• Sonuç bulunamadı

İş Sistemlerini Şekillendiren Kurumsal Yapılar

Belgede Ar-Ge Personeli (sayfa 68-80)

2.2. Doğu Asya Yönetim Sistemleri ve İş Grupları

2.2.1. Japonya

2.2.1.2. İş Sistemlerini Şekillendiren Kurumsal Yapılar

2.2.1.2.1. Devlet

Whitley (2005) yaptığı çalışmalarda devletin iş sistemi karakteristikleri ve çalışanların davranışları üzerinde kritik bir etkisi olduğunu belirtmiştir (Carney ve Witt, 2012). II. Dünya Savaşının ardından Japonya’da işgal kuvvetleri zaibatsu yapısını dağıtmış ve holding yapılanmalarını yasaklamıştır. Ardından üst düzey yöneticiler görevlerinden alınmış ve mülkiyet hisseleri halka satılmıştır. Bu yolla dağıtılarak zayıflatılan holding ağları 1950’lerde yeniden bir araya gelmeye ve gruplar oluşturmaya başlamışlardır (Ahmadjian, 2006). Bu yolla ana firmaların başkanları düzenli şekilde toplanmaya devam etmişler ve zaibatsulara yönelik tepkiler azaldığında, toplantılarını resmileştirerek kurumsallaştırıp, bir kez daha ana firmalar ve bağlı kuruluşlar resmi örgütsel bağlarla yapısal olarak bağlanmışlardır.

Daha sonra bu şirket ağları “keiretsu” olarak adlandırılmışlardır (Bhappu, 2001).

Japonya’da hükümet ve işletmelerin ilişkilerinin tarihsel gelişimi oldukça dikkat çeken bir yapıya sahiptir. Bu ilişkide Japon hükümetinin pozisyonu; planlama, koordinasyon, uzun vadeli politikalar geliştirmek ve temel yatırım kararları almakla sorumlu büyük bir şirket genel merkezi biçiminde tanımlanır. Keiretsu yapısı içinde yer alan büyük Japon şirketleri ise, işletme faaliyetlerini yönetmekte doğrudan sorumlu, geniş sınırlar içinde kendi aralarında rekabet edebilen, genel merkezce belirlenen genel politika çerçevesinde yeterli otonom faaliyet gösterebilen birimler olarak tanımlanır (Yıldız ve Ardıç, 2002).

Japonya ekonomik yapılanmasındaki iş grubu olan keiretsular, devlet tarafından desteklenmekte ve grup içi dayanışma mekanizmaları yoluyla karar

57 almaktadırlar (Ansal, 1996). Ancak 2. dünya savaşı sonrasında devletin aile şirketlerini ortadan kaldırması ile Japonya’da devlet tarafından yönlendirilen (devlet eşgüdümlü) iş sistemi yapısı oluşmuştur. Bu yapıda firmaların özerk yapılara sahip olmalarının yanında devletin de düzenleyici etkisi hissedilmektedir. Firmalar ve devlet arasında gelişen olumlu ilişkilerin yanında, firmaların birbirleriyle ve bankalarla yatay ilişkileri söz konusudur (Whitley, 1999).

Ülkedeki yapıda önemli bir konumda yer alan Uluslararası Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (Uluslararası Ticaret ve Endüstri Bakanlığı (MITI)) 1949 yılında endüstriyel verimlilik ve istihdamın geliştirilmesi ve savaş sonrası tahrip olan ekonomik yapının yeniden inşası için kurulmuş, dış ticarete ilişkin düzenlemelerin yapılmasının yanında diğer bakanlıkların yetki alanına girmeyen her türlü ekonomik etkinliğin düzenlenmesinde birinci derecede rol oynamıştır. MITI makroekonomik politikaların belirlendiği en önemli bakanlıktır ve Finans Bakanlığı ilişkilerin hükümet tarafında yer alır. Ekonomik ortamda ortak karar alma yapısı ve işbirliği söz konusudur. Bu durum ilişkilerin daha çok gayri resmi biçimde kişilerarası gelişimini sağlamıştır. İşletmeler ve hükümet arasındaki ilişkide; Uluslararası Ticaret ve Endüstri Bakanlığı’nın rolü önemlidir (Jansson ve diğerleri, 2007; Rowen ve Toyoda, 2002).

Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı tarafından yaratılan sanayi politikası ifadesi, uluslararası boyutta değerlendirildiğinde ülkenin kalkınma stratejisini ifade eder. Ülkede uygulanan sanayi politikaları ile serbest ticaret ilkelerine öncelik verilerek rekabet teşvik edilmiştir. Bu yolla özel firmalar uluslararası ticaret ortamına hükümet desteğiyle girişimci ve rekabetçi bir yapıda yönlenmişlerdir. Ülkede dönem dönem yaşanan sıkıntılara rağmen hükümet serbest ticaret anlayışına bağlı kalarak,

58 ithalat kısıtlamalarına yönelmemiştir. Bu nedenle Japon uygulamaları dolaylı düzenlemelerle yatırım artışını sağlamış, girişimci ve rekabetçi kabiliyetini geliştirmiştir. Kısaca; Japon sanayileşmesinde ya da kalkınmasında yapılan açıklamalarda çoğunlukla görüldüğü üzere hükümetin ve hükümet kurumlarının rolü ve özellikle de sanayi politikasının etkinliği oldukça önemli bir konumdadır (Uzun, 2010). Japon keiretsuları tarihi süreç içinde ithalat ve ihracatta da oldukça önemli konumda bulunmuşlardır. Ülkenin ithalat ve ihracat hacmi keiretsu grupları ile hareketlenmiştir. Japonya’da 1985 yılında tüm üyeleri keiretsulardan oluşan dokuz büyük ticaret şirketi, ihracatın %44’ü ve ithalatın %68’ine sahiptir (Lawrance, 1995).

Ülkedeki kalkınma süreci 1868 Meiji Reformları ile şekillenmeye başlamıştır.

Bu döneme kadar ülkede kurumsallaşma bakımından birbirlerinden oldukça farklı ikili yapı (İkili yapı; bir yandan geleneksel ekonomi, esas olarak tarım, diğer yandan modern ekonomi, yani tarım dışında kalan kesimlerin aynı anda ekonomik yapıda var olmasını ifade eder) mevcuttur. Bu yapı sanayileşme önündeki en önemli engellerden birini teşkil etmiştir. Meiji öncesi dönemde doğal kaynak bakımından fakir bir ülke olan Japonya’da tarımın önemi oldukça büyüktür. Bu durumda emek yoğun tarım sektörü ve yavaş artan nüfus sanayileşme önünde önemli bir engel olmuştur. Ayrıca toplumun dışa kapalı, ekonominin dışa açık olduğu ortamda sanayileşmek de oldukça zordur. Meiji döneminde yapılan reformların yanında süreç boyunca sağlanan tasarruf ve işgücü ile sanayileşmek için gerekli ortam sağlanmıştır. Japon sanayileşme süreci farklı yapı ve uygulamalar içermektedir. İlk olarak sanayileşme sürecinin başından itibaren KOBİ’ler önemli yer tutmuştur. Japon ticaret şirketi modeli, KOBİ’leri tüm süreç boyunca destekleyerek ayakta kalmalarını sağlamıştır.

Teknolojik gelişim açısından da farklı bir yapı sergileyen Japonya, bu yolla diğer

59 ülkelerden farklılaşmaktadır. Yabancı teknoloji transferinde birebir uygulamaların transferi yerine yerel düzeyde yapılan değişim ve düzenlemelerle ithal gerçekleştirilmiştir. Teknolojilerin yerel koşullara uygun biçimde değiştirilmesinin yanında gelişmiş eğitim sistemi ile yeni teknolojilerin geliştirilmesi de mümkün olmuştur. Böylece Japon teknolojisi Batı uygulamalarından farklı ancak geride kalmayan sanayi yapısına sahip olmuştur. Sanayileşme sürecinde Japon devletinin rolü de oldukça önemlidir. Meiji dönemi öncesinde devlet ağır vergiler toplayan, büyük toprak sahipliğine dayalı, halka birçok konuda baskı ile yaklaşan oldukça önemli bir role sahiptir. Meiji dönemi ile birlikte hükümetler güçlü ve aydın merkezi bürokrasi yönetiminde, özel girişim ve piyasa ekonomisine dayalı bir düzene geçmişlerdir. Böylece sanayi sürecinin yönü görüş alış verişleri ile oluşan ‘ulusal görüş birliği’ yoluyla belirlenmiştir. Japon sanayileşme süreci toplumsal yapı ve ilişkilerin yönü ile şekillenmiş, uygulanan politikalar bu yolla belirlenmiştir (Sönmez, 2003).

