• Sonuç bulunamadı

1. YERLEŞME VE NÜFUS

1.1. Harput Şehri

1.1.2. Şehrin Genel Görünümü ve Fizikî Yapılar

1.1.2.1. İç Kale

Kale yalnızca saldırılardan korunulacak bir yer değil aynı zamanda etkin savunma yapılan, saldırganları uzak tutmak için harekâtlar düzenlenen ve sahip olunan toprakların da kontrol altında tutulmasını sağlayan müstahkem bir yapıdır. Bu fonksiyonlarından dolayı, kaleler inşa edilirken özellikle coğrafi özelliklerden yararlanılmıştır51. Bu bağlamda Harput Kalesi de inşa edilirken doğal faktörler göz

önünde bulundurulmuş, saldırılara karşı oldukça korunaklı kuzey, güney ve doğudan derin uçurumlarla çevrili bir sırt üzerinde kurulmuştur. Kalenin kurulduğu sırt, doğudan Mezbahana Deresi, batıdan ise bu derenin bir kolu olan Sal Deresi’nin oluşturduğu vadiler arasında bulunmaktadır. Surlarla birlikte kalenin vadi zemininden olan yükseltisi doğuda 100 metre, batıda 60-70 metre, iki vadinin birleştiği güney yamaçta ise 150-200 metreyi bulmaktadır. Kale içindeki yerleşmenin eğimi de güneyden kuzeye doğru olup, üzerinde kurulmuş olduğu plato ve sırtın genel eğimine uygunluk göstermektedir. Kurulmuş olduğu arazinin özelliklerinden dolayı, doğal bir yapı olarak tanımlanan kale52, denizden 1392 m yüksekliktedir. Yapılan arkeolojik çalışmalara göre kalenin mevcudiyeti Urartululara kadar gitmektedir53.

Araplar tarafından Hısn-ı Ziyad, Bizanslılar tarafından da Ziata Castellum olarak isimlendirilen kale, Anadolu’nun en korunaklı kalelerinden biri olduğu için, her dönemde önemli bir müdafaa merkezi olmuş ve sık sık kuşatılmıştır. Bu nedenle, tarihi süreç içinde defalarca onarım görmüştür54. En eski onarım kitabesi Artuklular dönemine

aittir. Bu dönemde kalede, çeşitli kuşatmalara maruz kalması sebebiyle geniş tamiratlar yapılmıştır. Ayrıca kaleye bir kısım ilaveler de yine bu dönemde yapılmıştır. Mesela

50 Veli Sevin-Necla Arslan Sevin-Haydar Kalsen, Harput Kale Mahallesinde Osmanlı Yaşamı, İstanbul, 2011, s. 27-28; Ahmed Aksın, 19. Yüzyılda Harput, Elazığ, 1999, s. 51,55; İbrahim Yılmazçelik, “1840- 1850 Yıllarında Harput”, Türk Dünyası Araştırmaları, 52 (1998), s. 128.

51 John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi, (çev. Selma Koçak), İstanbul, 2007, s. 185-186.

52 Saadettin Tonbul, “Coğrafi Faktörlerden Yer şekillerinin Harput’un Kuruluşu, Gelişmesi ve Şehrin Yer Değiştirmesi Üzerine Olan Etkileri”, s. 87.

53 Veli Sevin-Necla Arslan Sevin-Haydar Kalsen, Harput Kale Mahallesinde Osmanlı Yaşamı, s. 81. 54 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), s. 197.

Nureddin Artukşah tarafından bir hastane inşa ettirildiği55 bilinmektedir. Ayrıca, kale

içinde kuzey sur duvarları üzerinde bir Artuklu Sarayı’nın varlığı da tespit edilmiştir56.

