• Sonuç bulunamadı

2.HALK KÜLTÜRÜ UNSURLARI 2.1.Dini İnançlarla İlgili Unsurlar

2.1.1. Dinsel Kişilikler

2.1.1.6. Hazreti Mevlana

Tüm hayatını ve ruhunu Allah’ı aramak ve bulmak için harcayan Mevlana, 13. Yüzyıl Anadolu’sunda tasavvuf felsefesinin temellerini atmıştır.

“O, insanlığa bir rahmet gibi yağan ve rahmetinden Selçuk ve Osmanlı şahlanışları doğan büyük bir vicdan hayatının Anadolu’daki kurucu ve inandırıcı simalarındandır.” (Banarlı 2002: 217)

Elif Şafak özellikle Aşk isimli eserinde Mevlana’ya bolca yer vermiş hatta olay örgüsünü Mevlana üzerine kurmuştur. Şafak, sadece Mevlana’ya değil onun arkasındaki ruhani güç olan Şems-i Tebrizî’ye de Aşk eserinde yer vermiştir.

Çünkü aşk, hayatın asıl özü, esas gayesidir. Mevlana’nın bizlere hatırlattığı üzere, gün gelir, herkesi, ondan köşe bucak kaçanları bile, hatta “romantik” kelimesini bir suçlama gibi kullananları dahi kıskıvrak yakalar aşk. (Aşk:31)

1244 senesinde Rumi, Tebrizli Şems ile tanıştı. Seyyah bir Kalenderiye dervişiydi Şems; dilinin kemiği yoktu. Yollarının kesişmesiyle başlayan süreç her ikisinin de yaşamlarını kökünden değiştirdi. Öylesine sağlam, müstesna bir gönül birliğinin başlangıcıydı. Aralarındaki bağı daha sonraki yüzyıllarda yaşayan mutasavvıflar iki ummanın kavuşmasına benzettiler. Bu benzersiz yarenlik sayesindedir ki Rumi, önceleri hâkim çizgiye yakın duran bir din âlimiyken, alışageldik tüm kurallardan çıkmaya cüret ederek adanmış bir gönül ehli, aşkın ateşli savunucusu, semanın yaratıcısı ve tutkulu bir şair oldu. “İslam âleminin Shakespeare’i” diye anılmasına yol açacak muazzam eserler bıraktı geride. Derinlere kök salmış taassupların, önyargıların çağında evrensel, kapsayıcı ve barışçıl bir maneviyatı savundu; kapısını istisnasız her insana ardına kadar açık tuttu. Tıpkı o zamanlar olduğu gibi, bugün de nicelerinin “kâfirlere karşı savaşmak” olarak tanımladığı zahiri bir cihaddansa, insanın kendi içine yönelerek olgunlaşmasını hedefleyen Bâtıni bir cihat üzerinde durdu. Kişinin kendi egosuna karşı sonuna kadar mücadele ederek adım adım nefsini yenmesini salık verdi. (Aşk:37/38)

Rumi ipektir, ilmik ilmik örülecektir. Vakit tamam olunca ipeğin bekası için ipekböceğinin ölmesi gerekir. (Aşk:111)

Yıllar evvel, mesnevi mevsimindeyken anlatmıştı Ethel, Mevlana’nın vücuduna hesap verişini. (BitP:135)

“Muhterem cemaat” dedi Rumi, sesi kâh tiz kâh pes perdelerde salınıyordu. “Zaman zaman hepimiz zanlara kapılırız, kendimizi küçük ve sıkışmış hissederiz. Ufacık bir noktayız Kâinat-ı Muazzama’nın karşısında. Etimiz budumuz belli; idrakimizin, irademizin ve aklımızın sınırları ortada. Sırf buna bakıp kiminiz sual eder: Allah için ne manası olacak bu fani canımın? Benim şu koskoca dünyada ne kıymetim olabilir ki? Bugünkü vaazımızda bu sualin cevabını göstermek isterim.”

