• Sonuç bulunamadı

Hissetmiyorlar. Çünkü Yarın Esad Gittiği Zaman, Özgür

Suriye Ordusu’nun Yönetiminde Kendilerini Tehdit Altında

Görüyorlar”

21 Haziran 2013

Türkiye-Suriye sınır hattında sosyal, ekono-mik ve güvenlik anlamında inanılmaz bo-yutta gelişmeler yaşanıyor. Göç olgusu, eko-nomik etkiler, açık kapı politikasının sonucu olarak güvenlik risklerinin ortaya çıkması gibi gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeler sını-rın Türkiye’de tarafındaki etkilerini giderek artıyor. Söz konusu etkileri yerinde görmek için ORSAM olarak sınır bölgesine bir haf-talık gezi gerçekleştirdik. Şanlıurfa’da bölgeyi çok iyi bilen ve yaşanan gelişmeleri yakından takip eden öğretmen Abdülkadir Gök ile sınır hattının genel durumunu, sınır halkları ara-sındaki sosyal, kültürel etkileşim sürecini ve son olayların bu sürece etkisini ele aldık.

ORSAM: Kısaca kendinizi tanıtabilir misi-niz?

Abdülkadir Gök: Şanlıurfa merkezde öğret-men olarak görev yapıyorum. Sosyoloji me-zunuyum. 23 yıldır öğretmenlik yapıyorum.

Aslen Şanlıurfalıyım.

ORSAM: Suriye sınır bölgesinde yaşayan biri olarak sizce Suriye’de başlayan olay-ların göç bağlamında siyasal ve ekonomik anlamda ne gibi etkileri oldu?

Abdülkadir Gök: Bence bu olayın tarihi arka planına bakmak gerekir. Sınır dediğimiz za-man sanki birbirinden ayrı iki milletmiş gibi algılanıyor. 60-70 yıl önce sınırın çekilmesi, sınırla birlikte mayınların döşenmesi, za-manla ilişkilerin sekteye uğraması ile birlikte bizim zihnimizde sanki farklı bir bölgeymiş, sanki farklı insanlarmış gibi bir portre olu-şuyor. Ancak gerçek böyle değil. 2 köyü dü-şünelim. Bıçakla kesilmiş gibi bu sınır halkı bölünmüştür. Sosyal hayata indiğimiz zaman iki millet de aynıdır. Bu milletin içinde Türk-menler, Kürtler, Araplar hatta Ermeni ve Sür-yaniler var. Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerini kapsayacak şekilde sınırın kendisi tahminen 877 kilometredir. I.

Dünya Savaşı’ndan önce bu bölgede insan-lar ayrıma tabii değildi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye Cumhuriyeti ve Misak-ı Milli’nin belirlenmesiyle birlikte 1921 Ankara Antlaşması ile bu hayali sınır çizildi. O zama-nın şartlarında da hakikaten hayaliydi.

Sınırın diğer tarafında 1946’da Suriye Devleti kuruldu. Bu tarihten itibaren yeni yeni dev-letleşme başladığı için bu defa da Suriye-Tür-kiye arasında geçişler, bağlantılar kesilmek istendi. Ancak bu ilişkilerin kesilmesi müm-kün değildi. Bu durumda farklı bir yönteme başvuruldu. Bu yöntem de sınır hattının ko-runması idi. Türkiye’de 1920’den 1955’lere kadar sınırımızı demiryolu hattı belirliyordu.

Yeni kurulmuş Suriye Devleti’yle 1955’te Ha-lep Antlaşması yapıldı. Özellikle mayınların döşenmesi istendi. Suriye tarafının güçsüz

