• Sonuç bulunamadı

2.1. Çocuklarda Görülen Problem Davranışlar

2.1.1. Davranış Bozuklukları

2.1.1.5 İnatçılık

İnatçılık, çocuğun anlamlı bir neden olmaksızın, yaşına ve gelişim dönemine uygun olmayan bir şekilde yapılan bir işte, eylemde düşüncede inatla direnmesi olarak tanımlanmaktadır. İnatçılık duygusal gelişimin bir parçasıdır. Çocukta inatçılık iki buçuk yaşında görülmeye başlar. Bağımsız bir birey olduğunu fark etmeye başlayan çocuk, benmerkezci düşünce tarzının da sonucu olarak anne babası ve çevresindekilerle inatlaşmaya ve kendi isteklerini

39

yerine getirmeye çalışabilir. İki buçuk yaşında başlayan inatçılık üç- altı yaş arasında en yüksek seviyeye ulaşır. Çocuk kendine ve çevreye egemen olma, kendi kararlarını verebildiğini gösterme adına körü körüne inatlaşır. Bu durum anne babaları endişelendirir ve buda çocuklarının bağımsız hareketlerini engellemelerine neden olur. Oysaki bu çocuğun gelişimsel bir özelliğidir. Fakat anne baba ve çevrenin çocuk üzerindeki baskısı ve olumsuz iletişim nedeniyle inatçılık bir problem haline dönüşebilir (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 188). Ceza yöntemini kullanmak bu çocuklara yardım etmez ve pes etmelerini sağlamaz. Aksine daha da inatlaşarak olayı yarış haline getirmelerine neden olur (Weilburger, 2008, s. 182). Anne babalar inatçılığı gelişimsel bir özellik olarak kabul ederlerse başa çıkmaları ve kabullenmeleri daha kolay olacaktır. Çocukların kendileri hakkında verilen kararlara katılma hakları olduğunu kabul etmek ve çocukla inatlaşmaya girmemek gerekir. Çocukların kendilerini ifade etmelerine izin verilmez ve her yaptığına karşı çıkılırsa inatçılık daha da artış gösterecektir (Miller, Steiner, Reid, Trowell ve Holditch, 2004, s. 162).

İnatçılığın ilk nedeni çocuğun kendi varlığının farkına varması ve kabul ettirmek istemesinden doğar. Çevresindeki kişilerin isteklerine ve yönlendirmelerine karşı çıkarak kendi varlıklarını kabul ettirmeye çalışırlar. Geçici olan bu durum ailenin tepkisi, baskıcı tutumu, isteklerini zorla yaptırmaları, çocuğun kendisini ifade etmesine izin vermemeleri, her istediğine “hayır” cevabı vermeleri sonucu davranış kalıcı hale dönüşür. Çocuk artık bu davranışı ilgi çekmek ve tavır koymak amacı ile yapar. Ailenin çocuğa uygun model olmaması, birbirlerine karşı inatçı davranışlar göstermeleri, çocukta inatçı davranışlar görülme ihtimalini arttırır. Çocuğa karşı aşırı kontrollü davranmak, özgür davranmasına izin vermemek, ihtiyaçlarını zamanında karşılamamak, çocuğa sık sık ceza vermek davranışın yerleşmesine neden olur. (Seven, 2011, s. 136; Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 189).

Erken yaşlarda çocukların inatçılıkları normal karşılanmalıdır. Gelişim döneminin bir özelliği olduğu düşünülerek, inatçılığın nedenleri araştırılmalı ona göre önlemler alınmalı ve çocukla inatlaşılmamalıdır. Çocuğa uygun model olunmalı inatçı davranışlar sergilenmemelidir. Çocuğun inatçı davranışları üzerine durmak yerine olumlu davranışları pekiştirilmelidir. Yetişkinler çocukla ilgili kararlarda ortak davranmalı tutarlı olmalıdırlar. Çocuğa istediği şeyin neden yapılamayacağı anlayacağı bir dilde açıklanmalı, bu durumdaki duygular ifade edilmelidir. Çocuk her şeye rağmen inatlaşmaya devam ediyorsa dikkati başka bir yöne

40

çekilmeye çalışılmalıdır. Kendisi hakkındaki konularda seçenekler sunulmalı ve çocuğun kararlarına saygı duyulmalıdır. (Seven, 2011, s. 137; Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 189).

