• Sonuç bulunamadı

Hukuk-ahlak hiyerarşisi sorunu

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 144-148)

3.4. Fichteci Ayrılık Tezine İlişkin İki Temel Tartışma

3.4.2. Hukuk-ahlak hiyerarşisi sorunu

Fichte'nin birbirinden bağımsız ve birbirine karşıt emirler verebilen iki ahlak alanı oluşturduğunu söylemek gerekir. Bu konu tezin 3.8 numaralı başlığında tartışılmıştır.

Nomer (2013), Fichte'nin hukuki zorunluluk alanının bir bütünlük arz edip etmediği sorununu, hukukun ilk bölümünün transandantal bakış açısıyla, politik bölümünün ise sıradan bakış açısıyla (toplumsal ve tarihsel bakış açısıyla) yazıldığını ileri sürerek aşmaya çalışır (2013: 239). Bunu yaparak Fichteci hukuk sisteminin iki farklı zorunluluk alanı (fiziksel/metafiziksel zorunluluk ve normatif zorunluluk) oluşturduğu iddiasını da desteklemiş olur. Nomer hukukun normatif zorunluluk vazettiğini kabul etmesine rağmen, Nance'den ayrı olarak, bunun ayrılık tezini iptal etmeyi gerektirdiğini düşünmez.

Hem hukukun hem de ahlakın kendini-koyan öznellik fikrinden türetildiğini, her iki alanın da kendine özgü bir amacı ve normatifliği olduğunu savunur. Bu iki normatif alan arasındaki ayrımı ise, hukukun toplumsal olarak kurulduğunu, fakat ahlakın bu şekilde kurulmadığını temel alarak ortaya koyar (251, 254). Neuhouser (2016) da Nomer'le benzer iddialarda bulunur; hukuk ve ahlakın farklı öznellik anlayışlarını temel aldığını öne sürer. Hukukun biçimsel özgürlüğe sahip kişiyi, ahlakın ise maddi olarak özgür özerk özneyi yaratmayı hedeflediğini ifade eder (50). Nomer ve Neuhouser'ın yorumu, hukuk sistemindeki '...malısın!'ın anlamı konusunda bizim savunduğumuz fikre denk düşer.

Hukuk sistemi, ahlaki zorunluluklar olmasa bile normatif zorunluluklar üretir ve bu zorunlulukların ahlaki bir temele dayanması gerekmez. Öte yandan, Nomer ve Neuhouser'ın ahlak ile hukuk arasındaki hiyerarşi konusunda bizimle aynı fikirde olmadığını belirtmek gerekir. Bu konu bir sonraki başlıkta tartışılmıştır.

niteliğe sahip olduğunu göstermeye çalışır; ancak bu alanlar birbiriyle çatışan emirler verdiğinde hangisine göre eylememiz gerektiğini ifade etmez. Hem akılsal hem duyusal varlık olduğumuz sürece insani öznelliğin farklı görünümlerinin var olacağını söylemekle yetinir (2013: 254). Neuhouser ise ahlaki ilkenin kökenindeki 'ahlaki özerklik' ve hak kavramının temelindeki 'bireysel kişilik' kavrayışının, en üst ilke konumundaki 'kendini-koyan öznellikten' türetildiğini kabul ettiği için, Fichteci sistemin ahlaki özerlikten çıkarsanamayacak bir değeri benimsediğini savunur (2016: 50-51). Hem Neuhouser hem de Nomer ahlak ve hukuk çatıştığında Fichteci felsefeye göre nasıl bir takip sırası benimsenmesi gerektiğine dair bir görüş ortaya koymazlar. Daha ziyade, hukukun ahlaktan daha geniş bir hareket alanı sunduğunu ve bu nedenle ahlaki emirlerin hukuki emirleri kapsadığını örtük olarak varsayarlar. Fichte'nin şu ifadesi bu varsayımlarını destekliyormuş gibi görünür: "Aklın amacına ahlaki bir dünyada ulaşılacaksa, ... hukuki bir dünya zaten var olmalıdır. Hukuki dünya ahlaki dünyayı öncelemelidir." (WLnm:

470). Bu ifadeden yola çıkarak hukukun ahlakın koşulu olduğu ve ahlakla çatışmak yerine ona zemin hazırladığı sonucuna varılabilir. Fichte'de hukukun ahlaka zemin hazırladığı doğru olsa da onun hiçbir zaman ahlakla çatışmayacağı doğru değildir.

