• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.3. EMPATİ BECERİSİ

2.1.1. Söylem Yerine Kullanılan Kavramlar

2.1.1.3. İdeoloji

Fransız filozof Destutt de Tracy (1754-1836) 18. yy.da konusu düşünce (idea) olan ve düşünceleri incelemek üzerine yoğunlaşan bir bilim dalı tasarlar, bu amaç doğrultusunda “idée” (düşünce, kanı, inanış) sözcüğünden “idéologie” kavramını oluşturur (Yıldız, Günay, 2011:154). İdeoloji (ideology) 18. yy.da Fransa, İtalya ve İspanya’da 19. yy.a gelindiğinde ise Birleşik Devletlerde etkili olmuştur. Kavramın ortaya çıkış nedeni ise kilisenin yani Skolastik düşüncenin “bilgi” nin üzerinden kalkan baskısının sonucu ortaya çıkan boşluğu doldurmaktır (Fairlough, Graham, 2015:162). Tracy ilk defa 1796 yılında kullandığı ideolojiyi, bilinçli düşünce ve fikirlerin kaynaklarını açığa çıkarmak anlamına gelecek şekilde tarafsız bir terim olarak kullanmış fakat terim zamanla tarafsızlığını, bir bilim dalının adı olma kimliğini yitirmiştir. Terimin tarafsızlığını yitirmesinin ardından Eagleton ideolojiyi toplumdaki belirli kesimlerin çıkarlarını koruyan aldatıcı bir düzen olarak tanımlamıştır (Sucu, 2012: 31).

Van Dijk, ideolojinin muğlâk ve tartışmalı bir kavram olduğunu belirtir.

Yazar, ideolojiyi tanımlamadan önce feminizm, sosyalizm ve komünizm gibi yaygın ideoloji örneklerini verdikten sonra bu ideolojileri paylaşan grupların dünyaya ilişkin bakış açılarında onlara yol gösteren genel fikirler olduğunu belirtir. Bu tespitten sonra şöyle genel bir tanımlama yapar: İdeolojiler bir grubun üyelerinin köklü inançlarıdır. Van Dijk’in bu tanımlamada asıl değindiği ideolojinin olumsuz kullanımının siyasi alandaki yeridir. İdeloji zamanla geleneksele karşı çıkan, bilgiyi, gerçeği reddeden düşünceler olarak konumlandırılmıştır. Konumlandırma böyle olunca Biz ve Onlar şeklinde kutuplar oluşmaya başlamış. Bizim savunduğumuz bilgi ise onların savunduğu ideoloji olmuştur. Söylem bu konumun neresindedir? Söylem, ideolojinin üretiminde rol alır. Söylemler hem ideolojilerden etkilenir hem de

41 ideolojiyi üretir ya da gizler. Belirli gruplarda ifade edilen söylemler ideolojik temellidir (2015: 16-19)