ol-ması sebebiyle Türkiye bütün mayınların dö-şenmesini üstlendi. 1955-1958 arası mayınlar döşenmeye devam etti. 877 kilometre boyun-ca mayın alanı 500-1000 hatta 1500 metreye kadar genişliyor. Mayınlar döşenmeden önce halkın gidiş gelişinde zerre kadar aksama ol-mazken, toprağı olan insanlar gelip toprağını ekip giderken, alışverişini burada yaparken, büyüklerimizin de anlattığı gibi öbür taraftaki bir köyün bütün insanları bizim taraftaki köye gelip Cuma namazını kılarken; mayınlar ve 20 metrede bir nöbet tutan askerlerle birlikte yeni bir süreç başladı. Psikolojik ayrım dedik-leri şeyi uyguladılar. İnsanların beyindedik-lerinde, yaşam tarzlarında bir ayrım söz konusu olma-ya başladı. İnsanlar eski alışkanlıklarına göre rahat rahat bu tarafa geçmek isterken, karşı-lıklı gelinler alınırken, kardeşler sınırların iki tarafında yaşarken, insanlar zihinlerinde bu yaşamı kabullenmediler. Kabullenmeleri de mümkün değildi zaten. Zaman zaman kaçak-çılık oluyordu. İnsanlar mayın tarlası arasın-da patika yollar hazırladılar. O esnaarasın-da çeşitli ölümler, yaralanmalar yaşandı. Binlerce insa-nın ayakları koptu. 1980’li yıllarda bu kaçakçı-lık olayları da hiçbir zaman durmadı. En sert, güvenliğin en üst düzeyde olduğu bölgede dahi kaçakçılık olayı seyrek olsa da oluyordu.

Kaçakçılık olmasa da girişkenlik söz konusu olurdu. Kız alıp-vermeler, akraba görüşmele-ri, yıllar boyunca yaşanan hasret hepsi kaçak-çılığın içine girdi.

ORSAM: İki sınır bölgesi arasındaki geçiş-kenliğin azalması, sınır boyunca yaşayan toplumlar arasında kültürel anlamda bir farklılık yarattı mı?

Abdülkadir Gök: 60-70 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Bu süreçte ayrım oluşturul-maya çalışıldı. Buna rağmen bu iki toplumun sosyolojik yapısı değişmedi. Giyim kuşamları, aşiret yapılanmaları arasında bir farklılık söz konusu değil. Bu konuyu birçok noktada ir-delemek gerekir. Bu durum birbirlerine karşı

özlem duygusunu pekiştirdi. Diyelim ki bizim taraftaki bir köyde iki aşiret arasında bir kavga oldu. Karşı tarafta aynı aşiretten olanlar aynı şekilde bu husumeti devam ettiriyorlar. Do-layısıyla sosyal anlamda, geleneksel anlam-da birbirlerinden hiçbir zaman kopmadı bu insanlar. Şiveleri dahi hala benzer. Biz biraz daha Türkçe eğitimin etkisinde kalırken onlar Arapça eğitimin etkisinde kalıyor. Aradaki tek fark bu.

ORSAM: Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliş-meye başladığı 1999 sonrası dönem, Türki-ye ve SuriTürki-ye tarafındaki toplumların ilişki-leri açısından nasıl sonuçlar doğurdu?

Abdülkadir Gök: Türkiye halklarıyla, Suriye halkları arasında muazzam bir bahar yaşandı.

2004’te ben ailemle birlikte Suriye’ye gittim.

Oradaki akrabalarımızın yanında 1 ay kaldım.

Suriye ve Türkiye Devleti arasındaki yakın-laşma halkın ruh haline muazzam bir şekilde yansımıştı. Bizzat bunu gördüm. Şam’a kadar gittim. Oradaki sevinci gördüm. Abdullah Gül denildiği zaman muazzam bir insanmış gibi hemen gülümsüyorlardı. Tayyip Erdoğan dediğin zaman “tamam”dı. 2004-2007 yılları arasında ciddi anlamda bir sevinç vardı. Bu yakınlaşma iki toplum arasındaki geçişkenliği artırdı. İnsanlar rahat bir şekilde gidip gelme-ye başladı. Eskiden insanlar Ankara’ya kadar gelip vize alırlardı. Konsolosluklar bu dönem-de sınıra yakın bölgelerdönem-de kuruldu. Ben 40 yaşıma kadar 10-15 tane öz amca çocuğumu daha hiç görmemiştim. Sebebi ise 2000’li yıl-lara kadar uygulanan sert politika idi. Siyasal anlamda bir gerilim söz konusuydu. Vize alma verme konusunda ciddi sorunlar yaşanıyordu.

Bu anlamda 2000’li yıllarda iki sınır arasındaki halklar arasında bir sevinç oldu. Maalesef bu sevinç kaynağı Arap Baharı’yla birlikte trajik duruma düştü. Şu anda giriş-çıkışlar son de-rece doğal hale dönüştü ama bu bütünleşme ne yazık ki trajik bir şekilde oluyor. İnsanlar evlerini terk edip buraya gelmeye çalışıyor.

ORSAM: Sınır bölgesinde nasıl bir süreç yaşanıyor, Suriye’deki olayların toplumlar arası ilişkiler anlamında nasıl etkileri oldu?

