• Sonuç bulunamadı

İşte bu günlerden birinde, Mekke eşrafından, Hind’in annesi Hatice bir rüya gördü... Bu çok hayret verici bir rüya idi. Derhâl bu rüyayı tâbir ettirmek üzere amcası oğlu Nevfel bin Varaka’ya koştu.

Varaka, bir kâhin gibiydi. Ablası da kâhinlik yapardı.

Abdullmuttalib’in oğlu Abdullah dünyaya geldiği zaman, onu kurban etmemek için bir çare amacıyla başvurduğu kâhine, işte bu Varaka’nın kız kardeşi olan kâhine idi.

Varaka hristiyan idi. İncil ve Tevrat’ı çok iyi bilirdi... Eskiden kalma birçok gizli ilim kitapları onda mevcuttu... Zaman zaman, olacak hâdiseleri haber verirdi. O sıralarda artık Varaka çok ihtiyarlamıştı.

Varaka karşısındaki Hatice’yi görünce sordu:

− Hayrola yâ Hatice? Bu saatte gelişine bakılırsa önemli bir şey mi oldu? Hatice heyecanla cevap verdi Varaka’ya:

− Sevgili amcaoğlu, dün gece çok acayip bir rüya gördüm...

− Hayırdır inşallâh, nedir gördüğün rüya?

− Bütün Dünya’yı aydınlatan Güneş’i gördüm rüyamda... O kadar

muhteşem ışık saçıyordu ki saçtığı ışık sadece benim evimi değil dağılarak bütün Mekke’lilerin evlerini aydınlatıyordu...

Varaka, Hatice’nin bu rüyasını can kulağı ile dinlemişti. İhtiyar adam biraz başı öne eğik bir hâlde düşündükten sonra cevapladı.

− Hatice, sana büyük bir müjdem var!

Hatice büyük bir heyecanla sordu:

− Ne müjdesi ey amcaoğlu?

− İşte sana rüyanın tâbiri: Sen âhir zaman Nebisi’nin hanımı olacaksın...

Hatice o zamana kadar iki defa evlenmişti... Birinci kocası, Nahzum oğulları kabilesinden Âli oğlu Atik’ti. Bu kocasından bir oğlu ile bir kızı dünyaya gelmişti. İkinci kocası Zurare oğlu Ebu Hâle Mâlik’ti. Bundan da Hâle adlı bir kızla, Hind adında bir oğlu daha olmuştu.

Hatice’nin baba sülalesi, Efendimiz’in büyük dedelerinden Kusayy ile birleşmekteydi.

Efendimiz’in baba şeceresi şöyle idi: Babası Abdullah, babası Abdulmuttalib, babası Haşim, babası Abdi Menaf, babası Kusayy, babası Kilâb, babası Murre...

Hatice’nin şeceresi de şuydu: Babası Huveylid, babası Es’ad, babası Abdüluzza, babası Kusayy.

Hatice’nin kalbi, Varaka’nın bu büyük müjdesinin verdiği dehşetli bir heyecan içinde idi... Âhir zaman Rasûlü olarak tavsif olunan Zât acaba kimdi?

Kafasındaki bütün meseleleri unutan genç kadın artık sadece bu son derece değerli zevcinin kim olabileceğini düşünüyordu...

595-596 yıllarında Mekke’nin en şöhretli taciresi Hatice idi...

Çeşitli güney ve kuzey ülkelerine kervanlar gönderiyor, mallarını sattırıp, yeni mallar getirtiyordu... Bu kocalarının kendisine miras

Hatice’nin Rüyası bıraktıkları bir çalışma sistemi idi...

Her ne kadar Mekke’den dışarı çıkmıyorsa da, güvendiği çeşitli kimseleri bu kervanlarda vazifelendirmek suretiyle bütün işlerini hâllediyordu... O zaman erkeklerin bile pek azı okuma yazma bilmesine rağmen, o rahatlıkla okuyup yazabilirdi...

Ticarette ileri gitmesinin bir sebebi de yanında çalışanları gözetmesindendi…

Kervanlara tayin ettiği adamlar, Şam yahut da Yemen’den dönünce, onlarla karşı karşıya geçer, hesapları ortaya koyar, ve kârın yarısını onlara bırakırdı... Bu sebebe de, bu kâhyalar ona ihanet şöyle dursun, ondan ayrılmak bile istemezlerdi.

17

TİCARETE GİRİŞ

Efendimiz yirmi beş yaşına gelmişti... Artık bir işle meşgûl olması gerekiyordu... Bu arada amcası Ebu Talib dahi epeyce yaşlanmış ve ticaret yapamaz hâle düşmüştü... Bir gün Efendimiz’e şöyle konuştu amcası Ebu Talib:

− Ey gözümün nûru, kardeşim oğlu, biliyorsun ki artık ticaret yapamıyorum ve bir sıkıntı içindeyiz... Geçim sıkıntısı bayağı belimizi büküyor... Sen de artık eskisi gibi koyunlarla meşgûl olamazsın... Eğer bir ticaret imkânı çıkarsa, ne dersin, çalışmak ister misin?

Efendimiz bu teklifi memnuniyetle kabul etmişti... Bütün mesele artık Efendimiz’in ne şekilde ticaret yapacağına kalmıştı... Nitekim bu mesele de kolaylıkla hâlloluverdi...

Bu konuşmalar, artık Efendimiz’in ticaretle meşgûl olma arzusu, Mekke’nin en zengin taciri Hatice’nin kulağına erişmişti.

