• Sonuç bulunamadı

İnananın TBK md 509/I hükmünde öngörülen kanuni temlikten

B. TBK md 509 hükmünden yararlanma olanağına göre koruma

1. İnananın TBK md 509/I hükmünde öngörülen kanuni temlikten

a. Genel Olarak

TBK md. 509/I hükmü uyarınca, vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer. TBK md. 509/I

düzenlemesi, vekilin, müvekkil hesabına elde ettiği hakkı ona verme borcunu yerine getirmekten kaçınması veya vekilin iflâsı gibi ihtimallere karşı müvekkili korumak için getirilmiştir557. Zikredilen hükümde öngörülen kanuni temlikin konusunu yalnızca alacaklar teşkil eder; bunun dışında vekilin kendi adına müvekkil hesabına kazandığı mülkiyet hakkı, kanuni temlike konu olmaz558.

555 Wälli, s. 28-29; Keller, s. 25; BGE 83 II 530. 556 Yukarıda bkz. §5 II A ve §5 IV.

557 Gautschi, Art. 401, 1, a-c, 2, a; Oser-Schönenberger, Art. 401, N. 2. 558 Gautschi, Art. 401, N. 10, b; Tandoğan (Borçlar Özel), s. 517.

Üçüncü kişilerle gerçekleştirdiği hukuki işlemleri kendi adına; ancak vekâlet veren hesabına yapan (dolaylı temsilci) vekillere ilişkin olan TBK md. 509 hükmünün, niteliği gereği bu tür işlemlerden farklılaşan559 saf inançlı işlemlere kıyasen

uygulanması mümkün müdür ve mümkün ise bu uygulama hangi kanuni dayanakla ve nasıl olmalıdır?

Öğretide bu soruya çoğunlukla olumlu cevap verilmektedir560. Hâkim görüş561 gibi kanımca da, sui generis niteliği haiz olan -inanç konusunun üçüncü kişiden

kazanıldığı- saf inançlı işlemlere, TBK md. 509/I hükmü, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde kıyasen uygulanmalıdır. Diğer bir söyleyişle, TBK md. 509/I hükmü ile dolaylı temsili gerektiren vekâlet ilişkileri bakımından müvekkile getirilen kanuni temlik korumasının, saf inançlı işlemler bakımından inanan için de kıyasen geçerli olması gerekir. Ancak bu, kanımca, saf inançlı işlemlerin hukuki karakteri, yapısı ve işlevi nedeniyle, özellikle de inanç konusunun inanç ilişkisi sona erene kadar inananda kalması gereği dikkate alınarak, ancak bu işlemlere özgü (TBK md.

509/I hükmünde yer almayan) aşağıda562 açıklanacak olan önemli bir modaliteyle

(uygulama şartıyla) birlikte yapılacak (nitelikli) bir kıyasa dayanmalıdır. Böyle bir

kıyas (yani, kıyasen uygulanacak hükmün içermediği bir uygulama şartı öngörmek

suretiyle o hükmü aslında değiştirerek somut olay veya ilişkiye tatbik etmek) ise,

559 İnanç konusunun üçüncü kişilerden kazanıldığı saf inançlı işlemler ile dolaylı temsili içeren vekâlet

sözleşmeleri arasındaki farklara ilişkin açıklamalar için yukarıda bkz. §3 I B.

560 Tandoğan (Borçlar Özel), s. 552 vd.; Weber, Art. 401 N. 3, 4.; Kocayusufpaşaoğlu, s. 368; BGE

115 II 471; BGE 130 III 312 E. 5. 1. Aksi görüşte olan yazarlar ise, vekâlete ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla inanç anlaşmasına uygulanacağını kabul etseler dahi, inançlı işlemin amacının TBK md. 509’un bu işleme uygulanmasına elverişli olmadığını ileri sürmekte; söz konusu hükmün, dolaylı temsili gerektiren vekâlet halleri için öngörüldüğünü, inançlı işlemlerin bu tip vekâletten farklı olması sebebiyle TBK md. 509 hükmünün inançlı işlemlere uygulanamayacağını savunmaktadırlar, bkz. Wälli, s. 35-41, 101-102; Gubler, s. 261 vd.