Whitley (1999) tarafından devlet eşgüdümlü olarak tanımlanan Japon devlet yapısı; Morgan (2010) ve Whitley (2007) tarafından, özel sektör temelli dayanışmacı olarak tanımlanmıştır. Fıkırkoca ve Kalemci (2011)’ye göre;

“Bu sistemde egemen aktörler devlet ve büyük işletmelerdir. Bu büyük işletmeler belirli ilişkiler doğrultusunda doğrudan devlete bağlıdır. Bu sistemlerde büyük şirketler ile yönettikleri ticari ilişki ağları (tedarikçi ve müşterilerle olan ilişkiler gibi) etrafında kurgulanan şirket topluluklarının birbirleri arasındaki parçalı yapı devlet tarafından desteklenmektedir. Bu sistemler sınırlı da olsa belli ölçülerde içsel farklılaşma biçimine sahiptir fakat doğasında sınırlama vardır” (s.16).

60 Japonya ekonomisinin baskın örgütleri olan keiretsu grupları, genel kalkınma plan ve programlarını uyum içinde yürütebilmek amacıyla hükümete programlar sunabilmektedirler. Bu durum ülkedeki sanayi politikalarının hükümetle karşılıklı istişare politikası biçiminde ilerlediğini gösterir. Bu süreçte sanayi politikası karşılıklı istişare yapısı ile yürütülmekte, MITI tek taraflı davranmamaktadır. Bu örgütlerin bir diğer misyonu da oluşabilecek kriz ortamlarına karşı alınabilecek önlemleri hükümete önermeleridir. Buna göre ülkede bireyselleşmiş ekonomik yapı kurumsallaşmış piyasalarca yönetildiğinden, piyasalar ve devletin iç içe girmiş ortak yapılanmaları gözlenir (Özdemir, 2005). Ülke piyasalarının temel bir özelliği olarak kamu ve özel sektör ayrımının yapılması oldukça zordur. Bu süreç restorasyon döneminde bürokrat ve girişimci sınıfın bütünleşmiş yapısından kaynaklanmaktadır.

Japonya’ya özgü şirket merkezli kapitalist yapı içinde (keiretsular tarafından yönlendirilen) devlet desteğiyle izlenen düşük kar marjlı büyüme politikaları mevcuttur (Özdemir, 2005).

1970’lerden 2000’lere kadar güçlü devlet etkisinin hissedildiği Japon endüstrileşme sürecinde 19. yüzyıldan sonra daha sınırlı devlet müdahalesi gözlenmiştir (Flath, 2005). Bu durum ekonomik yapılanma içinde devletin sorumluluğunun dağıtılması yoluyla etkinliğinin azaltılması ile oluşmuştur. Dağıtılan sorumluluk yapısı ile devletin müdahalesi azalırken, özel işletme ve büyük iş gruplarının sorumlulukları ve etkinliği artmıştır (Yeung, 2000). Bu dönemde üretim-yatırım faaliyetleri ve kaynak sahipliği özel işletme ve büyük iş grupları tarafından kontrol edilmiştir. Sonuç olarak savaş sonrası kalkınma döneminde devlet teşebbüs ve yatırımları geri planda kalmıştır (Flath, 2005). Ekonomide doğrudan devlet müdahalesi 1950-1960’lar boyunca altın çağını yaşamış, 1980’lerden itibaren

61 önemini yitirmeye başlamış ve yıllar itibariyle belirgin bir düşüş seyri izlemiştir. Bu dönem sonrasında özel sektör ve güçlü sanayi devletlerinin baskınlığı söz konusu olmuştur (Schaede, 2000; Babb, 2001; Zhang ve Whitley, 2013).

