• Sonuç bulunamadı

1.2. İnsan Haklarının Sınıflandırılması ve Devletin Yükümlülüklerine İlişkin Farklı

1.2.1. İnsan Haklarının Sınıflandırılması

35

1.2.1. İnsan Haklarının Sınıflandırılması

Hakların sınıflandırılmasına geçmeden önce, farklı coğrafyaların devlet anlayışları arasındaki temel farklılığı kabaca özetlemek faydalı olacaktır. Her ne kadar devlet kavramı modern çağda, bir örgütlenme biçimi olarak çoğunlukça sorgulanmadan benimsenmiş gibi görünse de, devletin ahlaken meşru olup olmadığı ya da ne tür bir devletin ahlaken meşru olabileceği konusu libertaryan (özgürlükçü) felsefi gelenek öncülüğünde tartışılmaya başlanmıştır.95

Söz konusu libertaryan felsefi geleneğe bağlı bulunan Robert Nozick gibi minarkistler, Lockecu doğal hukuk anlayışını temel prensip olarak görmüş ve değerlendirmeleri neticesinde ancak sınırlı/minimal bir devletin ahlaken meşru olduğu sonucuna ulaşmıştır.96 Daha açık bir ifadeyle devlet, minarkistler için insan haklarının (özellikle özel mülkiyet hakkının) ve genel kamu düzeninin korunabilmesi adına “katlanılması gerekilen bir kötülük” olarak kabul edilmiştir.

Nitekim libertaryan anlayışın bir yansıması konumunda bulunan Batı’da devlet aygıtının etki gücü daha minimal tutulmaya çalışılmıştır. Ayrıca düzenleyici güç olarak kabul edilen “görünmez el” in devlet aygıtından daha etkili ve adilane bir araç olacağına inanılmıştır. Bu nedenle bireyi, devletin ya da toplumun hukuka aykırı olan müdahalelerinden koruyan belirli temel hakların tanımlanması gerekliliği zaman içerisinde doğmuş, medeni ve siyasi hakların bir listesinin oluşturulması süreci böylece başlamıştır. Ancak hukuki sonuçlar doğuran bir metni hazırlamak ve farklı yaklaşımları uzlaştırarak mutabakata varmak pek kolay olmamıştır.

BMGK özellikle 1950’li yıllarda aldığı kararlarla uluslararası insan hakları alanında bir mutabakatın sağlanması adına somut adımlar atsa da, İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan İkiz Sözleşme’nin kabulü için, 1966 yılına değin beklemek

95 Bkz. Robert Nozick, Anarşi, Devlet ve Ütopya, Çeviren: Alişan Oktay, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2000; Cennet Uslu, “Robert Nozick: Anarko-Kapitalizme Karşı Minarkizm”, Liberal Düşünce, 2007, s. 143-169; John Locke, Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, Çeviren: Fahri Bakırcı, Ankara: Babil, 2004; Thomas Nagel, “Libertarianism without Foundations”, İçinde Reading Nozick: Essays on Anarchy, State & Utopia, Derleyen: Jeffrey Paul, Totowa, NJ: Rowman &

Littlefield, 1981, s. 191-205.

96 Nozick’e göre doğa durumunda bireyler haklarını koruma konusunda savunmasız kaldığından, ilk aşamada akrabaları ya da arkadaşları ile kurdukları birlikler yoluyla bu hakları garanti altına almaya çalışacaktır. Zamanla bu tür bir hizmetin sağlandığı özel koruma şirketleri verimlilik, etkililik gibi gerekçelerle daha tercih edilebilir hale gelecektir. En nihayetinde bölge, bir koruma şirketinin tekeline girecek ve bu yapı, güç kullanma tekeline sahip olarak bölgedeki herkese koruma hizmeti sağladığında devlet kurulacaktır. Nozick, 2000, s. 48, 55-57.

