Gafil Avlanmak
“Buna bir parça çaresizliği ve mecburi tevekkülü de katınca hiçbir vakanın kendini gafil avlayamayacağını kuvvetle hissediyordu.” (EH/11)
Gam Yememek
“...evlâdımın saadeti için bu yaşımda ocak başlarında kavrulmak, değil ateşlerde yansam gam yemem...” (A/110)
Gark Etmek (birini bir şeye)
“…hala gençliğini muhafaza eden süzgün yüzünü buselere gark ediyordu.” (DK/23)
Gayret Etmek (özen göstermek)
“...hatta iddialarının tam tersine bana cahil bir adam olmadığını anlatmaya gayret ederek gösteriş yapıyordu.” (GE/38)
95
Gazaba Uğramak
“Bir gün bunlardan birini "domuz oğlu domuz"diye azarladığı için gazaba uğramış ve 1908 inkılâbına kadar Bağdat'ta sürgün kalmıştı.” (DĞR/46)
Gelip Çatmak (dayanmak)
“…eskilerle karşılaşmak günü gelip çatınca, sözlerine ve bakışlarına hâkim olmak itiyadını ona yeniden kazandıracaklardı.” (EH/19)
Gemi Azıya Almak
“Artık gemi azıya almış olan Kaymakam, bağırarak cevap yerdi…” (DĞR/134) “Bu gidişle yaşı biraz daha büyünce büsbütün gemi azıya alacağı ve….” (YG/20)
“Çünkü onlar adamakıllı gemi azıya almışlar, cüret ve cesareti delilik derecesine getirmişlerdi.” (DK/88)
Gerdan kırmak
“...hayvan da başını, açık, titrek dudakları arasında bir garip iştah gülümsemesiyle iki yana sallayarak ‘gerdan kırar’dı.” (DK/127)
Geri Çevirmek
“Fakat müdire zavallıyı ‘babasının tembihi var, kimse ile görüştüremeyiz!’ diye geri çevirmişti.” (A/46)
Gevezelik Etmek (çene çalmak)
“Mutasarrıf ötekiyle berikiyle konuşurken gevezelik etmişti.” (DĞR/112)
Gezip Tozmak (bir şeyde, gözü olmamak)
“Hâsılı Leyla, istediği gibi gezip tozmakta devam etti.” (YD/137)
Gına Gelmek
“Kız, sus! Gına geldi artık bu İsmail lakırdısından, diye bağırıyor, sinirli küçük hanımlar, ‘İsmail sözünü duyunca gönlümüz bulanıyor’ diye şikâyet ediyorlardı.” (KD/28)
Gırtlağına Sarılmak (birinin)
“Mutlaka o aşağılık herifin gırtlağına sarılacağım…” (DK/205)
Göbek Atmak
“...böyle hayırlı ve haklı bir iş için göbek atarak darağacına çıkarım.” (DĞR/64)
Göğsünü Kabartmak
“…kuvvetli bir tirat söylemiş bir aktör gibi iftihar ile göğsünü kabartıyordu.” (YG/169)
Göğüs Geçirmek
96
“Kaymakam, yine göğüs geçirdi ve gözlerini daldırarak okudu…” (DĞR/103)
“Vagondaki küçük öksüz ara sıra göğüs geçirerek uyuyor; tren sarp bir kayalığın içinde yoluna, devam ediyordu.” (A/44)
Göğüs Vermek
“…bu saatte ne olacağını tahminden aciz bulunduğu bir hayatın sergüzeştlerine göğüs vermek lazım gelecekti.” (EH/220)
Göklere Çıkarmak (birini veya bir şeyi)
“Ömer Beyi göklere çıkarıyor: Sapına kadar kibar adam doğrusu! diyordu.” (DĞR/86) “O, her yerde her vesile ile göklere çıkardığı, yeni yetişme gençlere karşı söz ve yazı ile müdafaa ettiği…” (DĞR/42)
“…iki gün sonra Zühtü Efendi’yi muallimler cemiyetinde yakaladı, makaleyi ve muharriri göklere çıkardı.” (YG/100)
