• Sonuç bulunamadı

12- el-Muntahab min dâlleti’n-nâşid: 189 Mevcut değil

2.2. Harezm’de Kültürel ve Siyasi Ortam

Bölge hakkında bilgiler içeren tarihî kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla bir kültür ve medeniyet havzası olan Harezm, İslam’la tanıştıktan ve bilahare Türk İslam geleneğinin hâkimiyetine girdikten sonra da bu vasfını yitirmemiş, bilakis daha da geliştirmiştir.299 Bölge halkının kabulünden sonra İslamiyet, Harezm'de süratle yayılmış, bu bölge İslam kültür ve medeniyetinin orta Asya’da gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Hârezm’de ki siyasi yapının da bu gelişmede önemli bir payı olduğu gözardı edilmemelidir. Hicrî 93 (712) senesinde İslamlaşan mıntıka, bir müddet Arapların atadığı Farisi aile Afriğoğullarının idaresinde kalmış, bilahere Zemahşerî'nin yaşadığı asır dâhil olmak üç farklı Türk devletinin hâkimiyetine geçmiştir. İlki, Afriğoğullarından bölgeyi alan Sâmânîler Devleti’dir ki bunlar Harezm’i yönetmek üzere Me’mûnoğullarını göreve getirmiş, saraylarında şair ve ediplere yer açmış, başkent yaptıkları Buhâra’yı ilim irfan erbabının toplanma merkezi, sığınağı haline getirmiş bir Türk devletidir.300 İkincisi, 1017 tarihinde Me’mûnoğullarından bölgeyi alan ve Altuntaş el-Hâcib’i Harezmşah ünvanıyla vali tayin eden Gazneliler ki bunlar da, Bîrûnî

296 Yüce, Mukaddimetu’l-edeb, 4.

297 İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. Dizi, 1992), 31.

298 Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, 32.

299 Ez-Zemahşerî, Ruûsu’l-mesâil, 15 ve 19; Özaydın, “Hârizm”, 16/219; Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, 24-30.

300Aydın Usta, “Sâmânîler”, TDVİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 36/ 64-68.

58 453/973-1061) ve İbn Sînâ (370-428/981-1037) gibi devasa şahsiyetleri saraylarında ağırlamış, devrin âlim ve ediplerine itibar ve hürmet etmişlerdir.301 Üçüncü olarak ise, 1055’te Tuğrul Bey’in (öl.455/1063) Bağdat’ı Büveyhîlerin tahakkümünden kurtarması ve Irak, Mâverâunnehir ve Horasan’ın ilhakıyla başlayan Selçuklular devridir. Bu Türk Devleti, Sultanları ve özellikle İslam Halifesi tarafından “Kıvâmü’d-Devle ve’d-Dîn” “Sadru’ş-Şark ve’l-Garb” ve “Sadru’l-İslâm”302 ünvanları verilen ünlü vezirleri Nizâmülmülk (408-485/1018-1092) ile her zaman ilmin ve ilim insanlarının yanında olmuş, bu meyanda her çalışmayı desteklemişlerdir. Selçuklu Sultanları ve Nizâmülmülk, pek çok ıslâhata imza atmış, memleketin her tarafında medreseler, imaretler ve hastahaneler yaptırılmıştır.303 Harezm’de, Selçukluların hâkimiyeti döneminde yaşayan Zemahşerî, Selçuklu sultanlarından;

1-Celâlüddîn Ebu'l-Feth Melikşah (465-485/1072-1092), 2-Nâsıruddîn Mahmud (485-487/1092-1094),

3-Rüknüddîn Ebu'l-Muzaffer Berkyaruk (487-498/1094-1104), 4-Rüknüddîn Melikşah II (498-498/1104-1105),

5-Muhammed Tapar (498-511/1105-1117),

6-Muızzüddîn Ebu'l-Hâris Sencer (511-552/1117-1157) ile de çağdaştır.

