• Sonuç bulunamadı

D. Hz Peygamber’in Samimiyeti Meselesi

5. Hz Ömer’den Aldığı İddiası

Hz. Ömer’in sahabiler içerisindeki üstünlüğü ve fazileti elbette aşikardır. Ancak birtakım oryantalistler, Hz. Ömer’in vasıflarına ve Hz. Peygamber’e olan yakınlığına dayanarak, Kur’an’ın kaynağı meselesinde onun ismini de zikretmişlerdir.

Hz. Ömer’in kaynaklığı iddiası, Reinhart Dozy’nin çok tartışılan görüşlerinden biridir. Bu görüşünü ise şöyle dile getirir: “Ömer’in İslamiyet’i kabul etmesi pek büyük bir öneme sahipti. Ömer ve Ebubekir olmasaydı, şüphesiz İslamiyet asla muzaffer olamazdı. Muhammed mülhim idi. Fakat icra konusunda pratiklik ve

azim yönünden eksikti. Ebubekir bu özelliklerin birincisine yani pratikliğe sahipti. Ömer’de de ikincisi yani azim vardı. Onlar peygamberliği tamamlıyorlardı. Triumvirat yani üçler hükûmeti tamam idi. Muhammed mülahaza ederdi, Ebubekir söylerdi, Ömer ise icra ederdi.”309 Bu görüşe göre Hz. Peygamber, pratiklik ve azim

yönünden nakıstır ve peygamberlik vasfının tamamlanabilmesi için de başkalarına muhtaçtır.

Gerçekten de, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in İslam dinine hizmetleri çok büyüktür. Fakat Hz. Muhammed’e maharetsizlik ve azimsizlik gibi eksikliklerin isnat edilmesi asla doğru değildir. Aksine o, mükemmel bir fıtrat üzere yaratılmıştır. İlahi vahiy ile hareket eden bir kimsenin esasen tecrübe ile maharet kazanmaya da asla ihtiyacı yoktur. Ayrıca pratiklik ve azim, yalnız bazı memurlarda olur da âmirde bulunmazsa, bunun bütün işlere olumsuz biçimde yansıması doğaldır.310

Dozy, bu iddiasını daha da ileri taşıyarak, bazı vahiylerin kaynağının Hz. Ömer olduğunu ileri sürmüştür: “Hatta vahiyler üzerinde bile Ömer’in tesiri oldu. Bazı emirlerin Ömer tarafından lüzum gösterildikten sonra semadan nazil olduğunu Hz. Muhammed itiraf ederdi. Eğer bir mümin ruh, böyle hususlarda bir anlık tefekkür ve muhakeme edebilseydi, bu durum (yani Ömer tarafından gösterilen lüzum üzerine o emrin semadan inmesi durumu) Hz. Peygamber’in mümin ruhunda ve bütün Müslümanlar’ın ruhlarında, Hz. Muhammed’in vahiylerinin ilahi kaynaklı olması hakkında şüphe doğurmak gerekirdi”.311

Dozy’nin söz konusu iddiasına yer veren İsmail Fenni Ertuğrul, bu iddiaya cevaben şunları söylemiştir: “Hz. Peygamber, gerek kendisine sorulan sorular, gerekse meydana gelen olayların sonucu, bazı hususlarda ilahi vahyi bekler ve Allah tarafından aldığı emirlere uygun hareket ederdi. Bedir Savaşı’nda esir alınan yetmiş kişinin öldürülmesi, içkinin haram kılınması, Hz. Peygamber’in evine izinsiz girilmemesi, Hz. Peygamber’in münafıkların cenaze namazlarını kılmaması gibi bazı konularla ilgili ayetler, Hz. Ömer’in arzularına uygun olarak inmiştir. Ancak bunlardan bazıları, Hz. Ömer, arzusunu Hz. Peygamber’e arz etmeden önce inmiştir.