Neuhouser ve Nomer'den farklı olarak, hukukun ahlaka aykırı emirler verebileceğini önceki bölümlerde öne sürmüş ve bunun Fichteci temel ilkenin kaçınılmaz sonucu olduğunu söylemiştik. Bu bölümde ise ahlak ve hukuk arasındaki bu hiyerarşiyi daha açık kılmayı ve bu konuya ilişkin yanlış anlaşılmaları önlemeyi hedefliyoruz.

Hemen belirtmek gerekir ki, Fichte felsefesi tartışılırken ele alınan 'ahlak-hukuk hiyerarşisi', ahlak ile hukuk çatıştığında hangisini seçmemiz gerektiğine dair bir cevap sunmuyor olabilir. Örneğin, Nomer ahlakın, hukuktan farklı olarak, insani öznelliği tanımlayan yetileri ve eğilimleri doğrudan ve tümüyle sergilediği için hiyerarşide daha üstte olduğunu ifade eder (2013: 254). Başka birisi Fichte felsefesinde asli olanın pratik felsefe olduğunu; ahlakın doğrudan pratik alana ilişkin olduğunu fakat hukukun böyle

olmadığını ve böylece ahlakın hukuktan değerli olduğunu savunabilir. Bir başka kişi ise nihai amacın ahlaki bir dünya yaratmak olduğundan bahisle hukukun ikincil olduğunu öne sürebilir. Bu açıklamalardan hiçbiri 'hiyerarşi'yi bizim kullandığımız anlamda kullanmaz. Normatif zorunluluklar çatıştığında bir kişi için önemli olan şey eylemlerine nasıl yön vereceğidir. Kişinin hangi normatif ilkeyi temel alması gerekiyorsa, o ilke hiyerarşide daha üsttedir. Bu açıdan bakıldığında, hukuki ilke, ahlaki ilkeden üstündür.

Bu iddianın savunulması için ahlak-hukuk ilişkisi daha fazla belirlenmelidir.

Ahlak-hukuk hiyerarşisi konusundaki tartışma, 'Hangisi diğerinin koşuludur?' sorusuyla sürdürülebilir. Bu durumda karşımıza dört olasılık çıkar. (1) Sadece ahlak hukukun koşuludur; (2) Sadece hukuk ahlakın koşuludur; (3) Ahlak ve hukuk birbirini karşılıklı-koşullar. (4) Ne ahlak ne de hukuk birbirinin koşulu değildir. Nomer ve Neuhoser'ın yaptığı hata (2)'yi benimsemeleridir. Çünkü (2) kabul edildiği vakit, ideal bir hukuki emrin ahlaki emirle çelişemeyeceği ima edilir.

Ahlakın veya hukukun var olması için 'ahlaki özerk özne + özgür kişi' olarak Ben'in var olması gerekir, yani Ben'in varlığı her ikisinin de zorunlu koşuludur. Diğer yandan hem ahlak hem hukuk Ben'in zorunlu koşullarıdır. Buradan şu sonuçlar çıkar:

(i) Ben ve ahlak karşılıklı koşullama ilişkisi içerisindedir.

(ii) Ben ve hukuk karşılıklı koşullama ilişkisi içerisindedir.

Geleneksel ve modern mantık bize (i) ve (ii)'den, (3)'ün çıkacağını söyler. Ancak bu çıkarım Fichteci transandantal mantık açısından sadece kısmen doğrudur. Çünkü Ben, 'ahlaki özerk özne + özgür kişi' olarak kendisiyle kısmen çatışma içerisindedir. Diğer bir deyişle, temel ilke hem bir sentezdir hem de antitezini kendi içinde taşır. Bu nedenle (i) ve (ii)'den (3) ile beraber (4) de çıkar. Hem (3)'ün hem de (4)'ün doğru olması şu anlama gelir: Hukuki ve ahlaki emirlerden sadece bazıları birbirini karşılıklı koşullar. (4)'ün doğru olduğu durumlarda ise ahlaki ve hukuki emirler çatışabilir.

Fichte'nin yazılarında ahlak-hukuk hiyerarşisi sorununu çözmemize yardımcı

olabilecek kaynaklardan biri WLnm'nin "Wissenschatfslehre'nin Altbölümlerinin Çıkarsanması" başlıklı bölümüdür. Fichte bu bölümde ahlak ve hukuk gibi bilimlerin Wissenschaftslehre'deki konumunu tartışmaktadır. Şimdi bu tartışma incelenecektir.