2.1.1.6. Çalma

Çalma, başkalarına ait olan her hangi bir şeyi haberi olmaksızın almak ve bunu sürekli tekrarlayarak alışkanlık haline getirmektir. Küçük yaşlarda çocuğun benmerkezci oluşu ve bilişsel olarak çalmayı kavrayacak olgunluğa gelmemesi, doğru ve yanlışı ayırt edememesi, dokunduğu her şeyin kendine ait olduğu düşüncesi ile mülkiyet kavramının henüz gelişmemiş olması nedeni ile izinsiz alma davranışını çalma olarak kabul etmemek gerekir. Bunun bir davranış ve uyum problemi olarak kabul edilmesi için çocuğun belli bir yaşta olması, bu eylemin belli bir sıklıkta yapılıyor olması gerekir (Cirhinlioğlu, 2010, s. 215). Çocuklar hayatlarında en az bir kerede olsa çalma davranışını gerçekleştireceklerdir. Bunu yaptıklarında ebeveynlerin tepkisi çok önemlidir. Ebeveynler telaşa kapılarak çocuğu hırsızsızlıkla suçlayıp, cezalandırıcı bir yöntem kullanıp kısıtlamalara giderse durum daha da kötüleşir. Önemli olan altta yatan nedeni bulmaktır (Nelsen, Lott ve Glenn, 2002, s. 272).

Çocuklarda çalma davranışının ilk nedeni mülkiyet duygusunun gelişmemiş olması ve çalma kavramının anlamını bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Çocuk kendi eşyalarının farkında değildir ve beğendiği bir eşyanın onun olmasında bir sakınca olmadığını düşünmektedir. Anne ve babanın çocuğa mülkiyet kavramının öğretmemesi, çocuğun ihtiyaçlarını yeterince karşılamamsı, çocuğun kendisini değersiz hissetmesi onun çalma davranışı göstermesine neden olur. Hatalı anne baba tutumları, aşırı disiplinli katı tutumlar, çocuğun kendini ifade edememesi, kardeşler arasındaki kıskançlıklar, anne babanın maddi durumlardan dolayı çocuğun ihtiyaçlarını karşılayamaması, anne babanın çalma davranışına model olması çocukta çalma davranışının ortaya çıkmasına neden olur. Çocuğun kendini değersiz hissetmesi ve değerli kılmaya çalışması, başkalarının eşyalarını çalıp bu zayıflığını telafi etmeye çalışarak kendini kanıtladığını düşünmesi, intikam almaya çalışması yada başkalarından çaldıklarını etrafa dağıtarak sevgi ilgi kazanmaya çalışması çocuğu çalmaya iter (Bigner, 2006, 183; Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 203-204; Yüksel, 2009, s. 96-97).

Çocuğa küçük yaşlardan başlayarak mülkiyet kavramı kazandırılmalıdır. Aile çocuğa uygun model olmalı ondan izinsiz eşyalarını başkalarına vermemeli ve kullanmamalıdır (Bigner,

41

2006, 183; Cirhinlioğlu, 2011, s. 216). Çocuğun kendine ait bir odası, oyuncakları olmalı ve bunların sorumluluğu çocuklara verilmelidir. Çocuğun ihtiyaçları zamanında ve yerinde karşılanmalıdır. Çocuğun başkalarından aldığı eşyalar görmezden gelinmemelidir. Nereden aldığı araştırılmalı ve izin alıp almadığı öğrenilmelidir. Çocukla bu konuda konuşarak başkalarından bir şey almadan önce izin alınması gerektiğini anlaması sağlanmalıdır. Çocuğa yeterince ilgi, sevgi ve şefkat göstermeli, çocuğu ayrı bir kişilik olarak kabul etmeli ve saygı duymalıdır. Yaptığı olumlu davranışlar pekiştirilmeli ve tutarlı davranılmalıdır (Cirhinlioğlu, 2011, s. 216). Çocuk eğer bir şeyi çalmışsa onu hırsızlıkla etiketlemeden önce çalınan şeyi yerine koymaya yönelik bir plan yapılmalı ve çocuğa bunu düzeltmek için fırsat verilmelidir (Nelsen, Lott ve Glenn, 2002, s. 274).