309 Dozy, a.g.e., ss. 57-58. 310 Hatip, a.g.e., s. 275. 311 Dozy, a.g.e, ss. 59-60.

‘Sabah akşam Rablerine dua edenleri yanından kovma…’312 ayeti ise Hz. Ömer

tarafından beyan edilen görüşe tam olarak aykırı bir hüküm içeriyordu.

Kureyş kafirlerinden bir grup, Ebu Talib’e gelip Hz. Peygamber’in, kendi azatlı köleleri ve yardımcılarını, yani fakir ve zayıf Müslümanları yanından kovmasını, böylece ona hürmet ve itaat edeceklerini ve bu davranışın ona tabi olmaları ve onu tasdik etmeleri hususunda faydalı olacağını söylediler. Amcası Ebu Talip de bunu Hz. Peygamber’e söyleyince Hz. Ömer: ‘Böyle yapsanız da niyetlerinin ne olduğunu ve sözlerini ne kadar yerine getireceklerini görelim…’ demiştir. Daha sonra, yukarıda bahsi geçen ayet nazil olunca Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in evine giderek özür dilemiş ve söylediği sözden dolayı pişman olmuştur.

Bazı ayetlerin kendi arzusuna uygun olarak inmesinin sebebini, kendisine “Faruk” lakabını kazandıran akl-ı seliminde ve görüşlerinin isabet etmesinde aramak gerekir. Bu meziyetlerin gereği olarak, Hz. Peygamber ve Müslümanların uygun hikmet ve maslahat olarak gördüğü bazı şeylerin ilahî iradeye uygun olarak o yolda ayet inmesi, bu vahiylerin Allah tarafından vukuunu neden şüpheye düşürsün? Eğer Dozy’nin iddia ettiği gibi olsaydı, Hz. Ömer’in arzusuna uygun ayetleri tebliğ etmektense aksine onu da şüpheye düşürmemek için bu ayetleri gizlemesi, ihtiyata daha uygun bir davranış olduğu kendisince biliniyordu. Öyle şüphe doğuracak bir hal olsaydı, bundan ilk önce Hz. Ömer’in şüphelenmesi gerekmez miydi? Halbuki o, Yahudilerle görüşmesi esnasında onlara, ‘Cebrail’e düşman olan kimse Allah’a da düşman olur.’ dediğini gelip, Hz. Peygamber’e anlatmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona ‘Ey Ömer! Andolsun ki Rabbin sana muvafık ayet indirmiştir’, diyerek daha önce nazil olan (De ki: “Kim Cebrail’e düşman olursa…)313 ayetini

okumuştu. Bu sözler üzerine Hz. Ömer şüphelenmek şöyle dursun, çok büyük bir memnuniyet duyarak şükretmiş ve ‘Kendimi İslam dini üzere taştan daha katı ve sağlam buldum.’ demiştir.”314

Dozy’den yıllar sonra Yahudi asıllı Fransız bilgin Rodinson’un da bu görüşü tekrar ettiği görülmektedir. Rodinson, Hz. Muhammed’in herhangi bir karara

312 En’am 6/52. 313 Bakara 2/97.

varmadan önce birçok kimseye akıl danıştığını, bunların başında da Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in geldiğini, bu uyuşmada ise her ikisinin de Hz. Peygamber’in kayınbabası oluşunun büyük rol oynadığını ifade eder. Ona göre söz konusu iki şahıs, kızları sayesinde Hz. Peygamber’in düşüncesini daha kolay etkileme imkanına sahiptirler. Ayrıca Allah, pek çok kez Ömer’in önerisini desteklemiştir. Lammens ise bu iki kişinin, Mekkeli Ebu Ubeyde ile birlikte, Hz. Peygamber’i etkileyen ve gerçekte onun kararlarını yönlendiren bir tür “triumvira” oluşturduğunu ileri sürmüştür. Rodinson, Lammens’in bu teorisinin doğru yönlerinin olabileceği, ancak çok ileri gidilmemesi gerektiği kanaatindedir. Çünkü netice itibariyle Hz. Muhammed kukla yönetici değildir ve son süreçte kararları alan O’dur.315 Bu

bilgilere göre Dozy’nin ifade ettiği triumvira yani üçler hükümeti nazariyesi, Lammens ve Rodinson tarafından da benimsenmiştir. Ancak Rodinson’un, bu konuda diğerlerine göre daha yumuşak bir üslup benimsediği anlaşılmaktadır.

