• Sonuç bulunamadı

Bu bölümde haber, egemen söylemin üretilmesi süreci olarak ele alınarak, söylemin nasıl ve kimler tarafından kurulduğuna; sürecin nasıl işlediğine ve kaynakların, süreç içerisinde oynadığı role eleştirel haber kuramları çerçevesinde bakılacaktır.

2.5.1. Haber Söyleminin Kuruluşu

Eleştirel haber çalışmalarında iktidar seçkinleri ile medya arasındaki ilişkinin irdelendiği görülmektedir. Bunun sebebi, iktidarın toplumu yönlendirmek için medyayı kullandığı varsayımıdır ve temelinde ‘haberin, profesyonel habercilik pratikleri bağlamında kapitalist ilişkiler yumağının içinde üretildiği; toplumsal olayları birebir yansıtmaktan ziyade, olayların, haberin dilinde yeniden kurgulandığı ve egemen söylem içinde inşa edildiği’ düşüncesi yatar. Bu düşüncenin sonucu olarak, liberal çoğulcu yaklaşımlarda belirtilenin aksine haber medyası, dördüncü güç işlevini yerine getirmekten uzaklaşır ve toplumda var olan iktidar ilişkilerinin devamlılığını sağlamak amacıyla iktidar seçkinlerinin söylemini yeniden üretir (İnal, 1996: 75).

Haberde egemen söylemin kurulmasında kimi unsurlar belirleyici rol oynar. Öncelikle haberciliğin günlük pratikleri içinde oluşan haber söylemi, “zamansal, mekânsal ve mali sınırlılıklar” içinde örgütlenir. Ayrıca haber medyasının ticari işletmelerden oluşması ve yatay ve dikey tekelleşme, gazetecilik normları üzerinde belirleyici rol oynar ve söylemi biçimlendirir. Somut tarihsel koşullar içinde üretilen haber metinleri, hem siyasi hem de ekonomik iktidar odaklarının söylemlerini

yansıtır. Kâr amacı güden medya, haber içeriklerini, mümkün olduğunca geniş kitlelere yayma isteğiyle basitleştirir, haberde çeşitliliği azaltır ve ilgi uyandırıcı konulara yönelerek haberleri nitelik kaybına uğratır (İnal, 1996: 95).

1970’lerden sonra gerçekleştirilen eleştirel medya analizlerinde, egemen söylemin haberlere hakim olduğu gösterilirken; bunun temel sebebinin profesyonel habercilik pratiklerinin sebep olduğu kaynak bağımlılığı olduğu sonucuna ulaşılmıştır (İnal, 1996: 99-100). Bu açıdan haber söylemlerinin üretiminde hangi kaynakların, ne şekilde kullanıldığına ve bunların süreçte oynadıkları role daha yakından bakmak gerekmektedir.

2.5.2. Söylemin Kaynaklar Üzerinden Kuruluşu

Enformasyonu topluma aktaran haberciler, çeşitli kaynaklar tarafından enforme edilmektedir. Özellikle ulusal ve uluslararası haber ajansları ile iktidar seçkinleri, habercilerin temel enformasyon kaynaklarıdır (Bourdieu, 1997: 30) ve bu kaynaklar, gündemin oluşması aşamasında habercilerden daha etkin olabilmektedir (Mutlu, 1998: 151). Buradaki kritik nokta; hangi konuda, neyin aktarılması gerektiğine ve dolayısıyla önemli olanın ne olduğuna karar veren ve enformasyon hakkındaki enformasyonu üretenlerin de bu kaynaklar oluşudur (Bourdieu, 1997: 30-31).

Buradan yola çıkarak haber üretim pratiğinin yalnızca olayı/konuyu aktarmaktan ibaret olduğu sonucuna ulaşılabilir mi? Bu soru, ‘haber aktarıcılığı’ kavramını da tartışmaya dahil etmektedir.

Habercilerin yorum yapmaktan kaçınarak haber kaynaklarına bağlı kalıp, ‘aktaran’ konumunda yer almaları, normatif kurallar açısından olması gerekendir; ancak bu durum bir yandan da habercilerin sınırlarını daraltarak, onları pasifize eder (İnal, 1993: 172). Eleştirel haber kuramcıları, habercinin aktaran olarak konumlanmasının, onun egemen söylemi dolaşıma sokan kişi olması sonucunu doğurduğunu belirtir. Farklı kavramlar kullansalar da bu noktada benzer bir vurguyu yapmaktadırlar.

