Can Atmak
“Mektep hocalığını adi bir geçim vasıtası sayıyor, daha karlı bir iş bularak meslek değiştirmeye can atıyorlardı.” (YG/47)
Can Cana Baş Başa
“Gecenin karanlığında bütün bir mahalle donanma fişekleri gibi parlıyor… Sokaklarda herkes can cana, baş başa…” (AG/39)
Can Çekişmek
“Adamcağız… feci bir surette can çekişmişti.” (YG/233)
“Bütün rengini, süsünü, yaldızını kaybetmiş, topraklar içinde sürünerek can çekişen harap böcekler…” (AG/70)
“Gerçi bir yanda karısı can çekişirken, öbür yanda onun rakı içmesi doğru bir hareket değildi…” (KD/185)
“Son nesil okuma çağına eriştiği zaman mahalle mektepleri can çekişiyordu.” (KD/42)
Can Feda
“Beyefendi de buyursun Allah aşkına... Senin gibi arkadaşlara can feda, diye sırnaşmağa başladı.” (D/179)
Can Vermek
“İlle kuru ağaçlara can veren Allah ona da can verdi.” (KD/15)
“Sen bu gidişle kuru hasır üzerinde can vereceksin! diye bağırmış ve bir daha evlerine ayak atmamıştı.” (KD/23)
“Zavallı adam ıstırap çekiyor... Can veremiyor…” (A/50)
Cana (canına) Can Katmak
“Ya Bülent’e, bu günden güne büyüyüp güzelleşen, bu gülücüğü cana can katan bebeğe karşı nasıl hissiz kalabiliyor?” (KD/71)
Cana Yakın
“…sol yanağının kenarında sevimli bir çukur açarak daima gülümseyen büyük, müşfik ağzıyla çok cana yakın bir mahlûktu.” (AG/54)
Canciğer Olmak
“Birbirinizin yüzüne karşı canciğer olursunuz fakat…” (D/175)
71
Canı Cana Ölçmek
“Canı cana ölç! O zavallı da senin Fikret gibi, Leyla ve Necla gibi tecrübesiz bir çocuktur...” (YD/68)
Canı Çekmek
“Canımın çektiği bir kadını bir kere koynuma almayayım?” (YD/6)
Canı İstemek
“Eve girmeyi canım istemiyor evlât.” (A/71)
Canı Sıkılmak
“Doktorun akşamki muamelesine canı sıkılmış olan Ohannes, birkaç adım geride ayakta duruyor…” (DĞR/35)
“…softaların son isyanına fena halde canı sıkılmıştı.” (YG/95)
“…işinin kaldığına canı sıkılan Lamia kapının yanındaki sandalyelerden birine ilişti…” (DK/169)
“Bazı dedikodulara canım sıkıldı da oğlum...” (A/110) “Büyük hanımın bu havadise canı sıkıldı.” (KD/13)
Canı Yanmak
“Bir yandan kat’iyyen canının yanmadığını temin ederken…” (EH/216)
“Şimdiye kadar körü körüne kavl-i mücerrede itimat etmekten o kadar canım yandı ki…” (YG/49)
“Fakat canı yanınca o da kızdı, o da Selim’i dövmeye başladı.” (KD/35)
Canına Minnet (olmak)
“Bu diyardan gitmek canıma minnet…” (A/65)
Canına Yetmek
“O da kocasını pek severmiş ama ne yapsın fakirlik canına yetmiş.” (AG/145)
Canından Bezmek (bıkmak veya usanmak)
“Ne biliyorsunuz? Belki ben o vakit canımdan bezmiştim, dedim.” (AG/196)
Canını Çıkarmak
“O bahçe kapısının önünde senin canını çıkaracağım, diye boğazına sarılmak istedi.” (DK/200)
“Çabuk gel… vallahi haminne söyler, senin canını çıkartırız, diye bağırırlardı.” (KD/172)
Canını Sıkmak
72
Canını Vermek
“...ama böyle bir aile için insan para değil canını verse az...” (A/108)
Canını Yakmak
“…fakat bu yüzden birkaç kere canını yakmış oldukları gibi, kendi de tembel ve tabansız bir adam olduğundan…” (EH/51)
“Onların sözleri sokakta atıla taşlarda ziyade canımı yaktı.” (YG/179) “Yapma Makbule… Canımı yakıyorsun…” (DK/257)
Canının Dişine Takmak
“Kaymakam canını dişine takarak Ahmet Masumun bu sözünü... yolunda vakur bir formül ile karşıladı…” (DĞR/60)
