• Sonuç bulunamadı

1 2 İnönü Mağaraları

Mysia coğrafyasında bilinen en eski yerleşimlerden biri Havran’ın İnönü Köyü yakınlarındaki mağaralardır (Ek 2). Bu mağaralar, İnboğazı denilen yerde Büyük ve

38 Paşalar fosil topluluğu üzerinde yapılan üç değişik Tafonomik araştırmanın sonuçları için bkz.

Küçük Çal adlı iki yükseltiden Büyük Çal Tepe’nin dereye bakan kalker yapılı yamaçlarında yer almaktadır. Mağaraların Paleolitik çağa uzanan verileri yanında bizim açımızdan asıl önemi hemen önünde inşa edilen baraj sularından etkilenecek olmasıdır. Wiegand (Reisen in Mysien)39 gibi birçok araştırmacının yayınlarında değinilmiş olmakla birlikte bölgede en ciddi araştırma İ. Kökten Kılıç’ın TTK. adına yaptığı “Tarih Öncesi Araştırmaları” kapsamındaki kazılardır (Kılıç 1949). Mağaraların adlarını da son değinilen araştırmacıdan öğrenmekteyiz: Devedamı, Karanlık, Aydınlık ve Andık mağarası. Kökten’in kazdığı mağara bizimde incelediğimiz dere tabanına yakın ve diğerlerinden daha büyük olan Karanlık mağarası olmalıdır (Ek 2 a). Bu mağaranın ağzı güneye bakmaktadır. İçten ağzına yakın bir yerde açılan açmada yaklaşık 2. 20 m. derinlikteki kültür toprağında üç farklı tabaka tespit edilmiştir. Ayrıca en üstteki 2, ortadaki karışık olmakla birlikte 6, alttaki de 7 ayrı seviye göstermekte, böylece 15 farklı kültür evresinin varlığı anlaşılmaktadır (Kılıç 1949). Bunlardan ilk iki seviye Yunan ve Roma malzemesi vermiş, bu seviyelere ait adak heykelcikleri de Kybele kültünün mağaradaki göstergesi olarak yorumlanmıştır. 6 seviyeden oluşan ikinci katta kaba siyah çömlek kırıkları ve küçük boyda değirmen taşları ile karşılaşılmıştır. En alttaki tabakanın üst kısımlarında üst seviyelerdeki kap parçaları devam etmekle birlikte Troia II seramiği ile karşılaştırılabilecek parçalarla çakmaktaşı, kemik eşya, artık hayvan kemik parçaları ele geçmiştir. Bu seviye Kalkolitik ve Neolitik devirlere tarihlenmektedir (Kökten 1949). Ancak çakmak taşından yapılmış olan ok uçları ve yonga aletler üzerinde Paleolitik devir tekniğinin izlerine rastlanması mağaranın en erken kullanım aşamasının Paleolitik döneme ait olduğunu düşündürmektedir.

Engin Beksaç’ın (2003b) aşağıda değinilecek araştırmaları kapsamında baraj inşaatı nedeniyle gezemediğini bildirdiği mağaraların bulunduğu alanı 2007 yılında ziyaret etme fırsatımız oldu. Ancak arazi şartlarının zorluğu, bölgeyi tanıyan bir rehberimizin olmaması ve zaman darlığı nedeniyle aklımızdaki sorulardan hepsinin yanıtlarını bulabildiğimizi söyleyemeyiz. Sadece birisi dere tabanına yakın (Karanlık), diğeri ise Balıkesir- Edremit karayolundan bile fark edilen iki mağarayı inceleyebildik. Tepenin güney yüzünde adeta asılı duran bir diğeri ulaşım güçlüğü nedeniyle ancak karşıdan görülebilmektedir. Kökten’in bahsettiği dördüncüsü ise ilk iki mağara

39 Yazarın bu makalesine ulaşmadığım için alanda İ. Kökten Kılıç öncesi kazı yapılıp yapılmadığını

arasındaki açıklık olmalıdır. Tepenin güneyinde ana kayaya işlenmiş kabartma benzeri oluşumu karşıdan Hitit geleneğinde tanrı ve kral kabartması gibi algılasak da kabartmaya ulaşmanın imkânsızlığı nedeniyle bu düşüncemizi teyit edemedik. Kabartma, mağaralarla ilgili bilgi veren yayınlarda da ne yazık ki yer almamaktadır. Küçük Çal tepe üzerindeki bir Hitit yerleşimi kabartmanın işlevini daha anlaşılır kılacağı kanısındayız.

