• Sonuç bulunamadı

İcmâın Oluşum Alanı

KLASİK İCMÂ TEORİSİ: İCTİHADIN KONTROL MEKANİZMASI OLARAK İCMA

B. Tanımda Öne Çıkan Hususiyetler:

4. İcmâın Oluşum Alanı

Klasik tarifinde icmâın oluşum alanı şeri hüküm ifadesiyle tavsif edilmişti. Şeri hüküm kaynaklarda Şâriin, mükelleflerin fillerine ilişkin hitabı şeklinde tarif edilir.56 Şeri hükmün kaynağının ise Allah Teala olduğunda şüphe yoktur. Allah’ın mükellefin fiîlîyle alakalı hitabını Peygamber’ine vahyettiği naslarla açıklaması ile müctehidlerin naslardaki emarelerden hareketle mükellefin fiîlîne dair hükmü tespit etmeleri arasında hiçbir fark görülmemiştir.57

Mükelleflerin filleri için sabit olan hükümlere gelince bunlar vacib, haram, mübah, mendub ve mekruh olmak üzere beş tanedir. Yani Şer’in hitabı ya bir fiîlî yapmanın mecburi olduğu, ya da bir fiîlî terk etmenin mecburi bulunduğu şeklinde varid olmuş olabilir. Bu iki şıkkın dışında Şer’in hitabı bir şeyi yapma ve terk etme arasında muhayyer bırakmak şeklinde de varid olmuş olabilir. Şayet Şer’in hitabı bir filin

54 Râzî, Mahsûl, c. II, s. 39-44.

55 Keleş, İcma, s. 217.

56 Gazâlî, el-Müstasfâ, c. I, s. 73.

57 Hallâf, Abdülvehhâb, İlmu usuli’l-fıkh, ed-Darü’l-Kuveytiyye, Kuveyt 1968, s.

45

yapılmasının zorunlu olduğunu bildirir şekilde varid olmuşsa bu hitaba emir denir. Bu hitaba o fiîlîn terk edilmesinin karşılığının ceza olduğunu hissettiren bir şey bitişmişse bu emir vacib, ceza verileceğine dair bir emare yoksa nedb olur. Hitab yapmamayı gerektirme şeklinde varid olmuşsa ve o fiîlî yapma durumunun karşılığında ise ceza olacağına delâlet eden bir şey varsa haram, o fiîlî yapmama durumunun karşılığının ceza olacağına dair bir emare yoksa mekruhtur. Hitab fiîlî yapıp yapmama arasında serbest bırakma şeklinde varid olmuşsa bu da mübahtır.58

Şeri hüküm kavramının çerçevesinin vacîp, haram, mendup mekruh ve mubah hükümlerini kapsayacak genişlikte belirlenmesinin neticesinde Müslüman hayatının hiçbir alanı şeri hüküm dışında kalmaz. İzmirli İsmail Hakkı’nın aşağıda nakledeceğimiz ifadeleri bu duruma en iyi şekilde işaret etmektedir.

Fi’l-vâki a‘mâl, ibadât ve muamelât diye ikiye ayrılabilir ise de her biri müstakil birer mebhas olamaz. Çünki ibadâta ahkâm-ı uhreviyye, muamelâta ahkâm-ı dünyeviyeye taalluk etmek asıldır. Fakat ibadâta sıhhat ve fesad gibi ahkâm-ı dünyeviyye taalluk ettiği gibi muamelâta vücûb ve hürmet ve ibâha gibi ahkâm-ı uhreviyye taalluk eder. Mesela bu bey‘

sahihtir veya fâsiddir denebildiği gibi haramdır, vâcibdir, mekruhtur, mübahtır da denebilir.

İlm-i fıkhın her kitabı kendine terettüb eden ahkâm itibarıyla ayrıdır. Muamelâttan olan kitâbü’l- büyû‘ başka, kitâbü’l-kefâle yine başkadır. Fakat yekdiğerlerinden müstakil değildir.