Gönlü Olmak
“Nihayet, gönlü olarak sıçraya sıçraya ortaya atıldı.” (KD/215)
Gönlü Rahat Etmek
“Gönlün rahat etmeyecek.” (A/66)
Gönlü Rahat Olmak
“Haydi, baba gönlün rahat olarak eve dön.” (YD/122)
Gönlü Razı Olmak (dili varmak)
“Lakin gönlüm bir türlü razı olamıyor, o da senin, benim gibi insan…” (KD/83) “…torununu bu sefil, sarhoş babanın yanma bırakmaya gönlü razı olmamış.” (A/37)
Gönlüne Göre
“Bu yaşlı başlı Muhlis Efendi'den daha gölüme göre bir şey olmaz…” (DK/211)
Gönül (gönlünü) Almak
“Ara sıra bir mektupla gönlümüzü alırdın.” (YD/108)
“Hafif hafif omuzlarını okşuyor, gönlünü almaya çalışıyordu.” (YD/25) “Hem kaynanamın gönlünü aldım.” (A/117)
Gönlünü Etmek (yapmak)
97
Gönlünü Kaptırmak
“…tecrübesiz gönlünü, babasının kâtiplerinden İstanbullu bir gence kaptırmıştı.” (DK/24)
Gönül Almak (gönlünü)
“Halil Hilmi Efendi, Belediye Reisinin omuzunu okşayarak gönlünü aldı…” (DĞR/69) “…söyleyerek gönül almasına mukabil o açıkça…” (YG/103)
“Hem pek olmazsa eline biraz yemiş, üç beş şeker sıkıştırıp gönlünü alıvermek güç değil ya…” (KD/49)
Gönül Bağlamak
“Bir insana, bir hayvana, bir fikre gönül bağlamak bir derin ihtiyaçtır Şükran…” (AG/211)
“Yüksek bir insanın zavallı sade bir Kınalı Yapıncak'a gönül bağlaması, hayatını vakfetmesi mümkün müydü?” (DK/330)
Gönül Eğlendirmek
“...hem de belki başka tazeler gibi güzel gençlerle uzaktan uzağa gönül eğlendirir, böylece hayattan da bir dereceye kadar nasibini almış olur.” (KD/146)
“…ondan istenecek bir şeyleri olmadan da, sırf gönül eğlendirmek için, bu tehdidi yapıyorlar, kızı yalvartıp ağlatıyorlardı.” (KD/73)
“Biraz da başını dinlemek, gönlünü eğlendirmek ister.” (A/65)
Gönül Kırmak (yıkmak)
“Kimsenin gönlünü kıramıyor, yüze duramıyordu.” (DK/50)
Gönül Rızası İle
“İnsanın ölümü gönül rızasıyla kabul etmesini aklıma sığdıramıyordum…” (DK/352)
Görünüşe Aldanmak (her gördüğü sakallıyı babası sanmak)
“Ben de etrafınızdaki saf insanlar gibi görünüşe aldanmıştım.” (AG/376)
Gösteriş Yapmak (caka satmak)
“... hatta iddialarının tam tersine bana cahil bir adam olmadığını anlatmaya gayret
ederek gösteriş yapıyordu.” (GE/38) “Bana gösteriş yapmak istedi.” (A/94)
Gözünü (bir şeye) Dikmek
“Bazen muhabbetle onun ellerini öpüyor, bazan şefkatin bu derecesini aklına sığdıramıyormuş gibi, derin bir dikkatle ona gözlerini dikiyordu.” (KD/198)
98
“Aziz Paşa'nın kızıyla bir lâhza göz göze geldim.” (GE/30)
“…ve bütün gayreti bu adamla göz göze gelmemeye ve konuşmak mecburiyetinde kalmamaya…” (EH/199)
“Bir aralık, Yusuf da aynaya bakınca, göz göze geldiler…” (EH/124) “Zevcemle göz göze geldik.” (DK/358)
“...her tarafa bakıyor görünmekle beraber kimse ile göz göze gelmemeye çalışıyordu.” (DĞR/7)
Gözü Dünyayı Görmemek