Abdülkadir Gök: Onların hayatı savaş nede-niyle ciddi anlamda harap oldu. Savaşın ya-şanması her aile ferdine etki etmiş. Ölümler, göç dalgaları söz konusu. Suriye’deki büyük şehirlere son 10-15 yılda yerleşen Kürtler de etkilendi. Şehirler bombalanırken yüz binler-ce insan ve aile göç ediyor, geri dönüyor veya boş arazilerde çadır kurmaya, yaşamaya çalı-şıyor. Bu Arap ve Türk bölgelerinde de söz ko-nusu. Afrin, Kobani, Ceylanpınar, Kamışlı ve Haseki dediğimiz sınır bölgesindeki şehirleş-miş yerleşim alanlarına müthiş derecede bir akım, bir göç söz konusu.

ORSAM: Oradan buraya göç edenler nere-de ve nasıl yaşıyorlar?

Abdülkadir Gök: Genelde medyada gör-düğümüz kadarıyla sanki o savaştan kaçan insanlar hep çadır kente yerleşiyormuş gibi yansıtılıyor. Gerçekte bu böyle değildir. Bu buzdağının görünen kısmıdır. Büyük kısmı aslında gayri resmi olarak geçiş yapıyor. Biz bunu kendi ailelerimizden biliyoruz. Kampın kendisi anormal bir süreçtir. Gelen insanlar bir yardım, bir iş bekliyor. Son birkaç ayda benim tanıdığım 50-60 aile gayri resmi olarak geldi. Biz onlara küçük bir ev, ev olmazsa köy içerisinde geçici olarak bir çadır buluyoruz.

Onlara özellikle Şanlıurfa bölgesindeki iş im-kanlarını ayarlıyoruz ki bunlar da genelde tar-la, bağ bahçelerde günlük çalışmalar oluyor.

ORSAM: Genelde bu göç olgusunun Arap kökenli Suriye vatandaşları tarafından ol-duğu düşünülüyor, ama anladığımız kada-rıyla Kürt bölgelerinden de Türkiye’ye yö-nelik göç dalgası yaşanıyor. Doğru mu?

Abdülkadir Gök: Şanlıurfa sınır hattı boyun-ca düşündüğümüzde Arap bölgesi biraz azdır.

Orada kamp olduğu için onlar direk kampa gelirler. Ama Şanlıurfa’nın karşısındaki Ko-bani dediğimiz yer büyük bir Kürt yerleşim alanıdır. O insanlar bizim taraftaki Suruç ilçe-sine akın ediyorlar.

ORSAM: Bunlara devlet yardımı yapılıyor mu?

Abdülkadir Gök: Hayır sadece halk arasında oluşan yardımlaşma var.

ORSAM: Peki, halk bu yardımları ne kadar daha sürdürebilecek ekonomik güce sahip?

Abdülkadir Gök: Herkes kendi ailesine, çev-resine gücü yettiğince yardım yapıyor. Büyük çapta olmasa da yatak, yorgan, yastık tarzı herkes kendi çapında yardım ediyor. ilerde bunlar büyük sorunlara yol açabilir. Bizim de asıl meselemiz onlara iş imkanı bulmak. Sa-dece Şanlıurfa bölgesinde tarımsal alanda ça-lışma imkanı değil, batı illerimize mevsimlik işçi olarak gönderiyoruz. Ancak işçi ücretle-rinde büyük bir düşüş var. Günlük 5-10 mil-yona dahi çalışan, çalışmak isteyenler var.

ORSAM: Savaştan sonra gayrı resmi olarak yaşanan geçiş tahminen ne kadardır?

Abdülkadir Gök: Resmi rakamlara göre 200.000 olduğu söyleniyor. Ama ben 500 bin kişiden aşağı olduğunu düşünmüyorum. Tür-kiye Devleti de sınır geçişlerine tolerans tanı-dığı için insanlar günlük gelip gidiyor. Hatta günlük seferlere başlayan, insanları parayla taşıyan kişiler meydana çıktı.

ORSAM: Son birkaç aydır Suriye’de sava-şın yoğunlaşması sebebiyle Şam ve Halep’te yaşayan Kürtler yoğun bombardıman ve çatışmalardan kaçarak önce Kürtlerin ya-şadığı Afrin, Kobani gibi sınır illerine gelip oradan Türkiye’ye geçmeleri söz konusu oluyor mu?

