• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: DİJİTAL OYUN ENDÜSTRİSİ ve YARATICI EMEK

2.3. Yaratıcı Emek ve Çalışma

2.3.3. Girişimcilik ve İnovasyon

Teknoloji ve bilimsel buluşların yükselişiyle, yaratıcılık gibi, girişimcilik ve inovasyon (yenilik) da kapitalizmde ve toplumda güncel kâr elde etme teknikleri olarak (Artun, 2014: 21) önemli hale gelmiştir. Manuel Castells (2008: 6- 7); 1970’lerde başlayan neoliberal politikalar ve yeni iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle beraber, 1960’ların

özgürlük kültürünü, bireysel yaratıcılık ve girişimcilik ile ilişkilendirmektedir. Ancak Silikon Vadisinin hala muhafazakâr oyların kalesi olduğunu hatırlatarak siyaset açısından aynı şeyi söyleyemeyeceğimizi de ekler. Bu anlamda söz konusu teknolojik, kültürel yenilikçi tavrın politika üstü bir tutum olduğunu, kişiselleştirilmiş aygıtlara, etkileşimsel iletişime, ağlar oluşturmaya, hız kesmeden yeni teknolojik atılımların peşinden koşmaya yapılan vurgunun, şirketler dünyasının ihtiyatlı duruşuyla tutarlı olmadığını söyler.

Yaratıcı endüstrilerde girişimciler anahtar bir rol oynamaktadırlar. Aktör olarak girişimci ya da süreç olarak girişimcilik, piyasadaki mevcut değer arayışına ilişkin belirsizlik bağlamında yeni bir değer yaratma ve gerçekleştirme eylemi olarak tanımlanabilir. Bu anlamda girişimci, mevcut değer yapılarındaki çelişkileri (fırsatları) açığa çıkararak veya yeni değer yapıları (yenilik/inovasyon) önererek yeni değer kaynakları keşfetmeye çalışır.

Girişimcinin teşviki, yaratılan değerin bir kısmını talep etmektir (Hartley, Potts, Cunningham, Keen & Banks, 2013: 92).

Kapitalizmin odağında yer alan yeni enformasyon teknolojilerinin hızlı yükselişinde, Castells’in yerinde deyişiyle “garajına kapanmış yenilikçi girişimci” değil, devlet politikalarının rolü belirleyici olmuştur. Ancak bu yenilikçi girişimciler olmasaydı, enformasyon teknolojilerinin, insan etkinliğinin bütün alanlarına yayılan merkezsizleşmiş, esnek teknolojik aygıtlar geliştirme yönünde evrilmesi de mümkün olamazdı (Castells, 2008: 88). Bill Gates, Mark Zuckerberg gibi yenilikçi, yaratıcı girişimcilerin hayat hikâyeleri ve söylemleri, kapitalizmin ihtiyacı olan insan sermayesini de yeniden üretmeye yarar. Bireylerin bizzat kendileri, yaratıcı düşünme yetenekleri ve girişimleri; başarı ve kazançlarının kaynağı olarak örülmüştür. Bu da güvencesiz, eşitsiz ve bireyselleşmeyi teşvik eden kapitalizmin şekillendirmeye çalıştığı, girişim toplumu haline gelen bir topluma uyacak, kendi kendisinin girişimcisi haline gelmiş yeni bir öznelliğe işaret eder (Lazzarato, 2014: 103). Böylece girişimcilik kültürü aynı zamanda

yetenek ve yaratıcılık ekseninde herkesin eşit fırsatlara sahip olduğu izlenimi yaratır (Bknz: Leadbeater & Oakley, 1999).

Aynı zamanda ekonomik, sosyo-kültürel ve politik düzende ilerlemeyi yönlendiren bir insan davranışı olarak da tanımlanan, hem yaratıcı hem de yıkıcı bir evrimsel süreç olan girişimcilik, yaratıcı endüstrilerde anahtar bir rol oynamaktadır (Hartley vd. 2013: 92).