Harezmşah ünvanıyla Harezm’i yöneten Hârizmşahlardan ez-Zemahşerî'nin muasırları şunlardır:

1-Anûş Tekin (470-490/1077-1097),

2-Kutbuddîn Muhammed (490-521/1097-1127), 3-Atsız b. Muhammed (521-551/1127-1156).304

Zemahşerî ile aynı dönemde yaşamış Abbâs’i Halifeleri ise şöyle sıralanmaktadır:

1-Abdullah el-Muktedi Billâh b. Muhammed b. el-Kâim (H.467-487), 2-Ahmed el-Mustazhir Billâh b. el-Muktedi (H.487-512),

3-el-Fadl el-Müsterşid Billah b. el-Mustazhir (H.512-529), 4-el-Mansur er-Raşid Billah b. el-Müsterşid (H.529-530), 5-Muhammed el-Muktefî Billah b. el-Mustazhir (H.530-555)

301 Erdoğan Merçil, “Gazneliler”, TDVİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 13/480-484.

302 Dayf, Dîvânu’z-Zemahşerî, 91.

303 Faruk Sümer, “Selçuklular”, TDVİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 36/365-371; Abdülkerim Özaydın,

“Nizâmülmülk”, TDVİA, (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 33/194-196.

304 Özek, Zemahşeri ve Arap Lügatçiliğindeki Yeri, 1-16; el-Hûfî, ez-Zemahşerî, 14.

59 Kaynaklarda Harizmliler'in ahlaklı, dindar, kimsesizlere karşı merhametli, misafirperver, haysiyet ve vakar sahibi insanlar oldukları belirtilmektedir.305 Zekeriyya el-Kazvinî’nin “Onlardan daha faziletli insanlar görmedim” dediği, İbn Batûta’nın da en önemli ictimaî özellikleri diyerek “ Ben dünyada Harezm halkından daha ahlaklı, daha cömert ve gariplere kaşı daha sevecen başka bir topluluk görmedim” sözleriyle bölge halkına övgüler yağdırdığı ifade edilmektedir.306 İslamiyet'in kabulünden sonra bütün ilim dallarında büyük gelişmelere sahne olan Harezm’de, Harizmşah unvanına sahip Türk/Müslüman idareciler, âlim, şair ve edipleri her zaman himaye etmişlerdir. İlme düşkün, zeki ve çalışkan Harezm ahalisinden zengin olanlar da medrese ve kütüphaneler yaptırarak ilim ve kültürün gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bölgeyi hicri 616/1220 yılında ziyaret ettiğini anlatan el-Hamevî “ Ömrümde buradan daha mamur, daha güzel bir yerleşim yeri görmedim” diyerek hayretini dile getirmiştir.307 Bölgede Sâsânîler, Selçuklular ve Harezmşahlar tarafından inşa edilenler dışında vakıflara ait kütüphanelerde onbinlerce eser olduğu, gerek bölgenin gerekse İslam medeniyetinin tekâmülünde büyük rol oynayan Nizamiye Medreseleriyle beraber nice okul, kütüphane, imaretler, hastaneler ve eczahanelerin bulunduğu birçok kaynakta zikredilmektedir.308 Yine bölgede hâkimiyet kurmuş Me'munoğulları, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar dâhil Harezm'e hâkim olan tüm mahalli hanedanlar da ilim ve ilim adamlarına büyük ilgi göstermişler ve böylece Harezm Moğol istilasına kadar İslam dünyasının en önemli kültür merkezlerinden biri olmuştur. Özellikle Selçuklu sultanlarından adil sultan olarak nam salmış Melikşâh ve onun dirâyetli veziri Nizâmülmülk döneminde hakkaniyetli idare, hak ve hukuka riayet, ilme ve âlimlere hürmet zirve yapmıştır. Bu dönemin İslâm eğitim tarihinde de önemli bir yeri vardır. Tesis edilen medreseler, bu medreselere bağışlanan kitaplar ve vakfedilen araziler toplumun bilinçlenmesinde önemli bir etken olmuş, Şiî, bâtınî düşünceyle mücadele ve Sünnî akidenin yayılmasında büyük rol oynamıştır.309

