• Sonuç bulunamadı

Hz. Peygamber’in Peygamberliği

Belgede MUHTASAR İSLÂM TARİHİ (sayfa 43-47)

Hz. Peygamber esasen nesebinin yüceliği itibariyle Kureyş’in en asili ol-duğu gibi övülecek sıfatlar açısından da insanların en iyisiydi. Cesaret, yiğit-lik, hilm, sadakat, emanet ve akıllılık gibi her biri farklı bir kemal delili olan üstün özellikleri mukaddes varlığında toplamış, dirayet ve rivayetle insanla-rın kalplerini kendi tarafına çekmiştir.

6 Hz. İsa’nın ilahlığını inkâr ve vahdaniyeti tasdik eden Aryûs mezhebinden olan Bahirâ bulunduğu manastırdan kovulduğu için önce Tûr-i Sînâ’da sonra Busra’da uzlete çekilip yoldan geçenleri tevhide davet ediyordu.

Kendisi zaten yaratılanların en mükemmeliyken, Araplar arasında sahip olduğu şeref ve siyaset, onun içindeki mükemmel ahlaki özelliklerine işaret ettiği gibi insanların kalplerinden samimi bir şekilde çıkan, havas ve avamın diliyle söylenen el-emîn sıfatı ve lakabına da mazhar olmuştur.

Bu üstün özelliklerin kendisine tahsis ettiği yücelik konumuna yeterli olması, Kureyş önderliğinin Ebû Tâlib’den sonra Hz. Peygamber’e geçecek olmasında şüphe götürür bir taraf bırakmadığı için halk sürekli kendisini büyük bilir, saygı ve itaatte kusur etmezdi.

Pek çok olağanüstü durumun kalpleri kazanmaya vesile olduğu sırada insanların kalpleri zaten Hz. Peygamber sevgisiyle doluydu. Kâbe’nin tamiri sırasında Hacerü’l-esved’in yerine konulması hususunda ortaya koyduğu etkili ve adaletli görüş, Arap kabileleri içinde şöhretinin artmasına vesile olmuştu.

Üstünlükleri kendinde toplayan Hz. Peygamber, zaten Allah tarafından peygamberlik görevi için takdir buyurulduğundan nübüvvetle müşerref olmuştur.

Peygamberlik geldiği zaman Hz. Peygamber kırk yaşındaydı. Üç sene sonra yani kırk üç yaşlarındayken peygamberlik görevini bütün boyutlarıyla üstlenmiştir.

Peygamberliği sadık rüyalar ile başlamıştır. Peygamberlikten altı ay ön-cesine kadar rüyada ne görse aynen gerçekleşmekteydi.

Bu mutlu vakitler zarfında Hz. Peygamber’in ailesini kuşatan tecelli nur-larının oluşturduğu mukaddes nur çemberi, Hz. Peygamber’in etrafında bulunan düşmanlık ve ihtilafları kabul etmeye müsaade etmediği için Hz.

Peygamber, uzlet ve halveti seçerek Mekke dağlarından Hirâ dağında yer alan bir mağarada itikaf ile mabuduna itaat ve ibâdet etmeyi alışkanlık hali-ne getirmişti.

Hz. Peygamber kırk yaşındayken ramazan ayının on yedinci pazartesi günü Hirâ dağında, bahsedilen mağarada Hz. Cebrail taşınmasına memur olduğu vahyi Hz. Peygamber’e tebliğ ederek, Oku âyetini öğretmiştir.

Bundan sonra Hz. Peygamber‘in tahammül ve kabiliyetinin genişliği için kesilen vahiy, üç sene sonra tekrar başlamış ve artık Kur’an’ın tamam-lanmasına kadar kesintiye uğramamıştır.

İlahi vahyin ortaya çıkışının başlangıcı çok sıkıntılı olduğu için Hz. Pey-gamber’in bedeni terleyip, titremiş ve evine dönüş yaparak Hz. Hatice’ye kendisini örtmesini emrettikten sonra bir müddet istirahat etmiştir.

Hz. Peygamber bir süre sonra kendine gelerek olayı anlattı. Arapların meşhur kâhini ve Hz. Haticenin amcaoğlu Varaka b. Nevfel’in Hz. Peygam-ber’in peygamberliğine iman ettiği; fakat davet zamanına yetişemediği tarih-lerde kayıtlıdır.

Bahsedildiği üzere vahyin arkası kesildiğinden Hz. Peygamber bu du-rum için sıkılıyordu.

Nihayet bir gün Hz. Cebrail Müzzemmil suresiyle ilahi vahyi tekrar ge-tirdi.

Bu defa vahiy risâlet özelliğini de kapsadığı için âyet hükmüne göre Hz.