Cebinden Çıkarmak (birini)
“Ben, öyle zibidilerin kırk tanesini cebimden çıkarırım…” (D/167)
“Hoca diye Maarif Mekteplerine tayin edilen o düdük züppeleri on kere cebimden çıkarırım, diye kıyametleri koparmıştı.” (KD/42)
Cefa Çekmek (görmek)
“…sırf iyilik etmek ve cefa çekmek için yeryüzüne inen bu beyaz saçlı meleğin ellerini ağlayarak öptüm.” (A/106)
Cehenneme Kadar Yolu Var
“İsabet oldu. Cehenneme kadar yolu var, dediler.” (YD/119)
Cesaret Almak (birinden veya bir şeyden)
“Akşam ve yalnızlıktan cesaret alarak odanın karanlık köşelerinde dolaşmaya ve hafiften zillerini öttürmeye başlayan Bulgar kızı da…” (DĞR/49)
Cesaret Etmek
“...birdenbire ağrılar içinde kalmaktan korkarak kımıldanmağa cesaret edemiyordu.” (DĞR/9)
“Aziz Paşa'nın kızı, aylardan beri gözümün önüne getirmeğe cesaret edemediğim çehresiyle birdenbire aramıza girdi.” (GE/146)
“Fakat, cesaret edemedi, birdenbire durdu.” (GE/13)
“...ince eldivenleri arasında belirmiş bir mendil ile gözlerini silmesinden istifade ederek o gün buna da cesaret etti.” (DĞR/21)
“Bir şey söylemeye cesaret edemedim.” (D/17)
“Aman beyim… O etti, sen etme… yeter gayrı, diye yalvarmayı düşünüyor, fakat buna bir türlü cesaret edemiyordu.” (KD/62)
73
“Fakat, kimse ağzını açmaya cesaret edemiyor.” (KD/129)
“Nimet Hanım'ın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu.” (DK/114) “Tabiatını bildiğim için ağzımı açmaya cesaret edemiyordum.” (AG/88) “Fakat buna cesaret edemedi.” (YD/28)
Cesaret Vermek (birine)
“Halinden ve sözünden safça bir adam olduğunu anladım. Bu, bana daha fazla cesaret verdi.” (D/157)
Cevap Vermek
“Birader, biz yine seninle baş başa verelim, diyor, evvelâ senin telgrafa cevap vermek lâzım.” (DĞR/51)
Ceza Çekmek
“Azizim doktorum… Cezamı ağır surette çektim…” (AG/108)
“Fakat şaşı gözlerinin bakışından belli ki, aklı başka yerlerde. Ne yapalım, cezasını kendi çeker.” (KD/35)
“Ben sadece ihmalimin, ahlâksızlığımın cezasını çekiyordum.” (A/147)
Cıcığı Çıkmak
“Ancak şu var ki, sekiz dokuz saatten beri, yolda cıcığı çıkmış olması lazım gelen cazbantçılar, ayaklarının tozuyla işe giriştikleri…” (EH/58)
Cılk Çıkmak
“Bir sepet yumurta içinde iki tanesinin cılk çıkmasını tabii görmeli…” (YG/145)
Ciddiye Almak
“Fakat doktor işi fazla ciddiye aldı…” (DĞR/81)
“O, ‘nümayiş’ kelimesini bilmiyor, işi ciddiye alıyordu.” (GE/100)
“Yorganlı ile Gülsüm, nedense Nadide Hanımın bu sözlerini ciddiye almıyorlar, gülümsüyorlardı.” (KD/19)
Ciğerine İşlemek
“Karanlık kış akşamları, delik tabanımdan giren çamurun soğuğu ciğerime işlemiş…” (YD/6)
Ciğerinin İçini Bilmek (birinin)
“Ben bilirim bu yumurcakların ciğerlerinin içini... Seniha çamaşırlarını güya rehin bıraktı...” (GE/58)
“Ben bu ahretlik ilminde artık yekta oldum, diyordu, bunların ciğerlerinin içini bilirim.” (KD/74)
74
Cin Çarpmak
“Cin çarpmasından korkmadın mı? Fakat çarpar azizim çarpar.” (DĞR/132)
Cin Gibi
“Halil cin gibi bir çocuktu.” (EH/24)
“Bir an içinde uykusu dağılmış, gözleri cin gibi açılmıştı.” (KD/50)
Cinleri Başına Toplanmak (üşüşmek)
“O vakit Makbule'nin cinleri başına toplanıyor, âşıkane bir tarzda başlayan bu sahneyi…” (DK/259)