Dulkadiroğulları döneminde, kuşatmalar etkisiyle, kalede oluşan tahribattan dolayı çeşitli onarım ve eklemeler yapılmıştır57. Dulkadiroğulları’ndan sonra bölgeyi

hâkimiyeti altına alan Akkoyunlular döneminde de kalede onarımların yapıldığını mevcut kitabelerden öğrenmekteyiz. Bu dönemin hükümdarlarından Hasan Bahadır ve torunu Rüstem Han zamanında Harput’ta basılmış paraların olması, Harput’ta bir darphanenin mevcut olduğunu da göstermektedir58. Bu darphane Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde de aktif olarak işletilmiş ve bu iki Osmanlı sultanı zamanında Harput’ta sikke bastırılmıştır. Osmanlı döneminde iltizam usulüyle işletilen darphanenin, 1523 yılında 60.000 akçelik mukataasının olduğu anlaşılmaktadır. Ancak darphane daha sonraki yıllarda önemini yitirmiş ve faaliyetlerine de son verilmiştir59. Harput’taki darphanenin yeri tam olarak bilinmese de, şehrin en korunaklı

yerinde, yani iç kalede olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim mevcut arkeolojik veriler de darphanenin bu bölgede olabileceğini göstermektedir60.

Osmanlılar 1516 yılında kaleyi üç gün boyunca topla dövdükten sonra fethetmiştir. Şiddetli geçen bu muhasara nedeniyle kalenin harap olduğu muhakkaktır. Bu nedenle, zabtından sonra kalede ciddi bir tamirat yapıldığı söylenebilir61. Bundan

sonraki dönemlerde de ihtiyaç hâsıl oldukça kalede tamiratlar yapılmıştır. Nitekim 17. yüzyılda kalenin bakım ve onarımıyla ilgilenen bir mimarı vardı. Mesela 1633 yılında kale mimarı Hacı Bayram Hasan adında biriydi. Fakat bu şahıs artık vazifesini yapamayacak kadar yaşlandığı için görevini bırakmış, kale dizdarı Mustafa’nın arzıyla, yerine günlük altı akçe ücretle Ahmed adında biri atanmıştır62. Daha sonraki yıllarda ise

bu vazifeyi gayrimüslim mimarlar yürütmüştür. Mesela günlük üç akçe ücretle bu görevi ifa eden Hacik adlı gayrimüslim, 1731 yılında görevini oğlu Melânis’e bırakmıştır63.

55 Nureddin Ardıçoğlu; Harput Tarihi, İstanbul, 1964, s. 51-52,60. 56 Ertuğrul Danık, Ortaçağ’da Harput, Ankara, 2001, s. 50. 57 Nureddin Ardıçoğlu; Harput Tarihi, s. 67-68.

58 Nureddin Ardıçoğlu; Harput Tarihi, s. 73.

59 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), s. 144-222

60 Veli Sevin-Necla Arslan Sevin-Haydar Kalsen, Harput Kale Mahallesinde Osmanlı Yaşamı, s. 147 61 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), s. 197.

62 HŞS, nr. 386, s.351/b.3.

63 “Harput Kal‘ası’nda üç akçe ile babası Hacik zimmî kasr-ı yedinden mi‘mâr olan Melanis nâm zimmîye tahrîr.” (VGMA, HD, nr. 1093/ s. 223)

Resim-1: Harput Kalesi

17. yüzyılda iç kalenin oldukça sağlam ve kullanılışlı olduğunu Harput’a gelen Evliya Çelebi’den öğrenmekteyiz. Zira Evliya Çelebi kaleyi tarif ederken, çok yüksek, kaya üzerinde taştan inşa edilmiş sağlam ve güzel bir yapı olarak bahsetmiştir64. Sadece

bir kapısının65 olduğu anlaşılan kalede, bin66 kadar hane ve minaresiz olan bir cami de

bulunmaktaydı. Yine kale içinde su sarnıçları ve zahire ambarları vardı. Ayrıca kalenin yönetiminden sorumlu bir dizdarı bulunuyordu ve onun emrinde çalışan bir kethüda ile yeterli sayıda kale erleri de vardı. Evliya Çelebi, kalede cephane ve büyük topların olduğundan da bahsetmektedir67. Nitekim 1627 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre,

eski kale dizdarı Mustafa Ağa, yeni kale dizdarı olarak görevlendirilen Seydi Ali

64 “İç kal‘ası eflâke ser çekmiş bir acîb u garîb yalçın kaya üzere şekl-i murabba‘dan tûlânîce seng-binâ bir metîn ü hasîn kal‘a-i ra‘nâdır”. Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3. Kitap: Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 305 Numaralı Yazmanın Transkripsiyon- Dizini, Haz. Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı, İstanbul, 1999, s. 135.