Peygamber İslâm dinini yayma ve insanları İslâm’a davet etmeye başladı.

Yeni bir şeriat ile gönderilen Hz. Peygamber’in Allah tarafından telkine memur olduğu din ve şeriat ile diğer dinlerin hükmü ortadan kalktı. Böyle-likle Hz. Peygamber İslâm şeriatını tesis etti.

Dünyada ortaya çıkan büyük olayların en önemlisi olan İslâm dini işte bu şekilde başlamış oldu.

4. İslâm

Hz. Peygamber’in peygamberliğinin ardından ilk Hz. Hatice iman etti.

Sonra Ebû Bekir, Ali b. Ebî Tâlib, Zeyd b. Hârise, Zübeyr b. el-Avvâm,

Osmân b. Affân, Abdurrahman b. Avf, Sa`d b. Ebî Vakkâs ve Talha b. Ubey-dullah Hazretleri iman ettiklerini açıkladılar. Bu kişiler İslâm tarihinde İslâm’da öncüler adıyla anılırlar.

Bundan sonra Hz. Peygamber insanları davet etmeye başladı ki vahiy de bu sırada devam ediyordu.

Hz. Peygamber’in peygamberliği ve davet süreci başlayınca Kureyşliler öncelikle hayret ve tereddüt içinde kaldılar. Fakat sadakat ve emanetle meş-hur olan Hz. Peygamber’in sözünü yalanlayamadılar. Çünkü onlar da bili-yordu ki Hz. Peygamber’den hile ve yalan sadır olmaz. Ancak durumun bu şekilde olduğunu bilseler de daveti kabul edemediler. Çünkü putlarının işe yaramaz cansız bir cisim olduğunu itiraf etmek ve babadan dededen sahip oldukları batıl inançları reddetmek gerekecekti.

Kureyşliler hayli zaman tereddüt halinde bulundular ve karışıklık içinde kaldılar. Kendi aralarında tefrika çıkardığı ve rahatsızlık oluşturduğu dü-şüncesiyle Hz. Peygamber’e düşmanlık gösterdiler. Fakat doğrudan doğru-ya da Hz. Peygamber’e saldırıda bulunamadılar. Zira kabilenin eşrafından olan Hz. Peygamber’in akraba ve taallukatı çok olduğu için gerek Müslü-man, gerekse Putperest olsun onların akrabalık gayreti çerçevesinde ortaya çıkacak nefret ve intikamlarından korkmaktaydılar. Ayrıca kavminin efendi-si olan Ebû Tâlib de hayatı kadar sevdiği yeğeni Hz. Peygamber’i açıkça koruyordu.

Kureyş her ne kadar Hz. Peygamber’in şahsına dokunamıyorsa da İslâm dinini kabul eden diğer sahâbilere hakaret ediyor ve rahatsızlık veriyordu.

Özellikle kölelere son derece eziyet ve işkence ediyorlardı. Zengin ve duru-mu iyi olan Müslümanlar, özellikle Hz. Ebû Bekir, İslâm ile müşerref olan köleleri sahiplerinden satın alarak azat edip işkenceden kurtarıyordu.

Bilâl b. Rebah el-Habeşî de bahsi geçen kölelerdendir. İslâm’ı kabul edince Kureyşliler boğazına ip takarak Mekke’nin sokaklarında dolaştırmış,

eziyet etmiş ve Hz. Ebû Bekir tarafından satın alınarak azat edilmekle bu durumdan kurtulmuştur.

Kureyş’in bu ihaneti İslâm’ın genişlemesine engel olamıyordu. Hidayet nuru her tarafı aydınlattığından İslâm ışığı her ne kadar yavaş bir şekilde genişlese de yine etkisini gösteriyordu.

Kureyş’ten pek çok kimse İslâm’ı kabul etmeye meyilliydi; fakat henüz müşrik olan kendi akrabalarından çekindikleri için Müslüman olduklarını açıklayamıyorlardı.

Müslümanlar Hz. Peygamber ve diğer Müslümanların evlerinde, Hz.

Peygamber’in huzuruna toplanarak vaaz ve ibâdet ile meşgul olur ve birer ikişer Müslüman olan müminleri kabul ederlerdi. Bu sıralarda Kureyş’in kin ve düşmanlığı ile isyan ve kötülüğü arttığı zaman, Müslümanlar korku için-de kalmışken Arapların namlı pehlivanlarından olan Hz. Peygamber’in am-cası Hz. Hamza, İslâm ile müşerref olduğu için müminlerin kalbi rahatladı.

Belgede MUHTASAR İSLÂM TARİHİ (sayfa 43-47)