• Sonuç bulunamadı

2 4 8 Arkeolojik Araştırmalar

Belgede Antikçağ'da Mysia ve arkeolojisi (sayfa 101-105)

Kyzikos, tıpkı Pergamon kenti gibi Antikçağ’dan bugüne hiçbir zaman unutulmamıştır. Yayınlanmamış bir çalışmada kentin 1902 yılında bir İngiliz araştırma ekibince ilk kez kazıldığı yazılıdır. Ancak bu araştırma hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmadığımız için biz Kyzikos’taki kazı çalışmalarını E. Akurgal ile başlatabiliriz. Akurgal 1952 yılında İon kolonizasyonunu açığa çıkarmak amacıyla Daskyleion’u da kapsayacak şekilde bölgedeki araştırmalarında Nezih Fıratlı ile birlikte Hadrianus Tapınağı çevresinde kazı çalışmaları yapmıştır (Akurgal 1956). Bu çalışmaların en önemli buluntusu kentin en erken yerleşimine işaret eden seramiklerdir. Diğer yandan Akurgal ile birlikte kazılara katılan C. Bayburtluoğlu’nun kalıntı alanında karşılaşılan bir lahdin çıkarılmasında yaşanan zorluklar nedeniyle sandukasına açılan bir delikle içinin boşaltıldığı yönündeki aktarımı, bu dönem kazılarının bilimselliği konusunda hiçte olumlu değildir (Yaylalı& Koçhan& Başaran 1991). Daha sonra ilk sistemli kazılar ise Abdullah Yaylalı başkanlığındaki bir ekip tarafından gerçekleştirilmiştir. Ekibin 1988 yılında yaptığı yüzey araştırmaları, her geçen gün biraz daha küçülen Hadrianus Tapınağı kalıntı alanında kazı yapılması gerektiği düşüncesiyle 1989 da kazıya dönüşür (Yaylalı 1990). Bu dönem kazı çalışmalarının ağırlığını yüzyıllardır

devam eden amansız doğa ve insan tahribatı nedeniyle tamamen moloz yığını haline gelmiş olan tapınağın kazısı oluşturmaktadır.

Tapınakta yapılan ilk kazılar; Anconalı Cyriacus’un XV. yüzyılda yapının yarısının ayakta olduğu şeklinde verdiği bilgiler ile çelişecek şekilde 1- 1, 5 m. yakın dönem tahribat katmanına karşılık 2 m. civarında Bizans tahribatı olduğunu ortaya koymaktadır (Yaylalı 1990). Bu durumda seyyahın verdiği bilgiler ya ikinci ziyaretinde karşılaştığı tahribatın boyutunu yansıtma gayesiyle yapılan bir abartma ya da Rönesans çağının abartılı tutumuyla açıklanabilir. Kazı çalışmaları sonucunda tapınağın doğal afetlerden ziyade Bizans dönemini de içine alacak şekilde insan eliyle en az iki kez yıkıma uğradığı kesinleşmiştir. Yıkımın ilki Konstantinopolis’in kuruluşu sırasındaki yapılaşma ile başlayan Bizans, ikincisi ise Türk hâkimiyeti dönemine aittir. Alanda sürekli kireç ocaklarının çalışması tahribatın diğer boyutudur. Bugün korunabilmiş bazı parçalar kireç ocaklarında henüz tam kireçleşmemiş olanlardır.

Tapınak alanında ilerletilen kazılar; kesin çizgilerle birbirinden ayrılmamakla birlikte üç dönemin atık ve kalıntılarının birbirlerine karışmış durumda olduklarını ortaya koymuştur. Tapınağa ait mimari, plastik buluntular, gömüt ve pithoslardan oluşan Bizans atıkları ve günümüz atıkları. Söz konusu üç dönemin izlerini taşıyan bulguların birbirlerine karışmış olması tapınaktaki yıkım ve yağmalama sürecini saptamada da zorluklara neden olmaktadır. Bizans dönemine ait kiremit örgü ve çocuklara özgü küp mezarlar, depolama amaçlı pithoslar ve bazı Bizans malzemeleri kapsamı yada dönemi henüz saptanamasa da alandaki bir Bizans yerleşiminin işaretleridir. Mezarların altındaki seviyeden Bizans malzemesinin gelmemesi ve bu seviyelerdeki tapınağın üst yapı elemanlarının da çok fazla karışmamış olması Bizans kullanımı öncesi yapının bir depremle yıkıldığını düşündürecek faktörlerdir (Yaylalı& Özkaya 1992). Fakat tapınak çevresi Bizans döneminde yerleşime açık olduğundan yıkımda depremlerin yanında bu dönem sakinlerinin de etkili olduğu anlaşılmaktadır.