Karl Marx’ın görüşlerinin Batı dünyasında tanınmasına kadar ideoloji fazla bir gelişim göstermez. Marx’ı harekete geçiren durum 20. yy. içinde sömürgeleştirilmiş toplumlardır. Marksist ideolojinin amacı bu toplumların özgürlüğe kavuşmasıdır. İkinci dünya savaşından sonraki özgürleşme hareketleri ve Batının sömürgeciliğinden kurtulma dalgası sırasında Marksist ideoloji çok önemli bir işlev görür (Yıldız, Günay, 2011:154). Marx’ın çalışmalarında ideoloji kuramının yönü tamamen toplumsal koşullara kaymıştır. Marx’ın yazıları kritik bir eşik niteliğindedir, bu yazılarla ideoloji siyasette anahtar sözcük olmuştur. Marx’a göre hakikat çarpıtılmış ya da yanılsamaya maruz kalmıştır ve bu yanıltma, aldatmaca ve gizemleştirme ile uğraşan ideolojidir. Marx ideolojinin iktidar kavramıyla ortaya çıktığını yani bazı sınıfların tahakkümüyle özdeşleştiğini belirtir. Toplumda maddi gücü elinde bulunduran grup aynı zamanda egemen manevi güçtür. Bu egemen grup hem maddi üretim araçlarını hem de zihinsel üretim araçlarını elinde tutar. Zihinsel üretim kime aitse hâkim düşünce de o grubun düşüncesi olur. Eğer egemen grup düşerse ideoloji de yerle bir olur. İdeoloji, kapitalist sistemlerde eşitsizliği gizleyen perde görevi görür. Marx’tan sonra Marksist düşünürler de kavrama hayli ilgi göstermişler ve ideolojinin siyasi arenadaki yeri de gün be gün artmıştır. Özellikle Lenin’in her sınıfın bir ideolojisi olacağı yönündeki çalışmaları ve “kapitalist ideolojiye” karşı kullandığı “sosyalist ideoloji” ifadesiyle ideoloji üzerindeki negatif algı da değişmiştir. Artık ideoloji her grubu birleştiren, onların taleplerini dile getiren ve istediklerini elde etmeye grubu yüreklendiren yönlendiren bir kavram olarak anılmaya başlamıştır. 20. yy.da gerçekleştirilen bütün sosyalist devrimlere karşı kapitalist düzenin başarılı olması hatta her defasında daha da güçlenerek dünya sahnesinde kendini göstermesi üzerine zihinlerde şu soru dolaşmaya başlar;

kapitalizm açık bir şiddet ve zorbalığa başvurmadığı halde kitleleri nasıl yönetmektedir. Bu soru 1930’dan sonra Althusser, Foucault gibi araştırmacıların ilgi alanına girmiş ve ideoloji kavramının gücü söylem çözümlemelerinde araştırılmıştır (Bulut, 2011: 189-194).

Marksizmden kurtulma çabası ideolojinin farklı disiplinlerle birleştirilerek yeniden tanımlanmasının yolunu açmıştır. Raymon Aron’un yaptığı: “Toplumsal çevrenin yorumlanmasının genel dizgesidir” tanımı, ortak bir tanım gibi görülür.

42 Belli bir toplum içinde tarihsel bir görevin ve bir varoluşun olması gerekliliği vurgulanır. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşının etkileri sona erdikten sonra özellikle 80’lerden sonra, sınıfsal ayrıma vurgu yapan ideoloji kullanımından uzaklaşılmış.

İdeoloji-sonrası, kültür kuramları, postmodernizm gibi adlar kullanılmıştır (Yıldız, Günay, 2011: 154-155). İdeolojiyi sınıf kıskacından kurtararak, özgürleştiren Althusser olmuştur. Onu, bir sınıfın diğerine kabul ettirdiği bir fikirler dizgesinden çok, tüm sınıfların katıldığı sürekliliği olan ve her yana yayılmış pratikler dizgesi olarak yeniden tanımlamıştır; pratiklere katılan tüm sınıflar başat sınıfın çıkarlarına hizmet etmekle yükümlüdür. İdeoloji olmadan bireyler varlıklarını sürdüremezler.

İdeoloji, her yana yayılmış pratikler olarak insanların tüm etkinliklerinin içine sızmaktadır. Althusser’e göre ideoloji, devletin baskıcı aygıtlarının yaptırım mekanizmasını işleten bir aygıttır. Althusser, en yaygın ve en görünmez ideolojik pratiklerinden biri olarak çağırma ya da seslenme ilişkisini kurmaktadır. Her türlü iletişimde birine seslenme eylemi mevcuttur. Seslenilen kişi iletişime yanıt verdiğinde ideolojik inşa içerisinde yerini bulmaktadır. Yanıt verenler kendilerini özne olarak konumlandırmaktadırlar (Sucu, 2012: 35).