2.1.1.7. Öfke

Bebeklikten itibaren öfke belirtileri görülmeye başlanmaktadır. Bebek ihtiyaçları zamanında ve yerinde gerçekleştirilmediğinde çevresine karşı öfke davranışları sergiler. İlk öfke belirtileri ihtiyacı karşılamaya yöneliktir. Daha sonra ise bebek öfke davranışlarını farklı amaçlarla kullanmaya başlar. (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 186).

Öfkenin ilk nedeni engellemedir. Engellenen çocuk buna bir tepki olarak öfkelenir. İlk yıllarda öfke tepkileri kısa sürer, hemen sakinleşerek eski neşelerine kavuşurlar. Anne ve babanın baskıcı ve cezacı bir tutum kullanması öfkenin daha da artmasına neden olur. Öfkelenen çocuk öfkesini dışa yönelterek etrafa veya kendine zarar vermeye çalışır. Öfkenin baskı altına alınmaya çalışılması çocuğun içinde öfkenin daha da birikmesine neden olur. Bunun yerine çocuğa öfkesini nasıl ifade edeceği öğretilmelidir (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 187).

Öncelikle çocuğun hangi durumda öfkelendiği belirlenmeli ve bu nedenler ortadan kaldırılmalıdır. Öfkesini ifade edebileceği olumlu yollar gösterilmelidir. Çocuk olumsuz model oluşturulan ortamlardan uzak tutulmalıdır. Ayrıca çoğu çocuk yorgun, aç ve kendini rahat hissetmediği ortamlarda öfkelenebilir. Bu durumlarda sakin kalınmalı, baskı ve cezalarla öfkeyi engelleme yoluna gidilmemelidir. Çocuk her öfkelendiğinde istediği yapılmamalı, öfkeyi kullanması öğretilmemelidir. Kendine zarar vermeyeceği bir yere götürülerek sakinleşmesine yardım edilmelidir. Onu anladığınızı hissettirip yaşına ve ilgisine göre bir aktiviteye yönlendirilmeli öfkesi kontrol altına almayı başarması sağlanmalıdır. Çocuğa

42

davranışlarının sonuçları ile ilgili bilgi verilmeli ve olumlu davranışları üzerinde durularak pekiştirilmelidir (Gençöz, 2007, s. 742; Weilburger, 2008, s. 262-264).

2.1.2. Duygusal Bozukluklar

Duygusal bozukluklar; herhangi bir sağlık sorunu ile açıklanamayan, yaşa ve gelişim dönemine uygun olmayan, çocuğun çevresinden çok kendinin tedirgin olmasına neden olan bozuklukluklardır. Duygusal bozukluklar; korkular, kaygılar, kuruntular, saplantılı düşünceler, uyku bozuklukları, kekemelik vb. belirtiler gösterir. Çocuğun içinde bulunduğu çevrenin koşullarına, uyaranın şiddetine, geçmişteki yaşantılarına ve psikolojik durumuna bağlı olarak ortamdaki nesnelerden, kişilerden korkması, sürekli kötü bir şey olacağını düşünerek kaygılanması, kaygı ve korkunun sonucunda kekemelik oluşması, uykuya dalma, uykuyu devam ettirme, uykuyu alma sorunları vb. durumlar duygusal bozukluklar arasında yer alır (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 196-205; Yörükoğlu, 2002, s. 288).

2.1.2.1. Kaygı

Fiziksel belirtilerle birlikte kendini gösteren, kötü bir şey olacağına dair duyulan hissedilen endişe, üzüntü duygularıdır( Mash ve Wolfe, 2002, s. 163). Kaygı yaratan tehlike gizlidir, kişi bunun gerçek nedeninin ve ne olduğunun farkında değildir. Kaygının derecesi kişinin içinde bulunduğu durum ve kişi için taşıdığı öneme göre değişir. Kaygı durumunda fiziksel belirtiler meydana gelir (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 205).

