• Sonuç bulunamadı

3.3 Avrupa Birliği Üye Ülkelerinde Harcamalar Yönünden Eğitim Finansmanı

4.1.9. Eğitimde Finansman Yapılanması

4.1.9.1. GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla), Harcamalar, Yatırımlar ve

Bir ekonomide yerleşik olan üretici birimlerin belli bir dönemde yurtiçi faaliyetleri sonucu yaratmış oldukları tüm mal ve hizmetlerin üretim değerleri toplamından bu mal ve hizmetlerin üretimde kullanılan girdiler toplamının düşülmesi sonucu, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla değerine, dış alım net faktör gelirleri değerinin eklenmesiyle Gayri Safi Milli Hasıla değerine ulaşılır (MEB, 2009: XV).

Aşağıda Türkiye ile OECD ülkelerinin bir bölümünün yer aldığı veriler sunularak karşılaştırmalar yoluyla eğitimin finansmanı konusunda dünyadaki durum ortaya konmaya çalışılacaktır.

OECD ülkelerinde eğitim harcamaları GSYİH’nin ortalama %5.9’u olup, %3.3 (Türkiye) ile %8 (İzlanda) arasında değişmektedir. Tipik bir OECD ülkesinde eğitim alanında öğrenci başına yapılan harcama ilköğretim düzeyinde yılda 5450 Dolar, ortaöğretimde 6962 Dolar, yükseköğretimde 11254 Dolardır. OECD ülkeleri teorik ilköğretim ve ortaöğretim süresi boyunca öğrenci başına ortalama 77204 Dolar harcamaktadır. Toplam rakamlar Meksika, Polonya, Slovak Cumhuriyeti, Türkiye, Brezilya, Şili ve Rusya Federasyonu’nda 40000 Doların altında iken, Avusturya, Danimarka, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Norveç, İsviçre ve ABD’de 100000 Dolar ve üzerindedir. Yükseköğretim kademesinde ise, derslerin çeşitliliği karşılaştırmaları çok daha zorlaştırmaktadır. Örneğin, Japonya’da bir yükseköğrenim öğrencisi için yapılan yıllık harcama yaklaşık olarak Almanya ile aynıdır (Japonya’da 11556 Dolar, Almanya’da 11594 Dolar). Fakat yükseköğrenimde ortalama öğrenim süresi Almanya’da 5.4 yıl iken Japonya’da 4.1 yıl olup, dolayısıyla bir yükseköğretim kademe öğrencisi için yapılan kümülatif harcama Japonya’da yalnızca 47031 Dolar iken, Almanya’da 62187 Dolardır.

Daha düşük birim harcama miktarı, mutlaka daha düşük başarı oranı demek değildir. Örneğin, Kore ve Hollanda’nın ilköğretim ve ortaöğretim harcamaları OECD ortalamasının altındadır, ancak gerek Kore, gerekse Hollanda PISA 2003 araştırmasında en iyi performansa sahip ülkeler arasına girmiştir.

İlköğretim, ortaöğretim ve ortaöğretim sonrası yükseköğretim kademesi dışı eğitimde öğrenci başına yapılan harcama miktarı 1995 ile 2003 yılları arasında bütün

ülkelerde artmıştır. Elde veri bulunan 26 OECD üyesi ve ortak üye ülkeden 16’sında bu artış %20’yi aşmakta olup; Avustralya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, Meksika, Hollanda, Polonya, Portekiz, Slovak Cumhuriyeti, Türkiye ve Şili’de ise %30 ve üzerindedir. Aynı dönemde ilköğretim, ortaöğretim ve ortaöğretim sonrası ve yükseköğretim kademesi dışı eğitimde öğrenci başına yapılan harcama miktarındaki artışın %10 ve altında olduğu ülkeler sadece Almanya, İtalya, İsviçre ve İsrail’dir. Öğrenci sayısındaki düşüş bu değişikliklerin temel nedeni olarak görülmemektedir.

Yükseköğretim kademesinde ise durum farklıdır. Elde veri bulunan 27 OECD üyesi ve ortak ülkeden 7’sinde (Avustralya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Portekiz, Slovak Cumhuriyeti, Brezilya ve İsrail) yükseköğretim kademesinde öğrenci başına yapılan harcama 1995-2003 döneminde azalmış olup, bunun temel nedeni öğrenci sayısındaki %30’dan fazla artıştır. Öte yandan, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, Meksika ve Şili’de öğrenci sayısında sırasıyla %93, %70, %34, %48 ve %68 oranında artış olmasına rağmen öğrenci başına yapılan harcama önemli oranda artmıştır. 27 OECD üyesi ve ortak ülke arasında yükseköğretim kademesi öğrenci sayısının %10’dan az arttığı ülkeler yalnızca Avusturya, Kanada, Danimarka, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye olmuştur (OECD, 2006: 3-4).