2.2.1.2.2. Finansal Sistem

İşletmelerinin temel finansal kaynağını sağlayan bankaların korunduğu Japonya’da kredi tabanlı bir finansal sistem mevcuttur. Bu sistemde karlılık değil, borç ödeme gücü ön plana çıkmış durumdadır (Emre, 2006).

II. Dünya Savaşı öncesinde ekonomide mevcut örgütlenme biçimi olan zaibatsu, merkezinde bir ticari banka ile tamamı holding denetimi altında olmak üzere bir yatırım bankası, bir ticaret şirketi, bir deniz ve yangın sigorta şirketi, bir hayat sigortası şirketi barındırmaktadır (Lonien, 2007). O dönemdeki grup yapısının finansal işleyişi değerlendirilecek olursa, zaibatsu üyesi olan banka ve sigorta şirketi topluluk üyesi şirketlere kaynak sağlayıp finansal hizmetler verirken, üye dış ticaret şirketi de topluluk üyesi şirketlerin satın alma ve pazarlama faaliyetlerini yürütmektedir (Yıldız ve Ardıç, 2002). II. Dünya savaşı sonrasında zaibatsuların kaldırılarak firmalar arasında karşılıklı hisse satışları, ağ yapılanması ve tek banka finansmanı gibi gerekli oluşumların sağlanması ile keiretsular ortaya çıkmıştır. Savaş sonrası keiretsu gruplarında merkezi bir yönetim yapısı mevcut değildir. Grup yapısında merkezde yer alan ticari banka keiretsu yapısının başkanı olarak görev yapar ve bağlı şirketlerin hissedarlığını elinde bulundurur. Ancak 1976 yılında yayınlanan Anti Tekel yasası ile Japon bankalarının, firmaların en fazla %5’lik hissesini elinde bulundurabilmesine müsaade edecek şekilde bir düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle temelde bankanın başkan olarak görev aldığı yapıya yasalara

62 uygunluğun sağlanabilmesi amacıyla bir ticaret şirketi başkanlık etmektedir (Ahmadjian, 2006).

Japon finansal kültürünün önemli özelliklerinden biri olan ana banka sistemi1950’lerden 1970’lere kadar önemli konumdadır. Bulunduğu konumda grup şirketlerine düşük maliyetle finansman sağlayan ana banka, diğer grup şirketlerine uyguladığı yüksek fiyatlama ile ucuz finansmanın sebep olduğu kaybı telafi eden bir yapıya sahiptir. Ana banka sistem içinde borç alanları izleyen ve arabuluculuk yapan bir misyona sahiptir. Bu nedenle borç alan firmaların sıkıntılı süreçlerinde destek olarak yeniden yapılanmalarına katkıda bulunur. Japon keiretsu üyeleri birbirlerine ortaklık yapısı ile bağlanırlar (çapraz ortaklık-cross-shareholdings) ve genellikle yönetimlerine yabancı ortak almazlar. Gerek duydukları finansmanı da keiretsu yapısı içinde yer alan ana bankadan sağlarlar. Ancak, keiretsu sisteminde bankaların ellerinde oldukça fazla miktarda şirket hissesi bulundurmaları sonucu yüksek oranda piyasa riskiyle karşı karşıya kalmaları riski oluşmuştur. Bu durum ekonominin durgunluğa girdiği ve hisse fiyatlarında belirgin düşüşlerin yaşandığı dönemde ortaya çıkarak finansal sistemin dengesini bozmuştur (Çokaklı, 2002). Ana banka sistemi 1950’lerden 1970’lere kadar Japon ekonomisinin başarısının temel sebeplerinden biridir. 1970’lerde mali sistemin liberalizasyon ve deregülasyon süreci ile büyük firmaların ucuz finansman kaynaklarına yönelimi söz konusu olmuş ve banka kredilerine talep azalmıştır. Bu nedenle banka kredileri küçük ve orta ölçekli firmalara yönelmiştir. Bu durum bankalarla yakın ilişkili olan firmaları da olumsuz yönde etkileyerek hisse senedi fiyatları ve karlılıklarında düşüşe sebep olmuştur.