Eğer kitâbü’l- büyû‘ ile kitâbü’l-kefâleye ayrı ayrı mebhas-i müstakildir denir ise de artık nizâ‘

mürtefi olur.”59

Bu nedenle de akaid, ibâdât ahlâk ve muâmelât sahaları tek başına ele alınamayacak kadar birbiriyle yakından ilişkilidir. Ne ibadetler sadece insan ile Allah arasındaki ilişki anlamına gelir, ne de muamelat yalnızca insanlar arasındaki ilişkiler hakkındadır. İbadetler bir yönüyle insanları Allah’a yaklaştırırken diğer yönüyle doğrudan insanlarla alakalıdır. Mesela zekat bir yönüyle Allah ile kul arasında hususi bir ibadetin adı iken diğer yönüyle vatandaştan toplanıp yine onların refahı için

58 Gazâlî, el-Müstasfâ, c. I, s. 89.

59 İzmirli İsmail Hakkı, “Fıkıh ve Fetâvâ (Iraklı A. K.’nin Mektubuna Cevap)”, SR, XII/292, s. 94-95.

46

kullanılan bir vergi gibidir. İslâm’da manevi değerlerden ayrı düşünülebilecek hiçbir konu yoktur ve her muamele manevi değerlerin elde edilmesi için bir vasıtadır. 60

Bu nedenle müelliflerin ekseriyeti dini dünyevi şeklinde bir ayırıma gitmeksizin ibâdâta, muâmelâta, ukûbâta, cinsellikle alakalı hususlara (furûc), haramlara, helallere ve fetvalara dair tüm ahkâmı icmâın oluşum alanı olarak tespit eder.61 Gerekçe olarak da ümmetin hata üzerinde ittifak etmeyeceğine delâlet eden delillerin umumi nitelikte olduğu gösterilir. Yani bu icmâın hücciyetini gösteren deliller herhangi bir ayırım söz konusu olmaksızın onların ittifaklarının bağlayıcı olduğuna delâlet etmektedir.62 Aralarında ayırım gözetmeksizin tüm bu alanlarla ilgili mevcut icmalar klasik kaynaklarda yerini almıştır.63

Ayrıca azınlığı teşkil etmekle birlikte bazı müelliflerin dünya işleri olarak tabir edip, üzerlerinde icmâın hüccet olmadığını söyledikleri bir takım meseleler, orduların teçhizi, imaret, ziraat işleri gibi tamamen teknik meseleler olup64 modern dönemde yapıldığı gibi bütün bir muamelat sahasını kapsamaz. Dahası modern icma tanımlarında dînî-dünyevî alan ayırımına terettüb eden sonuç klasik tasavvura tamamen yabancı olup, bu sonuç, sıradan halkın teşrî selahiyeti için dinin tezahürlerinden tamamen arındırılmış bir saha icadı olup, ulemânın dünyevi işler tabiri böyle bir yeniliğe meşrûiyet kazandırmak için yeterli değildir. Modern dönem ulemâsının dînî-dünyevî alan ayırımı ve bu ayırıma terettüb eden sonuç tezin üçüncü bölümünde inecelenmektedir.

60 Muhammed Hamidullah, “Fıkıh”, trc. Nadir Özata, İslâm Düşüncesi Tarihi içinde, ed. M. M. Şerif, İnsan Yay. İstanbul, 1991, c. IV, s. 22.

61 Şirâzî, el-Lümâ’, s. 182; Bâcî, İhkâmu’l-Fusûl, s. 391; Gazâlî, İslâm Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi,f s. 270; Amidî, İhkâm, s. 256.

62 Amidî, İhkam, c. I, s. 256.

63 Sünni fukahânın fıkhın bütün konularına dair üzerinde icma ettikleri meseleleri bir araya toplayan bir eser için bkz. İbnü’l-Münzir en-Nisabûrî, Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim (309/921), Kitabu’l-İcmâ:

İslâm Hukukçularınca Üzerinde İcmâ Edilen Konular, çev. Abdülkadir Şener, Gaye Matbaası, Ankara 1983.

64 Şirâzî, ell-Lümâ’, s. 183; Amidî, İhkâm, c. I, s. 256.

