Haber Almak
“Onun zelzeleyi sonradan komşulardan haber almış olmasına göre bu az terbiyenin …” (DĞR/14)
107
“Ara sıra bu hanımın kızlarıma ufak tefek hediyeler verdiğini de haber alıyorum.” (A/143)
“Belediye Reisi, Kaymakamın Rıfat’a kızdığını haber almıştı” (DĞR/ 36) “Ertesi gün, Paşa'nın Bursa'ya gittiğini haber aldık.” (GE/56)
“Ya evvelki hafta o balıkçı kızlarıyla orya gitttiğimizi, gâvurun, çıfıtın içinde gazinoya oturduğumuzu bey haber alsaydı…” (AG/201)
Haber Vermek
“İyi ki haber verdiniz kumandan bey...” (DĞR/30)
“Merhum Abdüssamet nasıl bir aileye düştüğümü, bu gidişle nasıl mahvolacağımı haber vermişti.” (A/131)
Hacet Kalmamak
“Muhakkak yapacaktı. Fakat hacet kalmadı.” (GE/108) “Beyhude üzülmenize hacet kalmadı…” (DK/154)
Hacet Yok (olmamak)
“Hacet yok, söyleyeceklerinizi biliyorum.” (YD/ 27) “Teşekkür ederim... Hacet yok, gitmeyeceğim.” (A/32)
“Ne cins şeyler olduğunu söylemeğe hacet yok tabii... Bakın, aman eline geçmesin…” (GE/42)
“Fakat hiç böyle bahanelere hacet yok.” (AG/123)
Haddini Bildirmek (birine)
“Birbirimizi aldatmayalım rica ederim. Niçin cevap vermediniz... Neye ona haddini bildirmediniz?” (D/58)
“Edepsiz eşeğe haddini bildirecektim. Ama öyle köpeğe tenezzül etmem.” (D/164)
Hafiflik Etmek
“Kızlar biraz hafiflik edecek, bir parça fazla gülüp söyleyecek olurlarsa kaş göz işaretlerine başlardı.” (YD/126)
“Kızlardan bazıları ya aile terbiyesinin tesiriyle ya görenek neticesi olarak hafiflik ederler.” (A/16)
Hak Etmek
“Bu benim hak ettiğim cevapların en ağırıdır.” (GE/121)
“Hâlbuki ben o kadar ‘âmin’ diye bağırmış, bu parayı haketmiştim.” (D/14)
108
“Ailenin bütün yükünü üstüne aldığı, en acı titizliklere hak kazanacak kadar yorulup asabileştiği halde, terbiyesini bozmuyor…” (YD/53)
“O halde fena adamlar gibi hareket etmeye hak kazandım, diye muhakemeler yapıyordum.” (D/131)
Hak Vermek (birine)
“... bazen makam odası kapısında en şiddetli ceza tehditlerini hiçe sayarak bağıranlara
hak veriyordu.” (DĞR/75)
“Burasını çiftlikten ziyade koruya benzetenlere hak verdim…” (GE/28) “ Düşünürseniz bana hak vereceksiniz. “ (YD/ 9)
“Fakat sözlerine hak veriyordu.” (YD/48)
“Şimdi ara sıra aynaya baktıkça ona hak veriyorum.” (EH/50) “Demek muvaffakiyet her şeye hak veriyor.” (DK/67)
“Gülsüm, bu sözleri dinliyor, arasıra büyük hanıma hak veriyor gibi görünüyor.” (KD/35)
“Herkes tabiî hak veriyordu.” (D/37)
“İlk acılar, ilk tesirler geçtikten sonra bana hak vereceksiniz, gençsiniz.” (AG/114) “Muhasebeciyi iğrenerek dinlemekle beraber, içimden ona hak vermiyor değildim.” (GE/64)
Hak (hakkını) Yemek
“Hak yemek, kanuna mugayir bir şey yapmak, kalp kırmak korkusuyla bir türlü iş göremezdi.” (YD/12)
Hakaret Etmek
“Herkesin bana şüphe ile bakmaya, hakaret etmeye hakkı olacaktı.” (D/107)
“Kaynanası gibi ona da türlü hakaretler ediyor yahut terbiyesiz terbiyesiz eğleniyordu.” (YD/118)