1990’larda çöken balon ekonomisi ile birlikte kurumsal yapının yeniden değerlendirilmesi, iyileştirilmesi ve firmaların temel faaliyetlerine ait olmayan

63 aktiflerinin satılması suretiyle kurumsal sektörün yeniden yapılandırılması süreci başlamıştır (Erdönmez, 2003).

Tablo 3: Japonya’da Eski ve Yeni Kurumsal Yönetimin Karşılaştırılması

Yeni İş Modeli Eski Yeni Örnek

Mülkiyet Yapısı Keiretsu (Firma

grupları) Bağımsız firmalar IBJ-DKB-Fuji Bankaları Firma Yapısı Holdingler Holding sisteminin

tersi uygulamalar

NEC finansal kiralama kanadını sattı

Performans

Kriterleri Piyasa Payı Karlılık Kao (ABD’de P&G gibi)

Rekabetçi Yapı Muhafazakar Yeni Girişlere İzin

Verilmesi GE; Renault, GM Şeffaflık Şeffaf olmayan yapı Bilgilendirmenin

Artması

Orix, (finansal kiralama şirketi) Kaynak: Erdönmez A. P., (2003), “Kurumsal Yeniden Yapılandırma”, Bankacılar Dergisi, Sayı 44, s.32.

1990’larda ülkenin yaşamakta olduğu sıkıntılar sebebiyle Japon şirketlerinin finansal yapılarında belirgin değişimler gözlenmiştir. İlk olarak banka ve işletmelerin pay sahipliğinde gözlenen belirgin düşüş daha sonra ticari ve uzun vadeli kredi bankalarının pay sahipliğinin 1990’dan 1998’e %15,7’den %1,37’ye düşmesi ile devam etmiştir (Suto, 2000). Daha sonra kurumsal yatırımcıların sayılarının artması ile süreç devam etmiştir. Finansal kurumlar aracılığıyla yabancı yatırımcıların yaptıkları yatırımların payı aynı dönemde Amerika’dakinin iki katından daha fazla gerçekleşerek 1990’da %4,7’den 1998’de %14,1’e çıkmıştır. Üçüncü olarak, karşılıklı iştirakler 1990’da %21,2’den 1997’de %18,2’ye düşmüş ve şirketlerin pay sahipliği yoluyla ilişkisinde ve istikrarlı kurumsal ilişkilerinde bir azalma

64 belirlenmiştir. Sabit yatırım oranı (istikrarlı hisse payı (stable shareholdings))

%41,1’den %35,7’ye düşmüştür. Aynı dönemde kişisel yatırımcının elindeki pay sahipliği %18’den %19,4’e yükselmiştir. 2000 yılına gelindiğinde ailelerin şirketleri kontrol etme oranları oldukça düşük seviyelere ulaşmıştır. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa; Asya’da şirketlerin %50’sinden fazlası, Amerika’da büyük şirketlerin %20’si ve Japonya’da ise sadece şirketlerin %10’u aileler tarafından kontrol edilmektedir (Suto, 2000). Ülkede yeniden yapılanmanın gerekliliği krizden yedi yıl sonra anlaşılmıştır. Bu süreçte Japonya'da kurumsal yeniden yapılandırmayı zorlaştıran etmenler arasında bankaların sermaye yapılarının zayıf olması, yetersiz muhasebe standartları ve kurumlarda dolaylı yoldan mülkiyet sahibi olunması sayılabilir. Böylece büyüme ile kurumsal ve mali sektörde iyileşme sürecinin sağlanamayacağı anlaşılarak, 1998 yılında devletin uygulamaya koyduğu yeniden sermayelendirme programı, ardında muhasebe standartları ve kurumsal yönetimde yapılan reformlarla süreç devam etmiştir. Ancak, yeniden yapılandırma süreci kurumsal sektörün toparlanması için yeterli olmadığından kurumsal sektörün yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmaların devam etmesi gerekli görülmüştür (Erdönmez, 2003).

