• Sonuç bulunamadı

İKİNCİ BÖLÜM HUME

2. HUME’DA HAYAL GÜCÜ

2.2. Hayal Gücünün İşlevleri veya Olasılığa Dair

2.2.1. Neden-Etki İdesi

Hume’a göre, her tür “akıl yürütme (reasoning), karşılaştırmaya (comparison) ve iki ya da daha fazla nesne arasındaki değişen veya değişmeyen ilişkilerin ortaya çıkartılmasına dayanır.”316 Bu bağlamda, karşılaştırmanın yapılabilmesi için duyulara/hislere ya her iki nesnenin ya da nesnelerden en az birinin sunulması veyahut da nesnelerden hiçbirinin sunulmaması gerekir. Buna göre, eğer “her iki nesne ilişkisi ile birlikte duyulara sunulmuşsa, buna akıl yürütme değil, algı (perception)” denir;

çünkü bu durumda, herhangi bir düşünce ya da akıl yürütme edimi olmaksızın, sadece izlenimlerin duyu organları vasıtasıyla pasif bir şekilde edinilmesi söz konusu olur.317

O hâlde, “idelere bağımlı olmayan” üç ilişkiden, yani özdeşlik/aynılık, zaman ve uzay ilişkileri ve nedensellikten, aynılık ile zaman ve uzay ilişkileriyle ilgili yapılacak hiçbir gözlem akıl yürütmeye dayanmaz. Çünkü zihin, ne gerçek varoluş ne de nesnelerin ilişkilerini keşfedebilmek söz konusu olduğunda, bunların hiçbirinde

316 Hume, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, a.g.e., s. 62.

317 Hume, a.g.e., s. 62.

138

doğrudan duyulara/hislere sunulanın ötesine geçemez. İşte, zihnin duyulara doğrudan sunulanın ötesine geçebilmesini sağlayan bir bağlantı üreten ve böylece “bir nesnenin varoluşundan o nesnenin başka bir varoluş tarafından izlendiğinin ya da öncelendiğinin güvencesini verebilen” tek ilişki, nedenselliktir. Hume bu görüşüne şu sözleriyle açıklık getirir:

(…) Nitekim diğer iki ilişki akıl yürütmeyi etkilemiyor ya da akıl yürütme bu ilişkileri etkilemiyorsa, bu ilişkilerden akıl yürütmelerde yararlanılmaz. Hiçbir nesnede bizi onların her zaman uzak ya da her zaman bitişik olduğuna ikna edecek bir şey yoktur; deneyim ve gözlemlerle, ilişkilerin bu belirgin noktada değişmez olduğunu fark ettiğimizde, daima, nesneleri ayıran ya da birleştiren gizli bir neden olduğu vargısını çıkarırız. Aynı akıl yürütme özdek için de geçerlidir. Çoğu zaman duyularda olsa da olmasa da, hemencecik bir nesnenin tek başına aynı şekilde devam edebileceğini varsayarız; hatta ne zaman, gözümüzü ya da elimizi sürekli üzerinde tutmuş olsaydık o da bize değişmez ve kesintisiz bir algı iletirdi, vargısına ulaşırsak algının kesintiye uğramasına bakmaksızın nesneye bir özdeşlik yükleriz. Ancak duyu (hissi) izlenimlerimizin ötesindeki bu vargı yalnızca neden-etki bağlantısı üzerinden kurulabilir; aksi takdirde, yeni nesne önceden duyularımıza sunulan nesneye ne kadar benzerse benzesin, nesnenin bizim açımızdan değişmediği konusunda bir güvencemiz olamaz. Ne zaman böyle eksiksiz bir benzerlik keşfetsek, bunun o nesne türleri için ortak bir özellik olup olmadığını, herhangi bir nedenin bu değişikliğin veya benzerliğin ortaya çıkmasında bir payı olma olanağını düşünürüz; ayrıca bu nedenler ve etkileri açısından yaptığımız belirlemelere göre nesnenin özdeşliği ile ilgili yargımızı oluştururuz.318