Hall ve arkadaşlarına göre (1988), toplumda belli bir iktidara sahip, saygın kişiler (bakanlar, parti liderleri ve kurmayları, polis ve yargı organından üst düzey isimler) ve onların düşüncelerine, otoriterlik ve nesnellik değerlerine dayanan görüşler ekleyen uzmanlar, haberin “birincil tanımlayıcıları” olarak konumlanır. Bu tanımlayıcı grup, haber olayının hangi çerçevede tartışılacağını belirler ve sınırları çizecek tanımlamalar getirir. “İkincil tanımlayıcılar” ise uzlaşımlar seti içerisinde duruma yönelik mevcut tanımların, toplumun diline dönüştürülmesine vesile olan haber medyası olmaktadır (Aktaran Dursun, 2001: 132-133). Bu süreçte birincil tanımlayıcılar, konumlarının meşruluğunun da getirisiyle olgulara yönelik tanımlar getirirler. Örneğin, bir eylemde, İçişleri Bakanı’nın ya da Emniyet Müdürlüğü’nden bir yetkilinin durum tanımı, eylemcinin sözlerinden üstün tutulur ve iktidar hiyerarşisi göz önünde bulundurularak, yetkilinin söylemi dolaşıma sokulur (Tuchman, 1978’den aktaran İnal, 1993: 168).

Benzer bir yaklaşım, Molotoch ve Lester (1988)’in görüşlerinde de görülmektedir. Yukarıda birincil tanımlayıcılar olarak sıralanan akredite haber kaynaklarını, “haber teşvikçileri” olarak niteleyen araştırmacılar; habercileri, “haber aktarıcıları”, okuyucuları ise “haber tüketicileri” olarak konumlandırırlar. Teşvikçilerin ve aktarıcıların gereksinimlerinin çakıştığını belirten Molotoch ve Lester, haberin nesnel bir gerçeklik olarak algılanmasına karşı çıkarlar ve inşa edilen bir gerçeklik olduğunu vurgularlar (Aktaran İnal, 1996: 99 ; İnal, 1993: 168). İnşacı yaklaşım bağlamında haber, insanların “deneyimlerini belirleyebilme gücüne sahip olanların pratiklerinin bir ürünü” (Molotoch ve Lester, 1974: 111) şeklinde tanımlanabilir. Bu anlamda, haber söyleminin üretimi ve denetimini elinde bulundurmak, aynı zamanda toplumsal denetimi sağlamanın anahtarıdır (Van Dijk, 2005: 319).

Bennett, akredite kaynakların belirleyici gücünü göstermek için “haber yapıcıları” kavramını kullanır ve haber sürecini, oynanan bir oyuna benzetir. Haberlerin büyük çoğunluğu, haber yapıcılarının demeç, brifing ve bildirilerinin, haberciler tarafından toplanarak, hedef kitleye iletilmesinden ibarettir. Politik aktörlerin yönlendirmelerine dayanan süreç, adeta haberciler ve toplumla beraber bu

üçlünün oynadığı bir oyuna dönüşmüştür. Bu oyunda herkes kendi rolünü oynar. Politik aktörler, haberin söylemine kattıklarıyla, toplumu manipüle edip destek kazanma amacındadır. Haber medyası, atlatma haber için mücadele etmekle beraber, birbirinden zor ayırt edilebilir hale gelmiş haber bültenlerini yaratırlar. Haber dilinde, genelde politikacılara yönelik göstermelik bir muhalefet sergilerler. Toplum içinse seyirciliğin ötesinde bir rol öngörülmez (2000: 33-34).

İnal’a göre, toplumsal rızanın kurulmasına yönelik olarak işleyen haber metinlerinin stratejileri, “siyasal, ekonomik, askeri ve Bourdieu’nun simgesel seçkinler olarak tanımladığı kültürel elitlerin” söylemlerini topluma aktarmak üzerine kurulur (1996: 93). Bu gruplardan simgesel seçkinler, siyasi iktidardan belli oranda bağımsız şekilde farklı söylemler kurabilirler. Söylemin başlığından sunumuna kadar belirleyici olabilen ve bu anlamda bir iktidar odağı olan bu gruplar, “kamusal bilginin, inançların, tutumların, normların, değerlerin, ahlakın ve ideolojilerin imalatçılarıdır. O nedenle bu grupların simgesel iktidarı aynı zamanda bir ideolojik iktidar biçimidir” (Van Dijk, 2005: 321).