65 Evliya Çelebi’nin belirtiği üzere kaleye tek kapıdan giriş yapılıyordu. Ancak restore çalışmaları ile günümüze ulaşan yapıdan bu dış kapının hemen ardında (yaklaşık 30 metre ilerisinde) bulunan ikinci bir kapıdan geçildikkten sonra kale içine gidilebildiği görülmektedir (bkz Resim 2-3-4).

66 Kalenin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda bu miktarın oldukça abartılı olduğu açıktır. Nitekim 17. yüzyılın ortalarında Harput şehrindeki toplam ev sayısı 719 civarındaydı. Bkz. Mehmet Ali Ünal, “1646 (1056) Tarihli Harput Kazâsı Avarız Defteri”, s. 15.

Ağa’ya cephanelikte bulunan silah ve malzemenin devrini yapmış ve bu devir esnasında kalede; 1 demir kapı, 3 tüfek, 3 küllük, 9 araba çengâli, 1 araba kazığı, 1 araba zinciri, 5 araba kendîri, 6 araba tekerleği, 2 derbuzen68 ayağı, 2 derbuzen kuyruğu, 7 derbuzen, 1

top enügi hokka, 3 top parçası (2 nügi miktarı), 3 top halka, 2 top enügi, 1 top hokka, 3 top önü, 233 top yuvarlak69, 1 top (kale kapısı önünde), 1 nakkâre70, 2 kurşun parçası, 6

bez sandığı, 2 kese barut, yarım kese kükürt, 1 demir çember, 1 bakır külçe, 32 ince çubuk, 50 köhne keman71, 1 demir zincir, 1 kilit, 5 küçük tekerlek, 2 gülle sandığı gibi

silah ve mühimmat bulunmaktaydı72.

Cephaneliğin dışında, devlete ait olan hazine ve hububat da Harput’un en korunaklı yeri olan iç kalede muhafaza edilmekteydi. Mesela 1639 yılında Abaza Yusuf Ağa korunması için Harput Kalesi’ne 10.000 kuruş bırakırken73, yine aynı tarihte

Amid’den Harput kadısı ve dizdarına hitaben gönderilen bir tezkerede, Harput haslarından elde edilen 24 bin Harputî kile hububatın kaledeki ambarlarda muhafaza edilmesi, hububatın zayi olmaması için kale dışında başka bir yerde ambar ettirilmemesi hususunda yetkililer kesin bir şekilde uyarılmışlardır74. Öyle anlaşılıyor ki, 17. yüzyılda

Harput Kalesi’nde hububat ve benzeri şeylerin muhafaza edildiği iki tane ambar bulunmaktaydı75.

68 Hafif top olarak kullanılan derbuzenler muhtelif çaplarda ve buna bağlı olarak değişik isimlerde anılmaktaydı. Arşiv kaynaklarında darbzen, zarbuzân, darbuzân ve darbzân gibi farklı yazılışlarına da rastlanmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Salim Aydüz, Taphâne-i Amire ve Top Döküm Teknolojisi, Ankara, 2006, s. 373-392.

69 15 ve 16. yüzyıllarda topların attığı büyük mermilere yuvalak veya yuvarlak denilmekteydi. Salim Aydüz, Taphâne-i Amire ve Top Döküm Teknolojisi, s. 421.

70 Mehterhanede yer alan bir çeşit davul. Bkz. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 2, İstanbul, 1983, s. 649.

71 Yay demektir. Ayrıca bunun yerine kavis tabiri de kullanılmaktaydı. Bkz. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 2, s. 239.

72 HŞS, nr. 38244-III, s. 187/b.1.

73 HŞS, nr. 38244-II, s. 48/b.2. Ayrıca 1639 tarihinde gönderilen bir fermanda; Kara Ulus Voyvodası Yusuf Ağa tarafından toplanarak Harput Kalesi’ne bırakılan 10.000 kuruşun, keselenerek ordu-yu hümayuna gönderilmesi istenmiştir. Bkz. Celalettin Uzun, H.1048-1049/ M.1638-1639 Tarihli Harput Şer’iyye Sicili ( Transkripsiyon ve Değerlendirme), s. 425.

74 “Harpurut hâslarından bu sene-i mubârekede hâsıl olan yirmi dört bin Harpurutî kile gılâli pâk u pâkize kal‘ada ber-mahfûz ve me'men birle der-anbâr itdirmeniz içün tezkire tahrîr olunub irsâl olunmuşdur.” HŞS, nr. 38244-II, s. 106/b.3.