561 Bir üstteki dipnotta belirtilen yazarlara ek olarak bkz. Felmann, N. 36; Honsell, H.: Schweizerische

Obligationenrecht, Besonderer Teil, 7. Auflage, Bern, 2003, s. 318; Bühler, R.: OR Handkommentar zum Schweizerischen Obligationenrecht, Zürich, 2002, Art. 401, N. 1.; Jäggi/Gauch, N. 179; Merz (Legalzession), s. 423; BGE 115 II 471; BGE 117 II 429; BGE 112 III 96.

kanımca, TBK md. 502/II atfına dayanan bir kıyas oluşturmaz. Çünkü TBK md. 502/II hükmündeki “niteliklerine uygun düşme” koşulu, TBK md. 509/I

düzenlemesinin saf inançlı işlemlere uygulanması bağlamında sağlanmış değildir ve (bu nedenledir ki) TBK md. 509/I kuralı, kıyasen uygulama atfında yapılması gerekenin ötesine geçilerek, yani uygulama şartlarında önemli bir değişiklik yapılmak suretiyle, saf inançlı işlemlere uygulanmak durumundadır. Bu özellikteki bir kıyas ise, daha ziyade, hâkimin, TMK md. 1/II kapsamında, (örf ve âdet hukuku kuralı bulunmadığı için ya da takdirde563) kanun koyucu gibi (modo legislatoris) hareket ederek hukuk kuralı yaratırken yararlanacağı bir kıyastır. Özetle, buradaki kıyas, sui generis sözleşmelerde (bizim de kabul ettiğimiz) yaratma ve kıyas

görüşüne uygun olarak564, hâkimin, saf inançlı sözleşmelerdeki inanç anlaşması için söz konusu olan bir hukuk boşluğunu doldurmak için yaratacağı kuralda, TBK md. 509/I hükmünden istifade etmesidir.

b. Hâkimin, TMK md. 1/II Hükmüne Dayanarak Hukuk Kuralı Yaratırken TBK md. 509/I Hükmünden Kıyasen Yararlanması

i. Genel Olarak

Önüne, buradaki gibi kanun boşluğu mevcut olan bir somut olay gelen hâkim, söz konusu kanun boşluğunu nasıl doldurmalıdır? Örf ve âdet hukukunda somut ilişkiye uygulanacak bir kural yoksa, hâkim, “kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural yaratacak idiyse öyle bir kural yaratacaktır” ilkesine uygun olarak, amaca uygunluk ve adalet perspektifinden yapacağı bir menfaat değerlendirmesi çerçevesinde, genel

563 -ki inançlı işlemlerde böyle bir örf ve âdet kuralının gelişmiş olduğuna dair herhangi bir doktrin ya

da yargı tespiti yoktur-.

ve soyut bir hukuk kuralı yaratacaktır565. Hâkim böyle bir kural yaratırken, daha serbest bir şekilde, uygun gördüğü belli hükümlerin öngördüğü çözümlerden de yararlanabilir; TMK md. 5 hükmünün işaret ettiği kıyasen uygulamadan farklı olarak, hâkimin hukuk yaratırken başka hükümlerin öngördüğü çözümlerden yararlanmasında daha geniş bir serbestlik vardır566. Yani hâkim, TMK md. 1/II gereğince burada, örf ve âdet hukuku kuralı da bulunmadığından, hukuk yaratırken çok daha serbest bir şekilde yapacağı kıyas ile TBK md. 509/I hükmünden

yararlanabilecektir.

ii. TMK md. 1/II Kapsamında TBK md. 509/I Hükmüne Kıyasen Yaratılacak Hukuk Kuralı Önerisi

1. Sui generis niteliği haiz inanç anlaşmasında, eğer inanan, inanılana karşı tüm

borçlarını ifa etmişse, özel modalitelere tabi tutulması gereken, nitelikli bir kanuni temlik düzenlemesine ihtiyaç olduğu açıktır.

2. Böyle bir düzenleme mevcut olmadığına göre, bu konuda gerçek bir kanun boşluğu

vardır ve bu boşluk TMK m. 1/II hükmü gereğince doldurulmalıdır.

