• Sonuç bulunamadı

2. Kuramsal Çerçeve: Beslenme Alışkanlıkları ve Din Etkileşimi

2.3. Günümüz Tıbbının Hastalığa Bakışı

2.3.1. Hastalık Nedir?

Sağlığın asıl, hastalığın ise arızi olmasından ötürü ilk olarak sağlığın tanımlanması konunun anlaşılması açısından daha uygun olacaktır. DSÖ tarafından sağlık “yalnızca hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir” şeklinde tanımlanmıştır. Nusret Fişek’in açıklamasına göre hastalığın hekimce tanımı ise “Hastalık, doku ve hücrelerde yapısal ve fonksiyonel ve normal olmayan değişikliklerin yarattığı haldir.” şeklindedir. Fakat bu tanım hastalığın sadece biyolojik yönünü tanımlamakta ve eksik kalmaktadır çünkü hastalık biyolojik olduğu kadar sosyo-kültürel bir olgudur (Fişek,1983: 1). Bu tanımlardanda anlaşılacağı üzere sağlık ve hastalık yalnızca tıp biliminin sınırlarına hapsedilecek olgular değildir. Bu durumun daha iyi anlaşılması için Locker’ın yapmış olduğu açıklamaya göre hastalık kavramının tarih içinde geçirdiği evrelere bakmak isabetli olacaktır. Cirhinlioğlu’nun Locker’dan aktardığına göre hastalık kavramı tarih içinde 4 aşamadan geçmiştir. Bunlar;

Mikrop teorisi, bu anlayışın oluşmasında Kartezyen düşünce rol oynamaktadır

ve bu anlayış ruh ile bedeni birbirinden bağımsız olarak ele almıştır. Bu doğrultuda da vücut kendi kuralları olan bir bütün olarak düşünülmüş ve 19. yüzyılın ikinci yarısında da hastalıkların asıl nedenlerinin mikroplar olduğu ortaya konmuştur (Cirhinlioğlu, 2015: 24, 25).

Üçgen açıklama’ya göre ise mikrop teorisinin açıklamaları genişletilerek

mikrop etkenine taşıyıcı ve çevre bağlamı da eklenerek hastalıkların sadece tedavi edilebilir olmasının da ötesinde önlenebilir olduğu ortaya konmuştur (Cirhinlioğlu, 2015: 24, 25).

Çok nedenlilik aşamasında ise hastalıklar üçgen açıklama evresinde olduğu

gibi sadece bulaşıcı hastalıklar olarak değerlendirilmemiş ve daha kapsayıcı bir bakış açısı geliştirilmiştir. Bu yaklaşıma göre hastalıklar “nedenler ağı” içinde değerlendirilir. Yani hastalık için biyolojik faktörler kadar toplumsal ve psikolojik faktörler de göz önünde bulundurulur ve bu anlayışa göre hastalık ortaya çıktıktan sonra gerçekleştirilen tedaviden ziyade hastalık öncesi koruyucu yaklaşımlar daha önemlidir (Cirhinlioğlu, 2015: 24, 25).

Genel hassasiyet kuramı’na göre ise toplumsal sınıf, yaşanılan yer, gelir

durumu, eğitim, meslek, hayat beklentileri, bireyin davranışları vb. gibi kişisel ayrıntılar bireylerin hassasiyetlerini etkilemektedir ve hastalıklar değerlendirilirken bu hassasiyetlerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir (Cirhinlioğlu, 2015: 24, 25).

Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere hastalık kavramı tarih içerisinde çerçevesi genişleyerek izah edilmeye çalışılmış ve günümüze yaklaştıkça hastalığın bireysel sebeplerinden ziyade toplumsal ve dışsal sebeplerine ağırlık verilmiştir. Hastalığa böyle geniş bir çerçeveden bakıldığında sağlığın kalıcı olarak devam ettirilmesi için de aynı genişliğin gözetilmesi gerekecektir. Bu geniş bakış açısı içinde ‘Toplum Hekimliği’ ve ‘Halk Sağlığı’ kavramlarının izahı sağlık sürecinin devamlılığının sağlanması ve hastalıkların ortaya çıkış sebeplerinin önlenmesi hususunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Toplum hekimliği “Bir toplumu oluşturan herkesin bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halinde olması için