Resim-2: Harput Kalesinin Dış Kapısı

Resim-4: Kale İçinden İkinci Kapının Görünümü

Harput’ta hırsızlık, adam öldürme gibi nedenlere tutuklanan suçlular, yine iç kalede bulunan bir zindanda hapsediliyordu. Şehirdeki mahkûmların yanı sıra, seferlerde esir alınan düşman askerleri76 ve çevre kazalarda yakalanan suçlular da

Harput Kalesi’ndeki zindanda tutulmaktaydı. Dolayısıyla kaledeki zindanın, çevre şehirlere de hitap eden merkezi bir hapishane olduğu söylenebilir. Mesela kapıcılar kethüdasının Çemişgezek tarafında yakaladığı suçlular Harput Kalesi’nde hapsedilmiştir77. Ayrıca 1638 yılında Sağman Kazası cizye vergilerine kefil olan Dilo

adlı gayrimüslim, bu vergilerin eksik toplanması sebebiyle, kefaletinden dolayı tutuklanarak Harput Kalesi’ne getirilmiş, fakat mahkûmiyete dayanamadığı için bir süre sonra zindanda ölmüştür78.

76 Bağdat seferi sonrası Harput Kalesi’nde tutulan esirlerin isim ve rütbeleri şunlardır: Seyf Kulu Bey Yüzbaşı, İbrahim Bey Binbaşı, Vais Kulu Seltan, Emirza Zaman Yüzbaşı, Şah Veli Bey Yüzbaşı, Hüseyin Kemaleddin Yüzbaşı, Deli Hasan Yüzbaşı, Mehmed Taki Binbaşı, Emir Mehmed Yüzbaşı, Bayrik tâbiʻ-i Durhan, Saru Han Bey Binbaşı, Mehmed Rıza tâbiʻ-i Bulâcık(?), Keçi Bey, Hasan Bey tâbiʻ-i Deli Hasan, Mehmed tâbiʻ-i Şah Virdi Bey, İvaz tâbiʻ-i Saru Han Bey, Seltan Ali tâbiʻ-i İbrahim Bey, Şah Verdi Binbaşı, Ahmed Bey Yüzbaşı, Yusuf tâbiʻ-i Nakd Hân, Ali tâbiʻ-i Ali Yâr Hân, Nakd Hân, Ali Yar Hân, Mehmed Hasan Bulâ(?) Hân, İbrahim merdüm-i Halef Han, Yusuf merdüm-i Halef Han, Pervâne merdüm-i Halef Han, İskender merdüm-i Halef Han, Küçük Yusuf merdüm-i Halef Han, Nevrûz Ali merdüm-i Mir Fettâh. Celalettin Uzun, “IV. Murad Dönemi Bağdad Seferleri Sırasında Harput Sancağı’nın Üslendiği Rol”, s. 759-760.

77 HŞS, nr. 331, s. 91/b.3. 78 HŞS, nr. 38244-II, s. 95/b.2.

Kale içinde bir mehterhane de bulunmaktaydı79. Çalgıcı mehterler Harput’ta

gece ve gündüz (leyli ve’n-nehâr) hizmet görüyorlardı80. Yine kaledeki çalgıcı

mehterler, şehir ve çevresindeki diğer mehter ile birleşip kasaba ve şehirleri geziyorlardı. Muhtemelen bunlar halkı eğlendirip karşılığında ücret alıyorlardı. Nitekim 1639 yılında Harput Kalesi’nde bulunan çalgıcı mehterler, merkeze adam göndererek, şehir ve etraftaki mehterler ile şehir ve kasabaları dolaştıklarını ve kimseye zararları olmamalarına rağmen “kadîme muhâlif bazı kimesneler” kendilerine engel olduklarını bildirerek şikâyette bulunmuşlardır. Bunun üzerine, kimseye zarar vermemeleri halinde “kadîmden ola geldüğü üzere” gezip dolaşmalarına izin verilmesi ve kimsenin kendilerine müdahale etmemesi için gerekli tedbirleri alması hususunda Harput kadısına hitaben bir ferman gönderilmiştir81. 1653 yılında kalede bulunan mehterlerin başında

Avid adlı bir gayrimüslimin bulunması, onların da Harput musikisi konusunda aktif olarak görev aldıklarına işaret etmektedir82.