Örneğin, ıssız bir adada bir saat bulan bir kişi, bu adada daha önce başka insanların bulunduğu sonucuna ulaşır. Ya da arkadaşının şehir dışında olduğuna inanan bir kişi, bu inancın nedenini arkadaşından aldığı bir mektup veya onun daha önceki kararının bilgisine dayandırır. Dolayısıyla Hume’a göre, bu yapıya sahip olan tüm akıl yürütmeler incelendiğinde, bunların hepsinin nedensellik ilişkisine dayandığı ve bu ilişkinin uzak ya da yakın, doğrudan ya da dolaylı sonucu olduğu görülür.319

Öyleyse, nedensellik idesinin irdelenmesi ve hangi izlenimden türetildiğinin anlaşılmasında yarar vardır. Çünkü üzerinde akıl yürütülen bir ide tam olarak anlaşılmadan da akıl yürütmek mümkündür. Dolayısıyla asıl sorun da tam olarak budur.

318 Hume, a.g.e., s. 62.

319 Hume, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, a.g.e., s. 24.

139

İzlenimlerin incelenmesi idelere, idelerinin incelenmesi ise tüm akıl yürütmelere açıklık getireceğinden, nedensellik idesi hakkında doğru bir akıl yürütmenin yapılabilmesi için, ilkin bu ideyi ortaya çıkaran izlenimin sorgulanması gerekir.

Nedensellik idesini, bu amaç doğrultusunda irdeleyen Hume, ilk olarak, bu idenin hangi ilişkiden türetildiğini ortaya koymaya çalışır. Burada hiç kuşkusuz, ilk göze çarpan şey, neden ya da etki olarak düşünülen tüm nesnelerin “bitişik (contiguity)”

oldukları ve hiçbir şeyin varoluş yeri ya da zamanından biraz bile olsun başka bir yer ya da zamanda ortaya çıkmadığıdır. Kimi durumlarda çok uzakta bulunan nesnelerin birbirini ürettikleri görülse de, daha dikkatle incelendiğinde, onların kendi aralarında ve uzak nesnelere bitişik olan nedenler zinciriyle birbirlerine bağlı oldukları anlaşılır.

Bununla birlikte, nedenselliğin temeli olarak ele alınabilecek ikinci ilişki, nedenin etkiden önce gelmesi gerektiğini bildiren “zamansal öncelik (priority of time)” ilişkisidir.

Ancak Hume’a göre, nedenin etkiden önce geldiğini belirten “zamansal öncelik” ilişkisi, genel kabul görmüş bir ilişki değildir. Çünkü “kimileri bir nedenin sonucunu (etkisini) öncelemesinin mutlak olarak zorunlu olmadığını ve herhangi bir nesne ya da eylemin, varoluşun hemen başında üretken niteliğini ortaya koyabileceğini ve kendisiyle tam olarak eş zamanlı bir başka nesne ya da eylemi ortaya çıkarabileceğini ileri sürmüşlerdir.”320 Oysa Hume’a göre, bu iddialar gerek tecrübe gerekse de çıkarım ya da akıl yürütme yoluyla kolaylıkla çürütülebilir:

Hem doğa felsefesinde hem de moral felsefedeki yerleşik bir ilkeye göre, kendi kusursuzluğunda bir süre var olup bir başka nesne üretmeyen bir nesne o nesnenin biricik nedeni değildir; nesneyi etkin olmama hâlinden çıkartıp gizliden gizliye sahip olduğu o erkeyi kullandıran bir başka ilke bu nesneye yardım eder. İmdi, herhangi bir neden, sonucu (etkisi) ile tamı tamına eşzamanlı olabilirse açıktır ki, bu ilkeye göre bunların tümü de böyle olmalıdır;