Fichte açısından, teorik felsefe dünyanın nasıl olduğunu ve nasıl olabileceğini;

pratik felsefe ise onun nasıl kurulması gerektiğini inceler. Ahlak pratik alana aittir; çünkü kişinin kendisini nasıl sınırlandırması gerektiğini tartışır. Kendini-sınırlandırma belirli bir şekilde eylemeyi gerektirir ve kişinin nasıl eylemesi gerektiği onun vicdanıyla doğrulanır.

Bu nedenle duyulur dünyada ahlaki bir emre göre eylemenin anlamı kişiden kişiye değişir ve herkesin farklı ödevleri olabilir. Ahlak bilimi ise ahlaki emirlerin biçimini soyut olarak kurmaya çalışır; yani, aklı genel olarak ele alır ve buradan kişisel maddi eylemlere dair bir sonuç çıkmaz. Hukuk ise bireysel amaçları birleştirmenin maddi bir yolunu arar ve bu nedenle hem teorik hem de pratiktir. Bireylerin isteklerini dünya içinde mekanik bir şekilde uzlaştırmaya giriştiğinden teoriktir; bu uzlaşının kendiliğinden gerçekleşemeyecek olması nedeniyle pratiktir. Hukuk, doğa ve aklı bir araya getiren özel bir konuma sahiptir. Bu nedenle o bir koyut felsefesidir. Teorinin, pratik alanı ve dolayısıyla özgürlüğü yönettiğini koyutlar. (WLnm: 467-471).

WLnm'deki bu değerlendirme ahlaki ve hukuki emirler çatıştığında hangisine göre eylememiz gerektiğini gösterme açısından yeterlidir. Öncelikle ortada hukuki bir emir varsa, bu mesele benim dışımda en az bir rasyonel varlıkla (A) ilişkilidir. Burada ahlakın hukukla çatışması şu anlamlara gelebilir: (1) Sadece benim vicdanımda doğrulanan ahlaki emir, bu hukuki emirle çatışır. (2) Sadece A'nın bana vicdanında doğrulandığını söylediği ahlaki emir, bu hukuki emirle çatışır. (3) Hem benim vicdanımda doğrulanan hem de A'nın bana vicdanında doğrulandığını söylediği ahlaki emir, bu hukuki emirle çatışır. (1) ve (2)'de neden bu hukuki emre göre hareket etmemiz gerektiği açıktır. A ile ahlaken uzlaşamamışımdır ve böylece benim veya A'nın hukuka aykırı eyleminin ahlaki statüsü şaibeli duruma düşmüştür. (3)'te ise A ile hukuki emrin ahlaki olmadığında hemfikirimdir

ve kendi aramızda uzlaşarak bu emre karşı koymak istememiz mümkündür. Bu durumda ortaya çıkabilecek bazı sorunlar mevcuttur. Birincisi, toplumsal bir eylemin ahlaki statüsü daima şaibelidir. A'nın vicdanını gözlemleyemem. Kendi vicdanıma göre eylediğime emin olsam bile A'nın bana vicdanında doğrulandığını söylediği emir konusunda yalan söylemediğini bilemem. Bu nedenle, A ile beraber gerçekleştirdiğimiz hukuka aykırı eylemin A açısından ahlaksızca olabileceği riskini göze almışım demektir ve bu eylemin ahlaki statüsü hala şaibelidir. İkincisi, hukuki emrin diğer rasyonel varlıkları ilgilendiren bir boyutu vardır. Örneğin, üçüncü bir kişi (B), toplumsal alanda belirli bir şekilde eylerken A'nın ve benim hukuki ölçütlere göre eyleyeceğimizi varsayarsa ve A'nın herhangi bir eylemi sonucuna ulaşmadan önce A ile olan ilişkimin dolayımından geçerse, bu sonuç B için öngörülemez olur ve bozulan toplumsal düzen gelecekteki ahlaki eylemlerimi riske atar. Üçüncüsü, dünyada sadece iki kişi kalsak bile, hukuki emre göre düzenlenmeyen bir ilişkinin sürekliliği sağlanamaz. Çünkü hukuki ilişki, tanım olarak, özgür varlıklar arasındaki ilişkinin sürekliliğini temel alır. Bu sürekliliğe engel teşkil etmeyen ahlaki emirler zaten hukukla çatışma halinde değildir.

Sonuç olarak, ahlak ve hukuk çatıştığında hukuka göre eylememiz gerekir. Çünkü bu çatışma ancak ve ancak toplumsal alanda ortaya çıkabilir ve bir çatışma durumunda ahlakı takip etmek onun öznel yapısı gereği imkânsız bir hal alır.

Belgede TÜRKİYE CUMHURİYETİ (sayfa 144-148)