• Sonuç bulunamadı

HIRİSTİYANLIK VE THOMAS’IN ÖNEMİ

Roma İmparatorluğu çöktükten sonra, siyasi iktidar el değiştirerek halkı, sadakat ve hizmet karşılığında koruyan yerel beylere ve nüfuz sahiplerine geçmiştir. 11.yüzyılda ise imparatorluk, Alman hanedanlığı altında yeniden kurulmuştu. Fransa ve İngiltere güçlü monarşiler altında ulus-devlet olarak gelişmekteydiler.

12. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan kent yaşamı, 13. yüzyıla gelindiğinde, siyasi örgütlenme üzerinde ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Avrupa, feodal, yurttaş ve ulusal devletlerden oluşan dinamik ve dışa dönük bir toplum olmuştur. Bunun yanında ticaret güçlenmiş, Kilise zengin ve daha etkin bir hale gelmişti.

Toplumsal, ekonomik ve kültür düzeyinde 12. yüzyılda başlayan uyanış, Aquinolu Thomas zamanında Hıristiyan teolojisinin “Aristotelesçi” temellere oturtulması gibi bir oluşumla sonuçlanır.

“Bu dönemdeki en büyük siyasi çatışma, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun İmparatoru ile Papa arasındaydı. Augustinus’un İnsan Kenti ile Tanrı Kenti arasında yaptığı ayrım, siyasi yöneticilerin geçici otoritesi ile Kilise’nin ruhani otoritesini uzlaştırmada yeterli değildi.”241

Thomas’ın bu çatışma ortamında en büyük çabası, iki tarafın da saygınlığını muhafaza etmeye çalışmak olmuştur. Papa’nın kabul edilmesi gereken üstünlüğü ve İmparator’un iddialarına saygı gösterme yolunu tercih etmiştir.

Aquinolu Thomas, 1225 yılında Aquino yakınlarında Roccasecca’da aristokrat soylu bir İtalyan ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kendisi Aquinum kontunun

241 Arnhart, s.107.

79

oğluydu. Napoli Üniversitesinde eğitim gördüğü sırada on dokuz yaşındayken Dominiken tarikatına katıldı. Bu tarikat, keşiş-vaizlerin kurduğu, yalınlık ve yoksulluk ilkelerini benimsemekteydi. Erkek kardeşleri Thomas’ı kaçırarak bu fikirden vazgeçmeye zorladılarsa da başaramadılar.

Eğitimini tamamladıktan sonra, Dominiken bilginlerinden, zamanın büyük teologlarından ve Aristotelesçilik şampiyonluğu yapmasıyla ünlenen Albertus Magnus’un (Büyük Albert) yanına Paris’e gitti ve orada öğretim üyesi oldu. Hocası Albertus Magnus öldükten sonra, yarım kalan eserleri Thomas tarafından tamamlanmıştır.

Köln’de geçen dört yıllık eğitim süresinden sonra, “bakalorya” derecesini alarak hocalık yapmaya başlar. Roma ve Arap Felsefeleri, Aristoteles’in kitapları hakkında geniş bilgi sahibi olan Thomas, Paris, Köln, Roma ve Napoli Üniversitelerinde ders vermiştir. O tarihlerde, Arapça kaynaklardan Latinceye çevrilen Aristoteles’in yapıtları Paris Üniversitesi’nde büyük ilgi görmekte, bu görüşlerin yaygınlaşmasından rahatsız olan Kilise makamları da Paris Üniversitesi’nde bunların okutulmasını yasaklamaya çalışmaktaydı.

“Bu yapıtlar, üstünlüğü açık olan bilimsel bilgi ve felsefi analiz içermekteydiler.

Ancak yaradılış ve bireysel ruhun ölümsüzlüğü gibi konulardaki Hıristiyan inançtan ayrılmaktaydılar.”242

Thomas, her yerde ve her zaman Aristo’nun görüşlerinin Kitab-ı Mukaddes’e ters düşmeyen görüşler olduğunu göstermeye çalıştı.

1250 yılında yani yirmi beş yaşında rahip, daha sonra’da Paris’te din bilim profesörü olmuştur. Paris Üniversitesindeyken, akıl ve iman konularının ayrı konular olduğunu savunan Augustinuscular ve ölümden sonra insan ruhunun varlığını

242 Black, Anthony, “St. Thomas Aquinas: Devlet ve Ahlak”, (çev. Coşar, Simten, der. Redhead, Brian, ed. Özdemir, Hikmet), Siyasal Düşüncenin Temelleri, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001, s.78.