çünkü bunlardan işleyişini tek bir an için bile olsa geciktiren herhangi biri, kendini, etkin olabileceği tam o belirli zamanda harekete geçiremez ve böylece doğru bir neden olamaz.321

320 Hume, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, a.g.e., s. 63.

321 Hume, a.g.e., s. 64.

140

Eğer herhangi bir nesne, varoluşun hemen başında üretken niteliğini ortaya koyabilse ve kendisiyle eş zamanlı olarak bir başka nesneyi ortaya çıkartabilseydi, bu durum dünyada gözlemlenen ardışıklığın yok olmasına, yani zamanın ortadan kalkmasına neden olurdu. Bir başka deyişle, bir neden etki ile bu etki de kendi nedeni ile eşzamanlı ortaya çıksaydı, tüm nesneler eşzamanlı olur, ardışıklıktan söz etmek mümkün olmazdı.

Ancak Hume, bir neden ile ona bağlı bir sonucun, “bitişiklik” ve “zamansal öncelik” özellikleri sergilemelerinin, zihnimizde nedensellik düşüncesinin oluşması için gerek, ancak yeter koşul olmadığını vurgular. Zira bir nesnenin, bir başkasının nedeni olarak görülmeksizin de ona bitişik ve öncel olabildiğini gösteren pek çok örnek bulunur. O hâlde, bir nesnenin bir başkasının nedeni olabilmesi için göz önünde bulundurulması gereken ve diğer iki ilişkiden çok daha önemli olan ilişki, “zorunlu bağlantı (necessary connexion)” ilişkisidir. Bu ilişki, belirli bir nedenin belirli bir sonuca yol açmasının rastlantısal değil de, zorunlulukla gerçekleştiğine işaret eder. Fakat Hume, “zorunlu bağlantı” ilişkisinin doğasını açıklamaya geçmeden önce, “varolmaya başlayan her şeyin bir varoluş nedeninin olması gerektiğine niçin zorunlu olarak” kabul ettiğimizi “niçin belli nedenlerin zorunlu olarak belli sonuçları doğurması gerektiğini”

düşündüğümüzü ve nedenden etkiye yaptığımız çıkarsamanın ve buna duyduğumuz inancın yapısının ne olduğunu sorgular. Çünkü bu sorulara verilecek cevaplar, bir yandan neden ile etki arasında varolduğu düşünülen “zorunlu bağlantı”nın nasıl mümkün olduğunu, diğer yandan da bu bağlantının kendisinin hangi izlenimden türetildiğinin aydınlatılmasına imkân tanıyacaktır.

Hume’a göre, bizim “nedenin zorunluluğu”na dair yargı vermemizin temelinde, felsefede sorgusuz sualsiz kabul gören şu genel ilke/önerme bulunur: “Var olmaya başlayan her şey, bir varoluş nedenine sahip olmak zorundadır”. Ancak o, herhangi bir ispat (proof) göstermeksizin, genellikle tüm akıl yürütmelerde sorgusuz sualsiz kabul edilen ve görü ile bilindiği varsayılan bu genel ilkeye, “idelere bağımlı”, yani ideleri aynı kaldığı sürece değiştirilemez olan “benzerlik”, “nicelik ve sayıda oran”, “nitelik

141

derecesi” ve “karşıtlık” ilişkilerinden hiçbirini içermediği gerekçesiyle karşı çıkar.322 Çünkü ona göre, “kesinlik (certainty)”, ancak idelerin karşılaştırılması ve ideleri aynı kaldığı sürece değiştirilemez olan ―yukarıda zikredilen― ilişkilerin belirlenmesiyle ortaya çıktığından, bu önerme görü ile idrak edilemez.