Haber medyasının aktarıcı olarak konumlanması, akla bir başka soruyu getirmektedir: Medya, iktidar elitlerini temel kaynak olarak kullanmak zorunda mıdır? Medyanın bu yönde istekli olması bir yana, bir takım sınırlayıcı unsurlar olduğu unutulmamalıdır. Temel kısıtlılıklar, daha önce de değinildiği gibi ‘zamansal, mekânsal ve ekonomik’ temellidir.

Fishman’ın belirttiği gibi, haber üretim pratikleri üzerindeki en büyük baskı, zaman kısıtlılığıdır. Bundan dolayı, ham bilgiye hızlı biçimde ulaşmak önem taşır. Haberciler haber peşinde koşup, kendi buldukları az sayıda haberi yapmak yerine, bürokratlardan aldıkları bilgiler doğrultusunda 5-6 civarında haber yapabilirler. Böylelikle zaman baskısı azaltılır ve derinlemesine araştırmaya dayanan habercilik anlayışının riskleri yerine; “güvenilir” akredite kaynakların bilgilerinden oluşan risksiz haberler tercih edilmiş olur. Kaynak olarak sürekli bürokratların kullanılması, bürokratik tanımların güvenilirliğini artırırken (Aktaran İnal, 1993: 170); gündemin rutin şekilde takip edilmesi, haber kuruluşları için reklam gelirlerinin de garantisidir (İnal, 1993: 170-171). Haber için kaynağa ulaşmak konusunda zaman sınırlılığı

bulunan televizyon kuruluşları için de akredite kaynaklar hazır ve güvenilir olmaları açısından tercih edilirler (Kars, 2010: 123) Seçkinlerin söylemleri ve faaliyetlerinin televizyon haberciliğinin en önemli kaynaklarından biri olduğu görülürken, hem iktidar yanlısı hem de muhalif medya kuruluşları için bu durum değişmez; değişen ise sadece kanalların haberi sunum şekilleri olur (Işıklar, 2012: 73).

Kuşkusuz medya-iktidar ilişkisinin temel belirleyicilerinden biri ekonomidir. Siyasi iktidarı elinde bulunduranların, her tür sermaye üzerindeki belirleyici etkisi hesaba katıldığında, bu durum haberlerde genellikle iktidar temsilcilerinin söylediklerine öncelik verme ya da diğer söylemler içinde onlarınkini tercih etme şeklinde gerçekleşir (Işıklar, 2012: 74). Bu anlamda medyanın demokrasiye karşı bir sorumluluk hissettiği düşüncesinin, kâr güdüsü ile şekillenen piyasa koşullarıyla çeliştiği ve ana akım medyada tercihin maddiyattan yana olduğu söylenebilir (Bennett, 2000: 36-37). Ayrıca holdingleşen medya kuruluşlarının kendilerinin de haber üretim sürecinde sürekli başvurdukları bu iktidar odaklarının bir parçası olmaları bağlamında sembolik iktidarın taşıyıcısı konumuna geldikleri söylenebilir. Başka bir deyişle medya kuruluşları, şirketlerin ve holdinglerin yönetsel gereklilikleri bağlamında ekonomik çıkarlarını korumak adına iktidarın söylemini yeniden üretme görevini üstlenirler (Kars, 2010: 123).

Haberlerde tercih edilen konulara bakıldığında da bunun karşılığını görmek mümkündür. Örneğin televizyonda, kamusal fayda içeren olay/konuların üzerine giden ve derinlemesine araştırmaların yapıldığı haberler yerine, yüzeysel krizlerin, skandalların, bol aksiyonlu şiddet olaylarının, abartılmış politik kampanyaların havalı sunucular tarafından aktarıldığı bir televizyon haber üretimi söz konusudur (Bennett, 2000: 36-37). Bu haberlerin yapılışı da en az egemen söylemin aktarılması kadar iktidar seçkinlerinin işine yarar; çünkü en basitinden toplumun dikkati başka yönlere çekilmiş olur.

Bunlara ek olarak ana akım medyanın haber üretim sürecinde hem bir ideoloji olarak nesnel habercilik mitine hem de haberin söylemine meşruiyet kazandırma çabası vardır. Bu bağlamda haberin meşrulaştırma işlevini açıklamak gerekmektedir.

2.5.3. Haberin Meşrulaştırma İşlevi

Liberal demokrasilerde iktidarlar icraatlarını meşrulaştırmanın yollarını ararlar. Bunun için kullandıkları temel araç medya olmaktadır. Meşrulaştırma sürecinde iktidarlar, medyaya hâkim oldukları oranda ve söylemlerini onun üzerinden aktararak gündemi belirledikleri oranda başarılı olurlar.