Eğer gerçekten Hititler Ege denizine kadar batı Anadolu’ya hakim oldularsa onların Edremit körfezini kontrol etmelerini sağlayacak en stratejik noktalardan birisi burasıdır40. Bölgeyi iç kesimlere bağlayan yol üzerinde olması ve geri çekilme kolaylığı burasının ulaşım ve iletişim açısından stratejik önemini arttırmaktadır. Bugün zeytin ağaçları ile kaplı olan arazi sahibinin bir gecede bütün tepeyi toprak kaymasına karşı teraslandırdığı yönünde anlatılanlar burada işlenmiş taşların bolluğu ve dolayısıyla eski yerleşimi kanıtlamaktadır. Engin Beksaç’ta Şıvga tepesi olarak adlandırdığı tepenin Edremit ve Burhaniye ovalarını uzaktan kontrol eden en doğudaki nokta olarak topoğrafik önemine dikkat çekmektedir (Beksaç 2003b)41. Aynı araştırmacıdan öğrendiğimize göre rahatlıkla güneydoğu yamaçlarından zirvesine ulaşılabilen tepenin değişik seviyelerinde kyklop duvarlara rastlanmakta, zirve çevresinde de bir savunma duvarının izleri fark edilmektedir. Tepedeki doğu batı doğrultusunda oval biçimli düzlükte biri belirgin ikisi kesin olmayan üç sarnıç yer almaktadır. Belirgin sarnıcın 6- 7 m. çap, 10- 15 m. derinliğe sahip olması, yerleşimin boyutları hakkında ipucunu oluşturur. Zirvede yoğun biçimde görülen tuğla ve kiremit kalıntıları, siyah kaba dolgulu Demir çağı, Klasik, Hellenistik ve Roma dönemi seramikleri yanında az miktarda gri mat Aiolik seramik, tepenin uzun bir zaman sürecinde iskân edildiğini kanıtlamaktadır. Bizans malzemesine rastlanmaması yerleşimin Ortaçağ sürecinde önemini yitirdiğini düşündürmektedir. Beksaç’ın değindiği diğer ayrıntı tepenin mağaralarla karşı karşıya olan kuzey batı ucunda günümüzde zorlukla seçilebilen bir kaya düzenlemesiyle, kaya sunağı oluşumudur.

40 Bölgeyi gezdiğimiz dönemde, eteklerindeki baraj yolundan geçmemize ve yerleşim için uygun olduğu

düşüncemize rağmen yerleşim barındırdığı yönündeki bilgilere sahip olmadığımız için incelemeye gerek görmemiştik. Bu durum yüzey araştırmaları öncesi kütüphane çalışmasının önemini bir kez daha kavramamızı sağlamıştır.

41

Mağaralara geri dönersek; Kökten’in kazısı mağaralar hakkında bir ön bilgi oluştursa da gerek o dönemdeki teknik imkânsızlıklar gerekse kazıların çok kısa sürmesi nedeniyle alanın yeterli araştırılmadığı kanısındayız. Tarih öncesi dönemlere ait bir kazının sadece birkaç aylık bir çalışmayla güvenilir sonuçlara ulaşması düşünülemez. Nitekim kendiside ışık yetersizliği nedeniyle açmanın mağaranın ağzında açıldığını bildirmektedir. Bizim görüşümüz mağaralarda günümüzün Arkeoloji teknikleri ile yeni bir kazı yapılaması gerektiği yönündedir. Fakat bunun için geç kalındığı da görünmektedir. Çünkü Büyük Çal ve Küçük Çal tepeleri arasında konumlanan Havran Barajı tamamlanarak su tutma aşamasına gelmiştir. Su tutulduğunda Kökten’in kazı yaptığı bizimde arkeolojik anlamda en önemli gördüğümüz mağara su altında kalacaktır. Diğerlerinin de en azından nemden etkileneceği açıktır. Bu duruma gelinmeden önce yetkili devlet kurumlarının işbirliği ile yeni bir bilimsel kazı yapılması sağlanabilirdi. Hatta baraj yerine İnboğazı Mağaraları turizme açılarak belki barajdan elde dilecek kazanç telafi edebilirdi. Ancak görünüşte akarsularımızdan daha iyi faydalanma amacı güden fakat bilinçsiz ve denetimsiz bir şekilde hazırlanan bu proje, yatırılan paraların boşa gideceği gibi bahaneler ve popülist siyasi gelenek nedeniyle her zamanki gibi bir tarihi değerimizi daha yok etmektedir.