Kaygı belirtileri üç şekilde kendini gösterir. Fiziksel sistem, tehlike algılandığında beyine mesaj yollar ve bu mesaj vücutta fiziksel ve kimyasal etki yaratır. Kalp atışı hızlanır, solunumda artış, yorgunluk, baş dönmesi, mide bulantısı, görme bozukluğu, ağız kuruluğu, kas gerginliği, kalp çarpıntısı, kızarma, kusma, uyuşma, terleme belirtileri gösterir. Bilişsel sistem, olası tehlike için harekete geçer ve farklı düşünceler üretir. Korku, hayvan ve canavar resimleri hayal etme ve saçma, anlamsız düşünceler üretebilir. Davranışsal sistem, saldırganlık, durumdan kaçma, çığlık atma, ağlama, kekemelik, tırnak yeme gibi davranışlar sergilemesi için tetikleyebilir (Mash ve Wolfe, 2002, s. 164).

Çocuklarda görülen kaygı değişik şekillerde görülebilir (Mash ve Wolfe, 2002, s. 163). Kaygı çeşitlerini 4’e ayırmak mümkündür.

43

* Genelleştirilmiş kaygı; bu kaygı türü 6 ay ya da daha fazla devam eder. Aşırı problem olacak ve endişe yaratacak durumlarda günlük yaşamı engelleyici kaygı vardır. Kaygı değişik seviyelerde ve günlerde meydana gelse de zihnin gizli bölgelerinde durmaktadır. Aniden ortaya çıkıp kısa sürede son bulabilir veya kronik bir probleme dönüşüp başka problemler ile beraber görülebilir (Sheehan, 1999, s. 6).

* Panik bozukluk; aniden ortaya çıkan, giderek şiddetlenen, ara ara kendini tekrar eden yoğun sıkıntı ve korkudur. Tahmin edilebilir bir tetikleyicisi yoktur. Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, baş dönmesi, bulantı, titreme gibi fiziksel belirtiler gösterir (Cook ve Cook, 2005, s. 563). Dışsal bir uyarı olmadan kendiliğinden meydana gelebilmektedir (Sheehan, 1999, s. 7).

* Ayrılık kaygısı, çocuğun gelişim dönemine uygun olmayacak şekilde kendisine yakın olan kişilerden ayrılma ile ortaya çıkan yersiz kaygılardır (Cook ve Cook, 2005, s. 563). Sevilen kişinin başına kötü bir şey geleceği düşüncesi ile ondan ayrılmak istememe düşüncesidir. Çok küçük çocuklar için bu tanının uygulanmasında bazı sorunlar vardır. Her çocuk gelişim aşamasına göre bazı korkular göstermektedir. Bu durumun problem olabilmesi için devamlılık göstermesi, yaş dönemine uygun olmaması, ailenin ve çocuğun günlük faaliyetlerini olumsuz bir şekilde etkiliyor olması gerekmektedir (Gardner ve Shaw, 2008, s. 885).

* Sosyal kaygı, kişinin toplumsal ortamlarda odak noktası olmaktan korkması, aşağılanacağını ve rezil olacağını düşünerek aşırı kaygı yaşamasıdır (Cook ve Cook, 2005, s. 563 Sheehan, 1999, s. 9).Bu tür bozukluğa sahip kişiler sosyal ortama girmekten çekinirler, utanırlar. Sosyal ortamdaki kişilere karşı korkuları vardır ve iletişime girmekten kaçınırlar (Seven, 2011, s. 107-108).

Kaygının tüm nedenleri bilinmemekle birlikte hem genetik hem de çevresel faktörlerin sonucu ortaya çıkmaktadır (Novak ve Pelaez, 2004, s. 510). Kalıtım yoluyla bazı özelliklerin çocuğa aktarılması, sinir sistemindeki bozukluklar, bazı hastalıklar çocuğun kaygı duymasına neden olur. Çocuğun isteklerinin çevre ile kısıtlanması, çocuğa konan katı kurallar, aşırı bağımlı yetiştirilmesi, çocuğun ayrı uyumasına izin verilmemesi, kendini ifade etmesine fırsat verilmemesi, anne babanın aşırı kaygılı olması gibi nedenler çocuğun kaygı duygusunu tetikler. Kaygı durumlarının pekiştirilmesi bu durumun daha da artmasına neden olur. (Şenol, 2006, s. 187; Sheehan, 1999, s. 13-19). Ayrıca aşırı stresli ve olumsuz yaşam kaygının daha da artmasına neden olmaktadır (Novak ve Pelaez, 2004, s. 510).