3. TMK md. 1/II gereğince (örf ve âdet hukuku kuralı da olmadığından) hâkimin hukuk

yaratması bahis konusu olur ve hâkim hukuk yaratırken TBK md. 509/I hükmünden

çok daha serbest bir şekilde yapacağı kıyasla yararlanabilir.

565 Gürzumar (TMK 5), s. 160. 566 A.g.e., s. 161.

Bu tespitler çerçevesinde, saf inançlı işlemler bağlamında, TBK md. 509/I hükmündeki kanuni temlik düzenlemesinden serbest bir kıyas ile yararlanmak suretiyle, aşağıdaki şekilde bir hukuk kuralı önerisinde bulunmaktayız:

“Saf inançlı işlemlerde, eğer inanan inanılan karşısındaki borçlarını tamamıyla ifa etmişse;

(i) Taraflarca inanç konusu yapılmış olan bir alacak söz konusu ise; inanan, bu alacağın (alacakların) temliki sonucunun doğmasını istediğini beyan etmiş ise, bu alacak (ya da alacaklar), ayrıca bir alacağın temliki işlemine, yani inanılanın katılımına ihtiyaç olmaksızın, inanana intikal eder.

(ii) Taraflarca inanç konusu yapılmamış olan bir alacak söz konusu ise; inanan, bu alacağın (alacakların) temliki sonucunun doğmasını istemediğini beyan etmemiş ise, bu alacak (ya da alacaklar), ayrıca bir alacağın temliki işlemine, yani inanılanın katılımına ihtiyaç olmaksızın, inanana intikal eder.”

Burada önerilen hukuk kuralı, kanunda açıkça öngörülen bir “kanuni temlik” değildir. Çünkü kanunda, inançlı işleme uygulanacak böyle bir kanuni temlik öngörülmemiştir. Ancak bu temlik, hâkimin yarattığı hukuk kuralına dayanan bir temlik veya intikaldir. Temlik, hâkimin yarattığı hukuk kuralındaki bir ‘hukuki şart’a (condicio iuris) bağlanmıştır567.

567 Bu görüşümüzün alternatifi, kıyasın TBK md. 502/II hükmüne dayandığının kabulü olabilirdi.

Buna göre, denebilirdi ki, TBK md. 509/I hükmü emredici nitelik taşımadığına göre (bkz.

Kocayusufpaşaoğlu, s. 368), bu hüküm kendisine kıyasen uygulanacak olan saf inançlı işlemlerdeki inanç anlaşmasını yapmakla taraflar, bu hükmün öngördüğü hukuki sonucun doğmasını zımnen

sınırlandırmış sayılmalıdırlar. Yani taraflar, kanuni temlik sonucunun doğmasını, inanç anlaşmasının

bir gereği olarak, bu bölümde açıkladığımız hukuk kuralı önerimizdeki kayıtlara bağlamış (yani böyle bir kaydı zımnen kabul etmiş) sayılmalıdırlar. Gerçekten, tarafların TBK md. 509/I hükmünün öngördüğü sonucu bertaraf etmeleri münkün olduğuna göre, bu sonucun doğumunu belli bir olumlu

iii. TBK md. 509/I Hükmünde Öngörülen Kanuni Temlikin Kapsamına Giren Alacaklar

Hâkim, hukuk kuralını yaratırken, öncelikle, hangi alacağın (alacakların) TBK md. 509/I hükmünde öngörülen kanuni temlikin kapsamına girdiğini değerlendirmelidir. Dolaylı temsili gerekli kılan vekâlet ilişkileri için getirilen TBK md. 509/I hükmünde öngörülen kanuni temlikin -halihazırdaki düzenlemesi ile- hangi alacakları kapsadığı tespit edildikten sonra, artık iş, saf inançlı işlemler için yaratılacak hukuk kuralının hangi alacak (alacakları) kapsayacağı/ kapsaması gerektiği hususunun

değerlendirilmesine kalır.

TBK md. 509/I hükmü, vekilin, müvekkilin işini görürken, üçüncü kişilerden

kazandığı alacakların kanuni temlikini düzenlemektedir568. Buna göre;

TBK md. 509/I’deki kanuni temlikin konusu yalnızca alacak haklarıdır.