80

sürdürmeyeceğine inanan Aristoteles’in felsefesinin İbni Rüşdcü yorumunu benimseyenlerle uğraşmıştır.243

Papalık Sarayı’nda da kısa bir tecrübe yaşamış ve daha ellisine bile gelmeden 1274 yılında yaya olarak Lyon Konseyi’ne giderken yolda hastalanmış ve ölmüştür.

Ölümünün üzerinden elli yıl geçtikten sonra “aziz” ilan edilmiştir.

“Felsefesi, Katolik Kilisesi’nin resmi felsefesi olarak, başka görüşlere yaşam hakkı tanınmayacak biçimde bağnazlıkla benimsenir. Öyle ki, 1914 yılında bile, papalık, günaha girmeden Thomas’ın felsefesi üzerine tartışma açılamayacağı görüşündeydi.”244

O’na “Doctor Universalis” denmesinin nedeni, ilgi ve bilgi alanının genişliğinin göstergesidir. En felsefesi bütün Hıristiyan düşünürü ve Kilise Babası olarak bilinir.

Evrendeki her olayı her varlığı tutarlı bir şekilde açıklayarak, Hıristiyan düşünüşünü sistemleştirmeye çalışmıştır.

Thomas, diyalektik yönteme dayanan Ortaçağ Skolastik düşüncesinin klasik savunucusu olarak kabul edilir. Özenli ve genelde engin entelektüel analizin kusursuz ortodokslukla birleşimi, sonraları birçok çevrede Thomizm’in rakipsiz Katolik felsefe olarak benimsenmesine yol açmıştır.245

Augustinus’u reddeden Thomas, “İnsan siyasal ve toplumsal hayvandır”

diyerek, Aristoteles’in teorisini öne sürer. İnsanların siyaseti dini ve hukuki açıdan ele aldıkları bir dönemde Thomas’ın insanın siyasi bir varlık olduğu düşüncesini Avrupa’ya kabul ettirmesi, O’nun en büyük başarısı olarak görülür.

Ullmann, “Thomas tarafından gerçekleştirilmiş ilerleme o denli büyüktür ki herhangi bir yorum yüzeysel kalmaktadır. Ondan önce olmayan bir siyaset bilimi oluşum sürecine girmiştir” diyerek, Thomas’ın getirdiği yeniliklerin önemine, biraz abartılı bile olsa işaret etmektedir.246

243 Şenel, s.330.

244 Şenel, s.330.

245 Black, s.79.

246 Köker, s.225.

81

“Hıristiyanlığın Platon ağırlıklı felsefi çerçeveden çıkıp Aristotelesçiliğe geçmesi, sadece saf anlamıyla teolojik bir tartışma olmanın çok ötesinde, pratik ve siyasi önemi bulunan bir yeniliktir.”247

Akıl ve vahiy arasında kurulan ilişki, Thomas’ın Aristotelesçiliği bütünsel bir Hıristiyanlık yorumu haline getirmedeki başarısı, bu durumun siyasi açıdan önemi kimi zaman “devrim” olarak isimlendirilmiştir.

Aquinas’dan önceki dönemde Hıristiyan düşüncesinin ana akımı felsefe dışı değildi ama akılcılık dışıydı. Mantık, inanca düşman olarak görülüyor; din ise inanç üstüne kurulmuştu. Maurice Cranston, Aquinas’ın, dönemine etkisine şöyle değinmektedir; “Aquinas, inanç ile mantığı uzlaştırmak için çalışmalara başladı ve bunu gerçekleştirmek amacıyla İncil’in son cüzü ile Yunan felsefesi arasında ve özellikle Arap bilim adamlarının sayesinde o sırada Avrupa’da yeniden canlanan Aristo’nun bilgisinden yararlanarak bir birleşme meydana getirdi.”248

Teolojik ve felsefi birçok eser yazmıştır. Ancak eserleri anlaşılması zor bir dile sahiptir. Bir dönem yazmayı bırakmış çünkü yazdıklarının işe yaramaz olduğunu düşünmüş, ancak daha sonra tekrar yazmaya devam etmiştir.

Erken yaşta ölmüş bir düşünür olmasına rağmen birçok eser bırakmıştır. En önemlilerinden olan “Toplu Din Bilim” adlı eserini tamamlayamadan ölmüştür.

Yaklaşık altmış ciltlik bir ansiklopedidir ve hukuk felsefesi ile ilgili görüşlerini kapsar.