“Ah gençlik! İhsan saçlarını tozdan muhafaza etmek için başına bir şey sarmıştı. Dünyayı gözleri görmüyordu.” (AG/426)
Gözlerini Fal Taşı Gibi Açmak
“...işleri biraz astın mı gözleri fal taşı gibi açılıyor...” (A/73)
Gözleri Fıldır Fıldır Olmak
“Kaymakamın umulmaz ziyaretinden fena bir netice çıkacağını hissediyor, korkuyor, küçük gözleri fıldır fıldır dönüyordu.” (A/94)
Göz Gözü Görmemek
“Karanlıkta, karda, tipide göz gözü görmeden boğuşmalar…” (AG/42) “Salon sigara dumanı bulutuyla dolmuştu. Göz gözü görmüyordu.” (AG/161) “Tipiden göz gözü görmüyor, yollar karla örtülüyordu.” (D/139)
Göz Kırpmak
“Nihayet, büyük hanım etrafındakilere gizlice göz kırparak sert bir sesle…” (KD/26)
Göz Önüne Getirmek (bir durumu)
“Fakat ben, kara kara yandım. Rezaleti bir gözünün önüne getir.” (DĞR/94) “Evvela büyük kızı Fikret'i gözünün önüne getirdi.” (YD/40)
Göz (gözünün) Ucuyla Bakmak
“Uzun boylu, kara sakallı, zayıf bir adamın, bir zaman gölge gibi peşimizden koştuğunu göz ucuyla gördüm.” (GE/13)
Göz Yummak (bir şeye)
“Büyük işleri yoğuranların arasına karışıldı mı, bunlara çaresiz göz yumulacaktı.” (GE/132)
“Fakat birtakım hatırlı insanlarla akrabalık alâkalan sebebiyle bazı ufak tefek münasebetsizliklerine göz yumuluyordu.” (GE/77)
99
“Göre göre göz yumacaksın bazı işine yarayan adamların böyle hallerine, dedi.” (GE/117)
“Şahin Efendi onların en küçük kabahatlerine bile göz yumuyor…” (YG/103) “Hatice halam beni çok sever, bütün yaramazlıklarıma göz yumardı.” (D/21)
Gözdağı Vermek
“…Dolmacı Hoca'nın çocuklarına müthiş bir gözdağı vererek Emin Dede önünden
dağıttı.” (YG/131)
“Bazen, pek başa çıkılamayacak hale geldikleri zaman ise onlara gözdağı vermek için başka çocukları döverdi.” (KD/44)
“Ona göre nicelerini adam ettim… Yalnız müsaadenizle bir gözdağı vereceğim, dedi.” (KD/59)
Gözden Çıkarmak
“En doğrusu kasabayı birbirine katmaktansa babalığının, baş göz sadakası, daha bir beş on lirayı gözden çıkarması…” (DĞR/26)
Gözden (gözünden) Düşmek
“Gözlerinde yaşlarla ‘İffet beni mahvetti... Kendi evlâdımın bile gözünden düştüm…’ diye tazallumlarda bulundu.” (D/46)
“Gülsüm, hizmetçiye edilen bu itibarın geçici olduğunu, onun ergeç gözden düşeceğini tecrübeleriyle bilir…” (KD/132)
Gözlerine Mil Çekmek (birinin)
“...hükümdarı çarmıha geriyorlar, on bir erkek çocuğunun gözlerine mil çekiyorlardı.” (DK/104)
Gözden Geçirmek
“Genç kadın, kocasının bu icatlarını evcilik oyunu oynamaya hazırlanan bir çocuğun hevesiyle gözden geçirdikten sonra, tekrar yukarı çıktı.” (EH/22)
Gözden Kaybetmek
“Mektepten çıktıktan sonra birbirimizi gözden kaybetmiştik.” (A/155)
Gözden Uzak Tutmak
“...keşke Kaymakam Beyefendi memleketin büyüğü sıfatıyla komisyonun çalışmalarını da pek gözden uzak tutmasalar!” (DĞR/58)
Göze Almak
