• Sonuç bulunamadı

2.2. MODERNİZM VE GERÇEKÇİLİĞİN DÖNÜŞÜMÜ 1 PROUST VE ZAMANIN DÖNÜŞÜMÜ

2.2.3. BİR İDEOLOJİ KURAMCISI OLARAK KAFKA

mitlere teslim olması hiç şaşırtıcı değildir. Mit meselesi Ulysses’in tam merkezinde yeniden çıkıverir… bir masal ve birkaç tipik karakterden oluşan tarih-üstü bir imge olarak değil, öznel düşünsel bilinç ile nesnel gerçekliğe dair sezgi arasında bir ilişki

itle birlikte farklı bir anlama

) alegorik anlatımıdır söz konusu olan. Gelgelelim ne 16 haziran her hangi bir gündür romanda, ne de söz konusu sadece Dublin’dir; her gün aynı gün, her yer aynı yerdir. Bu yüzden Joyce bize evrensel bir modern

2.2.3. BİR İDEOLOJİ KURAMCISI OLARAK KAFKA        

olarak; anlatım sürecini şekillendiren eğretilemeli bir örüntü olarak değil, anlatım tekniği olarak…”55

Bireyselliğin çözülmesi 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başının karakteristik bir özelliği olarak değerlendirilebilir. Yukarıda daha önce zikrettiğimiz psikanalizin doğumu, bilinçaltının rasyonel kavramsallaştırılması, ama diğer yandan estetik alanda da ortaya çıkan öz-bilinçlilik, bilinç akışı, Bergsoncu zaman kavramı ve izlenimlere dayalı bir algılama biçimini ortaya çıkması ve daha sonrasında da gene estetik alanda gerçeküstücü imgelemin koşullarının oluşması. Joyce’un romanında bunun içeriksel ifadesi anlamını reklamcılıkta bulur; Bloom karakteri bir reklamcıdır. Böylelikle, özellikle romanın 15. bölümü olan Circe kısmı, m

kavuşturulabilir. Düşmanlarını hayvanlara ve daha çok domuza çeviren mitolojik bir hikayeden, metaların ve reklamın dünyasına geçmek mümkündür. Bu bölümde Stephen’ın dediği gibi sahip olmak ya da olmamak…

Diğer yandan, romanın anlam yapısı metayı andırır; evrensel bir eşdeğerlilikler zinciri boyunca ilerler, her bir gösteren daha sonrasında gösterilene ya da tam tersine dönüşebilir. Bu sabit bir anlamın olmadığının göstergesidir, tıpkı metanın sabit bir değerinin olamayacağı gibi. Malların, cinselliğin tüketilmesine yönelik örgütlenmekte olan, ama hala tam gelişmemiş bir toplumun, bir başkentin (henüz metropol olamayan Dublin’in

yapıt sunabilmeyi başarmıştır.

 

Ulysses bilinç akışı tekniğiyle şunu ortaya koyar; rasyonel bir toplumda, bireyin parçalanmışlığı, gittikçe bilinçsizleşmesi ve metalar aracılığı ile düşünmesi ya da metanın onlar yerine düşünmesi; öznelliğin şeyleştirilmesi. O yüzden romanda somut bir anlam, belirgin bir maddilik bulmak neredeyse imkansızdır. Böylesi bir anlatım tekniğinin, modernist yazındaki karşıtlığını ise Kafka oluşturacaktır. Kafka’nın yapıtlarında aşırı rasyonelliğin, bürokratik katılığın bütün maddiliği berrak bir biçimde ortadadır. Ama sadece karşıtlık burada değildir, Ulysses’in eşzamanlı bir biçimde kurgulanan bir gününe kar

ne arasındaki ilişkilerde, K ile yasa veyahut şato gibi, nesnenin tüm

       

şılık, Kafka artzamanlı bir kurgu tekniğini seçmiştir.56

Ancak, bizim açımızdan Kafka’nın en önemli yönü, ideoloji ile romanlarının arasındaki ilişkide yatmaktadır. Çünkü Kafka’nın yapıtlarında ortaya çıkan şeyleşmiş yapı ve bununla bağıntılı bilinç biçimleri basitçe bir yanlış bilinç ya da gerçekliğin bir tür ters imgesi olarak yer almazlar, aksine bu bilinç ve şeyleşme gerçekliğin kendisidir. Dahası Kafka tanrı inancı ile modern bürokratik aygıt arasında kurduğu dolayım sayesindedir ki, bir tür tarihsel boyutta içermektedir. Ve son olarak da, Kafka’nın yapıtında, özne ile nes

katı dokusunun içine işlemiş bir baştan çıkarıcılığı, müstehcen dokuyu görebilmek mümkündür.

