• Sonuç bulunamadı

Dinin Yaygınlaşması

Belgede MUHTASAR İSLÂM TARİHİ (sayfa 47-54)

Kureyşlilerin şer ve tecavüzlerinden sakınılarak dini telkinler gizlice icra edilmekteyken sana emrolunanı tebliğ et emriyle açık davet yapılması konu-sunda ilahi emri gelince, Hz. Peygamber halkı hak dine açıkça davete başla-dı. Bu husus Kureyş’in öfke ve kinini tamamıyla harekete geçirdi.

Hz. Peygamber hakkında Ebû Tâlib’e yaptıkları şikâyet de fayda ver-mediğinden Kureyş, Müslümanlar hakkında çeşitli aşağılama ve eziyetleri günden güne artırmaya başladı.

Hz. Peygamber’in amcası Ebû Leheb ve eşi Ümmü Cemîl Hz. Peygam-ber hakkında akla hayale gelmez saldırı ve aşağılamalara başladılar. Kureyş büyüklerinden olan Ebû Cehil İslâm’ın en büyük düşmanıydı.

Ebû Cehil’in pisliğinin şiddeti şununla mukayese edilebilir. Bir gün Ebû Cehil haremde oturmakta olan Hz. Peygamber’e hakaret etti. Hz. Peygam-ber bu durumdan son derece mahzun oldu. Bunu gören Hz. PeygamPeygam-ber’in

amcası Hz. Hamza, Ebû Cehil’i fena bir şekilde döverken Ebû Cehil’in adamları yetişerek Hamza’nın saldırısını engellemeye çalıştıkları zaman Ebû Cehil: “Bırakın Hamza hiddetini alsın, eğer öfkesini dindiremezse belki gi-der de Müslüman olur ve İslâm da bu suretle kuvvet bulur,” diye dayak yemeğe razı olmuştur.

Hz. Hamza ise Ebû Cehil’e hakaret üstüne hakaret olması için İslâm’ı kabul etmiştir.

Cahiliye Arapları son derece onurlu olduklarına göre Ebû Cehil gibi ümerânın büyüklerinden olan birinin, önemli oranda gurur, gayret ve vakar sahibi olması lazım gelirken, Hz. Hamza kendisine kızgın olarak Müslüman olur ve Hz. Peygamber’in yandaşları kuvvet bulur korkusuyla dayak yemek derecesinde hakarete tahammül göstermesi dikkate değerdir.

Hz. Hamza b. Abdülmuttalib’in imanı Kureyş için son derece yaralayıcı oldu.

Kureyşliler Hz. Peygamber hakkında olmadık dayanaklara müracaat et-tiler. Müslümanlara eza ve cefalarını kat kat artırdılar. Müslümanlar artık tahammül edemeyeceklerini beyan ediyorlardı. Müşrikler artık ne olursa olsun doğrudan doğruya Hz. Peygamber’e el uzatarak onun mübarek vücu-dunu ortadan kaldırmak edepsizliğine karar verdiler.

Ebû Cehil açık bir şekilde: “Muhammed’i öldürene şunu vereceğim bu-nu vereceğim,” diye ödüller vadetti.

Bu imkânsız fiilin icrasını Kureyş kahramanları arasında sertlik ve cesa-retiyle meşhur olan Ömer b. el-Hattâb üstlendi. Bu üstleniş bir fedakârlıktı.

Çünkü bu işin dehşeti meydanda olup, din kavgasından akraba ve aşiret katline dönüşmesi ve belki Hattâb ailesinin mahvıyla neticelenmesi ihtimali mevcut iken İbn Hattâb kendine mahsus kesin bir azimle bu işin yapılmasını üstlenmişti.

Ömer, Kureyşlilerin alkışları arasında harekete geçti. Müthiş bir hızla doğruca Hz. Peygamber’in yanına gidiyordu. Yolda rast geldiği Nuaym b.

Abdullah’tan kendi kız kardeşinin İslâm’ı kabul etmiş olduğunu öğrendi.

Nuaym ona: “Peygamberi öldürmeden önce kendi aileni temizlemen la-zımdır,” demiş, bunun üzerine Ömer de kızgın bir kor parçasına dönüşerek doğruca eniştesinin evine vardı.