“Necip Bey onun kendisine hakaret eden ahlâksız adamın kızı olduğunu hatırına getirmez…” (A/42)
Hakaret Görmek
“Artık sokaklarda sürünmeye, âdi adamlardan hakaret görmeye mecbur olmayacaksın.” (D/167)
Hakir Görmek
“…arkadaşça konuşmalarına alışmaya başladığı için kaptan köprüsü altındaki çilingir sofrasını hakir görmemesine…” (EH/147)
109
Hakkı Geçmek
“Çok memnun oldum... Hemen hanım teyzemin elini öpmeğe gideyim, dedim... Az hakkınız mı geçmiştir bana efendim?” (KD/174)
Hakkı Olmak
“Hakkınız var, dedim. Talebelerime karşıcı çıkmam vazifemdir.” (GE/60)
“Elime geçeni ben barda, baloda yiyip sizi bu halde bıraksam bana bir şey demeğe hakkınız olur.” (YD/5)
“Ayşe… Kardeşim… Eniştemin hakkı var… Sen onun ekmeğiyle büyüdün.” (AG/191) “Hakkın var amca, derdim, anasız babasız bir çocuğa zulüm yapmaktan kolay bir şey olmaz.” (AG/37)
“Herkesin bana şüphe ile bakmaya, hakaret etmeye hakkı olacaktı.” (D/107)
Hakkı Olmamak (yok)
“Fakat gücenmeye de hakkım yoktu.” (GE/45)
“Bunun asıl manasını belki anlamadın. Ayıplamağa hakkım yok demek istedim.” (D/167)
Hakkı Var
“Elde yok, avuçta yok, çocuklar bu gidişle koca bulamamaktan korkuyorlar, hakları var, diyordu.” (YD/60)
“Fevkalâde bir şeyler var mutlaka... Doktorun hakkı vardı.” (DĞR/135)
“Hayriye Hanım kendini müdafaa için Leyla ile Necla’yı da müdafaaya mecbur oldu: onların da hakkı var…” (YD/57)
Hakkını Aramak
“Şayet hocalar ağır basarlar da beni attırırlarsa hakkımı ararım.” (YG/127)
Haklı Görmek
“Sonra, babasıyla olan münakaşalarımızda, o daima benim tarafımdaydı, beni haklı görüyordu.” (GE/92)
“Tanımamakta da kendimi haklı görüyorum...” (A/35)
Hali Kalmamak
“…bu halet-i ruhiyyeyı altmışı geçmiş parmağını kımıldatmaya hali kalmamış alil zabitlerde de gördüm…” (AG/113)
“Yağmurdan oturulacak hali kalmamış ki…” (DK/366)
Hali Vakti Yerinde
110
“…vakti ve hali yerinde bazı insanların fenalığı, terbiyesizliği gibi az çok perde arkasında gizlenirdi.” (YG/52)
Halt Etmek
“Hangi beyinsiz halt etti onu beyim, dedi.” (DĞR/35)
“Eğer böyle bir halt ettiğini sezersem defolsun gitsin...” (GE/80) “Amma sakın kafaları çekmeyelim. Gene bir halt ederiz.” (D/77)
Halt Yemek
“Demek bunu o Rıfat teresi yaptı ha... Bak keratanın yediği halta.” (DĞR/30) “Kasabada önüne gelenle yemediği halt kalmaz.” (YG/156)
“Nasıl çocuklar... bu kız, her haltı yiyecek bir insandır, dediğim zaman: Anne, senin için kötü... parmak kadar çocuktan böyle şey beklenir mi? derdiniz.” (KD/150)
“Zübeyde midir, ne karın ağrısıdır, bu kız bu ağızdan bal akan melek gibi hanımefendiden bu kadar iyilik görsün de sonra bu haltları yesin!” (KD/19)
Halvet Olmak
“Reşit Bey, mutasarrıfın kaymakamla halvet olduğunu bildiği ve…” (DĞR/105) “Senin odada halvet oluyorlar...” (A/84)
Hapis Yatmak
“Beş kâğıt için bu biçareyi karakola vermek günah değil mi? Belki hapis yatacak, belki siciline hırsız diye kayıt düşecekler.” (D/159)
