• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.3. EMPATİ BECERİSİ

1.3.4. Empatiyi Engelleyen Durumları Ortadan Kaldırmak

Teknolojik gelişmeler insan hayatını kolaylaştırmasına rağmen toplumda çok sayıda psiko-sosyal sorun yaşanmaktadır. Bu durumun nedenlerinden biri de insanların durumlara ya da olaylara karşı empati kuramamasıdır. Toplumda bireylerin birbirlerine empatik yaklaşmalarını engelleyen belirli faktörler vardır, bunlar: Şiddet, ön yargı, otorite, mesafe ve inkâr gibi eğilimlerdir.

1.3.4.1. Şiddet

Empatinin yitimini gösteren en önemli unsurlardan biri de şiddettir. Şiddeti harekete geçiren faktörler empatinin yitimine ön ayak olur, şiddete uğrayan birey kurban durumunda olan benliğini reddeder. Bu durumdan kurtulmak için aynı çaresizliği yaşayan insanları ezerek kurban pozisyonundan kurtulur. Buna en güzel örnek: El Salvador’daki El Mozote köyünü yerle bir eden Yarbay Monterossa aslen askeri yönetim tarafından ezilen bir indiodur. Aslında Monterossa burada sempatiye dayalı bir empati gerçekleştirip kendisiyle aynı durumda olan yerlileri anlaması gerekirken bu duyguyu tamamen duygu belleğinden çıkarmış bir zorbaya dönüşerek kurban olma durumundan kurtulmuştur (Gruen, 2015: 106).

Psikolog Oliver James iş ortamlarının empati bakımından çölleştiğini, karanlık üçlü olarak adlandırdığı üç kişilik özelliğin iş ortamlarını ele geçirdiğini vurgular: Makyavelci9, narsist ve psikopat. Çalışma hayatı insan yaşamının üçte birini kapsadığı için bizim toplumsal yönümüzü temsil eder ve sergilediklerimiz de toplumsal duruşumuzdur, toplumla ilişkimizdir. Çalışma ortamında yaşanan her türlü

9makyavelik, Fr. machiavélique : Kazanmak için her yolu uygun gören Floransalı düşünür, devlet adamı N. Machiaveli tarzında. Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü http://www.tdk.gov.tr/

Çevrimiçi (17 Aralık 2017)

26 olumsuzluk kişinin tüm hayatını etkiler. Çalışma hayatındaki bu olumsuzluklardan biri de mobbing (psikolojik taciz) dir. Mobbing kavramı ilk kez 1984 yılında Heinz Leyman (1932-1999) tarafından İsviçre’de hazırlanan “iş hayatında güvenlik ve sağlık” adlı raporda kullanılmıştır. Araştırmalara göre çalışanların yüzde 10’u mobbinge uğramaktadır. Mobbing, haksız suçlama, genel taciz, küçük düşürme, aşağılama, duygusal eziyet, psiko-terör gibi üç ile altı aylık süreleri içine alan şiddet türüdür. Burada amaç muhataba zarar vermek, onu mağdur durumuna düşürmektir.

Tacize en çok maruz kalanlar kadınlar, 40 yaşını geçmiş sadece işini düşünen yalnız yaşayan bireyler ve iş yerinde başarılı, parlak ve gözde olanlar. Mobbingin en çaresiz boyutunda birey ya her şeye rağmen çalışmaya devam eder ya da dayanamayıp istifa eder. Sonuç ne olursa olsun, her iki durumda da birey tamiri mümkün olmayan psikolojik sorunlar yaşar. Mobbing olarak adlandırılan psikolojik ve fiziksel tacizin temelinde empati yoksunluğu yatmaktadır. Mobbinge karşı en etkili yöntem empatik yaklaşımdır. Empatik yaklaşımın iki temel özelliği mobbingi tamamen ortadan kaldırır: Koşulsuz kabul ve yansıtmak (Karadoğan, 2010: 141-147).