Efendimiz ise o zamanlar “Mumammed-ül Emin” diye anılıyordu. Hatice, Efendimiz’i çağırtı ve Cüreş pazarına kervanının başında gitmesini, buna karşılık da iki genç deve verebileceğini teklif etti... Cüreş, Mekke ile Yemen arasında altı günlük mesafede idi.

Efendimiz, Cüreş’ten Yemen mahsulü buğday satın aldı ve bunu Mekke’ye getirerek kâr ile sattı. O kârı da sermayeye katarak Hubaşe pazarına götürdüler ve yeniden mal alarak getirdiler ve kısa zamanda verilen sermayeyi iki misline çıkardılar...

İşte, Efendimiz ile Hatice’nin ilk ticarî münasebeti böyle başladı.

Bu iki küçük ticarî sefer, hakikaten Hatice’ye çok uğurlu gelmişti...

Aradan birkaç ay geçmişti...

Bir gün Abdulmuttalib’in kızı, Efendimiz’in halası olan Atike, kardeşi Ebu Talib’e misafir geldi.

− Yâ Ebu Talib! Muhammed yirmi beş yaşına bastı... Evlenme çağı geldi, geçiyor... Buna bir çare bulmaz mısın?

Ebu Talib düşünceli bir şekilde konuştu:

− Her zaman kardeşim oğlunu düşünüyorum... Fakat biliyorsun ki, ben oldukça yaşlandım... Üstelik de mali durumum hiç müsait değil...

Bu hâl karşısında çok şeyler yapmak istememe rağmen elimden de hiçbir şey gelmiyor. Hâlbuki düğün ise bilirsin ki para pul demektir...

Atike, kardeşi Ebu Talib’e gülümseyerek konuştu:

− Para kazanmanın ben bir çaresini buldum...

− Nedir o?

− Eğer sen uygun görürsen, hemen işe başlarım...

− Nedir o mesele? Önce bana söyle!

− Bu günlerde Hatice Şam’a yeni bir kervan göndermeyi düşünüyormuş... Kendisine çok güvenebileceği bir şahsı arıyormuş...

Arzu edersen kendisi ile görüşeyim... Böylelikle hem Hatice’nin işi görülmüş olur, hem de kardeşim oğlu para kazanmış olur; düğünü için elinde bir hazırlığı bulunur...

Ebu Talib’in aklı yatmıştı bu fikre...

− Peki! Bildiğin gibi yap...

Ticarete Giriş

Bundan sonra Efendimiz’in halası Atike, tacire Hüveylid kızı Hatice’ye giderken; Ebu Talib de Efendimiz’in yanına gitti.

Efendimiz, Ebu Talib’in kendisine ilettiği bu teklifi memnuniyetle kabul etmişti... Bu arada Atike de Hatice ile konuşuyordu:

− Yâ Hatice, duydum ki, Şam’a bir kervan gönderecekmişsin... Bu kervanın başına da güvenilir birini arıyormuşsun... İstersen bu aradığın şahıs kardeşim oğlu Muhammed-ül Emin olabilir... Ne dersin?

Hatice bu teklife sevinmişti... Gözleri parladı:

− Muhammed’i bundan evvel de iki üç defa Cüreş ve Hubaşe pazarlarına yollamıştım. Ayağı çok uğurlu olan bir kimsedir... O’nu hemen bana yollayabilir misin?

Bu cevap Atike’yi sevindirmişti... Hemen Efendimiz’e haber vermek üzere Hatice’nin yanından ayrıldı... Hatice Efendimiz’e ayrıca şu haberi de yollamıştı:

− Eğer o büyük insan benim Şam seferimi üzerine alırsa, kendisine başkalarına verdiğimin iki misli sermaye verebilirim...

Her iki taraf da müjdeli haberle uçmaya başlamıştı... Efendimiz bu davet üzerine yanına bir arkadaşını alarak Hatice’nin evine gitti...

Hatice ilk olarak Efendimiz’i dikkatli bir şekilde süzdü!

Hayret! Bugüne kadar hiç de bu kadar nûrlu yüzlü, güzel ve güven verici bir erkek görmemişti... Efendimiz’e şöyle hitap etti Hatice:

− Senin güvenilir bir insan olduğun bütün Mekke’lilerce bilinir...

Bu yüzden sana “Emin” diyorlar... Bu defa Şam’a yollayacağım kervanı sana vermek istiyorum... Ayrıca kölem Meysere’yi de yanına vermeyi düşünüyorum... Başkalarına verdiğim sermayenin de iki mislini vereceğim... Ne kadar fazla satış yapabilirsen kazancın o nispette olur...

Hatice’nin bu teklifini dinleyen Efendimiz doğruca amcası Ebu Talib’in yanına geldi ve kendisine yapılan teklifi olduğu gibi ona

anlattı... Ebu Talib görüşünü şöyle ifade etti:

− Ey kardeşim oğlu, bu iş şüphesiz ki Allâh’ın sana göndermiş olduğu bir rızıktır... Bunu kabul edebilirsin... Orada sana yahudilerin bir şeyler yapmasından korkarım... Ancak şu da var ki, seni bu yaşa kadar yetiştiren ve kötülüklerden muhafaza eden Allâh, seni bundan da korur elbette...

Ve nihayet Efendimiz başkanlığındaki kervan Şam’a doğru niyetlenerek Mekke’den yola çıktı. Hatice Efendimiz’e yardımcı olarak verdiği kölesi Meysere’den başka akrabalarından Huzeyme’yi dahi yardımcı olarak kervanla yola çıkarmıştı...

18