“...yerine çocukları için her fedakârlığı göze almış bir gayretli aile babası çıktı.” (YD/13)
100
“Fakat hangi baskın planı düşünülebilir ki, yüzde üç beş nispetinde bir tehlike ihtimalini göze alınmış olmasın!” (YD/151)
“Kasabada işlerin bu derece Allah'a kaldığını tasavvur etseydi Mutasarrıf Bey mutlaka büyük bir rahatsızlığı göze alarak…” (DĞR/132)
“O’nun için gözüne aldığı fedakârlıklar da bir ayrı tesellisi idi.” (DK/183)
“…annesinin böyle bir gezintiyi yalvarsalar da göze alamayacağını kendi de gayet iyi biliyordu.” (EH/74)
“Halim Kâmiyab Kalfa'ya çok dokunmuş olacak ki her şeyi göze aldı…” (D/14)
“Sakin bir tebessümle verdiğim bu emir onu çıldırttı, artık her şeyi göze alarak…” (AG/269)
“Sizinle kalacağım… İcap ederse askerlikten istifayı da göze aldım…” (AG/86)
Gözleri Dolmak (dolu dolu olmak)
“Lamia bu vakayı teyzesine anlatırken nefretinden titriyor, gözleri dolu dolu oluyordu.” (DK/174)
Gözleri Parlamak (parıldamak)
“Züleyha'nın çantasında kıymetlice olduğu zannedilen bir hediye tesbih bulunduğunu öğrenince gözleri parladı…” (EH/186)
“Ben senin gözlerinin hiçbir zaman böyle parladığını görmedim.” (DK/344)
Gözleri Yaşarmak
“…bu heybetli insanlar arasında babasını göreceği günlerin de yaklaştığını düşünerek gözleri yaşarıyordu.” (EH/30)
“…artık zabitin yüzüne korkmadan bakıyor, söz söylerken gözleri yaşarıyordu.” (KD/61)
“…hâkimin ilk sualine Lamia diye cevap verdiği zaman ömründe ilk defa gözleri yaşarmıştı.” (DK/234)
“İznimi bir ay daha temdit ettirdiğimi söylediğim gün Şükran’ın gözleri yaşardı.” (AG/72)
“Vapurda son defa kucaklaşırken gayriihtiyarî gözlerimiz yaşarmıştı.” (AG/28)
“Yarabbim, ya Resulallah! Sen onları ayırma. Büyük hanım ve akrabaları aralarına girmezler inşallah, diye gözleri yaşararak dualar ederdi.” (KD/148)
Gözlerine İnanamamak
“Gözlerine inanamayarak çehresine, kıyafetine bakıyordum.” (AG/79) “Telgrafı elimde evirip çeviriyor, gözlerime inanamıyordum.” (D/172)
101
Gözünü (gözlerini) Kapamak
“...bekâr çamaşırı yıkamakla yaşayan anası da birkaç yıl sonra gözlerini kapayınca Naciye, büsbütün sokakta kalmış...” (DĞR/25)
Gözü Açık Olmak
“Ey herkes biz değil. Dünyada gözü açıklar çok…” (KD/193)
“Fakat yolcular içinde bizden çok daha fazla gözü açıklar varmış.” (AG/78)
Gözü Arkada Kalmak
“Bin türlü cefa ve mihnet içinde sönüp gitti. Gözleri arkada kaldı.” (A/58)
Gözü Doymamak
“Şu var, ki bu bolluk, kızın gözünü bir türlü doyuramıyordu.” (KD/124)
Gözü Dönmek (gözleri) Kararmak
“Delinin gözleri büsbütün döndü…” (DĞR/63) Gözü Gönlü Açılmak
“Burada hem birkaç sene gözün gönlün açılır…” (DK/51)
Gözü Görmemek
“İstemem artık gözüm görmesin, soğudum, iğrendim.” (KD/58)
“Selim, kızdığı zaman dünyayı gözü görmeyen huysuz, sinirli bir çocuktu.” (KD/35)
Gözü Isırmak (birini)