Pembefiruşan hanından çıktığında Mevlana, karşısına dikilip demiş ki Şems ona: “Ey dünyanın sarrafı, gör beni!” (M:209)

Ayakta dikilmiş sessiz sedasız onu izlerken öteki âleme çekiliverdim birden, keşfe çıktım. Mevlana’nın bundan seneler sonraki halini gördüm. Daha yaşlı, daha

zayıf, daha hüzünlü ama daha bir heybetli ve vakur oturacaktı gene yanı noktada, aynı bal sarısı ışığın altında. (Aşk:292)

Tebrizli Şems, dünyayı koca bir kazana benzetirdi. İçinde mühim bir aş pişmekte. Yaptığımız, hissettiğimiz, söylediğimiz, hatta düşündüğümüz her şey bu kazana malzeme olarak giriyor. (Aşk:188)

2.1.1.7. Diğer Kişilikler

1975 yazını Fas’ta Sufiler arasında geçirdim. Hayatımda ilk defa bir zaviye gördüm. Odam beyazdı; ufacık, basık ve basit. En temel ihtiyaçları karşılıyordu, o kadar: Bir döşek, bir gaz lambası, bir kehribar tespih, pervazda bir saksı çiçeği, duvarda Hazreti Fatma’nın Eli’ni gösteren bir kabartma ve çekmecesinde Rumi’nin şiirleri olan ceviz ağacından bir masa vardı. (Aşk:287)

“Niçin dönüp baktın Tanrının gazabını çeken şehre?” diye karısına öfkeyle bağırdı Lut. (M:222)

Misal Hazreti Musa ile Hazreti Hızır’ın arasındaki yoldaşlık. (Aşk:257)

İnsanlık tarihi boyunca sadece Hazreti Süleyman cin ordularını yenmeyi başarmıştı ama o bile büyülü bir demir yüzükten yardım almıştı. (BP:195)

Muteber feylosof, muharrir ve mutasavvıf İbn-i Arabi Hazretleri ise bir gün genç Rumi’yi babasının peşi sıra yürür görünce şöyle buyurmuştu: “Fesübhanallah! Bir okyanus, bir gölün ardında gidiyor.” (Aşk:98)

Çalışırken bir yandan da İmam Gazali’nin İhya-i Ulumi’d-Din adlı kitabını karıştırıyor, anlamaya çalışıyordum. (Aşk:214)

Peki, Halife Harun Reşit’in anlamadığı şeyi ailem, dostlarım, talebelerim anlayabilir mi? (Aşk:242)

Selahaddin Eyyubi Hazretleri’nin çadırına girip, başucuna zehirli bir tatlı bırakacak kadar ileri gitmişlerdi. (Aşk:250)

Halife El-Mansur bu insanlardan biriymiş. (ŞA:138)

Felsefe büyürken, evvela İbrahim, daha sonra da Yusuf Mısırlılara matematiği öğretmişti. (ŞA:222)

Sultan Murad, tahta çıktığında on bir yaşında bir çocuktu daha. Sünnetinden beş gün evvel, Eyub Sultan Türbesi’ne götürülerek, hem Hazret-i Muhammed’in hem de Yavuz Sultan Selim’in kılıçlarını kuşanmıştı. (ŞA:226)

Kuran’a göre tam Hz. İbrahim’in oğlunu keseceği esnada, Allah gökten bir koç indirmiş ve böylelikle insan kurban etme geleneği ortadan kaldırılmıştır. (M:161)

Bu zebaniler Viyana’da bozguna uğradıklarında Sultan Süleyman ne yaptı? (ŞA:25)

Onu süzerken Kuran-ı Kerim’de Yusuf ile Züleyha’ya dair ayetleri hatırladım. Züleyha kendisine yüz vermeyen bir erkek için tutkuyla yanmıştı. Şehirdeki kadınlar onun hakkında fena sözler edince, hepsini sofrasına davet etmiş, Yusuf’a da çağrıldığında odaya girmesini tembihlemişti. “Her birine bir bıçak verdi ve ‘Çık karşılarına!’ dedi. Kadınlar onu görür görmez kendi ellerini doğradılar ve ‘Allah için bu bir insan değil, ancak değerli bir melektir!’ dediler.” (Aşk:380/381)