36

gerekmiştir.97 Ayrıca, aynı tarihte devletlerin imza ve onayına açılan İkiz Sözleşmeler

’in yürürlüğe girebilmesi için 35. onay veya katılma belgesinin BM Genel Sekreteri’ne tevdi edilmesinden sonra üç ay geçmesi ön şartı belirlenmiştir. Bu şartın sağlanması için ise on yıl gibi uzun bir süreye ihtiyaç duyulmuştur. Zira üzerinde uzlaşma sağlanamayan, Aybay’ın deyişiyle “dikenli” konuların üzerinde ciddi bir emek sarf etmek gerekmiştir.

Örneğin “mülkiyet hakkı” konusu, Evrensel Bildiri’nin hazırlanması sürecinden itibaren en çetrefilli konulardan biri olmuştur. Nitekim Yazımlama Komitesi söz konusu maddenin hiç yer almaması ya da hem özel hem de kolektif mülkiyeti kapsayacak şekilde yer alması gibi ihtimalleri değerlendirmesi neticesinde, ikinci seçeneği tercih etmenin daha doğru olacağına karar kılmıştır. Böylece herkesin hem tek başına hem de başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı olduğu düzenlenmiş, böylece hem sosyalist hem de liberal ideolojiye sahip olan devletlerin Bildiri metnine karşı oy vermesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Bu durum insan haklarında evrenselliğe ulaşma idealini ortaya koymanın yanı sıra, farklı siyasal kültürlere sahip olan devletlerin belirli insan haklarının kapsamı konusunda birbirinden farklı öncelikler belirleyebildiğini de göstermiştir.

Geleneksel insan hakları sınıflandırmasına bakıldığında da farklı ideolojilere dayanan devletlerin sahip oldukları insan hakları anlayışlarını, uluslararası insan hakları metinlerine yansıttığını tespit etmek güç değildir. Zira insan haklarına ilişkin ilk kavramsallaştırmalar, Avrupa’da baskıcı ekonomik ve siyasi sistemlere karşı burjuva sınıfını korumak üzere yapılsa da “İkiz Sözleşmeler” in esasen eski sosyalist ülkeler ile liberal demokratik ülkeler arasındaki ideolojik ayrımın bir neticesi olarak doğduğu fikri ön plana çıkmıştır. MSHS’nin liberal ideolojiden, ESKHS’nin ise sosyalist ideolojiden kaynaklandığı öne sürülmüştür.98 Nitekim bu görüşe paralel şekilde Nowak, Batılı devletlerin insan haklarını geleneksel medeni ve siyasi haklar kavramına indirgerken; sosyalist devletlerin ise ekonomik, sosyal ve kültürel hakların üstünlüğünü/başatlığını savunduğuna dikkat çekmiştir.99

97 1966 yılında Genel Kurul’un 1496 sayılı oturumunda 2200(XXI) sayılı kararı

98 Üçüncü bölümde yer alan “İnsan Hakları Metinlerinin Kodifikasyonu Sürecine Yansıyan Görelilik Göstergeleri ve Kuramsal Açıdan Evrensellik Sorgusu” başlıklı kısımda, İHEB’in hazırlanması sürecinde ortaya çıkan liberal ve sosyalist ideoloji temelli fikirler daha detaylı biçimde açıklanacak ve bu sürecin nasıl İkiz Sözleşmelerin aktedilmesine yol açtığı özetlenecektir.

99 M. Nowak, “Civil and Political Rights”, İçinde Human Rights: Concepts and Standarts, Derleyen:

J. Symonides, Unesco Publishing, 2000, s. 20.

37

Öte yandan çalışmamızın amacı, hakları net bir ayrıma tabi tutmak ya da hangi hakların daha öncelikli olduğunu belirlemek değildir. Aksine hak sınıfları arasındaki ayrımın, yapay bir ayrım olduğu unutulmamalıdır. Zira belirli bir hak sınıfı altında değerlendirilen herhangi bir hakkın, tam manasıyla korunabilmesi için öncelikle bir diğer hak sınıfında yer alan farklı bir hakkın sağlanması gerekliliği söz konusu olabilir.