(Birinci Önerme)

Bu alacaklar, sadece, (i) vekilin, müvekkilin vekalet konusu işini görürken

(işini görmesi nedeniyle) (ii) üçüncü kişilerden kazandığı alacak haklarıdır. (İkinci Önerme)

ya da olumsuz şarta bağlamak suretiyle (açıkça ya da zımnen) sınırlandırmaları da mümkün olabilmelidir. Ancak, hemen yukarıda (bkz. §8 II B 1 b i) ve bu bölümde tafsilatlı olarak açıklanan hukuk boşluğu yaklaşımının yöntem olarak daha isabetli olduğu fikrindeyim.

568 Vekilin, bizzat müvekkilden devraldığı alacakların bu madde kapsamına girip girmediği konusu

öğretide çok tartışılmış; hâkim görüş, söz konusu hükmün ancak vekilin üçüncü kişilerden kazandığı

alacaklar için uygulanabileceği yönünde toplanmıştır, bkz. Ammann, s. 139 vd.; Keller, s. 70 vd.;

Bergmaier, s. 213 vd.; Felmann, Art. 401 N. 35-36. Hâkim görüşün aksine, ilgili hükmün, vekilin, alacağı bizzat inanandan devraldığı durumlarda da uygulanması gerektiğini savunan yazarlar ise, vekilin malvarlığında bulunan alacaklar arasında, bunların kökenine, yani kimden iktisap edildiklerine bakarak bir ayrım yapmanın haklı ve inandırıcı bir gerekçesi olmadığını belirtmişlerdir, Hofstetter, J.: Schweizerisches Privatrecht, Band. VII, 6. Teilband, Obligationenrecht, Besondere

Vertragsverhältnisse, Basel Genf München 2000, s. 137-138; Honsell, s. 318, Jäggi/Gauch, N.200; Weber, Art. 401, N.5; Weber, Art. 401, N. 5; Kocayusufpaşaoğlu, s. 372, dn. 92; Tandoğan (Borçlar Özel), s. 534-536.; Gümüş (Borçlar Özel), s. 188.

Bu iki önerme, (hukuk boşluğu doldurma yoluyla) saf inançlı işlemlere kıyasen uygulanacak olan TBK md. 509/I hükmündeki ‘vekil’ yerine ‘inanılan’, ‘müvekkil’ yerine ise ‘inanan’ ifadeleri konulmak suretiyle, aşağıda altı farklı durum (örnekler tahdidi değildir) üzerinden değerlendirilmiştir:

- İlk durum; inananın inanılana devrettiği inanç konusu alacaklarla ilgilidir. Bu tür

alacaklar, yukarıda belirtilen ikinci önermeyi sağlamadığından, TBK md. 509/I’deki kanuni temlike (evvelce açıklanan yöntemle) yapılacak kıyasa tabi olamaz.

- İkinci durum; inananın inanılana devrettiği inanç konusu para alacağının (aksi devir

anlaşmasında kararlaştırılmamışsa, TBK md. 189/II hükmü gereğince devralan inanılana geçen) işlemiş olan faizleri (faiz alacağı) ile ilgilidir. Söz konusu faiz alacağı, ikinci önermedeki “inananın işini görürken (işini görmesi nedeniyle) üçüncü kişiden kazandığı alacak” olmadığından, bu alacaklar da kanuni temlikin konusu olamazlar.

- Üçüncü durum; inananın inanılana devrettiği alacağın, devir sırasında henüz işlememiş olan faizleri ile ilgilidir. Buradaki faiz alacağı doğrudan inanılanda

doğacağı için, söz konusu alacak, inanılanın üçüncü kişi karşısında iktisap ettiği bir alacak niteliğini taşır. Ancak bu faiz alacağının TBK md. 509/I’deki kanuni temlike kıyasen tabi olup olmadığının tayin edilebilmesi için, ilk önce, ikinci önermedeki “(i) inananın işini görürken” şartının hangi durumda ve nasıl gerçekleşmiş sayılacağı hususunun tartışılması gerekir. Devir sırasında henüz işlememiş olan faiz alacağının, ‘inananın işi görülürken’ iktisap edilen bir alacak sayılıp sayılamayacağı sorusu cevaplanırken, şu iki farklı yaklaşımın söz konusu olabileceği düşüncesindeyim:

- Nedensellik bağı yaklaşımı - Zaman (süreç) yaklaşımı

Nedensellik bağı yaklaşımı kabul edilirse; faiz alacağı, inanılanın iş görmesi

nedeniyle değil ve fakat zaten kendiliğinden doğacağı için (yani inanılan iş görmese de faiz alacağı zaten doğacağından), söz konusu alacağın doğması ile işin görülmesi arasında nedensellik bağı yoktur. Dolayısıyla, “(i) inananın işini görürken” şartının gerçekleşmediği sonucuna varılmalıdır.