Gerek burada doğup büyümüş gerekse diğer İslam ülkelerinden buraya göç ederek eğitimlerini buralarda tamamlamış nice âlimler de bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bunlardan bazılarını zikretmek gerekirse; Astronomi, matematik, tarih, coğrafya ve tabiat bilimlerinde el-Bîrûnî (öl.443/1050), tarihçilerden es-Sem’ânî (öl.562/1166) ve Ebu’l-Kâsım İbn Asâkir (öl.571/1176), felsefede el-Gazzâli (öl.505/1111), tefsir ve fen ilimlerinde Fahruddin er-Râzî

305 Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-buldân, 2/395-397.

306 Özaydın, “Hârizm” 16/219.

307 en-Neccâr, ez-Zemahşerî Âsâruhû ve menhecuhu’n-nahvî, 1-8; Şeyban, “Harizm Bölgesi ve Âlimleri”, 279-282; Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-buldân, 2/397-398; Özaydın, “Hârizm” 16/219.

308 Taneri, “Harizmşahlar”, 16/174-182.

309 Özaydın, “Nizâmülmülk”, 33/194-196.

60 (544-606/1149-1209), kıraat ilminde Kâsım b.Fîrruh eş-Şâtıbî (öl.590/1194), dil ve belagatte el-Ezheri (Tehzîbu’l-Luğa sahibi (öl. 370/980), İsmail b. Hammad el-Cevherî (es-Sıhâh müellifi (öl. 400/1009), Abdulkahir Cürcâni (ö:471/1078), Râğıb Isfahânî (öl.?), Meydânî (öl.518/1124), Batalyevsî (öl.521/1127), Reşiduddin Vatvât (öl.573/1177) el-Cevâlikî (öl.540/1145) ve Ali b. Abdülaziz el-Cürcânî (öl.392/1001 el-Vesâta yazarı) hadiste İmam Buhârî (öl:256/870), ve İbn Hıbban et-Temimi (öl.354/965), Ferrâ el-Beğavî (öl.516/1122), Yahya b. Abdülvahhab İbn Mende (öl.512/1118) kelamda İmam Maturîdî (öl.333/944) ve ibn Fûrek el-Isfahani (öl.406/1015), dinler tarihinde eş-Şehristânî (öl.548/1153), Abdülmelik es-Seâlibî (öl.429/1038), şairler Hatîb et-Tebrizî (öl.502/1109) ve İbnu’ş-Şecerî ilk akla gelen isimlerdir.310

Yine bu dönemde tüm İslam coğrafyasında bazı karışıklıklarında zuhur ettiği de görülmektedir. Şöyle ki Zemahşerî’nin yaşadığı dönemde İslam coğrafyasında farklı etnik unsurlar ve inanç sistemleri iç içe yaşamaktaydı. İslam dininin hâkim olduğu bu vasatta Hristiyan ve Yahudi azınlıklar da bulunmaktaydı. Ortak dil olarak Arapçanın konuşulduğu bu beldelerde, farklı kültürlerin barındırdığı gelenekler arasında çatışmalar ortaya çıkıyor, Ehl-i Sünnet, Mu’tezilî ve Şîi’ gruplar arasında şiddetli tartışmalar patlak veriyordu.311 Selçuklular tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar toplumda korku ve dehşet saçan, devlet adamlarına suikastlar düzenleyen batınilik ( Alamut Nizariliği) hareketi de bu dönemin ortaya çıkardığı önemli sosyal hadiselerdendir. Harezm’de ise aynı dönemde huzur ve sükûnun hâkim olduğu, insanların dinin emirlerine sıkı sıkıya bağlandığı bir ortam söz konusudur. İşte bu yüzdendir ki Harezm İslam beldeleri arasında ilmi faaliyetler ve insanların emniyeti açısından parmakla gösterilen bir yer haline gelmişti. Bunun sonucu olarak da yukarıda isimleri zikredilen nice ilim ve düşünce adamı bu topraklarda yetişmiş, hem İslam âlemini hem tüm insanlığı aydınlatan birer kandil olmuşlardır. Ruûsu’l-mesâil’de el-Makdisî’nin Harezm halkını tasvir ederken “ Onlar, idrak, anlayış, kabiliyet ve edep ehlidirler. Hiçbir fakih, müfessir ya da edip görmedim ki Harezm’den öğrencisi olmasın” dediği aktarılmaktadır. Aynı eserde Zemahşerî’nin yaşadığı asrın fikrî açıdan “altın çağ”, ilim tedrisi ve ortaya çıkan eserler açısından da “en bereketli ve hayırlı çağ” olduğu ifade edilmektedir.312

