• Sonuç bulunamadı

I.2. Hunların Yaşadıkları Bölgenin Coğrafi Özellikleri

I.2.1. Hun Coğrafyasının Yeri ve Sınırları

I.2.1.5. Irmaklar

2.1. Genel Özellikleriyle Bozkır Ekonomisi

2.1.1. Göçebelik Meselesi

Bizim ve alanımızda çalışan tüm tarihçilerin en büyük sorunu, ilk ve orta çağda Doğu ve Orta Asya’da yaşayan Türk boyları ve bu bölgelerde kurulan Türk devletleri ile ilgili kaynakların yetersizliğidir. Bu konuyu bu çalışmamızın içinde dâhi birkaç yerde belirttik. Bu durumda, yazılı ve arkeolojik malzemeyi mümkün olan en az hatayla değerlendirip, bu değerlendirmelerin üzerinden isabetli tahliller yapabilmek gerekir. Esasen alanımızda çalışma yapmanın en zor yanı da budur. Sağlıklı verilere ulaşıp, yerinde değerlendirmeler yapmak.

Özellikle Hunların iktisadı konusunda, sadece bu konuyu ele alan çalışmalar birkaç çok değerli makaleden ibarettir. Bunun dışında Hun ekonomisi ile ilgili bilgiler hep büyük hacimli eserlerin, yazılı kaynakların satır aralarında, arkeolojik malzemelerin ise ruhunda gizlidir. Bu nedenle uzun ve detaylı araştırmalar yapıp, elde edilen sonuçları dikkatli yorumlamak icap eder.

Dikkatsizliğin veya çabuk sonuca varma isteğinin yarattığı en önemli yanılgılardan biri de Hunların göçebeliği meselesidir. Bildiğimiz gibi Hun ekonomisinin en önemli faaliyeti hayvancılıktır. Ancak tek faaliyet bu değildir. Zaten tek bir ekonomik faaliyetle, bir devletin, bir milletin ayakta durması mümkün değildir. Her ekonominin bir temel taşı vardır ancak bütün ekonomi bunun üzerine bina edilemez. Bu nedenle hayvancılık Hunların tek değil; en önemli ekonomik faaliyetidir. Hunların hayvanları da tek türden ibaret değildir. Bu nedenle her tür ayrı bakım ister. Ancak Hunların beslediği bütün hayvanların ortak özellikleri, otla beslenmeleri, su içmeleri, çok soğuk ya da çok sıcak yerlerde yaşayamamalarıdır. Bu özellikler de beraberinde Hunlara, hareketli bir yaşam biçimini getirmiştir. Birinci bölümde de kısmen değindiğimiz gibi bu yaşam şekli, haliyle, Hunların kültürünün tamamını şekillendirmiştir.

Özellikle klasik dönemde, bozkır kavimleri hep göçebe olarak tanımlanmıştır. Göçebe denilince insanın aklına, yeri yurdu belli olmayan, hoşuna giden yere yerleşen, dağ bayır gezip akşam olduğunda dinlenen, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmış avare insanlar gelmektedir. Bazı araştırmacıların yaptığı aceleci yorumlar neticesinde Hun göçebeliğinden bu anlaşılmaktadır. Ancak bize tuhaf gelen, bu gibi göçebelik tanımların daha çok ülkemizden ve yakınımızdaki ülkelerdeki bilim insanlarının yapmasıdır. Batıda da bu yapan pek çok tarihçi vardır. Hatta bunların bazıları çok meşhur isimlerdir. Onların yaptığı, ideolojik, taraflı bakış açıları nedeniyle kabul edilebilir ancak bizde bu