Zaman (süreç) yaklaşımı kabul edilirse; henüz işlememiş olan faiz alacağı doğduğu

anda, bunun bağlı olduğu asıl alacağın inanılanda bulunup bulunmadığı hususu önem kazanır. Eğer henüz işlememiş olan faiz alacağı, asıl alacak inananın menfaatine olarak inanılanda bulunduğu anda (o zaman aralığında/o süreçte) doğarsa, bu

yaklaşıma göre, söz konusu faiz alacağının, inanılanın “(i) inananın işini görürken” doğduğu kabul edilmelidir.

Kanımca, zaman (süreç) yaklaşımını benimsemek suretiyle, somut örnekte “(i) inananın işini görürken” şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu şekildeki bir kabul, dolaylı temsili içeren vekâlet ilişkileri bakımından mümkün görülmeyecek olsa dahi, hiç değilse, saf inançlı işlemler (örneğin alacağın tahsil amacıyla inançlı devri) bakımından (evvelce açıklanan yöntem ile yapılacak kıyas kapsamında) mümkün olabilmelidir. Zira, saf inançlı işlemler, yukarıda iki kurum arasındaki ayrımı açıkladığımız gerekçelerle569 (mahiyeti ve işlevi gereği) bu tür vekâlet ilişkilerinden farklılık arz eder570.

569 Bkz. yukarıda §3 I B.

570 Alacağın tahsil amacıyla inançlı devrinde, inanılan, inanandan inanç konusu alacağı devraldıktan

Bu açıklamalar ışığında, “(i) inananın işini görürken” şartı yerine gelmiş sayıldığı takdirde (veya ihtimâlde), artık sıra, inananın inanılana devrettiği para alacağının (devir sırasında) henüz işlememiş olan faizlerinin TBK md. 509/I’deki kanuni temlike tabi olup olmayacağının tespitine gelir. Bu soru cevaplanırken, söz konusu faiz alacağının taraflarca ‘inanç konusu’ yapılıp yapılmadığına göre iki ihtimal birbirinden ayrılmalıdır:

İlk ihtimal; inanç anlaşmasının taraflarının, henüz işlememiş olan faiz alacağının bizzat kendisini de inanç konusu yapmamış olmaları ihtimalidir. İnanılanın üçüncü kişi karşısında kazandığı faiz alacağı, inanç konusu asıl alacağın bir fer’i olduğu için, kural olarak, asıl alacakla birlikte el değiştirir. Zira, TBK md. 189/II hükmüne göre, asıl alacak devredildiğinde işlemiş faizler de onunla birlikte devredilmiş olur. Ancak bu, emredici bir hüküm değildir. Yani taraflar, asıl alacağın inanılana devredilmesi, işlemiş faiz alacaklarının ise inananda kalması konusunda anlaşabilirler. Kanunda bu konuda açık hüküm bulunmamakla birlikte, hâkim görüşe göre, faiz alacağının asıl alacaktan bağımsız olarak devredilebilmesi mümkündür571. Kısaca, alacağı devralan yeni alacaklı (vekil/inanılan), bu alacağa bağlı olan (ve hem bu alacakla birlikte iktisap ettiği halihazırda işlemiş olan hem de kendisinin borçlu karşısında iktisap ettiği, kendisi alacaklı iken işleyecek olan) faiz alacağını, asıl alacaktan bağımsız olarak devredebilir.

yıllık) faiz alacağı kendiliğinden doğar, inanılan söz konusu faizin alacaklısı olur. Bunun, üçüncü kişi karşısında inananın “işini görürken” iktisap edilen bir alacak sayılıp sayılmayacağı hususunda da aynı yaklaşımın (zaman – süreç) kabulünün mümkün olduğu kanısındayız. Dolayısıyla, bu işlemlerde de inanılanın, alacakla ilgili bir iş yaptığı varsayılmalıdır.