Rodinson’a göre birçok olay, Hz. Peygamber’in, kendi ağzından konuşan varlığın, Yüce Allah olduğuna sonuna kadar inanmış kalacağını ortaya çıkarır. Ve ardından Rodinson şöyle sorar: “Eğer Allah O’na, kendi düşünceleriyle veya zeki yoldaşlarının fikirleriyle uyuşan kararları almasını emretmişse, bundan daha doğal ne vardır? Efendinin emirlerinin, sadık kulunun zaten O’nun eğilimlerine karşılık gelmesinde, Hz. Muhammed’in herhangi bir sakatlık görmesi söz konusu olamazdı.”316 Rodinson’a göre pratikte böyleydi ve en son sözü söyleyen Allah’tı.

Allah, iradesini yalnız ve yalnız Muhammed aracılığıyla iletiyordu317 ve sesini

yalnızca önemli olaylarda duyurmuştu. Teorik olarak ise, yasalarının terimleriyle Muhammed (s.a), yalnız yasal uyuşmazlıklarda görev alan bir arabulucuydu. Gerçekte O’nun etkisi öylesine büyüktü ki hiçbir önemli karar O’nun rızası olmadan alınamıyordu.318

Rodinson, “Esin dolu hayalperest, uygun zamanda –öyle ki benzer durumlarda medyumların hileye başvurduğunun bilindiği zamanlarda- yerinde vahiyler üretme zorunluluğuna sürüklenmiş bir sahtekara mı dönüşmüştü?... Aynı

315 Rodinson, a.g.e., s. 260. 316 Rodinson, a.g.e., s. 258.

317 Rodinson, Allah’ın sesinin gerçekte Muhammed (a.s)’in bilinçaltı olduğuna inanan biri olarak bu

durumu mutlak monarşiye benzetiyor ve şöyle diyor: “Allah’ın iradesine kim itiraz edebilir, kim karşı koyabilir, kim bu iradeyi değiştirmeye cesaret edebilir?” (Rodinson, a.g.e., s. 259)

zamanda O’nu, vahyin aniden gökyüzünden düşerek, insan aklının gösterebileceği (bazen fazlasıyla insani) şekillerde sorunu çözmeden önce karar vermekte tereddüde düştüğü, akıl danıştığı ve şeyler üzerine fazlasıyla düşündüğü bir dizi güç durumda da görüyoruz. Mesela Ömer, safça, verdiği öğütlerin üç kez mucizevi bir şekilde cennetten gelen emirlerle uyuştuğunu söyleyerek böbürleniyordu.”319 diyerek bu

konuda bir şüphe meydana getirmek istemiştir.

Hz. Ömer’in birtakım istek ve arzularının vahiylerle mutabık olmasının hakikat olduğu bilinmektedir. Ancak bunlar sayılamayacak kadar çok değildir. Zira İsmail Fenni’nin ifade ettiği gibi bunların bir kısmı da o, Hz. Peygamber’e arz etmeden önce nazil olmuştur. Söz konusu oryantalistler, iddialarını dile getirirken bunu dikkate almamışlardır. Şayet Hz. Ömer’in vahiy kaynağı olduğu kabul edilirse, Hz. Peygamber’in geri kalan diğer vahiylerinin tamamı nasıl açıklanabilir? Bu da onları Kur’an için başka kaynaklar aramaya sevk etmektedir.

Bu konuyu İsmail Fenni’nin şu sözleriyle sonlandıracağız: “Görülüyor ki vahiy başkalarının arzusuna bağlı olmayıp, ancak Allah’ın hikmeti ve iradesine göre cereyan eder. Hz. Peygamber de vahiyle ilgili hususlarda yalnız Hz. Ömer’in değil, hiçbir ashabın görüşüne göre hareket etmiş değildir.”320