• Sonuç bulunamadı

Hayvancılığın Enerji Sahaları: Çayırlar ve Sulak Alanlar

I.2. Hunların Yaşadıkları Bölgenin Coğrafi Özellikleri

I.2.1. Hun Coğrafyasının Yeri ve Sınırları

I.2.1.5. Irmaklar

2.2. Hayvancılık

2.2.1. Hayvancılığın Enerji Sahaları: Çayırlar ve Sulak Alanlar

2.2.1.1. Ekonomik Sosyal ve Siyasi Hayata Yön Veren Kaynak: Çayırlar Çalışmamızın coğrafya bölümünde, Orta ve Doğu Asya’da otlarla kapla bozkır sahalarını detaylı olarak gördük. Ancak bu alanın tamamı, Hunların hayvanlarının hepsinin beslenebilmesi için uygun değildi. Bu nedenle Hunlar, bozkırlarda, yılın belli dönemlerinde yer değiştirmişlerdir. Bu yer değiştirme, Hun döneminin petrolü, yani ekonominin enerji kaynağı olan çayırların, daha iyisini ve verimlisini bulabilmek için yapılırdı. Eski bir Çin tarihçisinin dediği gibi, step mıntıkası tarihi, kadim çağlardan itibaren su ve ot arayarak hicret eden göçebe çobanlarının tarihi ile aynıdır diyebiliriz168

. Fakat bu hicret alelade bir biçimde olmadığından, bozkır kavimlerinin yüksek medeniyet ve karakter sahibi olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Hunlardan daha sonraki bozkır kavimlerinden kalan kayıtlarda, toprak mülkiyetinin169

tam olarak, bir yönetici veya soyluya ait değil, bir boyun tamamına ait olduğu görülmüştür. Buna dayanarak, toprakta özel mülkiyetin olmadığı söylenebilir. Fakat uygulamada toprak, kavim olarak sahip olunan ortak toprağın (çayırın), farklı ailelerin kullanımı konusunda son kararı veren bir boy lideri tarafından yönetilirdi. Bu durumda, bir sonuç olarak, resmi mülk sahibi olmasalar da soylu ailelerin, en iyi

168

Deer Jozsef, İstep Kültürü, s. 26

169

Hunlarda ve toprak mülkiyetinden bahsettiğimiz vakit, sahip olunan toprakların başında önce çayırlar; sonra tarım arazileri gelir.

çayırları kullanma hakkına sahip oldukları ve soylu olmayan ailelerin ise, onları bir nevi hizmet etmeye ve vergiye bağlamanın yolu olan, daha az verimli toprakları kullanmaya yönlendirildikleri söylenebilir170. Bu geç dönem özelliklerini, tamamen aynı olmasa da, erken dönemde de görmek mümkündür. Kendisine bağlı kişilerin göç hareketlerini yönetebilen kişi ya da aile baskın, dominant bir yapıya sahip ise, o kişi, aile ya da boy, genel göç hareketinin yönünü belirler ve alt göç hareketlerini; yani çayırların bölüşülmesini ve yerleşilecek bölgelerin seçimini yapardı. Dolayısıyla konargöçer bozkır tarihinin aşamaları, halkın göç hareketlerinin doğru ve adil bir biçimde yapılabilmesinin koruyucusu olan güçlü ve zayıf yöneticilerin yükseliş ve çöküşlerinde izlenmelidir. Halk da bu liderlere, barışta çeşitli hizmetlerde bulunarak, savaşta ise asker olarak, bir anlamda vergilerini veriyorlardı171

.

İşte bozkır liderinin gücü buradan gelmekteydi. Öncelikle kendi ailesi, sonra kendi boyu içinde liderliği kabul edilen kişi, eğer gerçekten adil davranıyorsa ve kavimleri için en doğru yeri bulup, hayvancılık faaliyetlerinin sorunsuz bir biçimde, verimli yapılabilmesine öncülük edebiliyorsa, boy liderliği için önemli bir mesafe kat edebilmiş demektir. Uçsuz bucaksız Doğu ve orta Asya bozkırlarında, yerleşilecek en doğru yerleri bulmak, tabiata hâkim olmayı gerektirirdi. Bu meziyete sahip lider kaviminin gözünde yücelirdi. Bu da beraberinde otoriteyi getirirdi. Bir bozkır boyunun serveti ve harp kudreti, dolayısıyla yaşama kabiliyeti, daima idarecisinin maharet ve ihtiyatkârlığına, kahramanlık ve kurnazlığına bağlıdır. Eğer lüzumu kadar bu kabiliyetlere sahip bulunur ve halkına otorite ve servet temin edebilirse, o vakit başka boylar ve onlarla kışlayan birlikler de bunlara katılır, idaresine boyun eğerler; boyun eğmedikleri takdirde, servet üstünlüğü ve silahlı kuvvetlerin fazlalığı onları buna mecbur eder172. Böylece bozkır toplumunda ilk olarak, çayır seçimi ve bölüşümüyle ortaya çıkan liderlik kurumu etrafında siyasi teşkilatlanma, ailevi, sosyal, iktisadi ve sosyal esaslardan temel alarak, adeta hissedilmeden büyür ve gelişir.