tip hataların olması kabul edilemez. Batıda bu ayrımı gerçekten iyi yapabilen değerli tarihçiler vardır. Bunların başında günümüz ve yakın dönem eskiçağ Orta Asya tarihçilerinden Nicola Di Cosmo gelir. Cosmo eserlerinde Çin’in kuzeyinde kavimleri tanımlamak için genel olarak, göçebe anlamına gelen “nomad” kelimesini değil; konargöçer anlamına gelen “nomadic” kelimesini kullanmışlardır. Eserlerinde de bu ayrım açıkça görülmektedir. Bizim de dikkat etmemiz gereken nokta budur. Konargöçerlikle, göçebelik çok farklı kavramlardır. Bu ayrımı en iyi, Türk Kültür Tarihine Giriş adlı eserinin birinci cildinin birinci bölümünde, merhum hocamız Bahaeddin Ögel’in ve Türk Milli Kültürü adlı eserinde yine merhum hocamız İbrahim Kafesoğlu’nun anlattığını düşünmekteyiz. Şaheser niteliğindeki bu çalışmalara isteyen herkes ulaşabilir ancak nedense ülkemizde hâlâ, Orta Asya’da yaşayan Türkler göçebedir diye genellemeler yapan araştırmacıların bulunması esef vericidir. Rahatça ulaşılan eserlerden faydalanmak ayıp değildir.

Hunların yaşantısı ilkel, devletsiz bazı toplumlardaki gibi başıboş bir gezintiden ibaret değildi. Hunlar sadece, temel üretim kaynakları olan hayvanlarının ihtiyaçlarına ve mevsimlere göre yer değiştirirdi. Bu değişim de sadece yaylak ve kışlak arasında olurdu. Bu yaşam şeklini bugün dâhi Anadolu’da görmek mümkündür. Çadırda yaşayan konargöçerler bugün Anadolu’da az sayıda kalmış olsalar da, bugün Anadolu’da, Moğolistan’da, Hunların yaşantısının hemen hemen aynısını gözlemlemek mümkündür. İşte hayvanlarını yaşatmak ve onlardan ürün almak amacıyla, mevsimlere göre yapılan yer değişikliğini genel olarak, göçebelik adıyla tanımlamak aceleciliktir. Hâlbuki göçebeliğin, ekonomik faaliyeti dışında, sosyal muhtevası henüz iyi bilinmeyen bir cemiyet tipi olduğu gözden kaçırılmakta; Türk milleti hakkında hüküm verilirken de, yalnız ekonomik görüntüler tesirinde kalınarak ilim dışı ön yargılarla hareket edilmektedir. O kadar ki, aslî Türk kültürüne nispetle yerleşik vasfı ağırlık kazanmış olan Selçuklu ve Osmanlı Türklüğü dahi bu hükümden kurtulamamıştır164

.

164

Hunların hayvan sürülerinin görüntüsü, günümüzdeki bu örnekten pek de farklı değildi. Elazığ’ın Palu ilçesi yakınlarında çekilen bu fotoğrafta, Şanlıurfa’dan gelip Bingöl Karlıova’daki yaylaklarına giden göçerler görülmektedir. (Fotoğraf Atlas Dergisi Ocak 2011 sayısından alınmıştır.)

Hayvancılık yapan bir kavim dört mevsim aynı yerde yaşayamaz. Hunlar konargöçer olarak yaşamaya mecburlardı. Çünkü hayvanları sürekli, taze ota ve temiz suya ihtiyaç duyuyor, ayrıca çok soğuğa ve çok sıcağa da dayanamıyorlardı. Bu nedenle kışın daha ılıman, yazın ise daha serin ve genel olarak dört mevsimde, otun ve suyun bol olduğu yerler yaylak ve kışlak olarak tercih ediliyordu. Her Türk topluluğunun, nerelerde yazlayıp ve nerelerde de kışlayacakları, kesin töreler ile belirlenmişti165

. Hunlarda da bu düzen farklı değildi. Çadırlarını da beraberinde taşıyan Hunlar, hızlı bir şekilde yer değiştirmelerini tamamlar ve hemen günlük faaliyetlerine başlarlardı. Yalnız yaylak ve kışlaklar zaman zaman hava şartlarına göre değiştirilebiliyordu. Haliyle otun ve suyun bol olduğu yerler seçiliyordu. Bir önceki yılki kışlak ya da yaylakta yeteri kadar ot ve su yoksa veya hava şartları hayvancılığa müsait değilse başka bir seçiliyordu. Hunların bütün göçebelik hikâyesi bu kadardır.

