerinden birini gerçekleştirmiş bulunuyordu. Yüksek Uranyum zenginleştirilmesi Nükleer silah elde etmek için yeterli değildir. Fakat nükleer silah elde edilmesine yakın bir üretime doğru gidilebilir. Bu durum İran’ın taraf olduğu Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi antlaşmasına(NPA) ters değildir.

İran nükleer programının gündemi işgal etmesiyle birlikte AB-İran ilişkileri bozulmaya başlamıştır. 10 Haziran 2003 tarihinde, AB konsey’i İran’a çağrı yaparak IAEA’nın sunduğu ek protokolünü imzalamasını istemiştir. Bu protokol, İran’daki nükleer tesislerde IAEA denetçilerinin bundan böyle önceden haber vermeden denetleyebilmesi imkânı tanıyordu. Bunun üzerine 21 Ekim 2003’te Fransa, Almanya ve birleşik Krallık dışişleri Bakanları, İran’ın daveti üzerine Tahran’ı ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaret özellikle İran’ın nükleer programı konusunda inisiyatif almak isteyen AB’nin isteğiyle

gerçekleşmiştir. Bu ziyaretin sonucunda taraflar arasında ‘Tahran Deklarasyonu’ imzalanmıştır. Söz konusu bu deklarasyona göre, AB İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji sahip olma hakkının olduğunu vurgulamış, buna karşılık İran’da ek protokolü imzalamayı kabul etmiştir (Dağcı ve diğ, 2007:130).