• Sonuç bulunamadı

Hakiki varlık olarak Allah

C. Hakiki varlık ve gölge varlık

1. Hakiki varlık olarak Allah

İskenderî, bütün görüşlerinin mihverini “marifetullah” olarak belirler. Marifet, onun her türlü açıklamada ve rehberlik girişiminde önünde hazır bulduğu formülün adıdır. İnsanı açıklarken, Allah hakkında konuşurken, bilgiden ya da ahlakta n söz açarken her defasında amacı, konusunun marifet karşısındaki konumu, marifete ulaştırmaya yaptığı katkıdır. İskenderî’nin düşünceleri içinde marifetin tam olarak neye karşılık geldiğini “Marifet” bölümünde ele alacağız. Ama şu kadarını söylemek gerekir ki bu düşünce yapısında çok merkezi bir yer tuttuğu için marifetin hemen her bölümde yeniden ele alınması, o bölüm açısından marifet fikrinin ne anlama geldiğine yeniden dönmek gerekecektir.

       401 İskenderî, Letâifü’l-minen, s.144.  402 İskenderî, et-Tenvîr, s. 24. 

Bu bölümde “hakiki varlık” ve “gölge varlık” ayrımı ele alınacaktır. Bu, aslında doğrudan marifetin açıklanması yolunda bir girişim anlamı da taşır. Çünkü marifet, bir yanıyla neyin hakiki varlık ve neyin gölge varlık olduğunun şuuruna varmaktır.

İskenderî, belki Ekberî ekolce yapılmış detaylandırmalara başvurmamış olsa da, hakiki varlığın ve hatta yegâne varlığın Allah olduğunu dile getirir. Hikem’inde bir hadise yer verirken, Allah dışında bir varlık olmadığını söylemek ister: “Allah vardı ve onunla birlikte bir şey yoktu ve şimdi de o hal üzeredir.” 403 Bir başka hikmetinde şöyle der: Allah dışında bir varlık yoktur (iz lâ şey’ün meahû) ama biz var olduğunu vehm ederiz.404 Hikem’in büyük şarihi Rundî, İskenderî’nin bu hikmetini tamamlar: “Onun dışında bir varlık olduğu kuru bir vehimdir.”405

Allah dışında varlık olduğu vehmi406 İskenderî’nin üzerinde titizlikle durduğu ve sıkça vurguladığı bir husustur. Çünkü başka bir varlık olduğu fikrinin bir vehim olduğu idrak edildiğinde salikle Allah arasındaki perde incelecektir. Çünkü perdeyi kalınlaştıran vehmin koyuluğundan başkası değildir. “Bir şeyin Allah’ı perdelemesi nasıl düşünülebilir ki?” diye sorar, “O, kendisiyle birlikte başka bir varlığın olmadığı el-Vâhid’dir.” 407 Eğer vehim perdesi (hicâb) yırtılsa başka varlıkların (a’yân) olmadığı görülür ve yakîn nuru parlar, diğer varlıkların (ekvân) varlığı gölgelenir. 408

İskenderî için Allah mutlak varlıktır.409 Yine ona göre Allah mutlak ve zorunlu varlıktır (vâcibü’l-vücûdi’l-mutlak), hakiki anlamda Hak olandır. Ve onun

      

403 Keşfu’l- hafâ, c.II, s.130-131; İskenderî, Hikem, s.103. Bu hadisi Vahdet-i vucûdçular da İskenderî

gibi anlar, yani bu söz tüm zaman sınırlamalarının ötesinde geçerli olan ezeli ve ebedi bir ontolojik hakikate atıfta bulunacak şekilde anlaşılmalıdır. Yani ifade ebediyen ve halen geçerlidir. Bkz. Toshihiko Izutsu, İslâm’da Varlık Düşüncesi, s.71. (Hadisin “Allah vardı; fakat onunla beraber hiç bir şey yoktu.” şeklindeki versiyonu için bkz. Buhârî, Megâzî, 67, 74, Bed'u'l-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizî, Menâkıb, 3946.) 

404 İskenderî, Hikem, s. 141 

405 İbn Abbâd en-Niffezî er-Rundî, Şerh alâ kitabi’l-hikem, Kahire 1939, c.1, s.106. Zerrûk, aynı

hikmetle ilgili şunu söyler: “Her şey onunla vardır ve ona racidir. Sadece o vardır, başkası değil.” Bkz. Zerrûk, el-Hikemü’l-atâiyye bi-şerhi Zerrûk, s. 141. 

406 İskenderî’nin manevi silsilesinden bir sufi olan Muhammed ibnü’l-Habîb de bir şiirinde şöyle der:

“Dedi ki, vehim, işte perde odur/ Yoksa o bütün varlığın üstünde Kahir’dir.” Bkz. Nesâimü’l-firdevs

(Echoes from Eternity), haz. Mustafa Styer, NoOtherDesign, Birmingham, 2010, s. 48. 