“ Sonra, yine aynı oyunu oynamalarından korkarak Cemile'nin arkasında duran genç bir adamı gözü ısırdığını…” (GE/63)
“Sizi gözüm ısırıyor gibi…” (DK/49)
Gözü İlişmek
“Fakat gözü masanın üstünde duran paralara ilişince tekrar yalan söylemeye başladı.” (A/23)
“Fakat Valinin gözü, sokağın kenarındaki çukurlardan birine ilişmişti.” (DĞR/125)
Gözü (gözleri) Kamaşmak
“…müdiri umumiye yaldızlı diplomamı göstersem gözü kamaşacak, ‘buyursunlar efendim’ diye derhal baş köşede bana yer gösterecek.” (A/59)
Gözü (gözleri) Kararmak
“Kaymakamın onların odaya girdiklerini görünce, gözleri kararmıştı.” (DĞR/47) “…kalbi garip ir heyecan ile çarparak gözleri kararıyordu.” (EH/220)
102
Gözü Korkmak
“Zehra'nın daha o vakit erkeklerden gözü korkmuştu.” (A/39)
Gözü Olmamak (bir şeyde)
“…artık idare ve politika işlerinde gözü olmadığı hakkındaki müdafaaları acemice idi.” (EH/81)
“Mamafih cesaretimi, ümidimi kaybetmiyordum. Parada büyüklükte gözüm yoktu.” (D/47)
“Mamafih müezzinlikte de gözüm yok değil…” (AG/40)
Gözü Uyku Tutmamak
“…çok sevindiği zamanlarda da gözü uyku tutmayan büyük hanım başta olduğu halde kimsede daha uyku alameti yoktu.” (KD/22)
Gözünü Üstünden Ayırmamak
“Bütün halkın gözü senin üstünde.” (DK/222)
Gözü Yok (bir şeyde, olmamak)
“Debdebede, saltanatta, süste gözü yoktu.” (DK/26)
“Evet, Gülsümde adam olacak bir insan gözü yoktu.” (KD/117)
Gözünde Tütmek
“Annem, kardeşim gözümde tütüyor.” (YD/138)
Gözüne Batmak
“Ben bu kimsesi çocuğu hiç anlamaya çalışmamıştım. En masum kusurları, hafiflikleri gözüme batmıştı.” (AG/229)
Gözüne Çarpmak
“Daha sonra Durmuş, onun gözüne çarpmayan bazı viran evler için bu işi kendiliğinden de yaptı.” (DĞR/55)
“... Nida-yı Hak'ta gözüne çarpan bu havadis, birdenbire kanını beynine çıkarmış…” (DĞR/39)
Gözüne Girmek (birinin)
“Ahalinin gözüne girmek için türlü türlü nümayişer yapıyor…” (YG/130)
Gözüne İlişmek (bir şey)
“...salondaki Acem halısı, onun ortasındaki kübik masa, biraz evvel güvertede gözüne ilişen hasır koltuk takımı ve radyo da onlardandı.” (EH/22)
“…programımın bir başka maddesi gözüme ilişmişti.” (A/91)
103
“Kapının yanında sefil kıyafetli iki çocuk gözüme ilişti.” (AG/143)
Gözüne Kestirmek
“Gözüne kestirdiği kimseleri birer birer arayıp buluyor ve her akşam ortalık kararınca Kaymakama rapor vermeye geliyordu.” (DĞR/84)
“Nihayet abani sarıklı, kır sakallı bir ihtiyar tellâlı gözüme kestirdim.” (D/109)
“Ortaya çık, ben bu komiserin bakışını beğenmedim... O aşifte karıyı gözüne kestirdi.” (KD/139)
Gözüne Sokmak
“... fakat, bir yandan da, her ihtimale karşı, Aziz Paşa'nın gözüne sokmaya uğraşmaktan geri durmamıştı.” (GE/93)
“Hâsılı bütün bu tehlikelere karşı Bülent'i ne yapıp yapıp kızın gözüne sokmaktan başka çare yoktu.” (KD/72)
Gözüne Uyku Girmemek