165

Ögel Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt I, Kültür Bakanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1991, s. 1-2

Bunun yanında, özellikle Mao-tun dönemi ile başlayan büyüme neticesinde insan ve hayvan sayısının hızlı bir şekilde artması beraberinde, otlak arayışını getirmiştir. Yani kendi topraklarını genişletmişlerdir. Bu yüzden bilinenin aksine, konargöçer Türk halkının en azından kışlaklarında yerleşim yerleri ve yapıları olduğu kanaatindeyiz. Nitekim Sibirya’daki kazılarda bulunan Hun şehri, eski Hun yurdu olan Kansu’daki Ku-ts’ang şehri ve İç Moğolistan’daki Tou-man şehri bu düşüncemizin delilleridir166. Bu şehirler tabii ki Roma şehirleri kadar büyük değildir ve çok etkileyici yapılara sahip olmayabilir. Ancak bulunan bu şehirler, Hun göçlerinin sistematik bir biçimde yapıldığının ve en azından kışlak bölgelerinin yerinin açık bir biçimde belli olduğunu gösterir. Böylece bu veriler elde olduğunda, Hun göçleri ile ilgili daha dikkatli yorum yapmak icap eder.

Esasen göçebelik konusunun ele alınışı çok eskidir. Eski Yunan filozofu Eflâtun, vahşi aile grupları dediği göçebe çobanların, ilkel kütleler olduğunu ve medeniyete ancak tarım hayatı ile geçildiğini iddia etmiştir. Mensup oldukları kültürün temelinde köylülüğün yattığını bilen ve insanlık tarihindeki kültürel faaliyetleri daima bu noktadan değerlendirmek alışkanlığından kurtulamayan Batılı bir kısım araştırmacılar, aynı izi takip ederek, kolayca Türklere yakıştırdıkları göçebeliğin, medeni kabiliyetsizlik yönünden doğrudan doğruya fıtrî bir karakter olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Hâlbuki herhangi bir hayat tarzının teşekkülünde, yaşanan bölge imkânlarının yön verici faktör olduğunu, mesela tarıma elverişli büyük nehir vadilerindeki kütlelerin güçlük çekmeden ziraî hayata intibak edebileceklerini, buna karşılık, tarım yapılamayan, fakat geniş otlakları bulunan bölge insanlarının da zaruri olarak hayvancılık yoluna gireceklerin kabul etmek için fazla mantık zorlamasına ihtiyaç yoktur. Bu itibarla vahşet<göçebe (çobanlık)<ziraî hayat gibi bir medeniyet kademelendirmesi ilmi gerçekliğe uygun düşmez. Her kültür ve yaşayış tarzı kendi içinde tutarlı bir bütündür; aralarında kültür değeri bakımından bir fark mevcut değildir167

.

Göçebelik kelimesi biraz da gerçek anlamının dışına çıkarak, bazı toplumları aşağılamak için kullanılır durumdadır. Tıpkı barbar kelimesi gibi. Bizim bildiğimiz barbar, insanlıktan nasibini almamış, önüne geleni yakan yıkan, medeniyet kuramayan vahşi insanlar ve toplulukları tanımlamak için kullanılır. Son zamanlarda ileri sürülen

166

Baykuzu Tilla Deniz, Asya Hun İmparatorluğu, s. 20

167

bir görüş, aslında doğuda Çinliler ve batıda Avrupalılar, kendileri dışındaki toplulukların tamamına barbar derlerdi. Yani bu sözcük sadece Türkler için kullanılmamaktadır gibi tutarsız ve saçma bir fikri ileri sürmeye çalışmaktadır. O zaman, bu Çinliler ve Avrupalılar, kendilerini üstün görerek, kendilerinin dışında kalan kavimlere, medeniyetsiz, vahşi diyorlar demek gerekir. O zaman ırkçının en büyüğü bu kavimlerdir demek gerekir. Bu barbar tabirini hafifletmeye ve kabullendirmeye çalışmak, ideolojik etkilerden kaynaklanmaktadır. Göçebe kelimesi de, Kafesoğlu’nun da belirttiği gibi, en başta Türk kavimleri olmak üzere bazı kavim ve toplulukları, medeni yönden kabiliyetsiz, üretemeyen, yağmacı olarak nitelemek maksadıyla kullanılmaktadır. Hâlbuki hangi medeniyetsiz toplum atı evcilleştirmek, demiri işlemek gibi, insanlık tarihini derinden etkileyen atılımlar yapmıştır. Türk boylarını göçebe olarak nitelemek ancak, ideolojik bakıştan veya cehaletten kaynaklanmaktadır.