Önce boyların, temel ekonomik faaliyeti olan hayvancılıkta verimliliği ve adaleti sağlayarak ortaya çıkan otorite, güçlüyse çok sayıda kavimi de kendisine bağlayabilir. Bozkırda her an her yerden gelebilecek tehlikelere açık olan kavimlerin yöneticileri, halklarıyla beraber her zaman, başta iktisadi, siyasi ve askeri alanlar olmak üzere her alanda güçlü olmak zorundalardı. Bozkırın tehlikelere açık olmasının yanında, ileride

170

Lattimore Owen, Inner Asian Frontiers Of China, Beacon Press, Boston USA, 1967, s. 66

171

Lattimore Owen., Inner Asian Frontiers Of China, s. 67

172

değineceğimiz kıtlık tehlikesi de otoriteyi sarsabilecek büyük bir tehlikeydi. İşte tüm bu tehlikeleri bertaraf edebilecek kadar güçlü ve otoriter olmak zorunda olan bozkır lideri eğer yeterince güçlü değilse, liderliği çok hızlı bir biçimde sarsılabilirdi. Hunların başına zayıf bir yönetici geçtiğinde, hemen ciddi problemler, ayrılıklar, iç isyanlar yaşamalarının sebebi, bozkırın, yukarıda saydığımız nedenlerle, yöneticisinde zaafiyet kabul etmemesidir. Aynı bozkır toplumu, başında güçlü bir lider olduğunda, çok kısa sürede yeni kavimleri ve bölgeleri kontrolü altına alarak büyümüş, genişlemiştir. Mao- tun dönemi de bu duruma en güzel örnektir. Hunlarda, Shan-yü’nün karakterinin, devletin ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri yönden gelişimine olan etkisinin, hemen hızlı bir biçimde hissedilmesinin sebebi bozkır toplumunun, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız karakteridir. Ancak Mao-tun’un kurduğu ordu ve devlet düzeni, zaman zaman zayıf Shan-yü’ler başa geçmiş olsa da, Hun Devleti’ni ve halkını, dış etkilerden korumayı başarmıştır. Hunlar, devletleri tamamen dağıldığında bile, Çin içinde eriyip kaybolmamış, kültürlerini aynen yaşatmışlardır. Bu nedenledir ki, ilerleyen yıllarda, Çin içinde geç dönem Hun devletlerini kurabilmişlerdir.

Orta ve Doğu Asya çayırları, bozkır yaşamında, liderleri belirleyebilecek kadar büyük öneme sahiptir. Çünkü burada öne çıkan başarılı bir liderlik, beraberinde, ekonomik refahı ve huzuru getiriyordu. Yerleşim yeri seçimlerini doğru yapan, kendisine bağlı kavimleri doğru yönlendiren lider, bir anlamda tabiata hâkim olduğunu gösterdiğinde, halk tarafından kendisine biraz da mistik bir anlam yüklenir. Böylece otorite doğru işler yaptığı müddetçe daha da kuvvetlenir. Bunun yanında bu otorite zorla, kaba kuvvetle elde edilmiş değildir. Fakat boy camialarının idarecileri, ganimetlerin en büyük kısmını, meraların en iyilerini ve bunun dışında da imtiyazların pek çoğunu kendilerini temin ederler. Bununla beraber, bu suretle teşekkül eden hâkimiyet, her nevi aristokrat, hatta despotik manzarasına rağmen dahi, kaba bir cebir sisteminin tahakkuku manasını ifade etmez. Bu iktidar gasbının hakikatte veyahut da işlerin tabiat fevkindeki nizamında kök salan otorite esası vardır ve bu, reisi vazifesini yerine getirmeye ehil kılar, ona bağlı kimselerin gözünde iktidarı kendiliğinden anlaşılır bir hâle getirir173. Bunun yanında otorite, vazifesini yerine getirirken başarılı oldukça, her sistemde olduğu gibi bozkır siteminde de, böylece daha güçlü hâle gelir. Halk arasında iktisadi fayda ve adalet yayıldıkça, otoriteye olan bağlılık artar.