Haraca Kesmek (birini)
“Elbette bu donanma ve bu kuvvetle dünyayı haraca kesecek…” (EH/87)
Hâli Harap Olmak
“Geceleri ihtiyar Ermeni kadının harap evindeki kasvetli odamda can sıkıntısından harap oluyordum.” (A/81)
Hasret Çekmek
“Kırk sene sonra hâlâ yüzünü gördüğü, sesini, işittiği ve hasretini çektiği kendi lalası…” (DĞR/116)
“Böyle gizli gizli ıstırap ve hasret çektiğinizi bilmiyordum…” (AG/234)
Hasta Düşmek
“Nazan Hanım sizin tarafınızdan sevildiğini biliyor… Günün birinde hasta düşüyorsunuz…” (AG/325)
Hastalığa Tutulmak (kapmak)
111
Haşır Neşir Olmak
“...ve hastalık içinde haşır neşir olan bunca, yer yurt garibinin ne suçları vardı?” (DĞR/66)
“Kamiyab Kalfa ile orada haşır neşir olur, hatta bazen yemeklerimizi bile orada yerdik.” (D/11)
Hata Etmek (eylemek, işlemek)
“Oğlum sen bu ailenin kızıyla evlenmekte çok hata ettin...” (A/126)
Hatır İçin (birinin)
“Onların hatırı için dilenciliği etmeye daha üç beş sene çalışmaya mecburdu.” (YD/15) “Benim hatırım için bakkala kadar zahmet edersen…” (KD/53)
“Onların hatırı için birçok vakalarda nüfuzunu siper etti.” (AG/52)
Hatırını Kırmak (birinin)
“…ihtiyar halalarının hatırını kırıyorlar, diye sözünü bitirdi.” (DK/356) “Hatırımı kıracak sözler söylemeye başladı.” (A/72)
Hatır Saymak
“Oralardaki hocalar hatır saymayacaklar, konağın nazlı çocuklarını öteki haşarat yığınının arasına karıştıracaklardı.” (KD/42)
Hatır Sormak
“Bir kaza geçirdiğini bildiği halde yarım ağızla olsun, hatırını sormamış bulunması manalı değil miydi?” (DĞR/97)
“...şehzade, arabadan inerek büyük bir nezaket ve şefkatle hareketzedelerin hatırını soruyordu.” (DĞR/141)
“Kaptan saygılı adamdı, Züleyha’yı ayak üstü görüp hatırını sorduktan sonra…” (EH/230)
“Bazen de bir iki kelime ile hatırımı sorardı.” (A/144) “Hastalığımda hiç hatırımı sormaya gelmediniz.” (DK/153)
Hatırı Kalmak (birinin)
“Hatırınız kalmasın, hal-i tabiînizde değildiniz.” (DĞR/81)
“Yani, sizi bırakmayacağız. Paşa babamın da hatırı kalır.” (GE/69) “Darılma, hatırın kalmasın... Seni de çok seviyorum.” (YD/67) “Burada hatırları kalır diye başkalarına söylemiyorum…” (DK/95)
“Sütnine, bu kadarla kalmadı ‘Hanım, bu kız bana aksilik ediyor, kızdıryor, kızıp döversem bana hatırın kalmasın ha…’ diye ağız arıyordu.” (KD/67)
112 “Hatırın kalmasın ama toysun evlât...” (A/64)
“İleri doğru yürüdüler... Biliyor musunuz size çok hatırım kaldı…” (AG/296) “Hatırınız kalmasın, mekteplerinizde çocuklar çok avare yetişiyor.” (YG/117)
Hatırı Sayılır
“Senede bir iki defa değişen mutasarrıflardan fazla hatırı sayılırdı.” (AG/9)
Hatırına Gelmek
“Oradaki av partileri hatırıma geldi ve içim öyle bir yandı ki, anlatılamaz.” (GE/52)
Hatırına Getirmek
“Necip Bey onun kendisine hakaret eden ahlâksız adamın kızı olduğunu hatırına getirmez…” (A/42)
Hatırını Kırmak (birinin)