310 Harezm bölgesinde doğan, yetişen ve eğitim alan daha yüzlerce isim için bk. ez-Zemahşerî, Ruûsu’l-Mesâil, s, 20-22; es-Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr, thk. Müfid Muhammed Kumeyha, 4/223-291; el-Cüveynî, Menhecü’z-Zemahşerî, 19, bk. 1, 2, 3 ve 4 nolu dipnotlar; Şeyban, “Harizm Bölgesi ve Âlimleri”, 282-285.

311 Zemahşerî, Ruûsu’l-mesâil, 26.

312 Zemahşerî, Ruûsu’l-mesâil, 16-22.

61 2.3. Harezm’in Türkleşmesi

Harezm’in tarih sahnesine çıkışı milattan önce 1300’lü dayandırılmaktadır.313 Büyük İskender’in de bir müddet hâkim olduğu bu topraklarda daha sonra Farisi efsanesi Siyavuş b.

Keykavus ve Keyhüsrev hâkimiyet kurmuşlardır. Şah ünvanıyla bu coğrafyayı mülk edinen Keyhüsrev ve sülalesinin saltanatları da Afriğ ve onun hanedanının idareyi ele geçirmesiyle son bulmuştur. Hanedanın başı Afriğ iyilikleriyle yâd edilmekle beraber onun daha ziyade kötülükleriyle nam salmış çocuklarının, özellikle de Yezdücerd’in hükmü ise İslam ordularının Harezm’e girişlerine kadar devam etmiştir.314 Bu bölge 712 tarihinde Emevî Hilafeti döneminde Kuteybe b. Müslim komutasındaki İslâm orduları tarafından fethedilmiş, yöre halkı da İslam dinine girerek Müslüman tebaya dâhil olmuştur.315

Harezm’in genel tarihi incelendiğinde karşımıza dört farklı dönem çıkmaktadır. Bunlar;

1- İslamiyet’ten önce Pers imparatorluğunun hâkimiyetiyle başlayıp 995 yılına kadar devam eden Afriğ oğulları dönemi

2- 995-1017 tarihleri arasında bölgeye hâkim olan Me’mûnoğulları dönemi ki bu aile Sâmânoğullarının Ürgenç valisi Ebu’l-Abbâs Me’mûn b. Muhammed ve oğullarıdır.

3- Gazneli Mahmut’un 1017’de Harezm’i hâkimiyeti altına alıp Altuntaş el-Hâcib’i Harezmşah ünvanıyla vali tayin etmesiyle başlayan Altuntaşoğulları dönemi

4- Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Dandanakan zaferinin ardından tamamen Türk hâkimiyetine giren Harezm’in Sultan Melikşah’ın Taştdâr’ı Anuş Tekin’in idaresine vermiş, o da Kıpçak Türklerinden Ekinci (Elkinci) b. Koçgar eliyle Harezm’i yönetmiştir. 1097’den sonra ise Anuş Tekin (Anûş Tigin) oğullarının iktidarında Büyük Selçuklu İmparatorluğu dönemi.316