Örneğin siyasi hak grubunda yer alan seçme ve seçilme hakkının garanti altına alınabilmesi için, öncelikle bu hakka dair farkındalığın kazanılacağı bir temel eğitime, (dolayısıyla ekonomik, sosyal ve kültürel haklar arasında yer alan eğitim hakkının korunmasına) ihtiyaç bulunabilir. Bu sebeple, aşağıda belirtilen sınıflandırmaların muğlak ve yapay bir ayrıma dayandığı, uygulama esnasında insan haklarının bir bütün halinde korunması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır.

İnsan hakları sınıfları arasındaki ayrımın yapaylığı göz önünde bulundurularak, çalışmamızda öncelikle geleneksel insan hakları sınıflandırmasına yer verilecek ve akabinde bu hakların korunması aşamasında ön plana çıkan yükümlülüklere ve farklılaşan devlet anlayışlarına değinilecektir. Bu noktada, medeni ve siyasi haklar ile devletin negatif yükümlükleri ilişkisi ortaya koyularak, özellikle liberal demokratik rejimlerde söz konusu hakların ön planda olduğu vurgulanacaktır. Ayrıca ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile devletin pozitif yükümlükleri arasındaki ilişki ortaya koyularak daha ziyade komünist ve sosyalist rejimlerde söz konusu hakların vurgulanmakta olduğuna dikkat çekilecektir.

Ayrıca tıpkı medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, sosyal ve kültürel haklar arasındaki ayrımda olduğu gibi pozitif ve negatif yükümlülükler arasındaki ayrımın da son derece yapay bir ayrım olduğuna dikkat çekilecektir. Her ne kadar negatif yükümlülük, hakkı ihlal etmeme yükümlüğü, pozitif yükümlülük ise hakkın kullanılabilmesi adına müşahhas tedbir alma yükümlülüğü olarak sınıflandırılsa da uygulama esnasında söz konusu ayrımlar ortadan kalmakta, hem farklı hak sınıflarında yer alan hakların eş zamanlı bir biçimde korunması hem de pozitif ve negatif yükümlülüklerin aynı anda karşılanması gerekliliği doğmaktadır. Dolayısıyla, devlet anlayışları gereği farklı insan hakları sınıflandırmaları ve yükümlülükler söz konusu olsa da insan haklarının tam manasıyla korunabilmesi adına bütüncül ve evrenselci bir yaklaşımın gerekli olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Zira tüm hakların eş zamanlı korunması ve tüm yükümlülüklerin eş zamanlı ifası, evrensellik idealinin ön şartıdır.

38

1.2.1.1. Medeni ve Siyasi Haklar

Yukarıda belirtildiği üzere İkiz Sözleşmeler, farklı siyasal kültürlere sahip olan devletlerin temel insan haklarının belirlenmesi sürecine olan etkilerinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir niteliktedir. Daha açık bir ifadeyle, insan haklarına ilişkin çerçeveyi belirlemek üzere düzenlenen uluslararası konferanslar sırasında devletler, benimsemiş oldukları siyasal kültüre bağlı olarak kendi hak, hukuk ve devlet anlayışlarını ortaya koymuş ve böylelikle, uluslararası alanda belirli haklar üzerinde mutabakata varılmıştır. Ortaya, hakları (i) medeni ve siyasi haklar, (ii) ekonomik, sosyal ve kültürel haklar şeklinde ikiye ayıran bir sınıflandırma çıkmış ve söz konusu haklar, iki ana sözleşme altında kodifiye edilmiştir.

İkiz Sözleşmelerin ilki olan MSHS’yi incelediğimizde, dikkat çeken temel unsurlar:

(i) birinci bölümün tamamen halkların kendi kaderini tayin hakkına ayrılması, (ii) Madde 6’dan Madde 27’ye kadar 22 temel hakkın sıralanması ve (iii) söz konusu hakların korunabilmeleri adına belirli bir evrensel koruma mekanizmasının öngörülmesidir. Ayrıca İHEB’de yer alan klasik hakların kapsamının genişletilerek pozitif hukukun bir parçası haline getirilmesi süreci, ilk olarak MSHS ile başlamıştır.