kişiye, sosyal, biyolojik ve fiziki çevreye yönelik önlemlerin tümelci bir yaklaşım ile planlanması ve uygulanması” şeklinde tanımlanmaktadır. Halk sağlığı ise “Organize edilmiş toplum çalışmaları sonunda çevre sağlık koşullarını düzelterek, bireylere sağlık bilgisi vererek, bulaşıcı hastalıkları önleyerek, hastalıkların erken tanı ve koruyucu tedavisini sağlayacak, sağlık örgütleri kurarak, toplumsal çalışmaları her bireyin sağlığını sürdürecek bir yaşam düzeyini sağlayacak biçimde geliştirerek hastalıklardan korumayı, yaşamın uzatılmasını, beden ve ruh sağlığı ile çalışma gücünün artırılmasını sağlayan bir bilim ve sanattır” şeklinde tanımlanmıştır (Fişek,1983:8-9). Bu tanımlamalar göstermektedir ki hastalık süreci birey hastalanmadan ve hastaneye başvurmadan çok daha öncesinde başlamaktadır ve hastalıkların ortaya çıkmasından önceki dönem, sorunların asıl çözülmesi gerektiği dönemdir. Bunun için hastalıklara sadece biyolojik bir sorun olarak değil, bu sorunların ortaya çıkmasına sebep olan şartların göz önünde bulundurulduğu toplumsal bir araştırma sorunu olarak bakmak gerekmektedir. Ayrıca hastalık süreciyle mücadelenin en önemli adımlarından birinin toplumu ve kültürü tanımak olduğunu unutmamak gerekir. Turner’ın da belirttiği gibi toplum hekimliği anlayışı beraberinde üç önemli yaklaşımı da getirmiştir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:

• “ Hastalıklar ancak çok nedensel ilişkiler içerisinde anlaşılabilir.

• Bir topluluğun sağlık durumunu anlamak ve değerlendirmek için, toplumsal ve siyasal müdahaleler ve reformlar kaçınılmazdır.

• Bu iki sonuçtan dolayı, toplum hekimliği sadece geleneksel tıbbın müdahaleciliğine değil tüm topluma yönelik bir eleştiri geliştirmiş ve köktenci siyasal bir hareket olarak ortaya çıkmıştır.” Bu sınıflamanın yanında Virchow’dan aktarılan veciz ifade de durumu oldukça açık bir şekilde özetlemektedir. “tıp bir sosyal bilimdir ve siyaset tıptan başka bir şey değildir.” (Cirhinlioğlu, 2015: 18).

2.3.2. Günümüz Tıbbının Hastalığa Bakışı

Bir önceki konuda hastalık kavramının tarih içinde geçirmiş olduğu evreler ele alınmış olup gelinen son noktada hastalık kavramına yüklenen geniş anlam çerçevesine değinilmiştir. Bunlara ek olarak sağlığın sürekliliğinin sağlanması için

insanın biyolojik varlığının yanında sosyal ve kültürel varlığın da göz önünde bulundurulması gerektiği anlayışına ulaşıldığı belirtilmiştir. Bu bölümde ise günümüzde tıbbın hastalığa bakışına değinilecektir.

Bir önceki bölümde de ortaya konan hastalık sürecinin birey hastalanmadan çok daha önce başladığını ortaya koyan anlayış olumlu sonuçlar doğurabilecekken bütün değerlerin metalaştırıldığı günümüzde bu anlayış da hastalık çığırtkanlığı ile bir şekilde bireylerin sağlık anlayışlarının da metalaştırılmasına araç olarak kullanılmaktadır. Bölüm başlığında da görüleceği üzere günümüz tıbbı ‘hasta’ ile değil ‘hastalık’ ile ilgilenmektedir ve tıpta branşlaşma arttıkça bütünsellikten uzaklaşılarak birey adeta bir robot gibi ele alınmaktadır (Salih, 2017: 403). Sağlık ve hastalığın biyomedikal modelinin bir yansıması olan tıbbi bilginin nesnel ve yansız olduğu; zihnin ve bedenin birbirinden ayrı olarak ele alındığı; bedenin makineler gibi tamir edilebileceği; hastalıkların parazit, virüs, bakteri ya da gen gibi aracılar yüzünden oluştuğu ve hastalıkların ilaç ve makinelerle tedavi edilebileceği indirgemeci anlayışı bir yönden sosyolojinin modernitenin kurumlarına ve bilime yönelttiği eleştiriler nedeniyle, diğer yandan 20. Yüzyılın ikinci yarısında nüfus yapısının ve ölüm nedeni olan temel hastalıkların değişmesiyle bir dönüşüm geçirmiş ve yerini sosyal modele bırakmıştır. Sosyal model ise biyomedikal modelin antitezi durumundadır. Sosyal modele göre tıbbi bilgi de dahil olmak üzere bütün bilgiler görelidir buna bağlı olarak sağlık ve hastalığa ilişkin tek doğru bilgiyi bu kaynaklar sunmamaktadır; zihin ve beden birbirinden ayrı olarak ele alınamaz ve insan bir bütün olarak ve insan onuruna yakışır bir şekilde değerlendirilmelidir; sağlık ve hastalık sadece biyolojik değişimlerle ilişkili değildir ve daha geniş sosyal, ekonomik ve politik bağlam tarafından şekillendirilmektedir. Biyomedikal modelin sosyal modele evrilmesi süreci ve sosyal refah devleti anlayışının benimsenmesi ile sağlık ve hastalık yaklaşımı açısından olumlu sonuçlar elde edilmişken, medikalizasyon (tıplaştırma) kavramının getirdikleri ve neo-liberal politikaların sağlık politikalarına da yansıtılması ile bu kazanımlar kaybedilmiştir. Neo-liberal uygulamaların hayatın her alanındaki yansımaları (işsizliğin artması; ücretlerin düşmesi; elektrik, su, ulaşım hizmetlerinin özelleştirilmesi vb.) toplum sağlığının da kötüleşmesine sebep oluşturmuştur. Neo-liberal politikalar bir yönden sağlığın kötüleşmesine sebep