1991 yılı kazılarında yaklaşık 3 m. derinlikte basamak benzeri düzgün sayılabilecek bloklarla örülü bir yükseltiyle karşılaşılarak kısmen de olsa tapınağın alt yapısına ulaşılabilmiştir (Yaylalı& Özkaya 1992). Fakat ortaya çıkarılan basamakların çeşitli boyutlardaki dikdörtgen bloklarla örülmesi ve aralarında yer yer moloz dolgu kullanılması, bunların mermerden örülü özgün basamak dokusunun yuvaları olduklarını göstermektedir. Mermer blokların insitu konumlarında bulunmayışı da tahribat ve

yağmalamaya bağlanabilir. Değişik boy ve türde taşlardan örülen çekirdek dokuda belirli bir süreklilik izlenmesine karşılık basamaklar sayı ve boyut açısından farklılık göstermektedir ki bu düzensizlik ancak düzgün mermer bloklarla giderilmiş olabilir. Ne yazık ki kazılar çekirdek dokuda karşılaşılan dikdörtgen biçimli tüf blokların tapınağın daha önceki evresine ait olduğu şeklindeki yorumları açıklığa kavuşturacak boyutta değildir.

Kazılar sırasında ele geçen mimari parçaların büyük çoğunluğu özgünlüklerini yitirdikleri için yapının neresine ait oldukları ve bütün kompozisyonları hakkında kesin bir şey söylemek imkânsızsa da sitilleri tanımlanabilen bazı örnekler de vardır. Bunlar arasındaki bir silme parçasının İ.S. II. yüzyıl ortalarını gösteren özellikleri Kyzikos atölyelerinin Pergamon okulu etkisinde çalıştığını göstermektedir (Yaylalı& Özkaya 1994). Yine kazılarda ortaya çıkarılan bazı sütun parçaları üzerinden edinilen izlenimlere göre; sütunlar yaklaşık 2. 60 m. çapındadır. Zarfı ve kurşun perçini ile iyi korunmuş bir sütun tamburu dübelleri de Cassius Dio ve onu kaynak alan bazı araştırmacıların tapınak sütunlarının monolit olduğunu bildirmesinin tersine tamburlardan oluştuğunu ortaya koymuştur (Yaylalı& Özkaya 1993). Sütunlarla ilgili bir başka husus tamburların iki farklı tip gösterdiği yönündedir (Yaylalı& Özkaya 1996). Buluntuların büyük çoğunluğunun Antoninler dönemi özelliklerini yansıtması da tapınağın yapım tarihi ile ilgili bilgileri doğrulamaktadır.

Yaylalı başkanlığındaki araştırmaların yoğunlaştığı alanlardan ikincisi kentteki yapı kalıntılarını belirlemeye yönelik gerçekleştirilen yüzey araştırmalarıdır. Alanın bitki örtüsüyle kaplı olması ve açık bazı alanların da tarım arazisi elde etmek için temizlenmesi yüzey araştırmalarının verimini azaltmakla birlikte bu yönde sürdürülen çalışmalarda önemli bulgulara ulaşılmıştır. Bulgulardan biri kentte agora özelliği gösteren üç alanın belirlenmesidir. Yüzey buluntularına dayanarak Hadrianus tapınağının kuzeyindeki Hadrianus Agorası, güney surlara bitişik Aşağı Agora ve tiyatronun güneyinde konumlanan Yukarı Agora (Devlet Agorası)’ nın yerleri belirlenmiştir (Başaran 1990). Yüzey araştırmalarının diğer bir sonucu Panormos limanının gerisinde eski yayınlarda Bouleuterion olarak adlandırılan yapı kalıntısının

Metroon111 olduğu yönündedir (Yaylalı& Özkaya 1993). Burada karşılaşılan bazı mimari parçalar üzerindeki kabartmalar yapının iki farklı boyutta frize sahip olduğunu göstermektedir112 (Yaylalı& Koçhan& Başaran 1991). Kentin yayılım alanını belirleme amacı da güden yüzey araştırmalarının bir başka sonucu, Kapıdağı Yarımadası’nın karayla birleştiği yerin güneyindeki su kemeri kalıntılarıdır (Yaylalı& Özkaya 1996). Ancak su kaynağı ve buna bağlı yapılaşmalar konusunda belirgin veriler elde edilememiştir. Yüzeyden toplanan seramik parçaları üzerinde yapılan incelemelerde Kyzikos’un İ.Ö. VI. yüzyıldan itibaren dönemin ünlü kentleri ile eşdeğerde bir seramik üretim geleneğine sahip olduğunu göstermektedir. Özellikle kentin doğusundaki Panormos limanına açılan Demir Kapı civarında yapılan araştırmalarda toplanan seramikler yukarıdaki savı güçlendirmektedir.