MSHS kapsamında düzenlenen temel haklar: hayat hakkı (madde 6); işkence, zalimane, insanlık dışı veya haysiyet kırıcı muamele yasağı (madde7); kölelik ve köle ticareti yasağı (madde 8); kişi hürriyeti ve güvenlik hakkı (madde 9); özgürlüğünden yoksun bırakılanların insanca muamele görmesi hakkı (madde 10); bir kimsenin sırf akitten doğan yükümlülüğü yerine getirememesi gerekçesiyle hapsedilmesinin yasaklanması (madde 11); yerleşme ve seyahat hürriyeti (madde 12); yabancıların hukuka aykırı şekilde sınır dışı edilmesi yasağı (madde 13); adil yargılanma hakkı (madde 14); cezaların kanuniliği ilkesi (madde 15); bireyin hukuki kişiliğinin tanınması hakkı (madde 16); özel hayatın gizliliği hakkı (madde 17); düşünce, vicdan ve din hürriyeti (madde 18); ifade hürriyeti (madde 19); savaş ve ayrımcılık propagandası yasağı (madde 20); barışçıl toplantı hakkı (madde 21); örgütlenme, dernek ve sendika kurma ve bunlara katılma hakkı (madde 22); evlenme, aile kurma ve ailenin korunması hakları (madde 23); çocuklara ait haklar (vatandaşlık kazanma gibi) (madde 24); hukuk önünde eşitlik (madde 26); etnik, dini ve dil bakımından azınlığa mensup olan bireylerin hakları (madde 27) olarak sıralanmaktadır.

39

MSHS’nin denetim organı niteliğinde olan İnsan Hakları Komitesi 24 numaralı Genel Yorumunda, devletler tarafından konulacak çekincelerin sözleşmenin amacına aykırı olmaması gerektiğini belirtmiştir.100 Ayrıca jus cogens niteliği taşıyan ya da genel uluslararası hukuk kuralı olan haklar için çekince konulamayacağı da Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi (VAHS) kapsamında açıkça hüküm altına alınmıştır.

Bu bağlamda, çekince konulması yasaklanan bazı temel haklar: kölelik ve işkence yasağı; düşünce, vicdan ve din hürriyeti; ulusal, etnik ya da dini temelde kin ve nefret aşılama yasağı; azınlıkların kendi kültür ve dinlerini yayma hakkı olarak sıralanabilir.

Ancak bu hakların kapsamı konusunda farklı fikirler söz konusudur ve bu konu jus cogens başlığı altında daha sonra detaylıca incelenecektir.

MSHS kapsamında birinci bölümde düzenlenen kendi kaderini tayin hakkı (self-determinasyon) ise hem bir halkın her türlü dış müdahaleden arınmış şekilde kendi gelişimini (iktisadi, toplumsal ve kültürel) serbestçe gerçekleştirebilmesi (iç yönü) hem de uluslararası toplumdaki konumunu hak eşitliği ilkesi çerçevesinde belirleyebilmesi (dış yönü) kapsamında ele alınmıştır.101

Muhteviyatı incelendiği MSHS’nin, temelde İHEB’den daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Ancak bu noktada düşünmesi gereken temel hususlardan biri, farklı siyasal kültürlerin söz konusu muhteviyatın belirlenmesi sürecine ne ölçüde katkıda bulunduğudur. Bu sebeple, öncelikli olarak hakların, kodifiye edilmesi sürecinin çok taraflılık düzeyi sorgulanacaktır. Sürecin tek taraflılığı, evrensellik idealine ulaşmanın önündeki en önemli engellerden biri olma riski taşıdığından söz konusu incelemenin, çalışma kapsamında önemli olduğu değerlendirilmiştir. Nitekim bu nedenle kuramsal açıdan insan haklarını incelemeden önce, İkiz Sözleşmeleri hangi devletlerin imzaladığına dair dünya haritaları verilmiş, medeni ve siyasi haklara ilişkin uluslararası sözleşmenin liberal ülkelerde, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin sözleşmelerin ise daha ziyade sosyalist ülkelerde imzalandığına dikkat çekilmiştir.