173

Çayırlar, bozkır toplumunun yönetici sınıfının kaderini belirleyen en önemli unsur olmasının yanında, elde edilmeleri için büyük mücadeleler verilmiş sahalardır. Çünkü tabiat her yerde aynı biçimde cömert değildir; çayırlar her yerde aynı şekilde verimli değildir. Yine çayırları petrol sahalarına benzetirsek, her petrol yatağının ayna kalitede ve miktarda petrol vermediği gibi, çayırlar her yerde aynı kalitede ve miktarda ota sahip değildir. Bu nedenle özellikle Ordos gibi verimli sahalar için sürekli savaşlar olmuştur. Ordos bozkırı, Sarı Irmağın kıvrım yaptığı yerin güneyidir. Bol yağış alan ve kuzeye nispeten oldukça verimli olan bu alan, hayvancılık için çok önemli bir enerji kaynağıdır. Chün Ch’en Shan-yü zamanında, Ordos’un kesin olarak kaybedilmesi, Hunlar için telafi edilemez sonuçlar doğurmuştur. Daha sonra Gobi Çölü’nün güneyindeki verimli sahaların da kaybedilmesiyle, kuzeye itilen Hunlar, hayvanlarının pek çoğunu kaybetmiştir. Ordos ve Gobi Çölü’nün güney kısımların sahip olmak Hunlar için, özellikle kış aylarında daha büyük önem arz ediyordu. Çölün kuzeyinin soğuk ve verimsiz olduğunu Shan-yü Wu-wei’ye gelen Çin imparatoru Wu-ti’nin elçisinin şu ifadelerinden anlayabiliyoruz: ….. “Neden sadece uzaklara kaçıp, bir kaçak gibi saklanıp çölün kuzeyinde bu soğuk ve değersiz yerde, susuz ve otlaksız yaşıyorsunuz174” Coğrafi olarak da bilinen bu gerçek Çin elçisi tarafından, bir kez daha dile getirilmiş ve bu metinle, Hunların bu dönemde Gobi Çölü’nün kuzeyinde oldukları bulundukları da teyit edilmiştir. Gobi Çölü’nün kuzeyinde kalmak, Hunlar için felaket demekti. T’ou-man döneminde de çölün kuzeyinde kalan Hunlar, Çin içindeki iç karışıklıkları haber alır almaz güneye inmiş ve verimli çayırları tekrar ele geçirmiştir. T’ou-man ve Mao-tun dönemlerinde Hunların, hızlı bir şekilde birlik olabilmelerinin en önemli sebeplerinden biri de, kaybedilen çayırların tekrar ele geçirilmesinin gerekliliğidir. Ancak bu birlik duygusu, ilerleyen yıllarda buralar tekrar kaybedildiğinde, ne yazık ki sağlanamamıştır.

Hunların Çin’e yaptıkları akınların temel sebebi iktisadi problemlerdir. Bu problemlerin en önemlilerinden biri de otlakların kaybedilmesidir. Akınların önemli bir bölümü, bu çayırların geri alınması için yapılmıştır. Yani Hun-Çin mücadelesinin bir sebebi, bu enerji sahalarını kontrol edebilmektir.

174

2.2.1.2. Dinsel Bir Kült Haline Gelebilen Kaynak: Su

Hayatın kaynağı, canlının yapı taşı olan su, hayvancılık için de, ikame edilemez bir kaynaktır. Tüm canlılar için büyük bir öneme sahip olan su, Hunlar için dinsel bir kült haline gelecek kadar değerliydi. Su olmadan hayat devam edemeyeceğinden, bozkır toplumları suya ilâhi ve mistik bir mana yükleyerek, ona saygıyla bakmış ve onu verene minnetlerini, su kenarlarında kurban keserek göstermişlerdir. Bu su kaynaklarının kenarında kurban kesme ibadeti, bazı yüzeysel araştırmalarda, suya kurban verme; dolayısıyla suya tapınma olarak aktarılmıştır. Günümüzde dahi, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde devam ede gelen bu adet aslında suya kurban verme değil; suyu verene şükür ifadesi taşımaktadır. Çünkü su hayat kaynağıdır ve her yerde aynı miktarda, aynı özelliklere sahip olarak bulunmamaktadır. Bu nedenle, temiz su kaynaklarına sahip bozkır insanı ve hatta günümüz insanı, bu kaynakları kendilerine veren yüce yaratıcıya şükürlerini iletmek maksadıyla bu ibadeti yapmaktadırlar. Böylece suyun bereketinin artacağına inanılır. Su kutsaldır ancak yaratıcı değildir.