Genel felsefesi ile ilgili düşüncelerini “Hıristiyan Olmayanlara Karşı Tezler” adlı eserinde bir araya getirmiştir. “Prenslik Yönetimi Üstüne” adlı eseri de siyasi görüşlerini içermektedir. Bu eserini de tamamlayamamış ancak daha sonraları öğrencisi Aegidus Romanus249 tarafından tamamlanmıştır.

247 Köker, s.224.

248Cranston, Maurice, “Aquinas”, Büyük Düşünürlerin Politika Felsefeleri, Milliyet Kültür Kulübü, İstanbul, 1968, s.24.

249 Köker, s. 227.

82

253 tartışmalı konuyu ele aldığı “Hakikat Üstüne”, “Sonsuz Dünya Üstüne” ve

“Aklın Birliği Üstüne” adlı incelemeleri de Thomas’ın bırakmış olduğu diğer eserlerindendir.

Ortaçağ Hıristiyan düşünürlerinin ortak özelliğini, Thomas’da da görmekteyiz.

Çünkü, O’nun da genel felsefesi, din felsefesidir.

Öncelikli olarak Thomas, her ne kadar Aristo’nun yolundan gitse de ayrıldıkları noktalar da mevcuttu. Tanrı’nın varlığını kanıtlama konusunda, Aristo ortalama elli tane Tanrı’nın varlığını ortaya koyarken; Thomas, tek Tanrı’nın olduğu inancına sahipti.

Aristoteles Tanrı’yı bir kişilik değil, evrendeki düzen ve hareketin sebebi niteliğinde, kişisel olmayan bir “ilke” olarak görüyordu. Platon, bu dünyadan ayrı bir

“idealar evreni” ve bu evrenin en üstünde de “iyi” ideasını kabul etmekteydi. Ancak Aristoteles’in form ve maddeden oluşan dünyasındaki varlıklar, kendi içlerinde kendi özlerindeki hareket ve değişim ilkelerini taşımaktaydı.250

Thomas’ın varlık hiyerarşisi şu şekildedir: Tanrı salt ruhtur ve yetkindir. Sonra melekler gelir ve onlar bedene sahip değildirler. Son olarak da insanlar bu sıralamada yerini alır. “İnsanlarda ruh, bedene bağlanmıştır. Ancak bu ruh, üreme organları ile aktarılamaz, her bedende Tanrı tarafından yeniden yaratılır.”251 Bu görüşü, Şenel’in de belirttiği üzere, ilk insan Adem’in günahının ondan üreyen insanlara kalıtsal olarak geçmesi fikri ile çelişkilidir.

Thomas’a göre “günah”tan sonra insanın fiziksel ve zihinsel yetenekleri lekelenmiş ancak, yok olmamıştır.

“Yeni Platonculuk tarafından etkilenen Aziz Augustinus’un zekanın değerini tamamen reddetmesine ve dine karşı tam bir tabiiyet gösterilmesini istemesine ve doğanın sırlarına ilişkin her türlü cevabın ancak Kilise öğretisi içinde olduğunu ilan etmesine karşılık; Thomas, Aristotelesçi bir doğrultuda kalarak, gerçeğin bulunması

250 Köker, s.225.

251 Şenel, s.331.

83

konusunda duyuların da önemli rolleri olduğunu vurgulamıştır. Aynı zamanda nesnel gerçeğin aranması konusunda, her türden insan eyleminin mutlaka Tanrı iradesi tarafından belirlendiğini söylemiştir.”252

İnsan boş bir levha olarak dünyaya geldiğine inanan Thomas’a göre istenç, Tanrısal buyruk sonucu iyiye, şehvet ise kötüye yönelimlidir. Dolayısıyla günahın nedeni, Tanrı’ya insan tarafından verilen seçme özgürlüğü değil, şehvettir.253 İnsan, ancak Tanrı’ya ulaşma yolunda ilerlerse mutlu olur. Sonsuz mutluluğa ulaşmak, ancak Tanrı’nın lütfu ile mümkündür. Çünkü, Adem’in işlediği günahtan dolayı, insanın yazgısı sonsuz ceza çekmek olmuştur.254

Augustinus ile ayrıldığı birçok nokta olsa da vaftiz konusunda Thomas da aynı fikri paylaşır. Yani O’na göre de vaftiz edilmedikçe Hıristiyan olunmaz ve cennete girilemez.

Thomas, bilginin veya felsefenin inancı ve vahyi destekleyeceğini kabul eden Hıristiyan dogmasını reddetmekteydi. Çünkü o, insan aklına ve doğanın Aristotelesçi ilkeler doğrultusunda edinilen bilgisine ağırlık vermişti ama vahyi de kabul ediyordu.