O sırada Ömer’in kız kardeşi Fatıma bint el-Hattâb, eşi Sa`id b. Zeyd ile beraber Kur’an öğreniyorlardı. Sahâbeden Habbâb b. Eret ise evlerinde olup, henüz yeni indirilen Tâhâ suresini öğretiyordu.

Ömer kapıyı şiddetle vurdu, Fatıma, kardeşinin kızgınlığından endişe-ye kapılarak eşi ile Habbâb’ı bir endişe-yere gizleendişe-yerek kapıyı açtı.

Ömer sokaktayken okunan Kur’an’ı işitmiş olduğu için öfkesi artmış ve kapının geç açılması kızgınlığının ortaya çıkmasına vesile olmuştu. Kardeşi-ni zorla konuşturmaya ve cevaplarının çelişkisinden dolayı dövmeye başla-dı.

Hz. Fatıma kemal halinden dolayı tam bir sükunetle Allah’a sığınarak İslâm’ını açıkça ilan etti. Bu ani durumun ortaya çıkmasından dolayı Ömer’e bıkkınlık gelerek okudukları Kur’an sayfasını istedi, onlar da verdiler.

Okumaya başladı. Göklerde ne varsa onundur… âyeti kerimesine gelince Kur’an’ın belagati ve ilahi hükmün icazına hayret ederek dili tutuldu.

Okumaya devam ettikçe damarlarında bir teslimiyet hissediyor ve Allah kelamının üstün belagatine hayran oluyordu. Âyetlerin yüce manaları beşe-rin idrak seviyesinin üstündeydi.

Cahiliye Arapları fesahat tutkunu oldukları için mukaddes Kur’an’ın kapsadığı yücelikler ve özellikle de âyetlerdeki vasıf ve tasvirler Ömer’i ilahi icaza hayran bıraktı. Sonunda iradesi elinden giderek Hz. Peygamber’in huzuruna götürülmesini teklif ederek iman etti.

Habbâb ile Sa`id, Hz. Ömer b. el-Hattâb’ı Hz. Peygamber’in huzuruna götürdü.

Hz. Ömer’in gelmesi üzerine Hz. Peygamber’in yanında bulunan sahâbiler telaşa kapıldı. Fakat birkaç gün önce İslâm dininin Ebû Cehil veya Ömer’den biriyle takviyesi hakkında gerçekleşen Hz. Peygamber’in duası-nın gerçekleştiği Hz. Peygamber’e malum olduğu için Hz. Ömer’i büyük bir mutlulukla kabul ettiler.

Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in huzurunda imanını açıklayarak kelime-i şehâdet getirince ashabın hepsi birden tekbir alarak Allah’ın adını yüceltti-ler.

Tekbir sesi Mekke içinde yankılandı. Müslümanların sayısı, Hz. Ömer ile kırk kişiye ulaşmıştı. O ana kadar korku ve endişe içinde vakit geçirmek-te olan Müslümanlar, önce Hz. Hamza sonra ise Hz. Ömer’in İslâm’ı kabul etmesiyle gereği gibi kuvvet bulmuştu. O zamana kadar ibâdet ve kulluk gizli yapılmaktayken Hz. Ömer’in teklifiyle endişesiz bir şekilde dini ilan etmek üzere hep birlikte Kâbe’ye gittiler.

Kureyş, Hz. Ömer’in dönüşünü beklemekteydi. Fakat bekleyişlerinin bu şekilde aksi olması, ümitlerinin yıktı. Müslümanlar o gün haremde saf ola-rak ve açıktan tekbir alaola-rak namaz kıldılar.

Hz. Ömer’in Müslüman olduğunu açıklaması, zaten Hz. Hamza’nın iman edişinden dolayı müteessir ve yaralı olan dalalet ehlini tamamen peri-şan etti.

Artık Hz. Peygamber’e iman edenler hakkında ortaya koymadık kin ve düşmanlık bırakmadılar. Ebû Leheb hakkında indirilen sûre ve bu mübarek sûrede Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemîl’e layık görülen odun taşıyıcısı laka-bı bu iki din düşmanı karı ve kocanın tahammüllerini taşırdı.