İdeolojilerin var olabilmesi, toplum üzerinde etkili olmalarına ve toplum bilincinde iz bırakmalarına bağlıdır. Bu noktada devreye toplumu ikna etme ve toplumun rızasını kazanma eylemleri girmektedir. Süreç içerisinde toplumu ikna edebilecek yapı, söylemsel alanlardır. Söylemsel alanlar ideolojik mücadelelerin hareket alanına dönüşür ve hedeflerine de “özne”leri almaya başlarlar. Toplumda, çoğunluğu ikna edemeyen ya da toplumun rızasını kazanamayan ideoloji toplumsal hareket noktasına gelemez. Bu yüzden tüm ideolojilerin temel amacı özneleri kendi safına çekmektir. İkna edilen öznede yeni bir bilinç hali oluşur. Bundan sonraki aşamada özne, durumu içselleştirir ve kapanma sağlanır. Kapanma esnasında bireye ideolojik temel doğrultusunda algısının ya da zihninin sınırları çizilir ve birey sadece bu alanda hareket eder, bireyin etrafını bu sınırlar çevirir, aslında birey kalıbın içinde dondurulur. Kapanma, ideolojiler için hayati önem taşır. Eğer kapanma olmazsa birey çok sayıda ideolojiye maruz kalır ve onlardan etkilenmeye başlar. Bunun gibi süreklilik gösteren değişimler ideolojilerin devamlılığı önündeki en büyük engeldir.

İdeolojik söylemle ikna edilen özne, aslında bu alana hapsolur. Egemen yapı boşluksuz bir ideolojik söylem oluşturmazsa muhalif yapı bu boşluklardan faydalanarak karşıt söylemler oluşturmaya başlar. Bu açıklama da göstermektedir ki

43 toplumdaki bilinci belirleyen söylemlerdir. Söylemleri elinde tutan egemen güç toplumun bilincinin yönünü de belirler. Toplumda sürekli egemen ideoloji ve muhalif ideoloji mücadelesi vardır. Egemen ideoloji söylem alanında kendini kapanma süreciyle korurken muhalif ideoloji de söylemde yer alan boşluklardan sızarak bireyleri ikna etmeye çalışır, bilince sızma girişiminde bulunur (Çoban, 2015:

208-211).

Purvis ve Hunt (2014: 9-13) söylem ve ideolojinin toplumsal ilişkilerin çözümlemelerinde birbirinden farklı teorik rollere sahip olduklarını belirterek ciddi bir ayrıştırmaya gitmeden yumuşak geçişlerle farklı kavramlar olduğunu vurgulamışlardır. İki kavram arasındaki farkı şu şekilde açıklarlar: İdeoloji Marx’tan hareketle çatışan çıkarlar, mücadele ve bilinç gibi kavramlarla ilgilenir; söylem ise bütün toplumsal ilişkiler, bu ilişkilerin içinde bulunan taraflar ve tarafların düşüncelerini düzenleyen dilsel durumlar ile toplumsal ilişkiler içindeki bağlantılara odaklanır. Söylem iletişim pratiğinin dilsel ve göstergesel boyutu olan içsel özelliklere odaklanırken ideoloji ise iletişimin dışsal özellikleri olan çıkar ve konuma odaklanır.

Mardin (1997: 24)’in ideolojiyle ilgili yaptığı saptama, kavramın tam olarak anlaşılması için yol göstermektedir. Mardin’e göre gerçek, insanlara yansırken içinden geçtiği ortamların etkisiyle bir sapmaya uğramaktadır. Bu durumda insanlarda yanlış imge ve izlenimler yaratarak oluşan yanılsamalar algılanır ve daha derinlerde yatan doğru gerçeklik maskelenir. Sürecin bu şekilde gerçekleşmesi toplumda egemen olan ideolojinin kontrolü altında olmaktadır.

Günlük dilde birbirinin yerine kullanılan söylem ve ideoloji mevcut açıklamalardan da anlaşıldığı üzere birbirinden farklı terimlerdir. İdeoloji toplumları etkileyen düşünce yapıları iken söylem bu düşüncelerin toplum bilincine aşılanmasını sağlayan dilsel süreçtir. İdeolojide amaç tarafların aynı düşünce etrafında toplanmasıdır, bu da söylemle gerçekleşir. Söylemler hem ideolojiyi aktarır hem de ideoloji tarafından şekillenir.