Kale içinde askeri ve idari birimlerin dışında, Kale Mahallesi adında bir yerleşim alını da bulunmaktaydı83. Ancak âvarız hane kayıtları arasında kalede yaşayanlarla ilgili

bir kayda rastlanmaması, bu kimselerin vergi yükümlülüğü olmayan aileler olduğuna delalet etmektedir84. Kale içinde Kale Camii85 ve Hüseyin Ağa Camii86 adlarını taşıyan

iki ayrı ibadethane bulunmaktaydı. Evliya Çelebi’nin bunlardan sadece kadim olanından yani Kale Camii’nden bahsetmesi, Hüseyin Ağa Camii’nin 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında yapıldığını göstermektedir. Kaledeki bu ibadethanelerde hizmet gören imam, müezzin ve hatip gibi görevliler de vardı87.

Kale Camii’nin çevresinde canlı bir iktisadi hayat da mevcuttu. Nitekim son zamanlarda kale içinde yapılan kazılarda, cami etrafında Osmanlı dönemine ait çok

79 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3, s. 135. 80 HŞS, nr. 38244-II, s. 125/b.2.

81 HŞS, nr. 38244-II, s. 125/b.2.

82 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), s. 74.

83 Burası için sicil kayıtlarında genellikle Harput Kal‘ası ibaresi kullanılmıştır. Fakat 1639 tarihli bir sicil kaydında Kal’a Mahallesi ifadesi de kullanılmıştır. Bkz. HŞS, nr. 38244-II, s. 54/b.2.

84 1646 yılında yapılan avarız tahriri kayıtlarında bu mahalleden bahsedilmemektedir. Bkz. Mehmet Ali Ünal, “1646 (1056) Tarihli Harput Kazâsı Avârız Defteri”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XII, İzmir, 1997, s. 9-73.

85 VGMA, HD, nr.1158, s. 201, 202. 86 VGMA, HD, nr. 1098, s. 186.

sayıda ticarethane, dükkân ve atölyelerin varlığı tespit edilmiştir88. Ayrıca bu bölgede

Kal‘a Bâzârı adıyla anılan bir mekân da bulunmaktaydı89.

Kale içinde bulunan evler, diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi, cami ve çevresi ile iktisadi alanların etrafında, güney-güneybatı ve kuzey-kuzeybatıdaki teraslar üzerine yayılmışlardı. Bir plan çerçevesinde yerleştirilen evlerin yönleri güneş ve manzaraya göre bir biri üzerinden bakacak şekilde güneye çevrilmişlerdi90.

Evliya Çelebi kale içindeki evleri tarif ederken “hâk-i amber-i pâk ile mestûr hâne-i ma‘murlar” olarak ifade etmektedir91. Bu tanımlamadan hareketle, kale içindeki

evlerin temiz ve bakımlı olduğu söylenebilir.

Evler, özellikleri ve kullanım alanlarına göre değişiklik göstermekteydi. Mesela 1633 yılında satışı gerçekleştirilen bir evin, bir bâb sofası ile bir hazine üstünde odası ve havlusu vardı92. 1664 yılına ait başka bir belgede ise kaledeki bir ev; “bir bâb oda, bir bâb sofa bir bâb tâbhâne örtmesiyle ve havlusı ile kenefîyle ve karlığı ile ve cem‘ tevâbî ile…” şeklinde tanımlanmaktadır93. 1671 tarihli diğer bir belgede kaledeki bir ev; “bir

bâb sofa bir bâb kış damı, bir eyvân ve bir bâb sofa oda fevkâni, tahtani ahuru ve bir bâb samân damı havlusı…” şeklinde tarif edilmiştir94. 1672 tarihli başka bir satış

hüccetinde bir evin kullanım alanları; “bir bâb sofa ve tahtânisiyle ve bir bâb kış damı havlu ve kenefîyle…” şeklinde tanımlanmıştır95. Yine aynı yıla ait bir başka belgede ise

bir ev; “bir bâb sofa ve bir bâb tâbhâne ve bir bâb oda örtmesiyle ve kenefî ile ve havlusıyla…” şeklinde tarif edilmiştir96. Bütün bu tanımlamalardan anlaşıldığına göre,