Lukacs romanı tanrının öldüğü çağın anlatı biçimi olarak yorumlamıştı, Kafka’da ise tanrı biçim değiştirmişi bir durumda karşımıza çıkar ya da daha doğru bir ifade ile bütün rahatsız edici somutluğuyla; devasa bir bürokratik aygıt, Dava, Yasa ya da Şato biçiminde. Bunlar basitçe tanrının alegorileri değildir veyahut inanç

 

56 Joyce ile Kafka arasındaki karşıtlığa Moretti de dikkat çekmektedir: “Ulysses’te roman zamanının bir güne sığdırılması gerçekten radikal bir tercihtir. Joyce bu yolla bize her günün aynı olduğunu söylemektedir: ve böylece tarihsel ve edebi “perspektif”in ve onunla beraber tarihsel “ilerleme” fikrinin üzerinden silindir gibi geçmiş olur. Ama böyle bir tercih, İngiltere’deki krizin özgüllüğüne fazla gömülmüş olduğundan başka yerlerdeki bariz birtakım yeniden örgütlenişleri fark edemeyen biri tarafından yapılabilirdi ancak. Bu bağlamda Joyce ile Kafka’yı karşılaştırmak aydınlatıcı olacaktır… Bu mesele, yani romanda “zaman” söz konusu olduğunda Kafka rahatlıkla Joyce’un karşı kutbuna yerleştirilebilir: Onun romanları neredeyse tamamen artzamanlı eksende gelişir ve metnin çekirdeğini hep yalıtılmış birey ile gayrı şahsi iktidar aygıtları arasındaki çözümsüz çatışma teşkil eder ki bu da zaten yirminci yüzyıl kapitalizmine özgü bir olgudur.” A.g.e., s: 230 (15. dipnot)

biçimleri de değildir. Aksine Kafka’nın özneleri bu bürokratik mekanizmayı izlemeye koyuldukça, özneleşebilecekleri / özdeşleşebilecekleri hiçbir şey bulamazlar. Bürokrasinin Kafka’daki baştan çıkarıcılığı bundandır. Baş döndürecek denli yakın olması (pornografiye yaklaşan bir yakın plan mantığı) ama aynı zamanda her şeyi fazlası ile gösterirken, uğruna inanılabilecek hiçbir şey vermemesi. Kafka’nın Dava romanından rahibin sözleri hatırlanacak olursa: “Mahkeme senden bir şey is

nçsızlık ideolojisine bağlı nihilist görüşünden dolay

       

temiyor ki! Geldiğin zaman neye geldin demiyor, gitmek istedin mi, koyveriyor gidiyorsun.”57

Modernleşmenin, modern öznenin trajedisini, bunu hala trajedi olarak adlandırabilmek mümkünse, bu noktada yani inanılacak değerlerin buharlaşıp yok olmasında görebiliriz. Cervantes’in, Stendhal’in ya da daha önceki dönemin edebi eserlerinin yarattığı karakterlerin nesnel zeminlerinin ortadan kalktığı bir dönemin anlatısı Kafka’da vücut bulur. Lukacs, Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı’nda, Kafka’nın anlatısının gerçekçi olduğunu söylerken onu bu ina

ı eleştirmektedir. Ancak, bugün baktığımızda, Kafka’yı nihilist olarak değerlendirmek daha zor görünmektedir.58

 

57 Kafka, Franz; Dava, Cem Yayınları; çev: Kamuran Şipal; 1997, s:217

58 Zizek, Kafka’yı bir tür Althusser eleştirmeni olarak değerlendirmektedir. Kuşkusuz mesela Dava romanını İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları ile paralel okumak zihin açıcı olabilir. Zizek şöyle demektedir: “Kafka’nın… Althusser’i bilmeden bir Althusser eleştirisi geliştirdiğini söyleyebiliriz. Kafka’nın “irrasyonel” bürokrasisi, bu kör, devasa saçma aygıt, bir öznenin herhangi bir özdeşleşmesinin, herhangi bir tanımanın – herhangi bir

özneleşmenin- gerçekleşmesinden önce karşı karşıya geldiği bir İdeolojik Devlet aygıtı değil

midir tam da? Peki o zaman Kafka’dan ne öğrenebiliriz… Kafka’nın romanlarındaki kalkış noktası bir çağrıdır. Ama bu çağrının biraz garip görüntüsü vardır:… özdeşleşmesi /

özneleşmesi olmayan bir çağrıdır bu; bize özdeşleşecek bir dava sunmaz… Althusser’in

çağırma açıklaması işte bu boyutu gözden kaçırır: Özne, özdeşleşmeye, simgesel tanıma / yanlış tanımaya yakalanmadan önce, ortasındaki paradoksal bir arzu nesnesi-nedeni yoluyla Öteki’de gizlendiği varsayılan bir esrar yoluyla Öteki’nin tuzağına düşmüştür: Lacancı fantezi… Lacan’ın bir keresinde dediği gibi, “gerçeklik” dediğimiz şeye tutarlılık veren şeydir fantezi.” Kuşkusuz, Kafka’nın, hayalet hikayelerine dayalı fantezi edebiyatıyla 19. yüzyıl psikoloji romanının bir tür sentezini yaratmış olmasının nedenini de bu fantezi kavramı çerçevesinde okuyabilmek mümkündür.