Emeviler tarafından İslam topraklarına dâhil edilen Harezm’de yönetimi elinde bulunduran Afriğoğulları, yetkileri kısıtlanarak ve Hilafet merkezine bağlılıkları sağlanarak bölgeyi idare etmeye devam etmişlerdir. Hilafetin Abbasilere geçmesinden sonra da durum değişmemiştir. 995 yılına gelindiğinde ise Horasan ve Mâverâünehr’de hâkimiyet kurmuş olan Sâmânoğulları (819-1005), önce Harezm’in ticaret merkezi olan Ürgenç’i, ardındanda başkent Kat’ı (ثاك) ele geçirerek buraları kendilerine bağlayıp vali atamışlardır. Böylece,

313 Şeyban, “Harizm Bölgesi ve Âlimleri”, 276; el-Cüveynî, Menhecü’z-Zemahşerî, 17.

314 el-Bîrûnî, Ebu'r-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Harizmî (öl: 453/1061), el-Âsârul-bâkıye ani’l-kurûni’l-hâliye, thk. C. Eduard Sachau, (Leipzig, 1878), 35.

315 Özaydın, “Hârizm”, 16/217.

316 Zeki Velidi Togan, “Hârizm”, İslam Ansiklopedisi, (İstanbul, MEB Yayınları, 1949), 5/240-257;Taneri,

“Harizmşahlar”, 16/228-231; Taneri, Harizmşahlar,(Ankara: TDV Yayınları, 1993) 3; Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, 33.

62 Sâmânoğullarına bağlı, başkenti Ürgenç olan Me’mûnoğulları hanedanlığı kurulmuştur. 1017 yılında ise Gazneli Mahmûd (Mahmûd b. Sebuktekin el-Gaznevî öl. 421/1030), Me’muoğllarının sonuncusu Ebu’l-Haris Muhammed b. Ali’den Harezm’i alarak kendi hâkimiyetini kurmuş ve komutanlarından Altuntaş’ı buraya vali tayin ederek yeni bir Harezmşahlar dönemini başlatmıştır. Harezm bölgesinin Büyük Selçukluların (1029-1157) hâkimiyetine girişi ile ilgili farklı rivayetler olmakla beraber, Cend şehrinde Selçuk Bey’in temellerini attığı ve oğlu Tuğrul Bey tarafından büyük bir devlet haline getirilen Şelçuklular döneminde Tuğrul Bey, Nişabur’dan Ceyhun’a kadar olan mıntıkayı kardeşi Çağrı Bey’in idaresine vermiş, o da kısa süre içerisinde Belh ve Buhârayı, ardındanda Harezm’i ele geçirerek bu bölgeleri Selçuklu topraklarına dâhil etmiştir. Sultan Melikşah dönemine kadar idari bakımdan yerel valilere bırakılan Harezm, Melikşah zamanında sarayın erkânından olan

“Taştdâr”lık makamına tevdi edilmiştir. Bu esnada sarayda Taştdar olan Melikşah’ın en sadık adamlarından Anuş Tigin (Anuş Tekin) “Harezm Mutasarrıfı” ve Harezm Valisi ” ilan edilmiş ancak Harezm’i fiilen yönetmemiştir. Bu süreçte Harezm’i Kun (Kıpçak) Türklerinden Ekinci (İlkinci) b. Koçkar Harezmşah ünvanıyla yönetmiştir. Daha Gazneli Mahmûd’un Harezm’i zapdetmesinden itibaren Kıpçak ve Kanglı Türk boylarına mensup komutanların etkisiyle Oğuzlar, kıpçaklar ve kanglıların bölgeye akın akın gelmeleriyle Türkleşmeye başlayan Harezm, Melikşah’ın Taştdar’ı Anuş Tigin ve Harezmşah İlkinci b. Koçkar ile birlikte neredeyse tamamen Türkleşmiştir.317

Oğuz, Peçenek, Kanglı, Kıpçak ve diğer Türk boylarıyla çevrili bölgenin refah seviyesinin yüksek oluşu, ticari yolların kavşak noktasında bulunuşu ve el değiştiren Harizmşahlık, etnik ve kültürel yapı üzerinde etkili olmuştur. Lütfü Şeyban Harezm’de konuşulan dilin, yerel Türk yöneticiler eliyle zamanla Türkçeleştiğini aktarırken318 konu hakkında Nuri Yüce’nin Mukaddimetü’l-edeb’in Şuster nüshası üzerine yaptığı çalışmasında geçen şu cümleleri önemli buluyoruz.

