• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM HUME

2. HUME’DA HAYAL GÜCÜ

2.2. Hayal Gücünün İşlevleri veya Olasılığa Dair

2.2.3. İnancın Nedenleri ve İnsan Üzerindeki Etkileri

Onayladığımız ve onaylamadığımız kavrayış arasında fark meydana getiren şey, mevcut bir izlenim ile ilişkili ya da çağrışımlı olan canlı bir ide, yani inanç olduğuna göre, idelerin nasıl kuvvet ve canlılık kazanarak onlara inanç beslememizi sağladıklarının açıklanması gerekir.

Hume’a göre, “herhangi bir izlenim bize sunulduğunda, zihni onunla ilgili idelere götürmekle kalmaz, bu idelere kuvvet ve canlılığın payını da iletir” önermesi, insan doğası biliminde, genel bir ilke olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Zihnin bütün işlemleri büyük ölçüde onları yerine getirirken bulunduğu duruma bağlı olduğundan, dikkatin az ya da çok yönelmiş olması ya da cancıkların (spirits) az ya da çok etkin olması, zihnin işlemlerinin de az ya da çok canlı ve kuvvetli olmasına neden olur.

Örneğin zihne onu etkinleştirip canlandıran bir nesne sunulduğunda, zihnin o nesneyle ilgili olan her bir edimi, o durum sürdüğü müddetçe, daha canlı ve güçlü olacaktır.

Böylece durumun sürekliliği tümüyle zihnin ilgili olduğu nesnelere bağlı olduğundan, her yeni nesne, doğal olarak cancıklara yeni bir yön vererek durumun değişmesini sağlar. Fakat diğer yandan, zihin sürekli olarak belirli bir nesneye odaklandığında,

353 Hume, a.g.e., s. 77.

158

durumun sürekliliği çok daha uzun süre devam eder. Dolayısıyla zihin, mevcut bir izlenim tarafından bir kez canlandırıldığında, birinin durumundan doğal bir biçimde diğerine geçerek, ilgili nesnenin daha canlı bir idesini oluşturmaya devam eder. Bu geçiş öyle kolay bir şekilde gerçekleşir ki zihin bu geçişin güçlükle farkına varır. Yine de, o, mevcut izlenimden edindiği güç ve canlılıkla kendisini ilgili olduğu nesnenin kavranışına verir.354

Hume, bu ilkeyi temellendirmek için, tecrübe ile elde edilen çeşitli örneklerden yararlanır. Örneğin, bir arkadaşımızın resmini gördüğümüzde, ona ilişkin idemiz benzerlik ilişkisi tarafından canlandırılır ve bu idenin oluşturduğu sevinç ya da üzüntü gibi her tutku, ideye yeni bir kuvvet ve canlılık kazandırır. Bu etkinin ortaya çıkmasında, benzerlik ilişkisi ve mevcut bir izlenim, yani arkadaşımıza ilişkin bir resim birlikte hareket ederler. Fakat resim ile arkadaşımız arasında herhangi bir benzerlik bulunmuyorsa, resim düşüncemizi arkadaşımıza ilişkin ideye götürmez. Hem kişinin hem de resmin olmadığı bir durumda ise zihnimiz birinin düşüncesinden diğerinin düşüncesine geçse de, bu geçiş ideyi canlandırmaktan ziyade zayıflatır. Arkadaşımızın resmine bakmaktan hoşlanmakla birlikte, resim ortadan kaldırıldığında, onun resmini düşünmekten ziyade doğrudan doğruya arkadaşımızın kendisini düşünmeyi seçeriz.

Hume, bu konuya Katolik dini ayinlerini de örnek göstererek, onların da aynı yapıda olduklarını vurgular:

O tuhaf boş inanca bağlı olanlar, yüzlerine vurulan maskaralıkların özrü olarak genellikle bağlılıklarını canlandırmak ve coşkularını arttırmak konusunda o dışsal hareketlerin, tavırların ve eylemlerin yararlı etkilerini duyduklarını, bunlar olmazsa ve bütünüyle uzak ve maddi olmayan nesnelere yönelirlerse, inanç ve coşkunluklarının söneceğini söylerler. İnancımızın nesnelerini, der Katolikler, duyulur simge ve imgelemde ortaya koyarız ve bu simgelerin doğrudan sunuluşu yoluyla onları kendimize, salt zihinsel bir görüş ve tefekkür yoluyla yapabileceğimizden daha yakın kılarız.355