Ümmü Cemîl topladığı dikenleri Hz. Peygamber’in yoluna atarak Hz.

Peygamber yürürken ona zahmet vermesinden zevk alırdı. Yine bir gün di-ken toplayıp gelirdi-ken dinlenmek üzere arkasındaki didi-ken yükünü alçak bir

duvara dayayarak oturduğu sırada esen şiddetli bir rüzgar yükü duvarın öte tarafına devirmiş ve yükün ipi Ümmü Cemil’in boğazına takılı kalarak ka-dını boğmuştur.

Sahâbenin büyüklerinden olan Ammâr b. Yâsir Hazretlerinin annesi Sümeyye Hanım, İslâm dininde ısrar ve sebat ettiği için Ebû Cehil tarafından mızrak darbesiyle şehit edilmişti.

Özetle, Kureyş’in saldırıları günden güne artıyordu. Özellikle kimsesiz, akraba ve aşiretten mahrum olan Müslümanlar hakkındaki eziyetler, sayı-lamayacak derecedeydi.

İslâm dini Habeşistan’da yayılınca İslâm, Ehl-i kitap olan Habeşliler nezdinde güzel bir şekilde telakki olunmuştu. Kendi memleketlerinde müş-rikler tarafından saldırıya maruz kalan Müslümanlar için orada güzel karşı-lanmak bir ümit teşkil ediyordu. Bundan dolayı Hz. Peygamber Habeşistan topraklarına hicret edilmesine müsaade ettiği için sahâbeden bir hayli kişi oraya hicret ederek Necâşî’nin yanında rahata kavuştular.

Fakat Kureyş Müslümanların böyle dağılmasından ürktüğü için başka türlü baskıya başladı. Kureyş müşrikleri kendi aralarında bir anlaşma dü-zenleyip, Müslümanlar ve Hâşimoğullarıyla alaka ve ilişkiyi keserek, Müs-lümanları kendi mahalleleri olan Şi`bu Ebî Tâlib’de7 (Ebû Talib mahallesi) mahsur bıraktılar. Düzenleyip Kâbe duvarına astıkları bu anlaşma gereğince Hz. Peygamber kendilerine teslim edilmedikçe veya onu korumaktan vaz-geçilmedikçe gerek Müslüman gerek müşrik, Hâşim ailesinden ve diğer Müslüman olanlardan hiç kimse ile hiçbir münasebette bulunmayacaklardı.

Hac zamanı dışarıdan gelen kabilelere dahi Hâşimoğullarıyla muamele-yi yasakladılar.

7 Mekke’nin bir mahallesi olup, Hâşimoğulları oraya yerleşmişti. Bu mahalle Mekke siyaseti kimin uhdesindeyse onun namına nispetle isimlendirilirdi. Daha önce Abdülmuttalib Mahallesi namı verilirken, Mekke reisliği Ebû Tâlib’e gelince o isme nispetle isimlendirilmişti.

Gerçekte Müslümanlardan ve Hâşimoğullarından Hz. Hamza, Hz.

Ömer ve Ebû Tâlib gibi kılıç ve nüfuzlarının etkisiyle serbestçe gezenler bu-lunsa da diğer Müslümanlarla Hâşimoğulları fena halde baskı altındaydılar.

Müslüman olsun müşrik olsun, bütün Hâşim ailesi ve sair Müslümanlar Ebû Tâlib mahallesinde sıkıntılı bir halde kuşatma altındaydı. Bu kuşatma durumu iki yıl üç ay kadar uzadı. Nihayet Ebû Tâlib Hz. Peygamber’in tel-kini ile Kâbe duvarında asılı olan anlaşmanın metninin böcekler tarafından mahvedildiğini, yalnız Allah lafzının kaldığını ve bunun da hak dine ve Hz.

Peygamber’in peygamberliğine delil olduğunu Kureyş’e haber vermesi üze-rine durumun gerçekte böyle olduğu anlaşılmış ve kuşatma durumu bir mucize olarak kaldırılmıştır.