Üstelik Hume’a göre, “bir şeyin üretken bir ilke olmaksızın var olmaya başlamasının olanaksızlığını da ortaya koymadan, her yeni varoluş ya da varoluş değişikliği için bir nedenin zorunlu olduğu” kanıtlanamayacağından, “var olmaya başlayan her şeyin bir varoluş nedenine sahip olmak zorunda olduğunu” belirten önerme, ne görü ne de kanıtlama yolu ile ispat edilebilir.323 Hayal gücünün, tüm ideleri birbirlerinden ayrılabilme işlevine sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, o, neden ve etki idelerini birbirinden kolayca ayırabileceği gibi, neden idesini de varoluşun başlangıcı idesinden kolaylıkla ayırabilir. “Neden tasarımını varoluşun başlangıcı tasarımından ayırmak hayal gücü için açıkça olanaklıdır; dolayısıyla bu nesnelerin hiçbir çelişki ya da saçmalık içermeyecek şekilde fiilen ayrılması olanaklıdır; öyleyse salt idelerden oluşturulan bir akıl yürütmeyle çürütülemez; fakat bunu yapmadan da, bir nedenin zorunlu olduğunu kanıtlamak olanaksızdır.”324

Böylece Hume, felsefede genel bir ilke olarak kabul edilen “var olmaya başlayan her şeyin bir varoluş nedenine sahip olmak zorunda olduğunu” dile getirip “nedenin zorunluluğunu” ileri süren her türlü iddianın hiçbir biçimde kanıtlanamayacağını, hayal gücünün tüm ideleri birbirinden ayırabilme işlevinden yararlanarak ileri sürer. Hayal gücü, “ne zaman ideler arasında bir fark görse, bu ideleri kolaylıkla birbirinden ayırabildiğinden”, onun bu işlevi Hume’a, hem neden ve etki idelerinin birbirlerinden hem de neden idesinin varoluşun başlangıcı idesinden ayrı olduğunu iddia edebilme imkânı sağlamıştır. Böylece o, nedenin zorunlu olduğunu ileri süren her kanıtlamanın (demonstration) “bir aldatmaca ve safsatadan ibaret” olduğunu söyleyerek, bu zorunluluğu kanıtlamaya çalışan çeşitli felsefi görüşlerle hesaplaşma yoluna gitmiştir.

322 Felsefi ilişkilerin, “idelere bağımlı olanlar” ve “idelere bağlı olmayanlar” şeklinde birbirlerinden ayrılmasının nedenleri hakkında ayrıntılı bilgi için bknz. “Bilgi ve Olasılık Ayrımı” başlıklı kesim.

323 Hume, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, a.g.e., s. 65.

324 Hume, a.g.e., s. 66.

142

Kısaca ifade etmek gerekirse, onun yukarıda ifade etmeye çalıştığımız görüşleri,

“nedenin zorunluluğu”nun, ne görüyle idrak edilebileceği ne de kanıtlama yoluyla ispatlanabileceği için kesin olmadığını, yani bilgiden ya da herhangi bir bilimsel akıl yürütmeden türetilmediğini göstermeye yöneliktir. O hâlde, nedenin zorunluluğu, yani

“var olmaya başlayan her nesnenin varoluşunu bir nedene borçlu olup olmadığı”, bilgiden ya da bilimsel bir akıl yürütmeden elde edilmiyorsa, nereden ve nasıl elde edilmektedir? Hume bu soruya kısaca, gözlem ve tecrübe cevabını verir. Bir başka ifadeyle, gözlem ve tecrübenin yardımı olmaksızın, herhangi bir olayı belirlemeye ya da neden veya etki idesini çıkarsamaya çalışmak boşunadır. O zaman cevaplanması gereken bir diğer soru, tecrübenin böyle bir ilkeyi nasıl ortaya çıkardığıdır. Üstelik bu soruya verilecek cevap, “niçin belli nedenlerin zorunlu olarak belli sonuçları doğurması gerektiği hükmünü verdiğimizi” ve niçin nedenden etkiye bir çıkarsama yaptığımızın anlaşılması açısından da faydalı olacaktır.