44

Kaygı yaratacak nedenler araştırılarak ortadan kaldırılmalı ve çocuğu korkutacak, kaygılandıracak hareketlerden kaçınılmalıdır. Çocukların bu durum hakkında konuşmalarına izin verilerek yaşları düzeyinde bir açıklama ile rahatlamaları sağlanmalıdır. Çocuklardan yaşları düzeyinde beklentilerde bulunulmalı ve her zaman sevgi gösterilmelidir. Bu önlemlere rağmen kaygı durumu hala devam ediyorsa bir uzmana başvurulmalıdır (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 207). Gerekiyorsa psikolojik terapi ve ilaç tedavisi uygulanmalıdır (Sheehan, 1999, s. 21).

2.1.2.2. Korku

Korku, bir tehdit karşısında meydana gelen doğuştan getirilen doğal bir tepkidir (Bakırcıoğlu, 2002, s. 120). Korku, içerisinde bulunan çevreye, uyarının şiddetine, geçmişteki yaşantılara, o andaki psikolojik ve fizyolojik duruma bağlı olarak değişir. Korku tehlike anında önlem alınması gerektiğini hissettirir. Birey, kaçarak, saklanarak ya da mücadele ederek önlem alır. Çocuğun gelişim dönemlerine özgü ortaya çıkan korkular vardır. 0-6 ayda yüksek ses, 7-12 ayda yabancılar, yükseklik, 1 yaşta ebeveynlerden ayrılma, yabancılar, yaralanma, 2-3 yaşta gürültülü sesler, hayvanlar, karanlık, yeni girilen çevre, maskeler, 4-5 yaşta, gece duyulan sesler, rüyalar, 6 yaşta gerçek üstü varlıklar vb. olarak değişim gösterir (Seven, 2011, s. 110; Weilburger, 2008, s. 246-248). Bu yaştaki korkular farklı biçimlerde ve düzeylerde ortaya çıkabilir. Bazı korkular mantıklı olmamasına rağmen ortadan kaldırılamaz (Miller, Steiner, Reid, Trowell ve Holditch, 2004, s. 129).

Çocuk için öncelikle bilinmeyen şeyler korku yaratır. Çocuğun ilk zamanlarda çevresinde yabancı olması korkularını arttırır. Zamanla çocuk kendisini ve çevresini tanıdıkça korkuları azalır. Ani hareketler, sesler, yabancılar, anneden ayrılmak, çocuğa yakın olan kişilerin korku tepkileri vermeleri, çocuğa istenilen şeyleri yapması için korkutucu hikayeler anlatılması çocuğun korkuyu öğrenmesine neden olur (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 196).

Korkunun nedeni araştırılmalı, çocuk korktuğunda sabırlı davranılmalı korkularını yenmesi için süre tanınmalı, çocuğu korkutucu sözler söyleyerek baskıcı bir tavır sergilenmemelidir (Çağdaş ve Şahin Seçer, 2011, s. 198). Çocuğun korkuları ile alay etmek, korkulacak bir şey olmadığını abarttığını veya bir bebek gibi davrandığını söylemek korkularını ifade edememesine ve daha da büyümesine neden olacaktır. Çocuğun korkularını gülmeden ciddiye

45

alarak dinlemek, duygularında haklı olabileceğini hissettirmek, onlara korkuları ile yaşamak yerine başa çıkmayı öğretmek ve korkularında yalnız olmadığını herkesin bazı durumlarda korku duyduğunu anlamasını sağlamak rahatlama ve sakinleşmelerini sağlamak konusunda yardımcı olacaktır (Nelsen, Lott ve Glenn, 2002, s. 326).