Anlaşmayı Mansur b. İkrime yazmış ve eli kurumuştu. Müslümanlar bu kuşatmadan kurtulmuş; fakat Hz. Peygamber’in ellinci yaşına ve peygam-berliğinin onuncu senesine tesadüf eden bu senede, üç gün arayla Ebû Talib ve müminlerin annesi Hz. Hatice kaybettiklerinden Hz. Peygamber derin üzüntü ve acıya boğulmuştur. Bu sebeple bu seneye Hüzün yılı denilmiştir.

Ebû Tâlib Hz. Peygamber’e olağanüstü hürmet eder ve aşırı sevgisinden dolayı onu Kureyş’e karşı korurdu.

Hz. Peygamber de amcasının İslâm’ı kabul edip onaylaması için onu teşvik ederdi.

Ebû Tâlib, Hz. Peygamber’in peygamberliğini kabul etmekle beraber, Arapların reisi olduğundan kabilesi arasında şanının eksileceği düşüncesiyle açıktan iman etmemiştir. Fakat ölüm anında İslâm’ı kabul ettiği güvenilir rivayetler arasındadır.

Ebû Tâlib’in vefatıyla müşriklerin reisliği Ebû Leheb ve Ebû Cehil ara-sında tartışma konusu oldu. Kureyş’e karşı Hz. Peygamber’i savunacak nü-fuz sahibi bir önder kalmadı. Bu sırada Hz. Peygamber hakkında Kureyş’in yeniden bazı saldırıları hissedildiğinden, ihtiyaç anında Müslümanlara bir müracaat yeri olmak üzere Tâiflileri dine davet etmek üzere Hz. Peygamber

bizzat o bölgeye gitti. Tâifliler dini kabul etmediği için Mekke’ye dönmeye mecbur kaldı. Fakat Mekke artık Ebû Tâlib zamanındaki gibi olmadığından, Kureyş’in İslâm aleyhindeki kalbî kini olağanüstü boyutlara ulaşmış ve doğ-rudan doğruya Hz. Peygamber’e saldırma noktasında aşağılık kişilere cesa-ret gelmişti.

Şu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Kureyşlilerin kin ve saldırılarından ötürü Müslümanların Mekke’de barınması zor olduğundan, nimetlere maz-har oldukları Habeşistan’a birer ikişer gitmeye ve kalanlar da sığınacak bir yer aramaya mecbur olmuşlardı.

Kureyş kâfirlerinin hırs ve kinlerinden can derdine düşen Müslümanlar bu sırada ortaya çıkan feyz ve ilahî yardımdan dolayı dinlerinin hak oldu-ğunu bir defa daha anlayarak bundan övünç duydular.

Haram aylarda istikrar bulan sulh ve güvenlik sayesinde Müslümanlar biraz üzüntü ve sıkıntıdan uzak kalırlardı. Hac zamanında etraftan gelen farklı kabilelerle fikir alışverişi yapabiliyorlardı.

Hz. Peygamber’in doğumunun elli birinci senesinde her yıl olduğu gibi hac için Mekke’ye gelen kabile fertlerinden bazıları Hz. Peygamber ile gö-rüşmüşlerdi.

O sene Mekke dışında, Akabe denilen mevkide Yesrib halkından ve Hazrec kabilesinden yedi kişi Hz. Peygamber ile görüşerek, Hz. Peygamber tarafından yapılan telkin üzerine Müslüman olmuşlardı. Bunların reisi Es`ad b. Zürâre Hazretleriydi. Tarihte bu olaya Birinci Akabe Biati ismi verilmiştir.

Ertesi yıl İkinci Akabe Biati’nde, yine Yesrib halkı on iki kişi ve daha sonraki yıl Üçüncü Akabe Biati’nde ise yetmiş dört kişi İslâm’ı kabul etmiş-tir. İslâm dini bu şekilde sınırlı dar alanından çıkmıştı. Üçüncü Akabe Bia-ti’nde İslâm’ı kabul edeneler arasında Yesrib halkından Neccâroğulları kabi-lesine mensup Ebû Eyyûb Hâlid el-Ensârî Hazretleri de mevcuttu. Orada Hz. Peygamber’in Yesrib’e hicreti kararlaştırıldı.

Belgede MUHTASAR İSLÂM TARİHİ (sayfa 47-54)