Hüdhüd denilen kuşun, Süleyman Peygamber’den Belkıs’a haber iletmek dışında kimseden kimseye laf taşımadığı gerçeğiyle ilgilenmedi. (BP:104)

Arapça krb kökünün de ifade ettiği gibi, kurban, “yakın olma” anlamına gelmektedir. Kuran’a göre tam Hz. İbrahim’in oğlunu keseceği esnada, Allah gökten bir koç indirmiş ve böylelikle insan kurban etme geleneği ortadan kaldırılmıştır. Koçun yanı sıra deve, sığır, manda, koyun ve keçi de kurban edilmesi caiz hayvanlardandır. Kesmeden önce kurbanın gözleri bağlanır. (M:161/162)

Karşısında, saçlarından asılarak boşluğa sallandırılmış, suratlarında haşarı çocuklara mahsus bir ifadeyle Harut ile Marut duruyordu. (ŞA:114)

Kuyuda Yusuf Peygamber dizlerinin üstüne çökmüş, kendisine böyle bir zulmü reva gören vefasız kardeşlerinin bağışlanmaları için Tanrı’ya dua ediyordu. (ŞA:115)

Musa’nın gözünü kamaştıran nur, kavurdu gözbebeklerini. Cemil Meriç. (ŞA:209)

Ben ki dinler tarihi silsilesinde en çok Eyub Peygamber’le kavgalı oldum, çocukluğumdan beri kızıdım onun her türlü cefaya ve belaya öfkelenmeden şükretmesine; ben ki en az Eyub Peygamber’i anladım ve istedim ki o da ayaklansın, kızısın, isyan etsin başına gelen musibetlere, haksızlıklara… (SS:95)

…küllerinden doğabilmek için her daim yanında taşıdığı bir pişirimlik Eyub sabrıyla. (P:76)

Gerçi saçları cehennem gibi kırmızı ve ancak çile çıkaran bir dervişinki kadar kısa, kollarındaki çiller de Süleyman Peygamber’in ordusundaki kuşlarla balıkların sayısını aratmayacak kadar çok olsa da hoş birine benziyordu. (A:187)

Hüdhüd denilen kuşun, Süleyman Peygamber’den Belkıs’a haber iletmek dışında kimseden kimseye laf taşımadığı gerçeğiyle ilgilenmedi. (BP:104)

Villanın harcı karılırken, Hızır aleyhisselam da işçilerin arasında hazır bulunmuş. (BP:148)

Uzun olanın ucunda bir anahtar sallanırdı, kısa olanın ucundaysa Aziz Serafim’in sert çehresi. (BP:259)

…elini boynuna götürüp Aziz Serafim’in resmini taşıyan gümüş kolye ucunu avucunun içinde sıktı. (BitP:46)

Üçü de Eyüp denen bir peygamberden bahsediyordu mütemadiyen. (BitP:190)

Evvela Harut ile Marut’a atıflarda bulunup, ardından sihir ve efsun sanatının mesuliyetlerinden bahsetti. (P:115)

Kabil Habil’i öldürdükten kelli, hiçbir katil kurtulamamıştır kurbanının emanetini yüklenmekten. (Aşk:39)

Ta ezelden beri, yani Kabil Habil’i öldüreli savaşlar var. (Aşk:236)

Her peygamberin verdiği öğüt aynıdır: Sana ayna olacak insanı bul! (Aşk:240)

“Bir sürü din büyüğü çıkmış kadınlardan. Hazreti Ayşe ile Fatma’yı baştan sayalım. Sonra Rabia var mesela. Tabii Kadıncık Ana da çok önemli, Karyağdı Hatun da öyle. Fatih Sultan Mehmet’in anası Hüma Hatun var. Mevlana’nın anası Mümine Hatun. Bir de Yedi Kızlar var.” (BP:288)