Talebin kaliteyi en azından aynı seviyede devam ettirerek karşılanmasının, mevcut harcama düzeylerinin korunması ya da arttırılması ve eğitim harcamalarının verimliliğinin iyileştirilmesi yönünde baskılar yaratması kaçınılmazdır. Nitekim son yıllarda hem mutlak olarak hem de kamu bütçeleri içindeki pay bakımından harcama düzeylerinde dikkate değer artışlar görülmüştür. Geçen on yıl içerisinde tüm eğitim kademelerindeki eğitim kurumlarına ayrılan mali kaynakların toplam tutarı bütün ülkelerde artarken, yalnızca 2000 ile 2005 yılları arasındaki artış ortalama %19’dur. 2005 yılına gelindiğinde, OECD ülkeleri tüm eğitim kademeleri için toplam GSYİH’nın %6.1’ini harcamakta olup, bunun %86’sı kamu kaynaklarından sağlanmakta ve 28 OECD ülkesinden 7’si dışındaki tümünün harcama oranı en az %5 idi. Devletlerin bu alandaki çabalarının gözle görülür bir başka göstergesi ise, eğitime yapılan kamu harcamalarının tüm kamu harcamaları içindeki payının 1995

ve İsviçre dışındaki tüm ülkelerde en az diğer sektörlerle aynı hızda artmıştır. (OECD, 2008: 3).

Eğitim alanındaki kamu harcamalarının artmasına paralel olarak, (özellikle yükseköğretim kademesinde olmak üzere) öğrenci sayılarındaki hızlı artışa ayak uydurmak ve eğitim kurumlarına sağlanan kaynakları arttırmak için yeni finansman kaynakları da aranmaya başlanmıştır. Tüm eğitim kademeleri birlikte ele alındığında, eğitim harcamalarının %86’sı hâlâ kamu kaynaklarından olmakla beraber, inceleme konusu ülkelerin yaklaşık dörtte üçünde 1995 ile 2005 yılları arasında özel harcamalar kamu harcamalarından daha hızlı artmıştır. Bazılarında yükseköğretim kurumlarındaki özel finansman oranının seviyesi yükseköğretimin esas olarak devletin sorumluluğu altında olduğu görüşüne meydan okumaya yetecek yükseklikte. Gerçekte, en azından yükseköğretim kademesi için, bu görüş giderek yerini eğitimin getirilerinin özel ve kamu arasında paylaşılmasından hareketle bu hizmetin sağlanmasında söz konusu maliyetlerin ve sorumlulukların da bunlardan doğrudan yararlananlar ile genel olarak toplum (yani, devletin yanı sıra özel olarak hane halkı ve işletmeler) tarafından paylaşılması gerektiği yolunda bir algıya bırakmaktadır. (OECD, 2008, 3).

Yükseköğretim kademesinde ortaya çıkan finansman şekilleri ilk ve orta öğretimdekilerden farklılık göstermektedir. Her şeyden önce, yükseköğretim kademesinde özel fonlar ilköğretim ve ortaöğretim kademelerine göre çok daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Söz konusu kademede özel finansman toplam harcamaların ortalama %27’sini oluşturup, Avustralya, Japonya, ABD ve ortak ülkelerden İsrail’de %50 seviyesini aşıyor, Kore ile ortak ülkelerden Şili’de ise %75’in üzerine çıkmıştır. Bir yandan özel ve kamu finansmanı arasındaki denge, öte yandan ülkelerin yükseköğretim kurumları için çeşitli şekillerde kamu sübvansiyonları sağlama yeteneği, yükseköğretimin finansmanına ilişkin yaklaşımlardaki büyük farklılıkları açıklayabilecek başlıca iki etmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazı ülkeler yeni özel kaynaklar bulmuş, bazıları ise kamu finansmanını arttırmış iken bunların ikisini de yapmayan ülkeler büyüme ile kalitenin bir arada gerçekleştirilmesinde gitgide zorlanmaktadırlar (OECD, 2008: 5).

Şimdiye dek İskandinav ülkeleri gerek bireylere gerekse toplumlara yüksek getiriler sağlayan bir yatırım olarak büyümeyi, hem kurumlara, hem de öğrencilere