“Geceleri bir türlü gözüne uyku girmiyor, yatağında bir yandan bir yana dönüyordu.” (KD/196)
“Evet bir haftadan beri ailemin gözüne uyku girmiyor.” (A/120) “O gece sevincimden gözüme uyku girmedi.” (D/25)
Gözünü (gözlerini) Açmak
“Gözünü iyi aç, diye tembihler verirdi.” (YD/56)
“Kaymakam, gözlerini açtığı zaman kendini Hükümet konağının arka bahçesinde portatif bir asker karyolasında yatıyor gördü.” (DĞR/8)
“Pekâlâ, yaptım, gözünü açaydın da sıkı tutaydın…” (YD/132) “Gözünüzü açın. Biz İstanbul kızıyız.” (EH/59)
“Memleketin artık gözünü açtığını…” (YG/107)
“Eğer gözünü açmaz, bu kör dövüşüne bir nihayet vermezsen muhakkak okkanın altına gidersin…” (KD/23)
“Fakat, onlar, çamaşırını bırakarak koşup gelen alık hizmetçiye meram anlatncaya kadar kadın da gözlerini açtı.” (KD/178)
“Gençsin oğlum ama gözünü açarsan çabuk öğrenirsin.” (D/104)
“Jülide fena bir muhitte büyüdü… Sefahate benzeyen eğlencelerin içinde gözünü açtı…” (AG/209)
“Namık gözlerini açıyor bu saadete bir türlü inanamıyordu…” (DK/337) “Ona göre ayağını denk al... Gözünü aç…” (A/84)
104
Gözünü Alamamak
“Nasıl oluyor da, gözünü o çöplükten alamıyor, o hep Yorganlı kılığında erkekler, ondan besbeter kadınlarla dolu köye, o toprak kulübelere, tezek kokusuna hasret çekiyor…” (KD/71)
Gözünü (gözlerini) Kan Bürümek
“Ben zaten çok vahşi tabiatlı adamım... Gözümü kan bürümüştü.” (A/136)
Gözünü Daldan Budaktan (çöpten) Esirgememek (sakınmamak)
“...bakıyorsunuz; ürkütücü bir macera adamı, gözünü daldan, budaktan sakınmayan bir çeteci ve komiteci…” (GE/111)
Gözünü Üstünden Ayırmamak
“Gülsüm, tavuk yumurtası üstünde kuluçka yatırılmış bir alık hindi gibi çocuğu benimsiyor, bir dakika gözünü üstünden ayırmıyordu.” (KD/128)
Gözünü Yıldırmak
“Zannederim ki, annenim ölümü senin gözünü yıldırdı…” (EH/93)
Gözünün (gözlerinin) İçine Bakmak
“Hâsılı hepimiz Meveddetin gözünün içine bakıyoruz.” (A/117)
“Yabanın yangın yerlerinde yatan aç, çıplak çocukların yanağından kan damlıyor, üstlerine titrenilen, gözlerinin içine bakılan kibar çocukları; hiç sebepsiz sararıp soluyorlardı.” (KD/126)
Gözünün Önüne Gelmek
“Fakat o anda gözünün önüne annesi, genç yaşta bin cevr ü cefa içinde ölen annesi geldi.” (A/103)
“... Bozburun sırtlarına bakarken, tekrar benim kendi küskünlüğüm gözümün önüne geliyor.” (GE/134)
Gözünün Önü
“…bu yaramazlığın cezasını çekmekten korkuyor gibi görünen suçlu tavrıyla gözümün önüne geldi.” (AG/157)
“Evlâdımı gözümün önünden ayırmak istemiyordum.” (D/155) “Hele bu manzarayı, bu zevki bir gözünün önüne getir.” (AG/40) “Şimdi bunları gözünün önüne al da öyle dinle…” (DK/38) “Şimdi ‘Sör’ kıyafeti ile gözümün önüne geliverdin…” (AG/56)
Gözünün Önünden Geçmek
105
Gurbete Çıkmak
“Suriye'de bir kaza kaymakamlığı alarak gurbete çıkmasına sebep olmuştu.” (YD/11) “Fakat İstanbul'da hemen hemen kimsesiz kaldığı için, çaresiz onlarla beraber gurbete çıkmaya razı olmuştu.” (KD/211)