Kafka’nın evreni doğrudan nihilist bir evren değildir; kuşkusuz fazlası ile endişe ile yüklü, tekinsiz bir atmosferdir. Öznenin kendisine hiçbir yer bulamadığı mekanların tasviri aynı zamanda gerçeklik evreni olarak tanımlanabilecek nesnel yapının da ana hatlarını ortaya koyar. Yasa’ya ancak en tuhaf mekanlardan dolaşarak geçilebilir. Aslında bu, Lukacs’ın bütün Tarih ve Sınıf Bilinci boyunca ortaya koymaya çalıştığı perspektifi andırır. Burjuva düzeni kendisi aracılığı ile doğru bir biçimde kavranılamaz, ona sadece en dışta bırakılanlar, bu sistemin nesnesi aracılığı ile diğer bir ifade ile proletarya aracılığı ile yaklaşılabilir ki, bu da onun kendisini tanıması, kendi bilincine kavuşması ile gerçekleşebilecek pratik bir meseledir. Diğer bir ifade ile proletarya burjuva düzeninde bir özne olamayacağının farkına varmalıdır. Elbette Kafka’da ne burjuvazi ne de proletarya vardır (her ne kadar yüce mahkeme, sefil işçi konutlarının ortasında yükselse de), ama özne-nesne ilişkileri mevcuttur. Dahası Kafka’nın metinleri bu özne-nesne ilişkisinin, onların olası bir bütünlüğe kavuşmalarının imkânsızlığını da gösterir. Bununla birlikte, metinlerinin anlamı gayet net kavranabilirmiş gibi dururken, aynı zamanda da her türlü anlamlandırmaya direnirler. Böylelikle, Batı felsefesinde estetiğin ayrıcalıklı konumu olan, özne ile nesnenin uygun birlikteliğine yönelik yaklaşımı olumsuzlar. Bunun yerine, bireyin kendisini özne olarak var edebileceği etik bir zorlamanın / dürtünün pençesinde devam ederler. Muhtemelen en belirgin olanı da, Gregor Samsa karakteridir; bir ham

oust gibi), şeyleşme kavramının merkezi bir yer teşkil ettiği bir estetik kuramı için önemli bir figürdür. Tüm insan etkinlikleri

       

amböceği olarak bile işine gitmeyi düşünen, görevine bağlı bir dürtünün nesnelleşmiş hali. Anlatıda karakterin bu hale getirilişi ile modern dünyada bireyin şeyleşmesi arasında ilişki sağlanmış olur.

“… Kafka (Beckett, Schoenberg ve Pr

arasında bir tek sanat, bir yandan her noktada şeyleşmeye isyan ederken, bir yandan da şeyleşme tarafından belirlenmektedir.”59

Kafka’da anlama / anlamlandırmaya direnen nokta, daha önce sözünü etmiş olduğumuz perspektifle ilgilidir. Onun metinlerinde, Yasa’nın, bürokrasinin aşırı

 

59 Bewes, Timothy; Şeyleşme: Geç Kapitalizmde Endişe; Metis Yayınları, çev: Deniz Soysal, 1. Baskı – 2008, s: 172. Ayrıca Kafka ile Yasa arasındaki ilişkinin bir çözümlemesi olarak bakınız, Zizek, Slavoj; Yamuk Bakmak, s: 197-205.

yakın anlatımı, daha nesnel bir perspektiften bakışın netliğine sahip değildir, ancak bu mekanizmalarda nesnel bir biçimde tasvir edilemez durumdadırlar. Gelgelelim bu perspektif değişim sadece edebiyatla ilgili değildir, bütün bir sanat sistemini kapsamaktadır. Empresyonizm ile başlayıp Soyut Ekspresyonizme kadar giden özel bir dönemi kapsar. Estetik özerklik, sanatın metalaşması ve buna direnmesi, bununla birlikte de peşi sıra gelişen ve birbirlerini olumsuzlayan akımların kısa bir tarihi söz konusudur. Ne var ki, hem sanatın kendi içsel gelişim sisteminin bir sonucu olarak hem de Avrupa’da faşizmin yükselişi, Sovyetler’de “Sosyalist Gerçekçiliğin” resmi sanat haline gelişi ve en nihayetinde ABD’ye “göç” eden modernist-avant-garde eğilimin, Soyut Dışavurumculuk ile bir anlamda ABD’nin resmi sanatı haline gelişi

ile mod yitirir.60

sanat, yaklaşık bir yüz yıl sürmüştür. 1940’lı

       

ernist estetik bütün eleştirel gücünü