Görüldüğü üzere, duyulur/hissi nesneler hayal gücü üzerinde başka nesnelerden çok daha etkilidirler ve bu etkiyi ilgili oldukları ve benzerlik taşıyan idelere kolayca

354 Hume, a.g.e., s. 78.

355 Hume, a.g.e., s. 79.

159

iletirler. O hâlde, benzerliğin, idelere canlılık ve kuvvet kazandırmadaki etkisinin oldukça yaygın olduğu, dolayısıyla benzerlik ilişkisi ile mevcut bir izlenimin birlikte hareket ettikleri her durumda, hayal gücünü sadece ilgili idelere götürmekle kalmadıkları, aynı zamanda onun, bu ideleri daha kuvvetli bir biçimde ve canlılıkla canlandırmasını sağladıkları söylenebilir.

Hume’a göre, benzerliğin olduğu kadar bitişikliğin de ideleri canlandırmadaki etkisi oldukça yaygın ve güçlüdür. Örneğin uzaklık idelerin gücünü azaltırken, yakınlık idenin gücünü arttırır. Herhangi bir nesneyi sadece düşünmek ona bitişik olanı kolayca zihne getirirken, nesnenin kendisinin karşımızda bulunması onu daha kuvvetli ve canlı bir şekilde canlandırmayı sağlar:

Evimden birkaç mil ötedeysem, onunla ilgili her şeyi evden iki yüz liga uzakta olduğum zamankinden çok daha yakın bir şekilde duyumsarım; ancak yine de o uzaklıkta bile arkadaşlarımın ve ailemin yakınlarındaki herhangi bir şeyi düşünmek doğal olarak onların bir tasarımını üretir. Fakat bu ikinci durumda, zihnin her iki nesnesi de birer tasarımdır; aralarında kolay bir geçiş olmasına karşın, dolaysız bir izlenim eksikliği nedeniyle, tek başına bu geçiş tasarımlardan herhangi birine daha üstün bir canlılık vermeyecektir.356

Yine, benzerlik ve bitişiklik ile aynı etkiye sahip olan bir diğer ilişki ise nedenselliktir. Hume’a göre, batıl inançlı kimselerin bir azizin ya da kutsal insanların geride bıraktığı nesnelere bağlılıkları, öykündükleri yaşantılara ilişkin olarak daha güçlü ve canlı bir kavrayış kazanmak istemeleri nedeniyledir. Örneğin bir dindarın, bir azizin giysi ya da eşyalarına olan bağlılığı veya saygısı, bir zamanlar azizin bunları kullanmış, bunlara dokunmuş olmasından kaynaklanır. Bu giysi ya da eşyalar, ona, azize ilişkin olarak daha güçlü ve canlı bir kavrayış sağlamakta yardımcı olur. Böylece, mevcut bir izlenim, nedensellik ilişkisi yoluyla da herhangi bir ideyi canlandırabilmekte, yani inanç ya da kabul üretebilmektedir.

O hâlde, neden-etkiden hareketle yaptığımız tüm akıl yürütmelerde mevcut izlenimin, hayal gücünün bir ilişkisi ile herhangi bir ideyi canlandırabildiği açıkça görülür. Bu nedenle, inandığımız her olgunun izlenimini edinmiş olmamız gerekir. Fakat

356 Hume, a.g.e., s. 79.

160

inanç ideye yeni bir şey eklemekten ziyade, sadece onu kavrama yolunu/biçimini değiştirerek, kendisini daha canlı ve güçlü kılar. Böylece zihnin bu işlemine, mevcut bir izlenim, canlı bir ide ve hayal gücünde ide ile izlenim arasındaki bir ilişki ya da çağrışımdan başka hiçbir şey girmez.