Şiddet davranışları ve suça eğilim incelendiğinde insanlık tarihinde yer alan bazı olumsuz öğretiler olduğu görülmüştür. İntihar komandolarının ya da teröristlerin geçmişlerine bakıldığında bu grupta yer alan bireylerin genellikle ebeveynleri tarafından ya dövüldüğü ya da cinsel tacize uğradığı tespit edilmiştir. Kurban durumunda olan birey pasif kaldığı sürece tehdit altında olduğunu, hayatını koruyamayacağını düşünür ve kendini kurban durumundan kurtarmak için şiddeti idealize eder ve rol değiştirir.

Machiavelli (1469-1527) Hükümdar adlı kitabında yarattığı lider tipinin en önemli özelliği olarak zalimlik ve zorbalığı gösterir. Bu özelliğe sahip olan hükümdarın halkını birlik içinde tutacağını, bir iki defa kan döktükten sonra tüm halk için düzeni sağlanacağını ve ilerde daha fazla kan dökülmesine engel olunacağını belirtir. Şiddeti tetikleyen unsurlardan biri de bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanmamış olmasıdır. Gelir dağılımdaki dengesizlik, adaletsizlik bireylerde yer alan şiddet duygusunu besler (Tarhan, 2017: 141-147). Hobbes, insan iyi olanı yalnızca kendisi için, adil olanı ise yalnızca barış için ister, der. Özellikle kriz zamanlarında statü farkları ortadan kalkar, herkes, özellikle de üst tabaka, acı çekmeye başlar ve burada adalet duygusunun işlemeye başladığı görülür. Bireyler zenginlerin düştüğü kötü durumlardan gizli bir tatmin duymaya başlarlar çünkü

27 adalet olgusunun ne olursa olsun gerçekleştiğini düşünür. Aslında bu sadece başkalarının acılarından elde edilen tatmin duygusudur (Wall, 2014: 246-247).

1.3.4.2. Ön Yargı

Empatide yapılacak en büyük hata karşı taraf hakkında hüküm vermektir.

Hüküm verildiği takdirde empati hiç gerçekleşmemiş olur. Hüküm yerine ön bilgi elde edilmesi daha doğru olur. Birey duygusal değerlendirmeler sonucu karşı taraf hakkında yargılamalarda bulunuyorsa elde ettiği ön yargı (bias) empati kurmasını engeller. Empatinin doğru gerçekleştiğinin en önemli belirtisi bireyin anlaşıldığını hissetmesidir. Eğer bu durum uzun soluklu ise empati peşinden dostluk ve yardımlaşma duygusunu getirir (Tarhan, 2017: 188-190).

Bireyin(lerin) karşı taraf hakkında çok az şey bilmesine rağmen sadece anlık izlenimlere dayanarak genel yargılarda bulunması empatinin önündeki en önemli engeldir. Bu, hem bireylerin etrafını “cahil, köktenci, serseri, budala” şeklinde tek tipleştirmesine neden olur hem de zihindeki kalıp hükümlerin dışına çıkılamamasından dolayı insanların tam anlamıyla anlaşılmasını, kendi koşullarında vücut bulan hikâyesinin duyulmasını engeller.

Bireysel ön yargılar, toplumun ön yargıları olduğunda toplumda daha büyük sorunlar baş göstermeye başlar. Avusturyalı Romancı Nikki Gemmell bu durumla ilgili olarak Londra’da bir otoparkta yaşadığı durumu anlatır: Londra’da beş yıl önce.

Aralık ayı, saat öğleden sonra üç, karanlık bir gökyüzü. Geç oluyor ve hava soğuk.

Sakallı ve cüppeli bir Müslüman adam bana doğru yürüyor. Gazeteler baştan sona El Kaide’nin bayram tatilinde seyahat eden kişileri hedef alan bir Noel terör eylemi planladığıyla ilgili uyarılarla dolu. O anda pek... pek cana yakın olduğunu söyleyemem. Tüm varlığım bir korku çuvalından ibaretti; “Park fişimi almak ister misiniz, madam?” dedi. Adamın kibarlığı karşısında afalladım. “Fişin süresinin dolmasına çok zaman var ve benim işim bitti. Lütfen, buyurun.” O iyi insanın gözlerinin içine baktığımda şefkat ve dostluktan başka bir şey yaymayan bir kardeş gördüm (Krznarıc, 2015: 77-78). Burada toplum zihninde oluşan ya da oluşturulmak istenen tek tipleştirmenin yarattığı ön yargının doğuracağı sıkıntı gözler önüne serilmiştir. Öğretilmiş ön yargılar sorgulanmadan çalışmanın ikinci bölümünde ele alınan söylem kavramı ile yerleşmeye başlar. Söylemle birlikte dünyayı saran siyasi