“Fakat Ali Rıza Bey, ona hala bir hasta gözüyle baktığı için hatırını kıracak bir şey söylemeye bir türlü dili varmıyordu.” (YD/136)
Hatır (hatırını) Saymak
“Herkes hatırını sayıyor iyiler onu seviyor.” (A/49)
Hava Almak (biri)
“Ben bir parça hava almak istiyorum.” (AG/138)
Havale Etmek
“İyi yere havale ettin Şeref, dedi, teşekkür ederim.” (GE/75)
“Gülsüm'e havale edilen vazife çocuklara verilen bu kazalı, yahut lüzumlu şeyleri el çabukluğu ile aşırmaktır.” (KD/57)
Havlu Atmak
“…biraz sonra sofra hazır olduğu zaman bir lokma yemek yemeden havlusunu atıyor, ‘iştahım yok. Uykum var’ diye odasına kaçıyordu.” (AG/195)
Hayale Kapılmak
“Beyhude hayale kapılacaktım.” (A/88)
“Çocuğum sen yine hayale kapılıyorsun, diyordu.” (AG/42)
Hayat Memat Meselesi (yapmak, olmak)
“Bu dava genç softa için bir fikir ve ilim meselesi olmaktan çıkmış, bir hayat ve memat meselesi haline gelmişti.” (YG/35)
Hayata Küsmek
“Adi günlerde size öyle gelir ki bunlar hayata küsmüş bezgin insanlardır.” (AG/18)
113
“Nihayet Gülsüm, yüz üstü ve hemen hemen tepe aşağı çalışmaktan yüzü kızarmış, bir zafer ve sevinç feryadı ile saati çıkardı. Çıkardı amma, üstünden, başından da hayır kalmamıştı.” (KD/122)
Hayrı Olmamak
“Şevket'ten de hayır yoktu.” (YD/70)
“Baktılar ki Gülsüm'den hayır yok..” (KD/113) “Ondan hayır yoktur…” (EH/65)
Hayra Yormak
“Ali Rıza Bey bu iltifatları hayra yormadı.” (YD/63)
Hayran Olmak (kalmak)
“Hemen her gece, kahramanın duvara asılı bir resmini indirerek ayna karşısında kendi çehresiyle karşılaştırır, Allah'ın hikmetine hayran olurdu.” (DĞR/28)
Hayret Etmek
“...kendileri için bir şey düşünülüp hazırlanmamış olmasına hayret eder gibi görünüyordu.” (DĞR/74)
“…Nimet Hanım onun hafızasına hayret ediyor ara sıra gülerek…” (DK/116) “Doğrusu aranırsa buna o kadar hayret etmemeli.” (GE/14)
“Fakat şimdi oralarda nasıl yaşayabildiğime hayret ediyordum.” (D/107) “Makine gibi mütemadiyen işlemene hayret ediyorlar...” (A/73)
“Jermen son bir vedaya bile lüzum görmeden istasyondan kaçışıma hayret etti, acı bir inkısar-ı hayal ile donup kaldı.” (AG/64)
“Nadide Hanım, sütnineye hayret etmekte haklıydı…” (KD/65)
Hayrı Dokunmak
“Hoş sağlığında da onun bir hayrı dokunmuyordu ya, neyse...” (KD/193)
Haysiyetine Dokunmak
“Gülsüm tarafından himaye edilmek, büyük hanımın büsbütün haysiyetine dokunuyor, kadıncağız, haklı bir hiddetle…” (KD/129)
Helak Etmek
“...her gün bir sıkıntı içinde kendini helak etmesi çok acı bir akıbetti.” (YD/72)
Hesaba Katmak
“Kaynanamın da mükemmel bir ev kadını olduğunu hesaba katarsak…” (A/117)
Hesap Etmek
114
Hesap Görmek
“Fakat onunla hesabını görmek için daha çok zaman vardı.” (DĞR/31)
Hesap Vermek (hesabını vermek)
“Şu lambayı yak da yanıma gel Nazmi, dedi, birkaç saatlik bir işimiz var… Sana hesap vereceğim…” (AG/44)
Hesap Kitap Yapmak (etmek)
“Fakat buradan alâkamı kesebilmek için bir hesap yapmak lâzım geldi.” (A/121)