88 Veli Sevin-Necla Arslan Sevin-Haydar Kalsen, Harput Kale Mahallesinde Osmanlı Yaşamı, s. 123,153.

89 1624 yılında mahkemeye intikal eden bir davadan anlaşıldığına göre, Kale sakinlerinden Kasım bin Hüseyin kale pazarındaki dükkânında oturup ticaretle meşgul olurken Ahmed Bey bin Abdullah adlı sipahinin hizmetkârı olan Halil adlı şahsın, dükkânını basarak kendisini yaraladığını bildirmiş ve mahkemeden keşif talebinde bulunmuştur. Yapılan keşif sonucunda, Kasım’ın haklı olduğu anlaşılmış ve Kale dizdarı Ahmed Bey’den hizmetkârını yakalayıp, mahkemeye teslim etmesi istenmiştir. Ahmed Bey de hizmetkârına kefil olduğunu, Kasım’ın bu yara sonucunda vefat etmesi halinde kan parasını ödeyeceğini, vefat etmediği takdirde ise kendisine merhem parası vereceğini taahhüt etmiştir. HŞS, nr. 383, s. 46/b.3; HŞS, nr. 383, s. 47/b.1.

90 Veli Sevin-Necla Arslan Sevin-Haydar Kalsen, Harput Kale Mahallesinde Osmanlı Yaşamı, s. 123,154. 91 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3, s. 135.

92 HŞS, nr. 386, s. 198/b.2. 93 HŞS, nr. 368, s. 31/b.2. 94 HŞS, nr. 38244-I, s. 104/b.3. 95 HŞS, nr. 362, s. 79/b.1. 96 HŞS, nr. 368, s. 54/b.2.

kalede tek tip evler olmayıp, tek katlı mütevazı görünümlü evler bulunduğu gibi, iki katlı, kullanım alanları geniş ve eklentileri fazla olan evler de vardı97.

Kalede mütevazı sayılabicek evlerin yanı sıra, Münzirzâde ve Kösezâde saraylarının da bulunması98, kalede sosyal ve ekonomik bakımdan varlıklı kişilerin de

ikamet ettiğini göstermektedir. Yine kalede ikamet eden Halil Çelebi bin Gülabi ve kardeşi Osman Çelebi adlı kişiler hem gayrimenkul hem de nakit bakımından oldukça varlıklı kişilerdi. Bu varlıklı kardeşler, bir dönem gayrimenkul ve nakit gelirlerini ortaklaşa idare ederlerken, daha sonra mallarını ayırarak bu birlikteliğe son vermişlerdir99. Bunlardan Halil Çelebi Harput’un önde gelen tacirlerinden biriydi.

Yaptığı ticaret sadece Harput ile sınırlı olmayıp Pertek ve Sağman Sancaklarına yağ ve bal gibi gıda maddeleri gönderdiği gibi, Harput ve çevre kazalarda ikamet eden Müslim veya gayrimüslimlere yüklü miktarlarda borç para da veriyordu100. Yine kale içinde

ikamet eden kapıkulu sipahilerinden Osman Bey de variyetli biriydi. Osman Bey nakit gelirlerini merâbilik anlaşmasıyla işleterek kazanç elde ediyordu101. Kale içinde ikamet eden diğer bir varlıklı kişi ise Hüseyin Çelebi bin Haydar adlı kişiydi. Hüseyin Çelebi,

97 Kale içindeki konutların özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Veli Sevin-Necla Arslan Sevin-Haydar Kalsen, Harput Kale Mahallesinde Osmanlı Yaşamı, s. 154,169.

98 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 3, s. 135. 99 HŞS, nr. 38244-II, s. 1/b.1.