Ayrıca bu sav kentin kültür katmanlarını belirleme amacını taşıyan sondajlarla da kanıtlanmıştır. Zira 1989 yılında yukarıda değinilen alanda açılan bir sondajda iç ve dış pazara yönelik çömlekçi atölyelerinin burada olduğu yönünde önemli ipuçlarını oluşturan fırın malzemeleri ve defolu seramik parçaları ortaya çıkmıştır (Yaylalı& Özkaya 1992; 1998). Buluntular arasındaki Ephesos türü “west slope ware” özellikli parçaların yanı sıra benzerleri daha çok Pergamon’da bulunan kabartmalı seramikler; Kyzikos’un seramik konusunda anılan kentlerle eşdeğerde üretim yaptığını göstermesi ve sosyal ve siyasal açıdan varlığı bilinen ilişkilerin bir kez daha ortaya çıkması bakımından önemlidir. Hadrianus Tapınağı’nın kuzey doğusunda açılan bir başka sondaj, katmanlaşma açısından sonuç vermese de113 Klasik dönemde kentin surlarla sınırlı olasına karşın, yerleşimin Bizans döneminde surların dışına taşmış olduğu tezini bir kez daha belgelemiştir. Sondaj çalışmalarının önemli bir buluntusu da tiyatronun güneyi ile Prytaneion’un114 kuzeyi arasındaki alanda rastlanılan ve kazı ekibi tarafından “haç mozaiği” diye tanımlanan taban mozaiğidir (Başaran 1993). Tümüyle geometrik

111 Metroon’da daha sonraki yıllarda yapılan kazı çalışmaları için bkz. Öztürk 1995; 1996; 1998; Kaya,

Tan 2004.

112 Kyzikos’ta iki farklı frize sahip diğer yapı Hadrianus Tapınağı’dır. Yapıda ele geçen farklı tarzda friz

parçaları, sellasında ikinci bir firizin olabileceğini düşündürmektedir(Yaylalı 1990).

113 Sondajda üç kültür katı tespit edilebilmiştir. I. Osmanlı, II. Bizans mezarları ile çağdaş yerleşim, III.

katmanda ise sadece bezemesiz seramik parçaları ile kemik ve demir cüruf parçası ele geçmiştir (Başaran 1993).

114 Bugün yalnız doğu yöne bakan giriş kısmına ait kalıntıları görülebilen yapı, Panormos limanının

şekillerden oluşan ve İ.S. V. yüzyıla tarihlenen mozaiğin önemli bir yapıya ait olduğu düşünülebilirse de buluntuların yetersizliği nedeniyle konu aydınlatılamamıştır.

1988- 1997 yılları arasında gerçekleştirilen Abdullah Yaylalı başkanlığındaki kazılar, ne yazıkki Kyzikos’un Antikçağ’daki görkemini yansıtacak buluntular vermemiştir. Bunun en önemli sebebi depremlerle hasar gören yapı elemanlarının Konstantinopolis’in bayındırlaştırılması sürecinde sökülerek Doğu Roma’nın başkentine taşınmasıdır. Daha sonraki süreçlerde kalıntı alanında kalan mermerlerin büyük çoğunluğu da kireç ocaklarında yakılmıştır. Fakat bu dönem kazılarının bazı eksikliklerinden söz etmek de mümkündür. Bunlardan biri diğer Mysia kentlerinde olduğu gibi kazıların kısa sürmesi; bir diğeri ise hafriyat işlerinin öğrenciler tarafından yapılmasıdır115. Üçüncü bir eksiklikte restorasyon çalışmalarının yok denecek kadar az olmasıdır. Gerçi bu da, yapı elemanlarının işlevleri anlaşılamayacak derecede tahrip olmasına bağlanabilir. Ancak yinede mimari ağırlıklı bir kazıda kazı ve restorasyon çalışmalarının parelel olarak yürütülmesi gerekmektedir. Diğer yandan Kyzikos kazıları uzun bir aranın ardından 1996 yılında daha önce Yaylalı başkanlığındaki kazılara dakatılmış olan Yrd. Doç Dr. Nurettin Koçhan bilimsel başkanlığında yeniden başlamıştır. Yeni dönem kazılarının daha kapsamlı ve yoğun bir şekilde yapılarak kent ile ilgili soru işaretlerinin aydınlatılmasını umuyoruz.

Belgede Antikçağ'da Mysia ve arkeolojisi (sayfa 101-105)