Heves Etmek
“Çocuklar, şaka derken sahiden birinizin bir yerini yaralayacaksınız... Hem nedir öyle adam öldürmeğe heves ediyorsunuz?” (KD/112)
“Şimdiye kadar şairlikten hokkabazlığa kadar heves etmediğin hiçbir meslek kalmamıştı.” (AG/41)
Hevesini Almak
“Heveslerini aldılar mı çevirirler yelkeni…” (DK/213)
Heyecana Kapılmak
“Karısının bazı sözlerini umulmayacak kadar güzel bularak heyecana kapılıyor…” (EH/124)
“Bunları söylerken heyecana kapılıyor, bütün vücudumda zevkli, müfrit bir ürpermelerle titriyordum.” (AG/42)
Hiçe Saymak (indirgemek)
“... bazen makam odası kapısında en şiddetli ceza tehditlerini hiçe sayarak bağıranlara hak veriyordu.” (DĞR/75)
“İstanbul'daki hamisini hiçe sayarım vallahi.” (DĞR/30)
“Şimdi hak verdiniz ya... Keşke böyle birçok muallimimiz olsa da bizi hiçe saysalar…” (A/11)
Himaye Etmek (birine kanat açmak)
“Akşam beni yıkık çeşmenin siperi altında bu nöbetlerden biri içinde buldunuz, himaye ettiniz.” (AG/430)
Himayesine Almak
“Vecdi'yi bunlara karşı kuvvetli yumruğunun himayesi altına aldığım için aramızda samimi bir dostluk hâsıl olmuştu.” (AG/47)
115
“Bütün bu saydığım insanlar ve daha niceleri gayet muteber, maruf, haysiyet ve mevki sahibi insanlardır.” (D/94)
“Peygamberlerin o muhteşem sükûn-ı ruhundan belki bir hisse alırız.” (AG/58)
Hor Görmek (birini, bir şeyi)
“Tenezzül etmediniz... Canım, arabacıyız diye, bizi o kadar hor görmek olur mu?” (D/180)
Hoşnut Etmek (birinin gönlünü etmek)
“Amirlerimi hoşnut etmek vazifem değil mi?” (A/70)
Hoşuna Gitmek (birinin)
“Seniha'nın bu korkusu hoşuma gitti…” (GE/100)
“Bu vefa, Nadide Hanım'ın çok hoşuna gitmişti.” (KD/17) “Neşeli, uysal tabiatım herkesin hoşuna gidiyordu.” (D/26)
Hükmünü İcra Etmek
“Zehra Hanım da dediğini, tehdidini icra etmiş…” (A/15)
Hükmü Kalmamak (hızını kaybetmek, yitirmek)
“Şimdi artık bu tehdidin hükmü kalmamıştı.” (KD/175)
Hüküm Sürmek
“Aramızda uzunca bir sükût hüküm sürdü.” (AG/337)
“Bir defa yalnız çocuklar için değil, hizmetçiler ve büyükler arasında bir loğusa şerbeti salgını hüküm sürmeye başlamıştı.” (KD/54)
“Salonda sıkıntılı, ağır bir sükût hüküm sürüyordu.” (D/38)
“Taş mektep konağın bir şubesi gibiydi; Nadide Hanım orada istediği gibi hüküm sürüyordu.” (KD/42)
Hüküm Vermek
“...halkta hiç bir korku kalmadığını anlıyor, artık kapıları çalmaya da lüzum görmeden hükmünü veriyordu.” (DĞR/55)
“Bu adam hakkında şimdiden bir hüküm veremezdim.” (GE/111)
“Fakat kim bilir nasıl bir ihtiyaçla daima tevil yollarına sapmış, açık düşünmekten ve hüküm vermekten kendimi menetmiştim.” (A/128)
Hüzün Duymak
“Mahkeme, rezalet, mahkûmiyet onlar için küçük şeylerdir. Geçici bir hüzün bile duymazlar.” (D/94)
116
“Böyle olduğu halde içime gayri ihtiyari bir hüzün çöküyor, su çiçeklerine benzeyen bu narin, pürhayal çocuğu zorla çalıştırıyormuşum gibi…” (AG/257)