“Türkleşen Harizm’de Türk dili, Türk adet ve gelenekleri yalnız ordu ve saray çevresinde kalmayıp halkın malı olmuştur. Gazneliler ve Selçuklularda hükümdar sülalesi, ordu ve hattâ halkın çoğunluğu Türk olmasına rağmen Türkçe hiçbir zaman yazı ve edebiyat dili olamamıştı. Harizmşahlar devrinde ise Türkçe bu bakımdan daha ileri bir gelişme göstererek Harezm’de bir yazı ve edebiyat dili olmuştur.”319

317 Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, 33-37; Taneri, Harizmşahlar, 3-9.

318 Şeyban, “Harizm Bölgesi ve Âlimleri”, 279.

319 Yüce, Mukaddimetu’l-edeb, 5; Sönmez, “Mukaddimetü’l-Edeb’in Didaktik Değeri”, 148-149.

63 Türkçenin bir şubesi olarak Harezm Lehçesinin bölgede yerleşmesi konusunda tarihçi Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserindeki mülahazaları şöyledir. “… Eski Farisi lügatlerde “Harezm Lugati” olarak bilinen kelimelerin büyük kısmı da halis Türkçedir.”320

Özellikle Selçuklu hâkimiyetini takibeden süreçte bölgenin Türkleşmesi ve kullanılan dilin Türkçeleşmesi, farklı Türk boylarından ve Türkmen zümrelerinden bölgeye göçlerin yaşanmasıyla büyük hız kazanmıştır. Başta Oğuz’lar olmak üzere Kimak’lar, Kalaç’lar, Bayavut’lar, Kıpçaklar ve özellikler Kanglı’lar hem birbirleriyle hem de yerli halkla karışarak, bölgeyi Türkleştirmiş, konuşulan dili de Oğuz, Kıpçak ve Kanglı lehçelerinin karışımı diyebileceğimiz “Kanglı Türkçesine” (Harezm Türkçesi) tahvil etmişlerdir.321

Zemahşerî, etnik kökeni veya anadili hakkında doğrudan bilgi vermemiştir. Tüm eserlerini yazdığı Arapçayı sonradan öğrendiği kayıtlarda geçen322 müellifin Arap olmadığı kesin olmakla beraber Türk mü yoksa Farisî mi olduğu ise tartışılmıştır. Bazı Arap kaynakları onu Farisi olarak tanımlarken323, Türkçe kaynaklarda araştırmacılar çekimser davranmışlar ve her iki ihtimali de imkân dâhilinde değerlendirmişlerdir. Yine bir kısım Türk araştırmacılar ise Zemahşerî’nin Türk olduğunu, delillendirerek eserlerinde nakletmişlerdir. Özellikle Arapça-Türkçe sözlük hüviyetindeki Mukaddimetu’l-edeb adlı eseri onun etnik kimliği ve anadili hakkında önemli bilgiler içermektedir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Mukaddimetu’l-edeb, Zemahşerî’nin, Arapça öğrenmek ve adını ölümsüzleştirmek isteyen Harizmşah Atsız b. Muhammed’e ithaf ettiği bir sözlüktür. Eserin aslı Arapçadır. Elimizde mevcut nüshaların bir kısmında Türkçe, Farsça ve hatta Harezmce ve Moğolca ile satır arası tercümeler vardır. Bugün elde mevcut nüshaların en eskileri Arapça metinle birlikte yalnız Türkçe tercümeleri olan nüshalardır. Daha sonra istinsah edilmiş hem Türkçe hem de Farsça tercümeli nüshalarda dahi Arapça metnin karşılıkları, Türkçe tercümelerde, Farsça tercümelerdekine nisbetle daha doğru ve dikkatlidir.324 Eserin Türkçe ile yazılmış olduğunun en önemli göstergesi ise Zemahşerî’nin bu eserini, bir Türk olan ve Türkçe konuşan Harizmşah Atsız’a ithaf etmiş olmasıdır.

