• Sonuç bulunamadı

1.7. Gözetim Toplumu Kavramı

1.7.2. Gözetimin Küreselleşmesi

‘Gözetim toplumuna doğru bir kayış var mıdır?’ sorusunun cevabı, günümüzde iletişim ve bilgisayar teknolojilerinin gözetim amacıyla kullanıma sokulduğu somut durumlardan yola çıkarak verilebilir. Bunun için öncelikle, 2000’li yıllarda zirveye çıkan güvenlik paranoyasını, gözetim tekniklerini geliştirip yaygınlaştırmada koz olarak kullanan devletlerin politikalarına bakmak gerekmektedir.

Gözetimde 2000’li yıllarla beraber yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönemin belirleyici olayları, 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere (Dünya Ticaret Merkezi) ve 2005’de Londra Metrosu’na yapılan saldırılar olmuştur. ABD’den başlayarak küresel çapta güvenlik önlemleri artırılmış; vatandaşların bireysel özgürlüklerinin kısıtlandığı bir dönem başlamıştır.

11 Eylül, özellikle gelişmiş ülkelerde gözetimin sınırlarının genişlemesi ve aşırı yöntemlerin meşru hale gelmesinde rol oynamıştır. Bu saldırıdan sonra ortaya

7

Huxley’nin romanında (2012) insanlar, ‘skopolamin’ ilacını kullanmaktadır. Bu ilaç, insanlara anlamsız biçimde mutluluk ve huzur vermektedir.

konan ‘terörle daha etkin mücadele stratejileri belirleme’ anlayışı, demokratik ülkelerde, geçmişte istisnai olarak kullanılan çeşitli gözetim pratiklerinin ‘olağan’ hale gelmesine yol açmıştır. İnsanların gündelik yaşamlarına müdahale olanağı artan hükümetler, her fırsatta bunun sebebinin güvenlik önlemleri olduğunu öne sürmüşlerdir. İstisna ile kuralın yer değiştirdiği bu süreçte, siyasi iktidarlar, yeni yöntemlerini uygulama yolunda baskı yerine, meşru sebepler doğrultusunda halkın rızasını kullanmışlardır (Mattelart, 2012: 7).

Bu süreçte ABD’deki ‘Vatanseverlik Yasası’ gizli dinlemeleri, bilgisayar denetimlerini ve kütüphane veri tabanları da dahil pek çok ortamdan bilgiler toplamayı, federal ajanların takdir yetkisine bırakmıştır. Aynı yasa ile yetkililer, istedikleri zaman bankalara, internet servis sağlayıcılarına, telekomünikasyon şirketlerine, kredi kuruluşları ve seyahat acentelerine, mahkeme emri gerekmeksizin bilgi almak için başvuru hakkına sahip olmuştur (Mattelart, 2012: 216-217).

2005 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Londra’daki metro saldırıları, insanlar üzerinde 11 Eylül’e benzer bir etki yaratmış ve “teknolojinin özel yaşama sürekli müdahalesini kapsayan tedbirlerin önemli ölçüde artmasına yol açmıştır”. Video kameralar sayesinde dört failin hızla tespit edilmesi, özellikle Avrupa Birliği’ndeki polis güçlerinin, kamuya açık hemen her yerde kamerayla görüntü alma sistemlerini konumlandırmasında elini rahatlatmıştır. Bu olay, Londralıların, kendilerini günde 300 kere görüntüleyen kameralara karşı güçlü bir muhalefet oluşturmasını da engellemiştir (Mattelart, 2012: 253-254).

Günümüzde pek çok devlet, kişisel verilerin kayıt altına alınıp saklanması konusunda yasalar çıkarmakta ve vatandaşlarının mahremiyet sınırlarını daraltmaktadır. Yeni teknolojilerin beraberinde üretilen özgürlük söylemleri, güvenlik adı altında çeşitli uygulamalarla sekteye uğratılmaktadır. Dolayısıyla yeni iletişim teknolojileri, gözetleme ve denetleme yolunda devletlere alan açarken, vatandaşların özgürlükleri rahatlıkla ihlal edilebilir hale gelmektedir (Mattelart, 2012: 9). Örneğin, Fransa’da 2004 yılının Haziran ayında yürürlüğe giren “Dijital Ekonomide Güven Kanunu” ile internet ve cep telefonu kullananların bilgilerinin 1

yıllığına kayıt altında tutulması, devlet yetkililerin istekleri doğrultusunda yetkili şirketlerden istenmesinin önü açılmıştır (Mattelart, 2012: 255).