Orta ve Doğu Asya’nın da her yerinde su kaynakları eşit dağılmamıştır. Bu nedenle sulak alanlar için de Asya kavimleri arasında mücadeleler olmuştur. Esasen daha doğrusu, verimli alanlar zaten aynı zamanda sulak da olduğu için, verimli sahalar için yapılan mücadele de suyun payı büyüktür demek daha doğrudur. Yoksa Hunlar zamanında, sadece su kaynağını ele geçirme amaçlı bir savaşa ya da mücadeleye rastlayamadık. Ancak su, toprak parçalarını verimli hale getirmesi ve insanlar ve hayvanlar için yaşam ve temizlik kaynağı olması bakımından önemliydi ve verimli alanları ele geçiren, su kaynaklarını da kontrol ettiği için, ayrıca bir su mücadelesine gerek kalmıyordu.

Çalışmamızın coğrafya bölümünde, Orta ve Doğu Asya’nın temiz su kaynaklarının esas itibariyle dağlara bağımlı olduğunu belirttik. Ovaların az, dağların yüksek noktalarının ise bol yağış almaları, dağlar arasında kalan, Türkistan gibi bölgelerin önemini bir kat daha arttırmıştır. Büyük ırmaklar da çoğunlukla, dağlardan inen küçük kollara bağımlıdırlar. Dağ ırmaklarının taşıdıkları tortuların, eğim azalınca çökmesiyle oluşan alüvyon ovaları olmalarından dolayı, bu ovalar çok verimlidir175

. Dolayısıyla bu çok değerli bölgeleri ele geçiren hem verimli toprakları hem de temiz su kaynaklarını ele geçirmiş oluyordu.

175

Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, kuzey bölgeler, özellikle Gobi Çölü’nün kuzeyi, güneye göre su kaynakları yönünden fakirdir. Ancak bu bölgede su ihtiyacı daha çok, açılan kuyularla giderilirdi. Hunların kuyu açıp açmadığı konusunda net bilgiler yoktur fakat bölgede yapılan araştırmalar bu bölgede çok eski su kuyularının bulunduğu yönünde izler ortaya koymaktadır. Ayrıca bu bölgede, arazinin çok engebeli olmayışı, suyun yüzeye yakın olmasını imkân sağlıyordu. Buralarda kazı yapmak kolaydı ve yüzeye yakın çok sayıda artezyen kuyusu açılabilirdi176. Hunların su kuyusu açmaları konusunda kesin ifadelerden kaçınmaya çalışıyoruz ancak Hun nüfusunun ve milyonlarca hayvanın su ihtiyacının sadece akarsular ile giderilmesi pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, Hunların su kuyuları açmış olma ihtimali oldukça yüksektir.

Bunun yanında, bozkır kavimlerinin, eğer insan sayısını eşit kabul edersek, ekonomik faaliyetleri için ihtiyaç duyduğu temiz su miktarı, yerleşik tarım toplumuna nazaran daha fazladır. Çünkü tarım alanlarında sulama için kullanılacak suyun çok temiz olması şart değildir. Bununla beraber, hayvanların faydalanacağı sular, en azından tarımsal sulama sularından daha temiz olmalıdır. Çünkü kirli bir suyun, hayvanları zehirleme ihtimali vardır ve böyle bir durumda çok sayıda hayvan kaybedilebilir. Bu da Hunları, en azından tarım alanlarının sulandığı sudan daha nitelikli su kaynakları bulmaya iten bir en önemli nedendir.

Hayatın kaynağı olan su, haliyle Hunlar için de büyük önem arz etmiş; öyle ki bu önem suya ilahi kudretin bir tecellisi gözüyle bakmayı ve onu kutsal saymayı da beraberinde getirmiştir. Günlük ihtiyaçları karşılamanın yanı sıra su, çayırlarla beraber, Hunların temel ekonomik faaliyetleri olan hayvancılığın sağlıklı ve verimli bir şekilde devam etmesi için, en temel kaynaktır demek mümkündür.