Şenel’e göre Thomas, “Hem akla hem imana öncelik verenleri çekecek biçimde akıllıca bir taktik izledi.”255

Augustinusçu Patristik Felsefe akıl ve vahyi birbirinin tamamlayıcısı olarak görüyor; Thomas ise inanmak için bilmek değil, ‘bilmek için inanmak’ ilkesini kabul ediyordu. Örneğin, Patristik Felsefe için Trinitas (Üçleme) Baba – Oğul – Kutsal Ruh gibi dogmalar, inanç yolu ile ulaşılan bilgilerdir. Ancak Thomas için bunlar, gerçek bilginin yerine geçen benzetmelerdir. “Bunun nedeni, dogmaların aklın kavrayış yeteneğinin sınırlarını aşmasıdır.” 256

252 Ben – Amittay, Jacob, Siyasi Düşünceler Tarihi, (çev. Kılıçbay, M. Ali ve Köker, Levent), Savaş Yayınları, Ankara, 1983, s.98.

253 Ayhan, s.53.

254 Şenel, s.331.

255 Şenel, s.312.

256 Köker, s.232.

84

İnsanı diğer hayvanlardan ayıran esas özelliğinin akıl olduğunu düşünen Thomas’ın düşüncelerini Black bize şöyle aktarır: “Günaha rağmen insanların tümü, hataya düşmek pahasına gerçekliği bilmek ve erdemi uygulamak yeteneğine sahip olacak şekilde akıllarını kullanmaya devam ederler. Birçok pagan, doğal erdemler olan adalet, cesaret, ölçülülük ve basireti yaşama geçirmişlerdir. Hıristiyanlar ‘yeni kural’

olarak Tanrı’ya ve komşuya duyulan sevgi kadar bunlara da dikkat etmelidir.”257

Aristo bu konuda sadece Yunanlıların akıl sahibi olduğu yönünde düşünürken;

Thomas, Yunan olsun olmasın, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun tüm insanların akıl sahibi olduğunu düşünür.

Amacı akıl, vahiy ve iman arasında bir çelişki yaratmak değildi. Aristotelesçi kavramların kullanılışı, Patristik felsefenin inanç kaynaklarına ters düştüğü için yapılması gerekenin, yeniden bir Hıristiyan teolojisi oluşturmak olduğunu düşünerek bu yolda ilerledi.

Thomas’a göre insanlar, bazı gerçekleri zekaları ya da deneye dayalı araştırma yöntemleri ile bulamazlar. Bu yüzden bilim ikinci planda kalır. Bu yüzden bazı dinsel ilkeleri temel almak gerekir.

O, vahye dayanan hakikati iki kategoriye ayırmaktadır. Buna göre hakikat;

1. Akıl yolu ile doğrulukları kanıtlanabilir olan inançları ve

2. Akıl yolu ile doğrulukları ya da yanlışlıkları kanıtlanamayacak nitelikte olan inançları içermektedir.258

Ben – Ammittay, Thomas’ın Aristoteles düşüncesini Kilise öğretisi içinde eritme girişimini şu ilkelerle özetlemiştir:

• Var oluş yalnızca yaratıcının iradesine tabidir.

• O her şeyi değiştirebilir.

• Tanrı her türlü gelişmenin yegane ve kaynaktan temelidir.

• Tanrı bütün olasılıkları birleştirme olanağına sahip olan yegane varlıktır.

257 Black, s.81.

258 Köker, s.231.

85

• Sonuçlar ve nedenler her zaman Tanrı’yla bağlantılı değillerdir. Ama Tanrı her süreçte, doğanın ve insanın faaliyetlerini istediği yönde düzenleyecek nihai müdahaleyi yapabilir.259

Bu kanıların, Thomas’ın doğanın rolü konusundaki düşünceleriyle uyum içinde olduğunu düşünen Amittay, Thomas’a göre doğal olayların açıklanması diye bir şey olamayacağı kanısındadır. Bütün yapılabilecek, ulu bilgeliğin ifadesinden ibarettir.

Ancak Thomas, Kutsal Yazılar ve Kilise Babalarının öğretileri ile çelişmediği sürece, bilimin temel varsayımlarını dinsel bir sapkınlık olarak görmez.

“Yanlış kişisel yorumlar nedeniyle yanılgıya düşülmedikçe, inanç hiçbir zaman usla çelişmez”260 ve eylemlerimizin iyiliği konusunda da özgür olan ve akla dayanan eylemlerimizin Tanrı’nın istencine uygun olduğu durumda ‘iyi’ olduğunu düşünür.