olmakta diğer taraftan da hastalıkları tamamıyla bireysel sebeplerle (hareketsizlik, şekerli ve yağlı beslenme vb.) ilişkilendirerek, bireylerin daha genel toplumsal, ekonomik ve politik sorunlardan dolayı yaşamış olduğu sağlık problemlerinden dolayı da kendilerini sorumlu tutmalarına neden olmaktadır (Gönç Şavran, 2019: 152-182).

Tıbbın hastalığı ele alışının Türkiye tarihindeki yansıması ise şu şekilde gerçekleşmiştir: Türkiye’de nüfusun sağlığı genel olarak, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana önemli ölçüde iyileşmiş ve salgın hastalıkların ve uzun süren savaşların etkileri azaltılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise koruyucu sağlık hizmetleri ve salgın hastalıklarla mücadeleye yoğunlaşılmıştır. 1950-1960 yılları arasında ise sağlık hizmetleri ticarileşmeye başlamış ve koruyucu hizmetlerden ziyade tedavi edici hizmetlere yoğunlaşılmıştır bununla birlikte kentleşme ile birlikte sağlık hizmetleri kentlerde yoğunlaşmış ve kent ile kırsal kesim arasında sağlık eşitsizlikleri ortaya çıkmıştır. 1960’larda sağlık hizmetleri sosyalleştirilmeye çalışılmış, bu çabalar ulusal bir sağlık sistemi haline getirilememiş olmasına rağmen az gelişmiş bölgelerde çeşitli kazanımlar sağlanmıştır. 1980’lerden itibaren, neo- liberal ekonomi politikalarının etkisi ile devlet sağlık hizmetlerini sağlayıcı rolünden uzaklaşmış ve sağlık hizmetleri yerelleşmeye, özelleştirilmeye, taşeronlaştırılmaya ve metalaştırılmaya başlanmıştır. 1990’larda küresel düzeyde etkili olan yoksullukla mücadele stratejilerinin bir yansıması olarak gerçekleştirilen ‘sağlıkta reform hareketleri’ Türkiye’de yankı bulmuş fakat bunların yasalaşması 2000’lerde mümkün olmuştur. Bunun sonucunda uluslararası kuruluşların Türkiye’deki sağlık sistemine yönelik piyasalaştırma anlayışını içinde barındıran önerileri doğrultusunda tasarlanan ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ çerçevesinde sağlık sistemi neo-liberal ekonomi politikalarına her açıdan uygun hale getirilmiştir (Gönç Şavran, 2019: 152-182).

Moynihan ve Cassels’ın aktardığına göre 20. yy düşünürlerinden ve toplum eleştirmenlerinden olan Ivan Illich tüm hayatın tıbbileştirildiğini ve insanların ölüm ve acı ile başa çıkma yetilerinin çökertilmeye çalışıldığını belirterek, henüz hastalanmamış ya da iyileşme umudu kalmamış bireyler üzerinde bile etki kurmaya çalışan tıp anlayışına eleştiri getirmiştir. Bu anlayış tıbbın yararsız tedavilerle zarar verdiğini, toplumu sağlıksız kılan şartları iyileştirmek yerine kötüleştirdiğini ve

bireylerin kendi kendilerini iyileştirme, acı çekme ya da ölme özgürlüklerini elinden aldığını savunmaktadır. Ivan Illich bu durumu klinik, sosyal ve kültürel-simgesel

iatrojenez kavramı ile açıklamaktadır. (Moynihan ve Cassels, 2010:16; Gönç

Şavran, 2019: 152-182).

Sonuç olarak gelişen tarihi süreç içerisinde gerek dünyada gerek ülkemizde biyomedikal modelin kısıtlılıkları fark edilip sosyal modelin getirileri ve sosyal refah devleti anlayışının yansıması olarak sağlığın sosyalleştirilmesi uygulamalarının getirileri görülmüş olmasına rağmen günümüzde hastalık bir kazanç kapısı olarak görmektedir. Doktorların performansa dayalı sistem ile (hasta sayısına göre ücret alınması) çalışması; ilaç mümessillerinin doktorların kapılarından ayrılmamaları; doktorların ilaç firmalarından çok çeşitli promosyonlar almaları; hastalıkların sebeplerinin ortadan kaldırılarak tedavi edilmesi yerine bireylerin uzun dönemli hatta ömür boyu ilaç kullanımına mecbur bırakılmaları gibi bir çok uygulama ise tıbbın hastalığı ve bireylerin sağlıklı yaşam arzularını metalaştırdığını göstermektedir.