Gurur Vermek (hava basmak)
“Bu kadar zarif ve güzel bir genç kızın babası olmak bana garip bir gurur ve saadet veriyordu.” (AG/288)
“Sırf kendi gayreti, kendi doğruluğu sayesinde kazandığı bu muvaffakıyet, ona sonsuz bir gurur veriyordu.” (A/49)
Gururunu Okşamak
“Bu söz Züleyha'nın gururunu okşamıştı.” (EH/124)
“Çünkü arasıra mektebe uğrayan çocuk babaları Tahir Ağayı (bevvap) sanıyorlar ve böyle kelli felli bir kapıcıya malik görünmek, hocanın da gururunu okşuyordu.” (KD/41)
Gücüne Gitmek (bir şey birinin)
“Böyle olduğu halde bu tekdir Ali Rıza Bey'in pek gücüne gitmiş…” (YD/108)
“…bir zaman kendisinin olmuş bir insanı başkasının kucağında yatıyor düşünmek belki biraz gücüne gider…” (EH/164)
Güç Gelme
“Lamia Hanım'ı İskenderun'a göndermek belki size güç gelir.” (DK/164)
Güçlük Çekmek
“Kalanlar da onu tanımakta adeta güçlük çektiler.” (YD/76)
“…bende görmeye alıştıkları biraz mahzun vakar ve sükûneti muhafaza için adeta güçlük çekiyordum.” (AG/255)
“Ara sıra aklıma geldikçe yüzünü gözlerimin önüne getirmek için güçlük çekiyordum.” (AG/103)
Gülmekten Kırılmak (katılmak, yarılmak)
“Jülide gülmekten katılıyor, kahkahaları etrafımızı saran sessiz kayalıklarda billur akisleriyle titriyordu.” (AG/262)
Gün Gibi
“Hâlbuki bu su işinde kanuna hiç ehemmiyet vermemiş, olduğum gün gibi aşikârdı.” (A/91)
106
Gün Görmüş
“Peki, siz kızmayınız… Evet, siz ki yaşlı başlı, gün görmüş bir eniştesiniz…” (AG/297) “Siz gün görmüş, büyük mevkiler işgal etmiş bir adamdınız…” (YD/155)
Günah İşlemek
“Senin ne suçun var Jülide, diyordum, ne ablana ne enişten karşı hiçbir günah işlemedin.” (AG/379)
Günaha Girmek
“Dünyada ne vicdansız analar var. Maahaza kimsenin günahına girmemeli.” (D/136) “Beyhude onun günahına girmeyiniz…” (DK/204)
Günaha Sokmak
“Onu sen karakolda anlat! Haydi diyorum günaha sokma, dedi.” (D/157)
Günahı (günahı vebali) Boynuna
“Bu sözlerde bir yalan varsa günahı söyleyenlerin boynunaydı.” (YD/142)
Günahına Girmek (birinin)
“Ben doktorların günahına girmiştim.” (YG/139)
“Birdenbire günahına girmeyelim. Belki dediği gibi çocuk almıştır... dedi.” (KD/136) “Kimsenin içyüzü bilinmez amma biz, galiba Murat'ın boş yere günahına girdik.” (KD/177)
Günden Güne (geri gitmek)
“Kalem kavgaları günden güne şiddetleniyor…” (DĞR/88)
“Çocuğun günden güne süzüldüğü ve eridiği görülüyordu.” (YD/80) “Gülsüm'ün şefaatçileri günden güne çoğalıyordu.” (KD/72)
“Günden güne borçlarım arttı. Bütün gün iş başında yoruluyordum.” (A/132)
Gününü Görmek
“Haydi, ben öyle terbiyesizlik istemem... Şimdi, Gülsüm'ün yanma gelirsem görür gününü, dedi.” (KD/112)
“Hele ben, hanımefendiye iki çift lakırdı söyleyeyim… Sen görürsün gününü…” (KD/73)