ve hane halkına yardım dahil, büyük çaplı kamu harcamaları yaparak gerçekleştirilmiştir. Avustralya, Kanada, Japonya, Kore, Yeni Zelanda, Britanya ve ABD gibi ülkeler ise yükseköğretime katılımı mali yükün bir kısmını öğrencilere ve ailelere aktararak arttırmışlardır. Bu ülkelerin birçoğunda okul ücretleri kurumlar tarafından belirlenmekte (çoğunlukla bir tavan rakamla) ve öğrencilerin işgücü pazarında geleceğe yönelik beklentilerine ve mezun olunca almaları beklenen maaş seviyelerine göre değişebilmektedir. Bunlar çoğunlukla dar gelirli ailelerden gelen öğrencilere krediler ve/ya burslar şeklinde mali destek verilmesiyle ve de tüm öğrencilere avantajlı koşullarda krediler sunulmasıyla birlikte uygulanmaktadır. Örneğin, Avustralya ve Yeni Zelanda, okul ücretleri için gelire bağlı kredi sistemlerini tüm öğrencilere destek olarak sunup, geçim masrafları için mali duruma bağlı gelir desteği ile birlikte, alt sosyo-ekonomik gruplardan öğrencileri hedefleyen ve genel eğitim ve barınma masraflarının karşılanmasına yardımcı olmak için burslar vermektedir. Bu uygulamanın dezavantajlı sosyo-ekonomik kesimlerden öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına girme olanaklarının kısıntıya uğramamasını sağladığı görülmüştür (OECD, 2008: 5).

Bunun tersine, birçok Avrupa ülkesi üniversitelerde öğrenci başına eskiden düşen kamu harcaması seviyesini korumak için bu harcamaları gereken ölçüde arttırmamasına karşın, üniversitelerin okul ücreti almalarına izin vermemektedir. Sonuç olarak, söz konusu ülkelerdeki kurumların bütçesel anlamdaki sıkıntıları artmaktadır ve bu durum sonunda sunulan programların kalitesini tehlikeye sokabilir. Avrupa ülkelerinin çoğunda yükseköğretim kademesinde öğrenci başına düşen ortalama harcamanın günümüzde ABD’nin yaptığı harcamanın yarısının oldukça altında bir seviyede olması çok çarpıcı bir karşılaştırmadır. Kamu yatırımlarının arttırılması ile özel finansman oranının arttırılması arasındaki tercihler zor olmakla birlikte, daha fazla ve daha kaliteli yükseköğretime olan talebin artması karşısında ikisini de yapmamanın artık bir seçenek olmadığı görülüyor (OECD, 2008: 6).

Eğitim sistemlerini daha ileriye taşırken, ülkelerin eğitime yeterli finansman sağlanması konusunda çok yönlü bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir. Kamu harcamalarından ayrılan paylarda eğitime öncelik verilmesini ele almanın yanı sıra,

kaynakların nasıl daha verimli kullanılabileceğini de ele almaları gerekli olabilir. Burada sorun bunu hakkaniyet ilkesini sekteye uğratmayacak şekillerde gerçekleştirmektir. Göstergeler, birçok ülkede babaları yükseköğretimi tamamlamış olan öğrencilerin yükseköğretime devam etme olasılığının çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu durum, kuşaklar arasında eğitim seviyeleri bakımından ilerlemeyi teşvik edici uygulamalara gerek olduğuna işaret etmektedir. Yükseköğretime devam edilmesinde hakkaniyeti sağlamanın bir yolu, kamu sübvansiyonlarının güçlendirilmesi ve öğrenci kredileri ile burslar şeklindeki mali yardımlar arasında iyi bir denge sağlanması olabilir. Bazı incelemeler bursların dezavantajlı sosyo- ekonomik gruplardan öğrencilerin öğrenime devam için teşvik edilmesinde kredilerden daha verimli olabileceğini, kredilerin ise diğer sosyo-ekonomik gruplarda daha etkili olabileceğini göstermektedir. (OECD, 2008: 6).

Yukarıdaki göstergelerden de anlaşılacağı üzere eğitim finansmanında talep artışını karşılamak için finansman kaynaklarını çeşitlendirirken özelin payının artırılmasının teşviki ve bunları yaparken de kalitenin korunması ya da artırılması çabasının önemi üzerinde durulmaktadır. Ayrıca gelişen teknoloji ve kaliteyi artırma çabalarının sonucu olarak maliyetlerin kısılması pek fazla mümkün olmamakta aksine artışlar dikkati çekmektedir.

Ülkemizdeki eğitim finansmanı ilk ve ortaöğretim düzeyinde merkezden okullara doğru bir bütçeleme anlayışını öngörmektedir. Giderlerin minimize edilebilmesi için bu uygulamada yeni bir anlayış benimsemek faydalı olacaktır. Okulların bütçelerini kısa, orta ve uzun vadeli şekilde hazırlayarak merkeze bildirmeleri ve merkezden ödeneklerin de bu doğrultuda verilmesi okulların harcamalarını ve hesaplarını kendilerinin tutmasının ve böylece kaynakların planlı ve etkin kullanılması sağlanmış olacaktır. Bu doğrultuda her okulun bütçe ve finans alanında birim kurması ve bu birimde okul personelinin yanında okul-aile birliği üyelerinden de faydalanılması yerinde olacaktır.