İdeye eşlik eden inancın nedeni olan şey mevcut bir izlenim olduğundan, onun, nasıl böylesine olağanüstü niteliklere sahip olduğunun tecrübeyle elde edilen örnekler üzerinden saptanması gerekir. İlkin, mevcut bir izlenimin böyle bir sonuca kendi gücü ve etkinliği sayesinde sahip olmadığı açıktır. Çünkü her bir izlenim, tekil bir algı olarak kendi başına ele alındığında, sadece “şimdiki anla” sınırlıdır. Bununla birlikte, ilk ortaya çıkışında/mevcut bir anda hiçbir etkisini gözlemlemediğimiz bir izlenimin, daha sonra etkisinin deneyimlenmesi ve bunun neticesinde de inancın temeli olabilmesi mümkündür. Ancak bunun için, her durumda aynı izlenimin geçmiş örneklerde de gözlemlenmiş olması ve onun sürekli bir başka izlenime bağlı olduğunun saptanması gerekir. İkinci olarak, mevcut bir izlenime eşlik eden ve bir dizi geçmiş izlenim ile birliktelik tarafından üretilen inancın, hayal gücünün herhangi bir yeni işlemi olmaksızın doğrudan ortaya çıkabilmesi de mümkündür. İşte Hume’a göre, hayal gücünün herhangi yeni bir işlemi olmaksızın doğrudan ortaya çıkan, yani “herhangi bir akıl yürütme olmaksızın geçmiş yinelemelerden kaynaklanan” her şeye alışkanlık (habit) denir.357 İki izlenimin birbirine sürekli bağlı olduklarını görmeye alıştığımızda, birinin idesi bizi doğrudan doğruya ötekinin idesine götürür. Hume, alışkanlıkla ilgili olarak Soruşturma’da şunları söyler:

(...) Belli bir edim ya da işlemin tekrarlanması, herhangi bir akıl yürütme ya da anlama süreci tarafından gerektirilmeksizin, aynı edim ya da işlemi yeniden yapma eğilimini doğuruyorsa, her zaman bu eğilimin alışkanlığın etkisi olduğunu söyleriz.

O hâlde, tecrübeden doğan bütün çıkarımlar akıl yürütmenin değil alışkanlığın etkileridir. Alışkanlık, öyleyse, insan hayatının yüce kılavuzudur. Tecrübemizi bize yararlı kılan ve gelecekte geçmiş olaylar zincirine benzer olaylar beklememizi sağlayan yalnız başına bu ilkedir. Alışkanlığın etkilemesi olmasaydı bellek (hafıza) ve duyulara (hislere) dolaysız olarak gelenin ötesinde, her olgu

357 Hume, a.g.e., ss. 80-1.

161

sorunu konusunda tümüyle cahil olurduk. Amaçlara araçlar uydurmayı ya da her hangi bir etkinin doğrulanması için doğal güçlerimizi kullanmayı bilmezdik.

Her türlü eylem, teorik düşünmenin ana kısmı ile birlikte, durur kalırdı.358

Böylece, neden-etki ile ilgili tüm akıl yürütmelerin sadece alışkanlıktan kaynaklandığı ve inancın zihnimizin düşünsel değil de, hissi edimiyle ilgili işleyişinin bir sonucu olduğu söylenebilir. İşte, bu nedenle Hume’a göre, yalnızca şiir ve müzikte değil, benzer olarak felsefede de beğeni ve duyguların peşinden gidilmesi gerekir.

Kısaca toparlamak gerekirse, inanç, bir idenin mevcut bir izlenim ile ilişkisinden kaynaklanan, ideyle ilgili daha canlı ve kuvvetli bir kavranışıdır. Bu nedenle Hume’a göre, herhangi bir şeye inandığımızda inandığımız şey aslında üzerimizde daha güçlü bir etkiye sahip olan bir idedir. Neden-etkiyle ilgili tüm yargılara dayanak olan geçmiş deneyimler, zihnin hiçbir zaman farkına varamayacağı bir şekilde kendiliğinden işleyebilir. İşte “alışkanlık” denilen şey de tam olarak budur. Alışkanlık neticesinde, nesneler birbirleriyle öylesine bağlantılı ve ayrılmaz görünürler ki, birinden diğerine geçişte herhangi bir gecikme bile söz konusu olmaz:

Bir kimse, yolculuğu esnasında yolu üzerinde bir nehir olduğunu gördüğünde, daha ileri gitmesinin sonuçlarını (etkilerini) öngörür; bu sonuçlara (etkilere) ilişkin bilgi kendisine, kendisini neden-sonuçların (etkilerin) bu şekilde kesin birliktelikleri konusunda haberdar eden geçmiş deneyimler yoluyla iletilir.