2.2.1.2.3. Yetenek Geliştirme ve Kontrol Sistemi

Japonya’da mevcut kültür yapısının gereği olarak eğitime verilen önem oldukça yüksektir. Japon eğitim sistemi için DEİK (2012) bilgilerine göre;

“Ülke GSYİH’nin %3,5’i eğitime ayrılmakta, okuryazarlık oranı 2011 yılında

%99 gibi yüksek bir rakama erişmiş bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın çökerttiği Japonya 1945’ten sonra eğitim sistemini baştan sona yenilemiştir.

65 Bu yenilikle birlikte, öğrenciler 6 yıllık ilkokulun ardından 3 yıl süreli ortaokul ve ardından 3 yıl lise öğretimine devam etmektedirler. Japonya’da öğrenci-öğretmen oranı diğer OECD ülkeleriyle aynı olsa da eğitim kalitesi açısından diğer ülkelere oranla daha ileri düzeydedir” (DEİK, 2011, s.2).

İş ağları bulundukları ortamda yer alan rakipler, tedarikçiler, hükümet ve ticari sendikalar, ayrıca yönetmelikler, normlar, çeşitlilik ve şemalar gibi değişkenlerden etkilenirler (Jansson ve diğerleri, 2007). Bu değişkenlerden biri olan sendikal yapılanmalar da ülkeler arasında farklılık gösterir. Bu bağlamda Japonya’nın ekonomik ortamında yer alan değişkenlerden olan sendikalar değerlendirilecek olursa; ülkenin sendikal yapılanmasında yalnızca düzenli çalışanların üyelikleri kabul edilebilmekte iken, geçici işçilerin üyeliğinin kabul edilmediği görülür. Küçük işletmelerde ise sendikal örgütlenme neredeyse yoktur ve çalışma koşulları daha ağırdır (Ansal, 1999).

Eğitime yüksek seviyede önem veren Japonya’nın gelişmiş sendikal sistemi son yıllarda bir gerileme kaydetmiştir. Ekonomide mevcut yalın üretim yapısında, aynı işyerinde çalışan işçileri bir araya getiren ve faaliyeti o işyeri ile sınırlı olan işyeri sendikacılığı, işveren için bir uzlaşma zemini yaratılması açısından oldukça uygundur. Yalın üretim yapısı işverenin uygulamaları ile üretkenliğin artırılmasında rol alır. Ülkede işyeri sendikaları işyerinin piyasa başarısına ve verimliliğine bağımlı bir yapı sergilediklerinden üyelerinin çıkarlarını korumakta yetersiz kalmaktadırlar.

Bu durum sebebiyle piyasa işleyişine uygun olmayacak taleplerden kaçınılarak ilişkilerde karşılıklı çıkar birliği sağlanması amacıyla çalışma koşulları ve iş yoğunluğu gündeme alınmamakta, iş güvenliği ve sosyal haklar değerlendirilmektedir. Bu stratejinin amacı çalışanların işyerine bağımlı olmasını

66 sağlamaktır. Ayrıca sendikaların işyeri temsilcilerinin şirketin anahtar olarak adlandırılan elemanlarından oluşması, sendikanın şirket politikalarından bağımsız bir şekilde yönetilememesi sebebiyle sendikaların üyelerinin haklarını korumakta yetersiz kalması söz konusu olmuştur. Japon sendikalarının ülkenin ücret politikalarını belirlemek konusunda etkisi de yetersizdir. Ülkede tekil işletmelerin pazarlarda elde ettiği güç ücretleri belirleyen temel faktördür (Ansal, 1999).

Whitley (1999) pazarlık yapısının işgücü piyasalarının organizasyon ve kontrolünde önemli bir yeri olduğunu savunur. Pazarlık yapısının merkezileşme derecesinin, çalışan gruplarının ve sendika federasyonlarının iç uyum ve koordinasyonunu etkilediği belirtilmiştir. Ayrıca pazarlığın merkezi yapısının, birlikte çalışan ekonomik aktörler arasında işbirliğini kolaylaştırdığı belirlenmiştir.