47 5. İcmâın Gerçekleşme İmkanı

Usûlcülerin ekseriyetine göre icmâın, her dönemde gerçekleşebileceği ve üzerinde ittifak edilen meselenin bilinebileceği kabul edilmiştir.65. İcmaın tarif edildiği şekliyle vukuunun imkansız olduğu iddiası kaynaklarda Nazzam’a, bazı Şii alimlerle, Rafizilere nispet edilir.66

İcmâın vukuunun imkansızlığı şu gerekçelere bina edilir:

Her şeyden önce kimlerin müctehidlik vasfını taşıdığını, kimlerin bu vasfa layık bulunmadığını tespit etmek kolay bir mesele değildir. Müctehid olanı olmayandan ayıracak objektif kriterler mevcut değildir.67 Müctehidlik vasfını haiz olanlar tespit edilebilse bile dünyanın her bir tarafına dağılmış olduklarından bu müctehidlerin her birinin bir mesele hakkındaki görüşlerine muttali olmak çok güç bir meseledir. Bu dahi gerçekleşse o vakit de mesele hakkında fikri öğrenilmiş olan müctehidin, diğer müctehidlerin görüşleri alınıncaya kadar görüşünde sebat edeceğinin garantisi yoktur.68

İcmâın dayandığı delil açısından da icmâın vukuu imkansız görülür. Şöyle ki, müctehidlerin ittifakı ya tevile ihtimali bulunmayan katî delil üzerinde ya da zannî bir delil üzerinde vuku bulacaktır. Katî delilin nakledilmemiş olması ve herkese gizli kalmış olması adeten muhaldir. Nakledilmemiş olması yokluğu anlamına gelir.

Nakledilmişse de müctehidlerin icmâının delâlet ettiği şeye tek başına delâlet edeceğinden ayrıca icmâa gerek yoktur. Zannî delil üzerinde ittifak ise hiç mümkün değildir. Zira zannî delil ihtilaf sebebidir. Farklı fikir ve anlayıştaki insanların zannî delil üzerinde ittifak etmeleri imkansızdır.69

Usûlcülerin ekseriyetine göre icmâın gerçekleşmesinin mümkün olduğuna en büyük delil icmâın fiilen vuku bulmuş olmasıdır. Usûlcülerin ekseriyeti icmâın belli kişiler ve mekanlarla sınırlandırılmasına karşı çıkmıştır. Kaynaklarda Ehl-i Haremeyn

65 Gazâlî, el-Müstasfâ, c. I, s. 257, 258; Amidî, İhkâm, c. I, s. 181-183.

66 Gazâlî, el-Müstasfâ, c. I, s. 257; Hallâf, Usûl, s. 228.

67 Hallâf, Usûl, s. 228.

68 Amidî, İhkam, c. I, s. 182; Cüveyni, Ebü’l-Meali İmamü’l-Harameyn Rükneddin Abdülmelik (478/1085), el-Burhan fî usûli’l-fıkh, thk. Abdülazim ed-Dib., Devha: Câmiatü Katar 1978, c. I, s.

671.

69 Amidî, İhkam, c. I, s. 181.

48

yani Mekke ve Medine ehli ve ehl-i Mısreyn yani Kûfe ve Basra ehli icmâ’ ettiğinde bunların dışındakilerin muhalefetine bakılmaz diyenlerin bulunduğu, ayrıca Malik’in Medine ehli icmâ’ ettiğinde gayrısının muhalefetine bakılmaz dediği nakletmektedir.

Yine bazı fukahânın dört halife icmâ ettiğinde bunların dışındakilere bakılmaz görüşünde oldukları, Rafiziler’in de Hz. Ali bir şey dediğinde Ali’nin dışındakilere itibar edilmez iddiasında bulundukları belirtilmekte ve tüm bu görüşlerin yanlışlığına Allah Teâlâ’nın ümmetin tamamının ismetini haber vermesi delil olarak sunulmaktadır.70

Klasik icmâ teorisi hakkındaki bu kabul de yani onun vukuunun mümkün olduğu dahası bilfiil vuku bulmuş olduğu da, Nazzam ve diğerlerinin bu konu hakkındaki eleştirilerini yeniden gündeme taşımak suretiyle modern dönemde tenkit mevzuu edilmiş ve icmâın vukuunun imkanı reddedilmiştir.