Ancak bu durum karşısında herhangi bir geçmiş deneyimi düşündüğünü ve suyun canlı bedenler üzerindeki etkilerini bulmak için görmüş ya da işitmiş olduğu örnekleri hatırladığını düşünebilir miyiz? Hiç kuşkusuz hayır; akıl yürütürken kullandığımız ilerleyiş yolu ya da yöntemi bu değildir. Batma tasarımı su tasarımıyla, boğulma tasarımı da batma tasarımıyla öyle yakından bağlantılıdır ki zihin geçişi belleğin yardımı olmaksızın yapar. Alışkanlık biz daha düşünme için zaman bulamamışken işler. Nesneler öyle ayrılmaz görünürler ki birinciden ötekine geçerken araya bir anlık bir gecikme bile sokmayız.359

Bu geçiş, ideler arasındaki bağlantıdan değil de, deneyimden elde edildiği için, deneyim gizli bir işlem yoluyla neden-etkilere ilişkin bir inanç üretebilir.360 Zira hayal gücü, geçmiş deneyimlerden, onlar üzerine akıl yürütmeksizin de çıkarımlarda bulunabilmeyi sağlar. Kuşkusuz bu durum, alışkanlığın en önemli sonucudur.

358 Hume, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, a.g.e., ss. 37-9.

359 Hume, a.g.e., s. 81.

360 Hume, a.g.e., s. 81.

162

O hâlde, genel olarak ifade edilebilir ki, neden-etkilerin bir örnek birlikteliklerinde –örneğin yerçekimi, itme gibi– zihin bir geçmiş deneyimi incelemeye gerek duymaksızın birinden bir diğerine geçmekte, ancak nesnelerin daha seyrek birlikteliklerinde idelerin geçişine yardımcı olmaktadır. Hatta kimi durumlarda, tam bir alışkanlık kazanmaksızın, yapay bir şekilde de olsa alışkanlığın üretilebilmesi söz konusu olur. Hume’a göre, her ne kadar alışkanlık hiçbir zaman tek bir durumun deneyimi yoluyla kazanılmasa da, zihnimiz bizi “benzer nesnelerin benzer koşullarda her zaman benzer etkiler üreteceği” ilkesine ikna edecek milyonlarcasının olduğunu düşündürerek, tek bir deneyim yoluyla belirli bir idenin bilgisine ulaşmayı da mümkün kılabilir. Bir başka ifadeyle, ideler arasındaki bağlantı tek bir deneyimden sonra alışkanlık hâline gelmese bile, yine de bu bağlantı alışkanlık ile edinilen bir başka ilkenin kapsamı altında değerlendirilebilir. İşte, tüm durumlarda, deneyimlerimizi doğrudan ya da dolaylı, açık ya da gizli bir biçimde hiçbir deneyimini edinmediğimiz durumlara aktarabilmemizi sağlayan şey, alışkanlıktır.

Netice itibariyle, neden-etki ilişkisi kadar olmasa da bitişiklik ve benzerlik ilişkileri de idelerin bağlantı ya da çağrışımlarının ilkeleri olarak, hayal gücünü bir ideden bir başka ideye geçmeye sevk edebilir. Bu ilişkilerden herhangi biri tarafından bağlantılandırılan iki nesneden biri, doğrudan doğruya hafıza ya da hissetmeye sunulduğunda, zihin, çağrışım ilkesi aracılığıyla o nesnenin bağlantılı olduğu diğer nesneye geçmeye ve onu ek bir kuvvet ve canlılıkla kavramaya âdeta sürüklenir.

Hume, inanç ve alışkanlık üzerine ileri sürmüş olduğu görüşlerinin çok fazla kişi tarafından kabul edilmeyeceğini, üstelik akıl yürütmelerin çok büyük bir bölümünün yanı sıra eylem ve tutkuların tamamının da sadece alışkanlıktan kaynaklandığına inananların sayısının ise çok daha az olacağını düşünür. Ancak o yine de, inancın eylem ve tutkular üzerindeki etkilerinin neler olduğunu göstermekten geri durmaz.

Hume’a göre “insan zihnine, her eylemin başlıca kaynağı ve harekete geçiren ilkesi olarak bir acı ve haz duygusu yerleştirilmiştir.”361 Acı ve hazzın zihinde ortaya

361 Hume, a.g.e., s. 91.

163

çıkışının ise iki yolu bulunur: Ya acı ve haz bir izlenim olarak gerçek duyguya görünür ya da yalnızca idelerde ortaya çıkar. Bu ikisinin zihinde ortaya çıkışları, izlenimlere ya da idelere dayandığı için, onların eylemlerimiz üzerindeki etkileri de buna bağlı olarak birbirinden çok farklı olur. Hume’a göre,

izlenimler istenci tek başına etkileyebilselerdi, yaşamımızın her anında çok büyük yıkımlara uğrardık; çünkü bir felaketin yaklaştığını önceden görebilseydik bile, doğa bize onlardan kaçınmamızı sağlayacak herhangi bir eyleme gücü vermezdi. Öte yandan her tasarım eylemlerimizi etkileseydi, durumumuz daha iyi olmazdı. Çünkü düşüncelerin öyle bir kararsızlığı ve eylemliliği vardır ki, her şeyin imgeleri, özelliklerde iyilik ve kötülüğünkiler, zihinde sürekli dolanıp durur; eğer zihin bu tür bir asılsız tasarımlar tarafından harekete geçirilecek olsaydı, hiçbir zaman bir an bile olsun huzur ve dinginlik bulamazdı.362