2.1.1.8.Melekler

2.1.1.8.1.Azrail

Vaktiyle büyük ablası Banu’dan defalarca dinlediği Azrail hikâyesini hiç unutmamıştı. Ölümden kaçabilmek için tüm dünyayı arşınlayan, en nihayetinde tıpkı kader defterinin yazdığı gibi, Azrail ile Çin-i Maçin’de buluşan adamın hikâyesi. (BveP:302)

En nihayetinde, Kahire’de beklenmedik bir biçimde Azrail’le karşılaşmış. Azrail hayretle bakmış yüzüne. (BveP:141)

Allahütealâ bile mukaddes nizamını kurarken, can alma işinde Azrail’i kendine naip tayin etmemiş mi? Böylece insanlar her ne felaket gelirse başlarına Azrail’den bilmişler. Ecel meleğini lanetlemiş, ondan çekinmişler. Bu sayede O’nun ismine zeval gelmemiş. (Aşk:42)

2.1.1.8.2.İsrafil

…İsrafil’in suru bir değil, belki on defa kulaklarımızı tırmaladı. (BP:54)

Derviş kılığındaki casus, onlara, İsrafil’in borusu öttüğünde, yeryüzündeki hayatın sona ermeyeceğini; aksine, sil baştan tanzim edileceğini anlatmıştı. (ŞA:93)

2.1.1.8.3.Şeytan

…yoksa bile isteye iblisle pazarlığa mı oturdunuz? (BP:54)

Şeytan bile cinler kadar sinir bozucu değildir. Malum kötüdür şeytan ve tutarlıdır kötülüğünde. İnsan şeytandan hep en kötüsünü bekler, muhtemelen daha beterini alır gerçi ama en azından bir belirsizlik yoktur ortada. Öte yandan cin hem dost hem düşman veya dostken düşman, düşmanken dost olabilir. İşte onlarla her karşılaşmayı asla anlamlı bir bütüne ulaşamayacak bir nevi zihin yağmalayan bilmeceye dönüştüren de bu olabilir-de-olmayabilir-de sarkacıdır. Cinler belirsizlikle maluldur. (A:193/194)

İnsanın koruyucu meleğinin şeytanla tartıştığını duymak gibi. (A:69)

“Tıpkı bir şeytan ikonudur: Sağ kolunu bile sol kola dönüştürür!” (ŞA:188)

Unutmayın ki, Doğu’dan gelen felaketle mücadele etmek, Deccal’le mücadele etmektir. (ŞA:25)

İçtiği her yudumda, iblisin kapkara kıllarla kaplı derisinde bir yara daha açmış oluyordu. (ŞA:15)

İşte şeytan gene kılık değiştirmiş, güzelliği nefes kesen bir delikanlı suretinde karşısına dikilmişti. (M:116)

Meleklerle ilgili Şafak’ın eserlerinde geçen diğer kavramlar ise şunlardır:

Gökyüzünde meleklerle yan yana oturup kâinatın koca katalogundan anneni seçerken düşlüyorum seni. (SS:220)

“Tebrizli Şems, müjde! Duaların kabul olundu! Hazırlan, Bağdat’a gideceksin” dedi bir ses. Tanıdım onu. Çocukluğumun koruyucu meleğiydi. “Bağdat’ta ne bekler ki beni?” diye sordum.

“Ruhuna eş biri için dua ettin ya, sana bir yoldaş verilecek. Bağdat’a gittiğinde seni doğru istikamete yönlendirecek kişiyi bulacaksın. Onun yanında soluklanıp tekrar yola koyulacağın anı bekleyeceksin. Sabredeceksin.” (Aşk:64)

Takriben on yaşındaydım. O zamanlar koruyucu meleğimi hemen her gün görmeye başlamıştım. Herkesin benim gördüklerimi gördüğünü düşünecek kadar da saftım. Babamsa kendisi gibi marangoz olmamı isterdi. Bir gün bana sedir ağacından sandık yapmayı öğretirken, dilimi tutamayıp ona koruyucu meleğimden bahsettim. (Aşk:61)