100 UN Human Rights Committee (HRC), CCPR General Comment No: 24: Issues Relating to Reservations Made upon Ratification or Accession to the Covenant or the Optional Protocols thereto, or in Relation to Declarations under Article 41 of the Covenant, 4 November

1994, CCPR/C/21/Rev.1/Add.6, Erişim Tarihi: 25 Nisan 2019,

<https://www.refworld.org/docid/453883fc11.html>

101 Gemalmaz, 2011, s. 95, 96.

40

1.2.1.2. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar

İHEB’in hazırlanması aşamasında Sovyetler ve onun öncülüğünde hareket eden devlet temsilcilerinin eleştirileri neticesinde “ekonomik, sosyal ve kültürel haklar” metin içeriğine eklense de, söz konusu hakların pozitif hukukun bir parçası haline gelme süreci ESKHS’nin hazırlanması ile gerçekleşmiştir. ESKHS’de (tıpkı MSHS’de olduğu gibi) birinci bölüm kendi kaderini tayin hakkına ayrılmıştır. Ek olarak, sözleşme kapsamında Madde 6 ile Madde 15 arasında yer alan on temel hak bulunmaktadır. Bu haklar: çalışma hakkı (Madde 6 ve 7); sendikal haklar (Madde 8);

sosyal güvenlik hakkı (Madde 9); ailenin, annenin, çocuk ve gençlerin korunması hakkı (Madde 10); hayat standardı hakkı (Madde 11); sağlık standardı hakkı (Madde 12); eğitim hakkı (Madde 13 ve 14); kültürel hayata katılma hakkı (Madde 15) olarak sıralanmaktadır.

Madde 2(1) kapsamında ise devletlerin söz konusu haklar bağlamındaki temel yükümlülüklerinin genel kapsamı açıklanmıştır. Bu noktada devletler hem tek başlarına hem de uluslararası iş birliği yoluyla, mevcut kaynaklarını ve kanuni tedbirlerin alınması da dâhil olmak üzere gerekli tüm araçlarını azami şekilde kullanarak, ihtiyaç duyulan bütün tedbirleri almak ve böylece Sözleşme kapsamında tanınan maddi hakları tedrici (kademeli) biçimde ve tam olarak gerçekleştirmekle yükümlü kılınmıştır. Tedrici ifadesi, söz konusu hakların uygulanabilmesinin aşamalı olarak gerçekleşebileceğinin kabulü şeklinde yorumlansa da, devletlerin sözleşmede tanınan hakları hayata geçirme çabalarını belirsiz şekilde erteleyebilecekleri manasına gelmemektedir.102 Bilakis bazı hakların, taraf devletlerin içinde bulundukları ekonomik koşullardan bağımsız olarak derhal uygulanması konulması gerektiği belirtilmektedir.

Kadın ve erkeklerin haklardan yararlanma konusunda eşit olmaları (Madde 3); eşit işe eşit ücret hakkı (Madde 7(a),(i)), sendikal haklar (Madde 8); çocuk ve gençlerin ahlakı, sağlığı ve gelişimi açısından zararlı işlerde çalıştırılmama hakları (Madde 10 (3)); ilköğretimin zorunlu ve parasız olması (Madde 13(2) (a), Madde 13(3)); bilimsel araştırma ve sanat faaliyetlerinin serbestliği (Madde 15(3)) bu bağlamda belirlenen ve hemen uygulamaya konulması gereken temel haklar olarak sınıflandırılmıştır.103

102 United Nations, Economic, Social and Cultural Rights-Handbook for National Human Rights Institutions, New York ve Cenevre, 2005, s. 10-11.