28 tercihler meşrulaşır, negatif bir algı, yerine yenisi gelene kadar kabul görür ve bu algı bireylerin empati kurmasını engeller. Bunun en güzel örneği bir döneme damgasını vuran Beyaz ve Uygar İngiliz Krallığı karşısında değersizleştirilen Afrikalılardır.

1.3.4.3. Otoriteye Koşulsuz İtaat

Kötülüğün sıradanlaşması üzerine tezi ile ünlü olan Arendt (1906-1975), çalışmasında ırkçı Nazi rejiminin yarattığı yıkımı, bu yıkıma neden olan eylemleri değerlendirir ve Nazi Soykırımının baş mimarlarından Adolf Eichmann’ı inceler.

Arendt, 1961 yılında The New Yorker için Adolf Eichmann Davasını izlemek ve kaleme almak üzere Kudüs’e gider. Adolf Eichmann 1961 yılındaki mahkemesinde yaptıklarından ötürü hiç pişmanlık duymadığını çünkü sadece “işini yaptığını”, suçları kendi iradesiyle işlemediğini, yalnızca yasaların gereğini yerine getirdiğini, kendisi yapmasa başkalarının yapacağını söyleyerek kendini savunur. Arendt, durumu şu şekilde yorumlar, Adolf Eichmann ‘‘Bu suçları ben değil, içinde yer aldığım düzen ve koşullar gerçekleştirmiştir.’’demektedir. Arendt buna karşı itaat etmenin, emirleri yerine getirmenin masumiyetle ilgisi olmadığını, aslında bu kişilerin totaliter düzenin emirlerini yerine getirirken aynı düzenin (insan onuruna aykırı bir düzenin) devamını da sağladıkları için bu kötü durumdan kendilerini muaf tutamayacaklarını; bu durumdan onların da sorumlu olduğunu vurgular. Bu insanların ortak özellikleri, emirleri yerine getirirken ne yaptıklarını hiçbir zaman fark etmemeleri ve fikirsiz olmalarıdır (Erdem, 2010: 1-16).

1945 yılında Hiroşima’ya atom bombasını atan pilot Paul Warfield Tibbets, kendisiyle yapılan röportajlarda, yaptığı işten hiçbir zaman pişmanlık duymadığını, geceleri kafasını yastığa koyup rahatça uyuduğunu belirtir. Bombadan otuz yıl sonra, yine bir röportajında, Tibbets, kendisinin planlayıp gerçekleştirdiği operasyondan dolayı gurur duyduğunu ve aynı koşullar altında, yine aynı şeyi yapacağını açıkça söyler. Otoriteye uyduğu için 140.000 kişinin ölümüne neden olur. Bu insanların acısını paylaşamamasının bir diğer nedeni ise o kurbanların yüzünü hiç görmemiş, onları hiç tanımamış olmasıdır.10 Bu açıklama göstermektedir ki insanlar birbirlerini tanımadıklarında, birbirlerinin hayatlarına uzak ve yabancı olduklarında onların acılarına, duygularına ve hayallerine de uzak olur, bu yüzden en güçlü ahlaki bağlar

10 https://bianet.org/biamag/insan-haklari/102828-hirosima-ya-bombayi-atan-subay-tibbets-ne-kadar-vatanseverdi Çevrimiçi (17 Aralık 2017)

29 ve empatik duygular aile içinde ve arkadaş çevresinde gelişir. Empatik kaygısı yüksek olan insanlar gerektiğinde otoriteye karşı çıkabilmekte ve toplumsal mesafeyi de zihindeki mesafeleri de ortadan kaldırarak empatinin önündeki engelleri aşmaktadır. Eğer bireyde empati duygusu zayıfsa otoriteye itaat etmek, sonuçları ne olursa olsun kurallara uymak korkutucu şekilde normal gelir ve bu durum empatik kaygıyı kolaylıkla ortadan kaldırır.