İktidarın, medya üzerindeki kontrolü ve denetimi otoriter rejimlerde doğrudan işlerken; medyanın görece özerk olduğu demokratik ülkelerde bu ilişki daha karmaşıktır. Kültürel bir aygıt olan medyanın dolaylı yoldan kontrol edilmesinde Gramsci’nin hegemonya kuramı geçerlidir. “Kurulu düzene gösterilen kitle rızasının sistemli (ancak kasti olmak zorunda olmayan ya da genellikle kasti olmayan) biçimde yönlendirilmesi” (Gitlin, 1980: 51’den aktaran Shoemaker ve Reese, 2002: 151) olarak tanımlanabilecek ve yönetilenlerin kendi rızalarıyla tahakküm altına alınmasına dayanan hegemonya sürecinde medyanın tutarlı bir şekilde ve sürekli olarak ortakduyusal değerleri ve mekanizmaları ürettiği görülmektedir. Bu değer ve mekanizmalar, iktidarın düşünce ve faaliyetlerini haklılaştırarak mevcut düzenin sürdürülmesine hizmet eder. Kuşkusuz bunu yaparken önemli olan sürecin “doğal” bir şekilde işliyormuş gibi gösterilmesi ve propagandanın gizlenmesidir. Çünkü doğrudan denetim altında tutulmak, demokratik toplumlar için kabul edilemeyecek bir şeyken, medya rutinleri içinde ortakduyuya dayanan hegemonyacı değerlerin “zorlama olmadan” yerleştirilmesinde sorun yaşanmamaktadır (Shoemaker ve Reese, 2002: 151). Haberin, toplumlarda rıza üretme aracı olarak hegemonik işlev görmesi, medyanın devletin ideolojik aygıtı22 olarak kullanıldığını da göstermektedir.

22

Althusser, çalışmasında devletin baskı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtları (DİA’lar) arasında ayrıma gider. Devletin baskı aygıtları; “hükümet, idare, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler, vb.” den oluşur. Bunlar temelde zor kullanan aygıtlardır. Devletin ideolojik aygıtları ise şu şekilde sıralanır: “Dinsel DİA, öğrenimsel DİA, Aile DİA’sı, Hukuki DİA, siyasal DİA, sendikal DİA, haberleşme DİA’sı (basın, radyo-televizyon, vb.), kültürel DİA.” Kurumlar, ister kamu ister özel nitelikte olsunlar, bakılması gereken nokta, işleyişleridir. Bu anlamda devletin baskı aygıtlarının, zor kullanarak gördüğü işlevlerin benzerini, DİA’lar ideoloji kullanarak gerçekleştirir. Devlet iktidarını elinde bulunduran egemen sınıf, DİA’ları da yönlendirme gücüne sahiptir (2006: 63-66).

Medyanın hâlihazırda var olan toplumsal kurumlara ve ideolojiye meşru zemin sağlamasının yanında haber pratiklerine ve metinlerine de meşruiyet kazandırmaya çalıştığı görülmektedir. Bu ikili, birbirini besler nitelikte iç içe geçmiştir. Kamuoyunda medya kurumlarına yönelik olumlu algı yaratılıp, güven devreye sokularak verilen haber söyleminin kabul edilmesi kolaylaşmış olur (Yüksel, 2012: 31).

Bu noktada ilk olarak kaynak seçimlerinden ve kaynakların içerik üzerindeki belirleyiciliğinden söz etmek gerekir. Özellikle resmi görevliler, seçilmiş uzmanlar ve diğer iktidar elitlerinden alınan görüşler doğrultusunda haber çerçevelerinin ve sınırlarının belirlendiği görülür (Shoemaker ve Reese, 2002: 152). Haberin, egemen söylemi meşru temellere oturtmaya çalıştığını söyleyen Tuchman, habercilerin, 18. yüzyıldan bu yana ifade özgürlüğü kavramı arkasına saklanarak, devletin kapitalist girişimlerle ilişkisini gizleyip, meşrulaştırdığını savunur. Akredite kaynak kullanımı da buna zemin hazırlar. Çünkü bu kaynakların gündemi belirlediği bir ortamda kamuoyu için gerçekten önemli olan konular haberleştirilememektedir. Haberlerde bir yandan sosyal anlamlara dair kalıplar üretirken, bir yandan da toplumda egemen olan ilişki ve ilişki biçimleri, yapıları ve süreçleri yeniden üretilir (1978: 196) Böylelikle egemen söylemler meşru kılınırken, bu kaynaklar dışında kalanların görüşleri çerçeve dışında kalır ve sunulsa bile kitle için marjinalleştirilip gayrimeşru kılınarak verilir (Shoemaker ve Reese, 2002: 152).