103 General Comment (CESCR), No: 3, s. 2,5.; Çağıran, 2011, s. 130.

41

Diğer haklar içinse, Sözleşme’nin yürürlüğe girmesinden itibaren makul süre içerisinde devletin her türlü gerekli tedbiri, yasal düzenlemeler dâhil olmak üzere alma yükümlülüğü bulunmaktadır.104 Söz konusu tedbirleri alırken devletlerin, hem kendi elverişli kaynaklarını hem de uluslararası toplumun elinde hazır bulunan kaynakları azami şekilde kullanma yükümlülüğü bulunmakta olduğundan, sözleşmeyi onaylayan devletlerin hem imkân sahibi devletlerden yardım alma hem de imkân sahibi olmayan devletlere yardımda bulunma yükümlülüğü olduğu görülmektedir. Nitekim BM, izolasyonist (soyutlanma tarafları) siyasetin, söz konusu yükümlülüğün doğrudan bir ihlali olduğunu değerlendirmektedir.105 Dolayısıyla, ESKHS’de belirlenen hakların tam anlamıyla korunabilmesi için, uluslararası toplumun iş birliği içerisinde hareket etmesi gerekliliği vurgulanmıştır. Bu durum, insan haklarının devletin sınırlarını aşan bir mesele olduğunu gözler önüne sermektedir.

Öte yandan söz konusu haklar, materyal/maddi kaynakların harcanmasını zaruri kılmakta olduğundan, belirli hakların kapsamının devletlerinin kendi takdir yetkisi dâhilinde belirlenmesi gerektiği varsayımı söz konusu olmuştur. Ancak suistimallere imkan vermemek (ya da devletin takdir yetkisi dâhilinde değerlendirilecek hususları daha açık bir biçimde netleştirmek) amacıyla, hakların sınırlandırılması konusunda kimi ön şartlar belirlenmiş durumdadır. Bu ön şartlar:

(i) sınırlandırmanın münhasıran kamu yararını koruma amacı taşıması, (ii) demokratik bir toplumda zorunlu olması,

(iii) toplumsal ve bireysel menfaatler arasında dengeyi gözetmesi,

(iv) hakkın niteliğine uygun olarak ve kanun tarafından tespit edilmiş olması olarak sıralanabilir.

İnsan haklarının sınırlandırılmasını belirli ideal ön şartlara bağlamak önemli olsa da bu ön şartların gerçekçiliği tartışmalı görünmektedir. Örneğin “demokratik bir toplumda” ifadesi ile tanımlanan kıstasın, Sözleşmeye taraf olan ve demokrasiyle yönetilmeyen birçok devlet tarafından karşılanması güç görünmektedir. Nitekim uluslararası insan hakları metinlerinin hayata geçirilmesi aşamasında karşılaşan en önemli paradokslardan biri, bir yandan ancak demokratik bir rejimde tam olarak

104 General Comment (CESCR), No: 3, s. 2,5.; Çağıran, 2011, s. 130.

105 United Nations, 2005, s. 14.

42

korunabilecek hakları temel haklar olarak tanımlarken, diğer yandan bu hakların demokratik olmayan rejimler tarafından da uygulanmasına çaba göstermektir.106 Ayrıca ESKHS Madde 16 kapsamında taraf devletlere, almış oldukları tedbirler ve kaydetmiş oldukları ilerlemeler hakkında rapor sunma sorumluluğu yüklenmiştir.

Dolayısıyla, hazırlanan raporlar aracılığıyla devletlerin denetiminin sağlanması hedeflenmiştir. Ancak bu durum BM’nin idari kapasitesinin sınırlarını zorladığından, incelenmek üzere bekleyen raporların sayısı gün geçtikçe artmıştır.

Kısacası, İkiz Sözleşmeler bizlere insan haklarına ilişkin belirli bir temel haklar manzumesi sunsa da, bu hakların korunması aşamasında hem devletlerin siyasi kültüründen kaynaklı hem de BM’nin idari kapasitesinin sınırları kaynaklı güçlükler söz konusu olmaktadır. Yanı sıra, BM’nin yaptırım mekanizması da henüz yeterince işlevsel olmadığından, alınan yaptırım kararları amaca hizmet etmeyen sonuçlar doğurabilmektedir.107 Bu nedenle, söz konusu zafiyetlerin, uluslararası toplumun ortak girişimi ile giderilmesi ihtiyacı söz konusudur.