Bunun iki sebebi sıralanabilir. Bunlardan ilki, sanatçı ve girişimci arasındaki ilginç temel benzerlikten kaynaklanır. Hem sanatçı hem de girişimci, değer yaratma konusundaki temel belirsizlik karşısında yenilik yaratmaya girişmektedir. Her ikisi de sırasıyla kültürel ve ekonomik sistemlerde değişimi sağlayan ajanlardır; farklı başarı ve başarısızlık ihtimaline maruz kalmaktadır ve bu nedenle her ikisi de sıklıkla yüksek oranda öz-motivasyon ve risk toleransını gerektirir. Sanatçılar ve girişimciler sıklıkla bir fırsat, değer veya nitelik kaynağı görerek yola çıkarlar ya da başkalarının göremediği bağlantılar kurarlar. Her ikisi de genellikle karmaşık arzularla (maddi getiri kadar tanınma, statü, kendini gerçekleştirme, yaşam tarzı ile) motive olur. Ayrıca, sanatçıların ve girişimcilerin kişilik özelliklerinde ve sosyo-demografik profillerinde de benzeşme görülür. Her ikisi de genellikle içe dönük, oldukça bağımsız, ortalama zekâ ve hayal gücünün üstünde, belirsizliğe karşı yüksek tolerans gösterebilen, risk sever ve sıra dışı biçimde inatçı bir profil sergilerler (Hartley vd. 2013: 92).

Girişimciliğin yaratıcı endüstrilerdeki kilit rolünün ikinci sebebi ise, yaratıcı endüstrilerin sınai yapısının, büyük ölçüde küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşan çok sayıda mikro işletmeye (0-2 çalışan) sahip olma eğiliminde olmalarından kaynaklanır (Leadbeater &

Oakley, 1999). Küçük işletmeler, ölçek ve kapsam avantajları konusunda daha az rekabet gücüne sahip olduklarından, girişimcilik çabalarına büyük işletmelerden çok daha fazla bağımlı olma eğilimindedir. Bu yüzden yaratıcı endüstrilerde inovasyon sürecinin kilit bir faktörü olan girişimciliğin niteliği, sektörün canlılığı ve dinamiği için önemlidir. Bu

aynı zamanda inovasyon politikalarının yaratıcı endüstriler açısından önemini de vurgular (Hartley vd. 2013: 92- 93).

Kapitalizmin rekabetçi piyasa şartları içerisinde hayatta kalabilmenin yolu, inovasyon ve girişimcilikten geçmektedir. En fazla rekabet gücü potansiyeli kazandıransa, bir ürünü farklılaştırma yetisidir (Castells, 2008: 491). İnovasyon da bu farklılaşma noktasında önem taşır. Cumhur Boratav (2015),13 inovasyon ve yaratıcılığın birbiri ile ilgili olmadığını söyler. Çünkü inovasyonda işleyen yaratıcı düşünme, yaratıcılık ile aynı anlama gelmez. Yaratıcı düşünme, ölçülebilirdir ve nispeten daha stabil sistemlerin değiştirilebilmesiyle, yaşama geçirilebilmesiyle ilgilidir. Boratav, aradaki farkı şöyle açıklamaktadır; yaratıcılık,14 bilgi havuzundan, birbiriyle ilgisiz görünenler arasında ilgi oluşturarak (ilişkisellik kurarak) yeni bir şey ortaya koymayı ifade eder. Diğer yandan, yaratıcı düşünmenin bir kolu olan yaratıcı keşif ise, bilgi havuzundan ilgili olanları seçip (benzerlikleri görerek ilişkilendirip), sentezleyerek, kimsenin farketmediği bir sonuca varma anlamı taşır. Bu açıdan Boratav, inovasyon için gerekli olanın yaratıcılık değil, çözümsel ve yaratıcı keşif olduğunu vurgulamaktadır.

Dolayısıyla inovasyonun yaratıcılık, buluş veya yeni bir fikrin ortaya atılmasıyla aynı anlama gelmediğini söyleyebiliriz. Bunun yerine inovasyon, yeni fikirlerin ekonomik düzende ortaya çıkması, benimsenmesi ve uyumlanması yoluyla gerçekleşen ekonomik bir değişim süreci olarak kavranabilir. Bu açıdan önemli olan, yeni fikrin ekonomik düzene uyumlanabilmesidir (Hartley vd. 2013: 112). Yaratıcı endüstrilerin, inovasyon politikalarını merkeze almalarının sebebi, endüstrinin kendisinin yenilik ve eğlence