2.1.2.3. Uyku Bozuklukları

Uyku dış uyaranlar ile iletişimin kesildiği, tepki gücünün zayıfladığı, vücudun büyük bir kısmının dinlenme halinde bulunduğu, kısmi olarak bilincin kaybolma durumudur (Bak, 2011, s. 257). Uyku bebeklerin ve çocukların en temel gereksinimlerinden biridir. Büyüme hormonları uykuda salgılandığı için çocukların sağlıklı büyüme ve gelişmelerinde önemli bir etkendir. Çocukların uyku ihtiyaçları birbirinden farklılık göstermesine rağmen yaşamlarının ilk birkaç ayında ortalama 16-20 saattir. İki-üç aylıktan itibaren günde 14-15 saat uyur. 3-4 saat aralıksız uyur ve beslenmek için uyanırlar. Dört aylık bebekler gündüzleri daha az geceleri daha fazla uyumaya başlarlar. Genellikle gece boyunca uyurlar. Altı- dokuz aylarda bebek dış dünyanın farkına varır ve korku davranışları sergiler. Bu dönem uyku düzeni için çok önemlidir. On aylıktan itibaren uyku süresi 10-12 saate düşer ve tüm geceyi uyuyarak geçirirler. Bebek kendi başına uyumayı öğrenmelidir. Uyku bozukluklarının başlıca belirtileri uyanamama, çok fazla uyuma, uykunun sıklıkla bozulması söylenebilir (Karabekiroğlu, 2009, s. 200; Bak, 2011, s. 259). Erken çocukluk döneminde uyku sorunları ile sıklıkla karşılaşılmaktadır. Uyku sorunları çocuğun bilişsel, duygu durum, davranış, fiziksel büyüme, okul hayatı, sosyal iletişim becerileri ve genel yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır (Gökçay, 2012, s. 279). Küçük çocuklar uyku zamanında ağlama, uykuya direnme, yatmak istememe, anne ve babası ile yatmak isteme gibi problemler çıkartabilirler (Bigner, 2006, s. 164). Uyku sorunları düzenli bir uyku zamanının ve rutininin olmamasından kaynaklanıyor olabilir (Bigner, 2006, s. 164). Ayrıca ayrılık kaygısı uyku sorunlarına neden oluyor olabilir (Santrock, 2014, s. 117). Çocuk çok uyuduğunda anne ve babasından ayrı kalacağını, uyandığında yanında olmayacaklarını düşünerek uykuya dalmakta güçlük çeker. Ayrıca çocuğun üzerinde sürekli baskı olması ve ev ortamının gergin olması çocuğun uykularının bölünmesine neden olur (Miller, Steiner, Reid, Trowell ve Holditch, 2004, s. 345).

46

* Uykusuzluk: Uykuya dalma, uykuyu sürdürme konusunda yaşanan rahatsızlıktır. Uykusuzluk, fiziksel ve psikolojik hastalık, öğrenilmiş davranış, yaşam tarzı, stres, çevresel nedenlerden dolayı meydana gelebilir.

* Uyurgezerlik: Uyku sırasında ortaya çıkan anlamsız, amaçsız, bilinçsiz hareketlerdir. Uykunun başlangıcından sonraki ilk saatlerde yaklaşık 10 dakikalık sürelerle ortaya çıkar. Beynin hareket bölümü aktif iken, hafıza bölümü uyku halindedir. Bu nedenle olaylar hatırlanmaz. Çocuk bu dönemde başkalarının iletişim çabalarına karşı tepkisizdir. Uyandırılması zordur. Çocuk yatağından kalkabilir, etrafta dolaşabilir, konuşabilir, ancak uyandığında bunların hiç birini hatırlamaz. Bu nedenle uyurgezerlik sırasında kazalar meydana gelebilir. Evin kapısını ve pencerelerini kilitlemek, çocuğu yatağına doğru yönlendirmek en doğru harekettir (Çıtak, 1999, s. 519; Rathus, 2006, s. 282).

* Uyku terörü: Genellikle uyku süresinin başlangıcında meydana gelir. Olaylar hatırlanmaz. Çocuk ağlayarak tepki verir fakat tam olarak uyanık değildir. Uyandırmak güçtür, sorulan sorulara cevap vermez, birkaç dakika içerisinde tekrar uykuya dalar (Feldman, 2004, s. 238). Ayrıca kalp ve solunum oranında artma, tutarsız konuşma görülebilir (Rathus, 2006, s. 282). Çocuklarda daha az sıklıkla görülür. Stres içerisinde olma, ilaç kullanma, ebeveyn boşanması, yeni bir okula başlama uyku terörüne neden olabilir (Çıtak, 1989, s. 518; Bigner, 2006, s. 164; Rathus, 2006, s. 282).