Ülke genelinde pazarlık yapısında işyeri veya işletme düzeyinde yapılan toplu pazarlıklarda bireysel özelliklerin ağırlıklı olduğu ve işverenlerin çoğunlukla örgütlenmediği görülür. Zaman zaman işkolu düzeyinde toplu pazarlıklar yapılsa da, toplu pazarlıkların düzeyi daha çok işyeri seviyesindedir (Görmüş, 2009).

Genel olarak bakıldığında sendika sistemi açısından Japonya, sendikaların yaygın olduğu bir ülkedir. Ülkede sanayinin büyük bölümü ve üretimin düşük maliyetli ülkelere kaydırılması sendikalar tarafından kontrol edilir. Ancak son dönemde, üretimden hizmet tabanlı sektörlere yönelme ve yarı zamanlı çalışmanın artmasıyla sendikalaşma ciddi oranda azalmıştır. 1984 yılında 74.579 olan sendika sayısı, 1990’da %18 ve 2006 yılında %21 oranında düşüş yaşayarak 59.019 olarak tespit edilmiştir. 2006’da 10.041 olan sendika üyeliği sayısı ise, 1990 yılı verilerine göre %18 ve 1994 sayılarına göre %21 azalmıştır (Benson, 2008; Stiles, 2009).

67 2.2.1.2.4. Güven ve Otorite İlişkileri

Japon ekonomisinde mevcut örgütlenme yapıları olan Japon şirket ağlarının (keiretsu) oluşumunda kültür ve dinin belirgin etkileri söz konusudur (Erdem ve Kocabaş, 2004). Japonya kültüründeki kolektivist yapı gereği işbirliği, dostluk ve çalışırken karşıdakine güven şart olarak kabul edilmektedir (Stiles, 2009).

Japonya’nın siyasi gelişim sürecinde de din ve kültürün yoğun etkisi söz konusudur.

Herbig ve Jacobs’a (1997) göre, İkinci Dünya Savaşı sonrasında batıdaki teknolojik gelişimi yakından takip eden Japonya, bu süreçte kendi kültürünü de özenle geleceğe taşımış ve ‘Doğunun ahlakı, batının teknolojisi’ sloganını temel alarak ilerlemiştir.

(Zerenler ve İraz, 2006).

Japon çalışma grubu kültüründe ataerkil bir yapılanma mevcuttur. Hiyerarşik yapılanmada en üst seviyede yer alan yöneticiler en tecrübeli ve yaşlı çalışanlardır.

Bu yöneticiler ve alt kademelerdeki çalışanlar arasında yardımsever ve sadık bir ilişki vardır. Otorite temelli iktidar yapısı içinde çalışma hayatı iyi niyet, saygı ve bağlılık temelinde gelişir (Chatterjee, 1990; Gündüz, 2013). Ishikawa’ya göre “Japon kültürü ile Budizm arasında anlamlı bir ilişki vardır. Budizm’in en önemli öğretileri;

birlik, cömertlik, olgun bilgelik, Budizm'in ahlak kurallarına bağlılık, meditasyon, karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek ve hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmaktır”. Bu nedenle Budistler arasında birlik, beraberlik ve cömertlik yapıları mevcuttur. Ülkedeki ikinci büyük din olan Şintoizm’e göre de “Aile bir dindir, aile ocağı ise tapınaktır”. Buna göre tembellik, doğaya saygısızlık anlamına gelmektedir ve birlik, beraberlik içinde çalışmak ve üretmek en büyük ibadettir. Bu durum çalışan sadakatinin ve bağlılığının yüksek olması sonucunu doğurur (Zerenler ve İraz, 2006, s.761).

68 Yapılan değerlendirmelerden de görüldüğü üzere Japonya, kişilerarası güvenin yüksek seviyede olduğu kurumsal bir yapılanmaya sahiptir. Grup gücüyle desteklenen ağ topluluklarını barındıran sistem, uzlaşma temelli bir otorite yapısı içerir. Ülkede birlik ve beraberlik ortamında uyum içinde çalışmak esas alınmıştır.

Belgede Ar-Ge Personeli (sayfa 68-80)