571 Oğuzman/Öz (Borçlar Genel), s. 323; Aydoğdu, M.: “6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda Faiz

ile İlgili Düzenlemeler”, DEÜHFD, C. 12, S. 1, Y. 2010, Basım Yılı: 2011, (s. 85-136), s. 88; Yücesoy Yılmaz, Y.: Ticari İşlerde Faiz ve Yargıtay Uygulaması, (s.303-330), s. 304, erişim: http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2019-140-1823, erişim tarihi: 15.02.2020.

Bu durumda, (yalnızca saf inançlı işlemler için kıyasen uygulama bakımından değil, salt vekâlet sözleşmesi bağlamında doğrudan uygulama bakımından da) TBK md. 509/I hükmündeki kanuni temlik, bu maddede aranan diğer şartlar gerçekleşmişse, vekilin/inanılanın üçüncü kişi karşısında iktisap ettiği (yani kendisi alacaklı olduktan sonra işlemiş olan) faiz alacağının -bu alacak vekile/inanılana devredilen inanç konusu alacağa bağlı bir hak olduğu halde- bu asıl alacaktan bağımsız olarak kendiliğinden intikalini (yani asıl alacaktan bağımsız bir kanuni temliki) de işaret etmektedir. Zikredilen hususlar da değerlendirildiğinde, bu ihtimalde, taraflarca inanç konusu yapılmamış olan faiz alacağı, kural olarak TBK md. 509/I’deki kanuni temlike tabi olmalıdır, meğer ki inanan bu sonucun doğmasını istemediğini beyan etmiş olsun. Özetle; eğer inanan, inanılan karşısındaki borçlarını tamamıyla ifa

etmişse, ilgili faiz alacağının kanuni temlike tabi olmasını istemediğini beyan etmemiş ise, alacak inanana -ayrıca bir alacağın temliki işlemine, yani inanılanın katılımına ihtiyaç olmaksızın- intikal eder.

İkinci ihtimal; inanç anlaşmasının taraflarının, bu faiz alacağının bizzat kendisini de inanç konusu yapmış olmaları ihtimalidir. Faiz alacağının inanç konusu olan asıl alacağa bağlı bir hak olmasının, onun asıl alacaktan bağımsız olarak kanuni temlikini engellemeyeceğini, çünkü bizzat TBK md. 509/I hükmünün bu ayrışmaya imkân vermiş sayılması gerektiğini, yukarıda belirttik. Öyleyse artık, taraflarca bizzat kendisi de inanç konusu yapılmış olan faiz alacağının TBK md. 509/I’deki kanuni temlike (TMK md. 1/II hükmü gereği yaratılacak hukuk kuralı gereği) kıyasen tabi olup olmayacağı değerlendirilmelidir. Bu ihtimalde, artık inanç konusu olan bir alacağın inanana kendiliğinden intikali söz konusu olduğundan, ilk ihtimalde vardığımız sonuç değişir. Nitekim, inanç anlaşmasının işlevi ve mahiyeti gereği,

tarafların, inanç konusu yapmış oldukları bir alacağın, aralarındaki inanç ilişkisi bitmeden inanana geri dönmesini istemedikleri kabul edilmelidir. Dolayısıyla bu ihtimalde, eğer inanan, inanılan karşısındaki borçlarını tamamıyla ifa etmişse, ilgili

faiz alacağının temliki sonucunun doğmasını istediğini beyan ederse/etmişse, faiz alacağı, -ayrıca bir alacağın temliki işlemine, yani inanılanın katılımına ihtiyaç olmaksızın- intikal eder.

Gerçekten; inananın, alacağını belirli bir süre yönetmesi amacıyla inanılana

devrettiğini varsayalım. Taraflar bu süre boyunca elde edilecek faizlerin de inanılan tarafından belirli bir şekilde değerlendirileceği hususunda anlaşmış olsunlar (yani faiz alacağını da inanç konusu yapmış olsunlar). Bu örnekte, faiz alacağının,

taraflarca belirlenen süre dolmadan, TBK md. 509/I hükmü gereği kanuni temlik ile inananın malvarlığına geçmesi, taraflar arasındaki saf inançlı işlemin amacı ile bağdaşmaz572. Faiz alacağının kendiliğinden inanana intikalinin, inananın bu

imkândan yararlanmak istediğini beyan etmesi anına kadar gerçekleşmeyecek olması, işlemin amacına ve taraf iradelerine daha uygundur.