Medyanın kendine dönük meşruiyetini açıklayabilmek için haber medyasını demokrasinin dördüncü gücü olarak görme eğilimi ve bu bağlamda haberciliğe yapılan profesyonellik vurgusu, üzerinde durulması gereken diğer konulardır. Haberciliğin doktorluk ya da mühendislik gibi rutin süreçlere dayanan bir meslek olarak algılanması ve meslek ilkelerinden gerçeklik, yansızlık ve nesnellik üzerinde özellikle durulması, habercilik pratiğinin ardındaki ekonomik, politik ilişkileri gizleyen bir ideolojiye dönüşmekte ve pratiğin meşruiyet kazanmasına yola açmaktadır (Yüksel, 2012: 35). Bir olayı, gerçekte olduğu gibi aktarmanın mümkün olduğu düşüncesine dayanan nesnellik miti doğrultusunda haber ile gerçek arasında fark olmadığına vurgu yapılır ve haberin gerçekliği, hayatın gerçekliğinin yerine

geçen bir ideoloji olarak işletilir. Dolayısıyla haber verilirken ideolojiden soyutlandığı şeklinde yaratılan yanılsama ile haber üretim sürecinde belirleyici olan sıkı biçimde yapılanmış editoryal süreçlerle, ekonomik ve politik ilişkiler ağı gizlenmiş olur.

Bu noktada meşrulaştırma süreçlerinin, özellikle kaynaklar üzerinden haber pratiklerinde nasıl işlerlik kazandığına değinmek yerinde olacaktır. Haber medyasını meydana getiren tüm kuruluşların ortak özelliği, içeriklerini, alıntılanmış konuşmalardan oluşturmalarıdır. Bu, egemen söylemin haber metinlerinde nasıl kurulduğunun da göstergesidir. Bu noktada, alıntının nasıl yapıldığı konusunda farklılık olduğu vurgulanmalıdır. Doğrudan alıntılarda kaynağın sözlerine dokunulmazken; dolaylı ve örtük alıntılarda kaynağın söylemi, haber metninin içinde oluşturulur. Yazılı basındaki tırnakların yerini televizyon haberciliğinde görüntü ve ses alırken, televizyondaki alıntılar “doğrudan gerçek yaşamdan alınmış parçalar” olarak servis edilir. Bu anlamda televizyonun görüntüyü vererek sağladığını iddia ettiği nesnellik içinde kaynağın söylemi kitlelere aktarılır (İnal, 1996: 101-103). İnal, alıntılamanın nesnelliğine yaslanan haber üretim sürecinin, istese de kendisini yapısal yanlılıktan kurtaramayacağını söyler: “Kendi yorumlarını saklı tutup kaynakların yorumlarına yer veren bu tarz bir habercilik anlayışı, sözde bir ‘nesnellik’ ve ‘tarafsızlık’ iddiası taşısa da bu süreç bütünüyle sorgulandığında sözü edilen profesyonel kural ve değerlerin aslında haber üretimindeki yapısal bir yanlılığı gizlediğini görmemiz mümkün olur. ‘Nesnellik’ ve ‘yansızlık’ gibi normatif değerler kaynakların inanılırlığını kurar ve pekiştirirler” (1993: 171).

Özetle, eleştirel medya kuramcıları haberlerin, temelde bir grup insanın görüşlerinin aktarılmasına dayanan metinler olduğu düşüncesini paylaşmaktadırlar. Bu insanlar siyasal iktidarı paylaşanların yanı sıra baskı grupları, yasama, yürütme ve yargının tepesinde bulunanlardan oluşmaktadır (Dursun, 2001: 131-132). Bu grupların açıklamalarının, durum tanımlamalarının haberleştirilerek bilgi dolaşımına girmesi onlara, karar ve politikalarını haklılaştıracakları bir zemin hazırlar. Habercilerin, onların peşinde koşmasının aksine, gerçekte onlar, habercilerin rutin

haber kaynağı haline gelebilmek için uğraşırlar (İnal, 1993: 171-172). Bu durum haberciler ile iktidar elitleri arasında karşılıklı bir bağımlılığa yol açar.

2.6. Haber Toplama Sürecinde Yaşanan Değişim ve Yeni Haber