Enformasyon teknolojilerinde gelinen son noktayı göstermek adına, halihazırda uygulamada olan bazı programlara yakından bakmak gerekmektedir. Küresel çapta devreye sokulan ‘Tam Gözetim Programı’, Promis, Echelon ve benzeri programlarla uygulanan geniş gözetim ağı ile büyük şirketlerin ve pazarlama gruplarının, tüketicinin kimlik bilgilerinin dökümüne ulaşma ve kullanma çabaları olduğu anlaşılmaktadır (Dolgun, 2005: 103). Bu sertleşen gözetim pratiklerinin, küresel anlamda sadece devletlerin güvenlik adına aldığı önlemlerden oluşmadığını, aynı zamanda kapitalizmin çarklarının dönmesi için şirketler adına da uygulandığını göstermektedir.

Küresel gözetim programlarından Echelon’un özel bir konumu vardır. Gezegenin tümünü takip etmeyi, hem askeri hem sivil boyutlarda gerçekleştirmek için gerekli altyapıya sahip olan program (Campbell, 2000’den aktaran Mattelart, 2012: 208), bir yandan da Amerikan şirketlerinin silah ve sivil havacılık sektörlerinde avantaj sağlamasına yarayan bilgileri toplamayı amaçlamaktadır. Programın kapsamı, 11 Eylül’den sonra, çevreci grupların bile izlenmesini öngören, geniş bir gözetim alanına ulaşmıştır (Mattelart, 2012: 208).

Konuyla ilgili güncel gelişmeler, kişi ve grupların izlenmesinin yanı sıra devletlerin de takip edilebildiğini somut biçimde ortaya koymaktadır. Gözetimin küreselleşmesi bağlamında devletler arasında yaşanan rekabeti göstermesi açısından yakın zamanda yaşanan en çarpıcı olay, eski CIA çalışanı Edward Snowden’ın ABD istihbaratından sızdırdığı belgelerle ortaya çıkmıştır. Belgelerden Avrupa Birliği'nin Brüksel, Washington ve Birleşmiş Milletler'deki ofislerinin ABD tarafından dinlendiği ve bilgisayar ağlarına sızılarak önemli bilgilere ulaşıldığı anlaşılmaktadır (http://t24.com.tr/haber/snowden-belgeleri-abd-ab-ve-bmnin-ofislerini-dinledi-

bilgisayar-agina-sizdi/233097). Bir başka güncel gelişme olan ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) tarafından internet kullanıcılarının faaliyetlerinin eş zamanlı olarak izlenebilmesini sağlayan dijital casusluk yazılımları olan X-Keyscore ve PRISM (Prizma) ile ilgili ortaya çıkan belgeler ise internet ortamında kişisel veri

güvenliğinin olmadığı yönündeki kanaatleri güçlendirirken8; programın Amerikalıların korunması için kullanıldığı yönünde NSA Başkanı’nın yaptığı açıklamalar tartışmalara yol açmıştır (http://www.zaman.com.tr/dunya_nsa-baskani- takip-programi-amerikalilari-korumak-icindir_2100044.html)

Tüm bu uygulamalar, insanlığın geleceğini tehdit etmekte ve sebebi ne olursa olsun, “demokratik” devletlerin otoriter eğilimleri olduğunu göstermektedir. Mattelart, mevcut düzende gelişmiş devletlerin zorbalaşmaya ve hukuku askıya almaya meyilli olduklarına dikkat çekerek, toplumun içine düştüğü her tür şüphe ve korkunun, demokratik haklarda kalıcı gerilemelere sebebiyet verdiğini söyler (2012: 8). Bu korkunun beslediği ortam kişilerin, grupların, kurumların, hatta rakip olarak görülen devletlerin gözetlenmesini meşrulaştırma politikalarını beslemektedir. Bu açıdan demokratik toplumlarda gözetimin nasıl ve ne şekilde meşru hale gelebildiğini açıklamak gerekmektedir.