407 İskenderî, Hikem, 93. “ Ebedi olarak onunla birlikte bir başka varlık var olmadığı gibi, ezeli olarak

da var olucu değildir. Allah vardı ve kendisiyle birlikte bir şey yoktu, halihazırda da öyledir.” Bkz. Zerrûk, el-Hikemü’l-atâiyye bi-şerhi Zerrûk, s.38. 

408 İskenderî, et-Tenvîr, s. 109. 

dışındaki her şey yok olucudur, fanidir ve batıldır.410 Marifet ehline göre Allah’tan başkası varlıkla nitelenemez ve dolayısıyla kayıp da olamaz, çünkü onun ahadiyetinin subûtu sebebiyle ona rağmen ondan başka bir şey var değildir. Ondan başkası için gerçekte kaybolmak da sözkonusu değildir, çünkü ancak var olan kaybolabilir.411

İskenderî Allah’ın yegane varlık olduğunu belirleme hususunda o kadar titizlenir ki, var olmadığı için başka bir varlığın Allah’a delil olmasını da kabul etmez. “Onunla birlikte bir varlık olsaydı ona ulaştırırdı belki. Onların onda olmayan bir apaçıklık durumları mı vardır ki onu ızhar etsinler?” der. “Varlıkta el- Melik ve el-Hakk olandan başkası mı var ki başka birini görelim. Varsa da bu havadaki parlayan tozlar gibidir, dikkatle baktığında yok sayılırlar.”412

Bu varlıkların mutlak anlamda bir varlık niteliği yoktur. Çünkü hakiki varlık (el vücudu’l- hakk) Allah’tır ve bu hususta o biriciktir. Şâzelî, “Biz mahlûkattan herhangi bir şeyi görmeyiz (innâ lâ nerâ ehaden minel halk). Varlık aleminde el- Melik ve el-Hakk olan (Allah’tan) başka biri mi vardır ki? Varsa da kuşkusuz havadaki toz gibi vardır ve dikkatle incelersen herhangi bir şey bulamazsın.” der. 413

Allah, hakiki ve yegâne varlık olduğu için doğal olarak hakiki faildir de: “Eğer her şeyde fail olarak Allah’ı görürsen/ bütün varlıkları da muhal olarak görürsün” 414 Bunun böyle olduğunu sadece “ehlullah” idrak eder ve bu bakımdan da mesela onlar bir ikramla karşılaştığında bu ikramı Allah’ın verdiğini bilirler: “Ehlullah kendilerine kim yemek sunarsa sunsun sadece Allah’ın sofrasında yerler. Çünkü Allah’tan başkasının ona rağmen bir şeye sahip olmadığını bilirler.” Şâzelî şöyle demiştir: “Biz Allah’tan başka ihsanda bulunan tanımayan bir topluluğuz (kavm).”415 Hakiki kul, ibadetleri de Allah’tan gelen ikramlar kabilinden görür.

       410 İskenderî, el-Kasdu’l-Mücerred, s.16.  411 İskenderî, et-Tenvîr, s. 109. 

412 İskenderî, Letâifü’l-minen, s.33. Bu sözlerin hemen hemen aynısını, İskenderî’nin manevi

torunlarından, aynı silsileden olan bir başka sufi, Muhammed el-Bûzîdî şöyle dile getirecektir: “Varlık, ayette söylendiği gibi bir seraptır ve hem, ehl-i hakikatin nazarında havadaki toz gibidir.” Bkz. Divan, Müsteğanem/Cezayir 1993, s.115. (Ahmed ibn Mustafa el-Alâvî el- Müsteğanemî’nin Dîvân’ı ile birlikte basılmıştır). 

413 İskenderî, a.g.e., s.133. 

414 İskenderî, Unvânu’t-Tevfîk fî Âdâbi’t-Tarîk, s. 51.  415 İskenderî, et-Tenvîr, s. 99. 

Çünkü ibadetlerde hakiki fail Allah’tır. Faili kul olmadığı için de bir amel için karşılık beklemek yakışık almaz. 416

Sadece ikramlar değil, günahlar ya da musibetler söz konusu olduğunda da hakiki fail Allah’tır: “Gördüğü zararları mahluklardan bilen kimsenin durumu, kendisine taş atılan ve taşa düşmanlık eden, taşa karşılık veren köpeğin durumu gibidir.” 417 Yine şeytan söz konusu olduğunda da sufinin şeytanı fail olarak görmesi söz konusu olamaz. Sufiler (kavm) eğer şeytandan Allah’a sığınırlarsa bunu Allah emrettiği için yaparlar. Yoksa Allah’la birlikte bir başkasının güç ve hüküm sahibi olduğunu gördüklerinden değil. Şeytandan korunmayı Allahın emrinden dolayı yerine getirirler. 418