Hükümdarın okuyup anlayabilmesi için mutlaka onun bildiği dille tercüme edilmiş olması, aynı şekilde Zemahşerî’nin de Atsız’ın dilini çok iyi bilmesi gerekmektedir.

320 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi. (İstanbul: Ötüken Yayınları, 1986), 201.

321 Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 202.

322 Yüce, “Zemahşeri Hayatı ve Eserleri”, 306.

323 Zemahşerî, el-Mustaksâ, 3; el-Cüveyni, Menhecü’z-Zemahşerî, 29.

324 Yüce, “Zemahşeri Hayatı ve Eserleri”, 306.

64 Şiirlerinden oluşan eseri Divan’da: “Benim gözlerim, kadınları kadar erkekleri de sevilen Türk’ten başka bir milleti görmedi, Onlar, fazilet nevilerinin hepsinin asıl ve esasıdırlar”325 diyen Zemahşerî, Türk güzellerinden bahsederken: “Onlardan ne zaman bir vefa ümidine kapılsam bu ümidim hep boşa çıkıyor, onların benimle yaptıkları ahde vefa göstermeleri nasıl mümkün olur ki? Siz Türk dilinde vefa’yı ifade eden bir kelime duydunuz mu?326 diyerek Türklerin dillerine ve geleneklerine vakıf olduğunu göstermesi, onu Türk asıllı kabul eden ve: “O zamanın bu gibi cihanşümul alimlerinden mahalli yahut Türk milli hislerini izhar etmelerini beklemenin biraz müşkil olacağı tabiidir” ifadesini kullanan Barthold’u haklı çıkarmaktadır.327 Orta Asya Türk tarihi hakkındaki çalışmalarında Barthold, İslamiyet’in ilk yüzyıllarında Harezm halkının konuştuğu lehçenin yani Harezm Türkçesinin İranlılar tarafından anlaşılmadığını ve bu dilin sadece konuşma dili olmakla kalmayıp edebî bir dil olma özelliği taşıdığını tespit ederken henüz onbirinci yüzyılda bu dille eserler verildiğini ifade etmektedir. Ayrıca bazı Farsça sözlüklerde “Harezmce” olarak nitelendirilen kelimelerin çoğunun öz Türkçe olduğunun da altını çizmektedir.328 Bu da bize Zemahşerî’nin konuştuğu ana dilin Harezmce yani Türkçe’nin bir lehçesi olduğunu göstermektedir.

Arapçaya hayranlığını bildiğimiz Zemahşerî’nin yukarıda geçen övgüleri ancak kendi milleti yani Türk milleti için yapabileceği kanaatindeyiz.329

Yaptığımız tetkiklerde tarih, edebiyat ve İslamî ilimler alanlarında eserler telif eden Türk bilim insanlarının Zemahşerî ve eserlerine dair bilgiler verdiklerini ve onu birçok ilim dalında zirveye ulaşmış bir Türk olarak kabul ettiklerini müşahede ettik. Burada bunların bazılarını zikretmek istiyoruz. Ömer Nasuhi Bilmen Büyük Tefsir Tarihi adlı eserinde Zemahşerî’yi anlatırken bakın neler söylüyor;

“İşte Asya Kıtasının en eski ve medenî sakinlerinden olup kadim çağlardan beri yüksek varlıklar göstermiş olan Türkler de kendi ulvî, şehâmetli fıtratlarına pek uygun olan Dîn-i İslam’ı kabul edince pek büyük muvaffakiyetler göstermeye ve bu Dîn-i Mübin’e pek mühim hizmetler etmeye başlamışlardı. Daha aradan çok zaman geçmeden Türkler arasında gerek siyasetçe ve gerek ilim ve irfanca pek mümtaz zevât yetişmiş oldu. Artık İslamiyete hizmeti kendilerine en ulvî bir gaye ittihaz eden, İslam ilimlerinin tedvinine, neşrine hârikulâde bir surette himmet ve gayret gösteren Türk âlimleri, müteffekkirleri