100 Mesela 1625 yılına ait bir belgeden anlaşıldığına göre, Sağman Sancağı’ndaki bazı gayrimüslimler sekiz ay vade ile Halil Çelebi’den 26 batman yağ ve 18 batman bal ile 30 riyal kuruş borç almışlardır (HŞS, nr. 383, s. 145/b.3). Yine bu tarihte Sağman Sancağı’ndan farklı kişiler 107 riyal kuruş Halil Çelebi’den borç alırken (HŞS, nr. 383, s. 133/b.2), Pertek Sancağı’ndan da bazı kimseler, katır bahasından 62 riyal kuruş ile 2 batman yağı dokuz ay vadeyle ondan borç almışlardır (HŞS, nr. 383, s. 154/b.2). 1632 yılına ait başka bir örnekte ise; Usta Ahmed adlı kişi Halil Çelebi’ye Müridi Nahiyesi’nde bulunan bir bağını meyveli ve meyvesiz ağaçları ve içerisinde bulunan evi ve suyuyla birlikte 200 riyal kuruşa bir yıllığına bey bi’l-vefâ‘ işlemiyle satmıştır (HŞS, nr. 386, s. 2/b.3). Böylece nakte ihtiyacı olan kişi mallarını vasıta kılarak nakit ihtiyacını karşılamış, parayı veren kişi de vermiş olduğu para karşılığında bahse konu olan gayrimenkullerden istifade etme hakkını elde etmiştir. Bu yolla, borç temininde karşılaşılacak güçlükler ortadan kaldırılarak, sermaye sahipleri verdikleri borç karşılığında bir güvence ve kazanç elde ediyorlardı. Vade sonunda para ödendiği takdirde, satın alınan gayrimenkuller sahibine geri ödeniyordu (Tahsin Özcan, Osmanlı Para Vakıfları Kanûnî Dönemi Üsküdar Örneği, Ankara, 2003, s. 71). 1637 yılına ait başka bir belgeden anlaşıldığına göre ise; Harput’a bağlı Monla (Monlakendi) köyü sakinlerinden Abdal Beyoğlu İsmail Bey Halil Çelebi’den dört ay vade ile 260 riyal kuruş borç almış ve borca karşılık olarak da aynı köyde bulunan bağ, bahçe, ev ve topraklarını ona rehin olarak bırakmıştır (HŞS, nr 384, s. 51/b.2). 1633 yılında Harput sakinlerinden Seyit Hüseyin b. Zeynel adlı kişinin kale sakinlerinden Halil Çelebi b. Gülabi Kethüda’ya 150 riyal kuruş borcu vardı (HŞS, nr. 386, s. 214/b.1). Sicillerde Halil Çelebi’nin çok sayıda kişiye borç verdiğine dair başka örnekler de vardır. Mesela bkz. HŞS, nr. 386, s. 149/b.2; HŞS, nr. 386, s. 151/b.1; HŞS, nr. 386, s. 151/b.2; HŞS, nr. 386, s. 151/b.3.

101 Bu yöntemde, nakte ihtiyacı olan kişilere verilen kredi karşılığında, teminat olarak alınan mallar tekrar sahiplerine iade edilerek, bir taraftan emek, diğer taraftan sermaye olmak üzere kâr ortaklığı üzerine tesis edilen bir anlaşma yapılıyordu. Yapılan anlaşma gereği, borç ödendiği takdirde bu sözleşme feshediliyordu. Bu usulle Osman Bey 1639 yılında Tilenzid adlı köyde ikamet eden Resul, Timurtaş, Osman, Oruç, Yusuf, İnebey, Hızır ve Kalo adlı kişilere toplamda 495 kuruş borç vermiştir. HŞS, nr. 38244-II, s. 24/b.1.

1654 yılında Kuzabad Nahiyesi’nde bulunan bir mezrasını 1100 riyal kuruşa Abdal Beşe bin Mevlüd adlı kişiye satmıştır102.

17. yüzyılın ortalarında kale erlerinin mühim bir kısmı ve kale kethüdası iç kalenin dışındaki mahallelerde oturuyorlardı. Bu bağlamda, Mescid-i Kara Sûfi Mahallesi’nde 5, Mescid-i Saray Hatun Mahallesi’nde 5, Cami-i Arslaniye Mahallesi’nde 3, Zahiriye Mahallesi’nde 2, Ortak Mahallesi’nde 2, Cami-i Meydan ve Cami-i Kebir mahallelerinde ise birer hisar eri olmak üzere, toplam 19 hisar eri Harput’un kaleye yakın olan mahallelerinde ikamet ediyordu. Dizdarın yardımcısı olarak görev yapan Kale Kethüdası ise Mescid-i Kara Sûfi mahallesinde sakindi103.