1.3.4.4. İnkâr

Aynı tarzda olumsuz durumla sık karşılaşan insanlar, durumun yarattığı narkoz etkisiyle empatik bir yorgunluk yaşar ve durumla baş edemediğini görünce buna bahaneler üretir, örneğin bir sosyal sorumluluk projesine karşı tepkisi şu şekilde olur: Benim yardımımdan ne olacak ki bu o insanlar için hiçbir anlam ifade etmez.

Aslında bu inkarın (denial) başlangıcıdır ve ileri derecede empati becerisine sahip olan insanlar bunun empatik benliği kemiren onu yok etmeye çalışan bir kurt olduğunu bilir. İnkâr duygusunun zıttı olan sorumluluk, bireyin çevresinde olup bitene karşı duyarlı olması, uyum sağlaması, üzerine düşen görevleri yerine getirmesi, kendi tasarrufunda olan olayların toplum üzerinde olacak etkilerinin sonuçlarını üstlenmesidir. Bu sorumluluk sadece şimdiyi değil geleceği de içine alır.

Sorumluluk içindeki birey sorunu fark eder, mağdurları bulur, mağdurun hissettiklerini anlar ve onlarla özdeşleşir “empati kurar” (Özmen, 2010: 206-207).

İnkâr engelini ortadan kaldırdıktan sonra empatik sıçrayışlar gerçekleştirerek

“Ötekileri” fark eder ve anlar.

Buna en iyi örnek Thomas Keneally’in “Schindlerin Listesi (Schindler’s Ark) adlı belgesel romanına konu olan ve aynı adla Steven Spielberg’in sinemaya uyarladığı bir grup Yahudi’nin hayatını Nazi soykırımından kurtaran Nazi iş adamı Oskar Schindler (1908-1974)’in hayatında görebiliriz. Oskar Schindler, Polonya’da Alman askerleri için ekipman üreten sadık bir Nazi’dir. Başlangıçta Yahudilere karşı tamamen kayıtsızken radikal bir dönüşümle fabrikasında çalışan Yahudiler için çok sayıda tehlikeyi göze alır. Bu dönüşümün temel nedeni empatinin önündeki ön yargıların ve mesafelerin ortadan kalkmasıdır. Mesafeleri kaldıran muhasebecisi Yahudi Itzhak Stern ile olan tanışıklığının zamanla dostluğa ve arkadaşlığa dönmesidir. Çünkü Stern, birçok çalışandan biriyken birden toplumsal kimliğinden

30 sıyrılıp bir dost olur ve Schindler bundan sonra diğer Yahudileri de tanımaya ve isimlerini öğrenmeye başlar. Oskar, Crakow yakınlarındaki Yahudi gettosunda bizzat tanık olduğu vahşetin asıl empatik aydınlanmayı sağladığını belirtir. Gettoda, Yahudiler Nazi muhafızları tarafından evlerinden çıkarılır, sürüklenir, dövülür ve yakın mesafeden ateş edilerek öldürülürler. Bu iğrenç katliamda kırmızılı bir kızın durup bir askerin ayağıyla bir delikanlının kafasını nasıl ezdiğini, bir çocuğu nasıl ensesinden vurarak öldürdüğünü görür ve Shrindler şu tümceleri sarf eder: “O günden sonra düşünme yetisi olan hiçbir insanın olacakları tahmin etmemesi imkânsızdı. Sistemi bozguna uğratmak için gücümün yettiği her şeyi yapmaya karar verdim.” (Aktaş, 2015: 126-132). Shrindler ön yargılarından kurtularak ve aslında empatik beceri kazanmanın şartlarından olan kendini ve kendi gibi düşünenleri haksız çıkararak bir grubu anlamaya çalışır, Yahudileri yok saymaz, empati tembelliği yapmaz onları duyar.