Abdülkadir Gök: Birkaç ay önce Kürt böl-gesinde bu kadar geçiş söz konusu değildi.

Ancak dediğiniz gibi Halep ve Şam’da yaşa-nan büyük savaş insanları korkutup köylerine döndürmeye, göç ettirmeye başladı. Aynı za-manda geçim sıkıntısı da yaşandı. Elektriğin, alışverişin, benzinin, ekmeğin bulunmadığı, bulunsa bile insanların parasının olmadığı yerden mecburen taşındılar. Yani asıl amaç maddi anlamda bir geçim kaynağı sağlamak.

ORSAM: Sizce bu geçici bir durum mu yoksa insanlar buraya yerleşmeye mi geldi?

Abdülkadir Gök: Bu süreç daha devam eder.

Suriye Kürtleri hala kendi bölgelerinde ken-dilerini güvende hissetmiyorlar. Çünkü yarın Esad gittiği zaman, Özgür Suriye Ordusu’nun yönetiminde kendilerini tehdit altında gö-rüyorlar. Sanılmasın ki Kürtler kendi bölge-lerinde bir oluşum oluşturdular, kendilerini savunabilirler. Esad gidince kendi statüleri ne olacak onu merak ediyorlar.

ORSAM: Türkiye tarafından şu ana kadar bu konuda herhangi bir tedbir, herhangi bir yardım kampanyası yürütülmüş du-rumda mı?

Abdülkadir Gök: O çerçeveyi kurmak zor bir olay. Gördüğüm kadarıyla Suriye’den gelen göç ve gayrı resmi geçiş hakikaten çok büyük.

Devletin hepsini kuşatması, hepsine sahip çıkması mümkün değil. O yüzden STK’ların harekete geçmesi şart. Bazı partiler, STK’lar ufak çapta yardımlar gönderiyor ama bunlar yeterli değil. Türkiye tarafına geçen insanlar arasında dram yaşanıyor. Şanlıurfa bölgesini düşünürsek şu an çarşı pazara çıksak yüzler-ce Suriyeli ile karşılaşabilirsiniz. Dilencilik yapanlar var. Ev bulamayan insanlar çoğun-lukta. Kampın şartlarına razı olmayıp şehirde

çözüm arayanlar var. Bununla birlikte insanın kişiliğinin bozulması görülüyor. Namus mef-humunun ciddi anlamda bozulduğunu görü-yoruz.

ORSAM: Son olarak, bu durum karşısında size göre nasıl tedbirler alınmalıdır?

Abdülkadir Gök: Bunun çözümü birkaç kol-dan sürdürülmelidir. En başta yerel olması gerekiyor. Yerel olmazsa insanlar kendilerini güvende hissetmez. Yerele önem verilmesi şart. Akrabası olan insanlara sahip çıkılmalı.

Diyelim ki benim karşı taraftaki akrabalarım geldi; iş arıyoruz, ev bakıyoruz. Benim dev-let yetkililerine “Biz bu kadar aileyi koruyup kolluyoruz” dediğimde, devlet tarafından bir destek görmem lazım. Sivil toplum örgütleri-nin ciddi anlamda çalışması lazım. Göç eden insanlar sadece sınır bölgesine değil iç bölge-lere de yayılıyorlar. Mesela Diyarbakır’da mu-azzam derecede hırsızlık, kapkaç olayı yaşa-nıyor. Sadece kamp bölgeleriyle yetinememek gerekiyor. İnsanların bir kısmı o kamplarda yaşamayı kabul etmiyor. Çok çocuklu ge-niş ailelerin o kamplarda yaşaması mümkün değil. Bu insanın doğasına aykırı bir durum.

Küçücük bir oda veya çadırda, 10-15 kişinin yaşama ihtimali yok. Kampın sosyal yapısı iyi olsa da yemek barınak olsa da 20-30 bin ki-şiden bahsederken yetmiyor. Birçok akrabam oraya geldi ve bana “Bizi buradan kurtar”

dedi. İnsanlar dışarıdaki rezaleti kamplardaki hayata tercih etmekte.

ORSAM: Çok teşekkür ederiz.

*Bu söyleşi ORSAM Uzmanları Serhat Erk-men, Oytun Orhan ve Bilgay Duman tarafın-dan 23 Nisan 2013 tarihinde Şanlıurfa ilinde gerçekleştirilmiştir.

Judith S. Yaphe: “ABD-Türkiye

Arasında Suriye Konusunda

İşbirliğinin Artacağını