325 Dayf, Dîvânu’z-Zemahşerî, 606; el-Huyemî, Dîvânu Cârillah ez-Zemahşerî, 539.

326 Dayf, Dîvânu’z-Zemahşerî, 470; el-Huyemî, Dîvânu Cârillah ez-Zemahşerî, 10-12.

327 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, çev: Kazım Yaşar Kopraman, 198.

328 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, çev: Kazım Yaşar Kopraman, 189.

329 Yüce, “Zemahşeri Hayatı ve Eserleri”, 306.

65 Arapça konuşuyor, eserlerini Arapça yazıyorlardı… İşte böyle bî-nazîr muvaffakiyetlere mazhar olan Türk zekâsının en mükemmel mümessillerinden biri de Zemahşerî’dir. Bu zatın ilmindeki vus’at, yazılarındaki belagat, üslubundaki azamet, fikrindeki metânet her türlü takdirlerin fevkindedir”.330

Türk Edebiyatı Tarihi isimli ansiklopedik eserinde ünlü edebiyat tarihçisi Nihat Sami Banarlı birkaç farklı maddede Zemahşerî ve eserlerini tanıtırken onun Türk olduğunu altını çizerek ifade etmekte ve şu bilgilere yer vermektedir;

“el-Keşşâf adlı tefsiri ile yalnız tefsir ilmine değil, Arap lisanına da bir ifade zaferi kazandıran Türk âlimi Zemahşerî de, hem güzel üslubu hem ciddi araştırmalanyla bu ilmin şöhretlerindendir…”331 “…Ortak Avrupa medeniyetinde olduğu gibi, ortak İslam medeniyetinde de bu durum tabiidir. Şu şartla ki Türkler, bu medeniyetin kültür dili Arapça ile edebiyat dili Farsçayı çok iyi öğrenmişler, çok geçmeden bu dillerle üstün eserler vermişler, Fârâbî, Zemahşerî, Nizâmî, Mevlânâ gibi, İslam ilim ve tefekkürünün bazı büyük simalarını kendileri yetiştirmişlerdir…”332

Türk Eğitimcileri adlı eserinde Hüseyin Akyüz, eğitimci yönleriyle öne çıkardığı Fârâbî (öl.870-950), Kaşgarlı Mahmûd (öl.1008-1105), Yusuf Has Hacib (öl.1017-1070) gibi abide Türk âlimleriyle birlikte Zemahşerî’yi de zikrederek şunları söylemektedir;

“…bu bakımdan Zemahşerî, Türk insanının kendisiyle övünç ve gurur duyacağı büyük bir bilim, sanat ve din adamıdır. Bugün bile Türk sözünü telaffuz etmekten özenle kaçınan birçok yazar, politikacı ve özellikle din adamlarının aksine o, büyük bir din adamı ve müfessir olmasına rağmen, daha o dönemde bu kavramı büyük bir gururla, hem de estetik değerlerin örneği olarak kullanabilmiştir. …Zemahşerî’nin bütün eserleri dikkate alındığında, eğitim bilimcilerini ilgilendiren üç yönünün bulunduğu

“…bu bakımdan Zemahşerî, Türk insanının kendisiyle övünç ve gurur duyacağı büyük bir bilim, sanat ve din adamıdır. Bugün bile Türk sözünü telaffuz etmekten özenle kaçınan birçok yazar, politikacı ve özellikle din adamlarının aksine o, büyük bir din adamı ve müfessir olmasına rağmen, daha o dönemde bu kavramı büyük bir gururla, hem de estetik değerlerin örneği olarak kullanabilmiştir. …Zemahşerî’nin bütün eserleri dikkate alındığında, eğitim bilimcilerini ilgilendiren üç yönünün bulunduğu