Bu nedenle, Hume’a göre doğa, orta bir nokta seçerek ne her iyilik ve kötülük idesine istenci harekete geçirme gücü vermiş, ne de onları bu etkilerden bütünüyle ayrı tutmuştur. Hayal gücünün uydurduğu bir idenin istenç üzerinde hiçbir etkinliği olmamasına rağmen, varolduklarına ya da varolacaklarına inandığımız nesnelerin ideleri, her ne kadar hislere ya da algılara doğrudan sunulan izlenimler kadar olmasa da aynı sonuca neden olabilirler. Bu durum, inancın basit bir ideyi izlenimle eşit kılmasıyla ve ona tutkular üzerinde benzer etkiyi kazandırmasıyla, yani basit bir ideyi, kuvvet ve canlılık açısından bir izlenime yaklaştırmasıyla gerçekleşir. Bir idenin kuvvet ve canlılık açısından izlenime yaklaştırılması ise o idenin izlenimin zihin üzerindeki etkisini taklit edebilmesi anlamına gelir. Bu nedenle, inanç, idelerin izlenimlerin sonuçlarını taklit etmesine neden olduğu gibi, ideleri güç ve canlılık yönünden izlenimlere benzer kılar.363

İnancın bir idenin daha canlı ve yoğun bir kavranışı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu tanım bize nedensellikten hareketle yapılan akıl yürütmelerin istenç ve tutkular üzerinde nasıl etkileri olduğunu açıklama imkânı sağlar. Hume’a göre, inanç ve tutkular arasında bir tür etkileşim bulunur. İnanç, tutkuları uyarmada mutlaka gereklidir; tutkular da bunun karşılığında inancı destekler. Örneğin bir nesne ortaya

362 Hume, a.g.e., s. 91.

363 Hume, a.g.e., s. 91.

164

çıktığında, hemen kendisine uygun olan bir tutkuyu belli bir derecede uyarır ve bu duygu kolay bir şekilde hayal gücüne geçip nesneye ilişkin ide üzerinde yayılarak, o ideyi daha güçlü ve canlı bir biçimde kavramaya sevk eder. Hume bu konuyu, hayranlık ve şaşkınlık ile ilgili bir örnek vererek açıklar:

Hayranlık ve şaşkınlık diğer tutkularla aynı sonuçlara sahiptir; buna göre belirtebiliriz ki şarlatan hekimler ve düzenbazlar, gösterişli savlarını anlattıklarında, sıradan insanları, makul sınırlar içinde kaldıkları zamankinden daha kolay bir şekilde inandırırlar. Bunların mucizevî ilişkilerine doğallıkla eşlik eden ilk hayret kendini bütün ruha yayar ve tasarımı öyle bir canlandırır ve dirileştirir ki bu, deneyimden ürettiğimiz çıkarsamaya benzer.364

İnancın tutkular üzerinde olduğu kadar hayal gücü üzerinde de etkileri vardır.

Örneğin yalan söyleyen kimselerin sözleri bizi hiçbir zaman tatmin etmez ya da onlara inanmamızı sağlamaz. Bu durumun temel nedeni, inancın eşlik etmediği idelerin, zihinde herhangi bir izlenim üretmemesinden kaynaklanır. Hume’a göre, benzer şekilde şairlerin yapıtlarına gerçeklik süsü vermeye çalışmaları da tutkular üzerinde etkili olmak istemeleri nedeniyledir. Hatta idelerin tutkular üzerinde etkilerinin olmadığı durumlarda bile, yine de hayal gücünü tatmin etmek için belli bir ölçüde de olsa gerçeklik ve doğruluk gereklidir. Pek çok yazarın, hikâyelerinde kahramanların adlarını ya da hikâyenin geçtiği yerleri tarihten ödünç alma yoluna gitmeleri bu durumun en güzel örneğidir.