Korku ve heyecan veren yaşantılar, duygusal etkenler, aile içindeki gerginlikle, çatışmalar, çocuğun mizacı, çocuğun kendisini güvensiz hissetmesi, ailenin uyku düzeninde kararlı bir tutum izlememesi, annede depresyon varlığı, annenin uyku konusundaki kavrayışı, sürekli bebeğin uykusuna müdahale etmesi, çocuğun beslenme yetersizliği, aç olarak uykuya dalması, aşırı televizyon seyretmesi ve televizyon seyretmek için uykuyu reddetmesi, uyku düzenini bozan hastalıklar uyku bozukluklarına neden olan etmenler arasında yer almaktadır (Hergüner, 2012, s. 281-282; Gökçay, 2012, s. 271). Çocuğun duygusal tranva yaşaması, anne ve babanın onu terk edeceğini düşünmesi, olumlu bir bağlanma gerçekleştirememesi, çocuğun mizaç özellikleri, gelişimsel özellikler, diş çıkarma, büyüme sancıları vb. gibi etkenlerde çocuklarda uyku bozukluğuna neden olabilir (Sargın, 2012, s. 132).

Aileler çocukların uyku düzenini ayarlamaları gerektiğini bilmelidirler (Bigner, 2006, s. 164; Hergüner, 2012, s. 282). Çocuğun ilk aylarda uyku düzeni yoktur. Çocuk büyüdükçe uyku

47

düzeni şekillenmeye başlar ve gece uykularının saatleri artar. Bu düzenin oluşmasında annenin görevi çok önemlidir. Çocuğun uyku öncesi alışkanlıklar geliştirmesini( kitap okuma, müzik dinleme vb.) ve uyandığında kendisini sakinleştirme yöntemlerini öğrenmesine yardımcı olmalıdır (Bigner, 2006, s. 164; Karabekiroğlu, 2009, s. 198). İlk aylarda bebek kendi yatağında ama anneyle aynı odada uyumalıdır. Uykuya dalması için yardım edilmeli fakat sürekli müdahale edilmemeli, fiziksel ortam düzenlenerek kendi kendine uykuya dalması sağlanmalıdır (Gökçay, 2012, s. 271). Her gece aynı saatlerde uykuya yatmalı ve bu düzene dikkat edilmelidir (Rathus, 2006, s. 282)

2.1.2.4. Kekemelik

Kekemelik sözel iletişimin sağlıklı yürümesini engelleyen genel anlamda konuşmanın ritim ve akıcılığının bir şekilde kesintiye uğraması ile seyreden bir konuşma bozukluğudur (Seven, 2011, s. 119). Çocuğun konuşma sesinde, hecelerin, sözcüklerin veya cümleciklerin ifade edilmesinde sıkıntılar meydana gelir (APA Dictinory, 2007, s. 902). Bu sıkıntılar, irkilme, uzatma, duraklama ve yineleme, el kol, yüz veya vücutta görülen hareketler eşlik eder (Seven, 2011, s. 119). 2 buçuk- 3 yaş civarında kekemelik genellikle geçicidir. Dil gelişiminin erken dönemlerinde düşünce hızı, konuşma hızını geçtiği için çocuğun konuşmaları düşüncelerini ifade etmeye yetmeyebilir (Cirhinlioğlu, 2010, s. 206).

Kekemeliğin nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte genetik, psikolojik ve çevresel etkenler tarafından tetiklenen, korku, kaygı, bastırılmış isteklerin neden olduğu düşünülmektedir. Beynin konuşma merkezindeki bozukluklar, ani korkular, aile baskıları, küçük yaşlarda düzen, terbiye, temizlik konusunda aşırı disiplin uygulanması, iletişim kurmakta çekinme, toplumsal görevlerde yer almaktan kaçınma, çekingenlik beklentilerin yüksek olması, ateşli hastalıklar çocuklarda kekemelik oluşmasına neden olmaktadır (Bakırcıoğlu, 2002; Öztürk, 2002, s. 575).

Öncelikle küçük çocuklarda geçici kekemeliğin olabileceği düşünülerek endişeye kapılmamalıdır. Çocukla dalga geçilmemeli, sürekli konuşması düzeltilmeye çalışılmamalıdır. Çocuğun güvenini sarsacak sözler söylenmemelidir. Sözü bitene kadar dinlenmeli sözü kesilmemelidir. Çocukta kaygı ve heyecan nedeni ile kekemelik ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda çocuğa kendisini ifade etmesi için cesaret verilerek kaygı ve stres ile başa çıkma

Benzer Belgeler