Özetle; saf inançlı işlemler bakımından, bir alacağın (burada TMK md. 1/II yöntemiyle yaratılacak hukuk kuralı önerisi başlığı altında ortaya koyulan yöntem ile) kıyasen TBK md. 509/I’deki kanuni temlik korumasından yararlanıp

yararlanamayacağı hususu, söz konusu alacağın taraflarca inanç konusu yapılıp yapılmadığına göre çözülmeli; eğer alacak inanç konusu yapılmışsa yukarıda önerilen573 hukuk kuralının ilk fıkrası; eğer inanç konusu yapılmamışsa ikinci fıkrası uygulanmalıdır.

572 Kocayusufpaşaoğlu, s. 368-369. 573 Bkz. §8 II B 1 b ii.

Aynı yöntem ve aynı sonuç, inananın inanılana devrettiği inanç konusu hakkın fer’i olmayan (alacağın bizzat kendisi de ister inanç konusu yapılmış olsun ister olmasın) alacaklar için de söz konusudur. Bu önermemizi dördüncü ve beşinci durum altında şu şekilde somutlaştırabiliriz:

- Dördüncü durum; inananın inanılana devrettiği inanç konusu hakkın fer’i olmayan

ve taraflarca inanç konusu yapılmış olan, inanılanın üçüncü kişiden kazanacağı alacaklara ilişkindir. Örneğin inanan, inanılana, yönetmesi için bir taşınmazını devretmiş olsun. Taraflar, taşınmazın inanılan tarafından üçüncü kişilere kiralanması sonucu elde edilecek kira bedeli alacaklarının da inanılan tarafından yönetilmesini (yani kira alacaklarının da inanç konusu olmasını) kararlaştırmış olsunlar. Kira alacakları, inanılana devredilmiş olan inanç konusu taşınmazın fer’i niteliğinde olmadığından, yukarıdaki ‘inanç konusunun asıl alacaktan bağımsız olarak inanana

intikal etme’ ayrıntısı burada söz konusu olmaz. Üçüncü kişiden elde edilen bu kira

alacağı, kanuni temlik gerçekleştiği anda mevcut olmak kaydıyla, (TMK md. 1/II hükmüne dayanarak hukuk kuralı yaratılması metodolojisi izlenerek) önerilen574 hukuk kuralının ilk fıkrasına tabi olmalıdır. Eğer inanan, inanılan karşısındaki

borçlarını tamamıyla ifa etmişse ve ilgili kira alacağının temliki sonucunun doğmasını istediğini beyan ederse/etmişse, söz konusu kira alacağı, ayrıca bir alacağın temliki işlemine, yani inanılanın katılımına ihtiyaç olmaksızın, inanana intikal etmelidir.

574 Bkz. §8 II B 1 b ii.

- Beşinci durum; yine inananın inanılana devrettiği inanç konusu hakkın fer’i olmayan

ve fakat bu sefer taraflarca inanç konusu yapılmamış olan, inanılanın üçüncü kişiden kazanacağı alacaklara ilişkindir. Burada örnek olarak, dördüncü durumda bahsedilen ‘taşınmaz ve kira bedeli alacağı’ örneği ele alındığında; tek fark, bu sefer kira alacağının taraflarca inanç konusu yapılmamış olmasıdır. Yukarıda dördüncü

durumda varılan sonuç yerine, bu ihtimal bakımından, artık kira alacakları, yukarıda önerilen hukuk kuralının575 ikinci fıkrasına tabi olarak çözülmelidir. Yani, eğer

inanan, inanılan karşısındaki borçlarını tamamıyla ifa etmişse, kira alacağının temliki sonucunun doğmasını istemediğini beyan etmez/etmemiş ise, söz konusu kira alacağı, ayrıca bir alacağın temliki işlemine, yani inanılanın katılımına ihtiyaç