13 Cumhur Boratav’ın 4 Nisan 2015 tarihli Bilgi İşlem Merkezi Yöneticileri Semineri (BİMYS’22)’nde gerçekleştirdiği “Yaratıcı Düşünce, Yaratıcı Zekâ” başlıklı konuşmasından alınmıştır. Erişim için:

https://www.youtube.com/watch?v=GW-zAQ3UwQE

14 Psikiyartrist ve Psikoterapist Cumhur Boratav, yaratıcılığı, bir yetenek ve hayatta kalmayı sağlayan bir savunma mekanizması, yeni fikirler ortaya koymak için zihnin kendini serbest bırakması olarak tanımlamaktadır. Bu açıdan, oyun, keşif, merak ve heves ile; öznel ve ölçülmesi mümkün olmayan yaratıcılık, aynı şey değil. Boratav aynı zamanda “yaratıcı zekâ” diye bir kavram olmadığının, yaratıcılık, yaratıcı düşünme ve inovasyon arasındaki farkın altını çizmektedir.

yaratma işiyle uğraşmasının yanı sıra, mevcut yüksek rekabetten ve inovasyonun bu anlamda etkili bir rekabet stratejisi olmasından kaynaklanır (Hartley vd. 2013: 113).

Yaratıcı endüstriler ve inovasyon arasındaki bağın bir diğer kaynağı ise, yaratıcı endüstrilerin toplumsal iletişim ve anlam üretimindeki rolünden gelmektedir. Yaratıcı endüstriler, tüketici ya da talep tarafında tercihlerin şekillenmesinde, yeni fikir ve teknolojilerin benimsenmesinde ve uyumlanmasında inovasyon sistemine katkı sağlar (Hartley vd. 2013: 113).

Kısaca, piyasa şartlarında, inovatif olarak ifade edilebilecek özgün ya da farklılaşmış ve ekonomiye uyumlanabilen ürünlerin önemli bir rekabet gücü sağladığı söylenebilir.

Yaratıcı endüstrinin bir parçası olarak zihinsel, kültürel ve bilişsel üretim sonucunda ortaya çıkan ürünler üzerindeki, kişilere tanınan hakları ifade eden telif hakları, fikri mülkiyet hakları gibi kavramlar bu noktada önem taşır. Bu terimlerin hepsiyle; her türlü fikri emek ya da çaba sonucunda yaratılan ürünler üzerinde kişilere tanınan haklar anlatılmak istenmektedir (Medin, 2017: 56). Fikri mülkiyet, inovasyonla tarihsel olarak ilişkilidir. Uluslararası medya kuruluşları, fikri mülkiyet hakları konusunda önemli hisse sahiplerindendir ve çıkarlarını korumak üzere yasal düzenlemelere gerek duymaktadırlar (Hartley vd. 2013: 119). Yenilikçilik ve tekel yaratma arasındaki çelişki15 de, fikri

15 Türkiye’de ilk kez 1951 yılında yürürlüğe giren Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 1. maddesine göre, fikri hakların konusunu oluşturan “eser” için entelektüel ve yaratıcı bir zihinsel emek yeterli olmayıp, yaratıcının şahsi özelliğinin esere damgasını vurması gerekmektedir (Medin, 2017: 57). Dolayısıyla yaratıcı emek söz konusu olduğunda, fikri mülkiyet veya telif hakları tartışması da gündeme taşınmaktadır. Bu tartışma temelde iki farklı hat üzerinde gelişmektedir (Medin, 2017: 65- 66): dijital dünyada fikri mülkiyeti savunanlar ve ona karşı çıkanlar. Her iki grubun da fikri mülkiyetin yenilikleri teşvik ettiği ve eser üreticilerinin emeklerinin karşılığını almaları için bir miktar korumaya ihtiyaç olduğu konusunda hemfikir olduğu söylenebilir. Ancak, fikri hakların ölçüsünün ne olacağı ve bu sınırlamanın nereye kadar uzanacağı konusunda farklı görüşler benimsenmektedir (Medin, 2017: 66). Bir grup, ilerlemenin, patent, telif hakkı ve marka haklarının korunmasına bağlı olduğunu ve bu doğrultuda fikri mülkiyet hakları ve toplumların gelişiminin birbirine paralel olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla bunu koruyacak bir sisteme ihtiyaç vardır. Aksi halde sanatçı, yazar ve bilim insanları günlük ihtiyaçlarını karşılamak için başka işlerle ilgilenecekler, zamanlarının çoğunu başka işlere ayıracaklar, yaratıcılık ve gelişme duracaktır (Medin, 2017: 61). Diğer görüşte ise, fikri mülkiyet yokluğunda yaratıcıların mülkiyet haklarının çok iyi korunabildiğine, fikri mülkiyetin ne inovasyonu ne de yaratıcılığı artırdığına ve sonuç olarak patent ve telif haklarının gereksiz bir uğraştan öteye gidemediğine yer verilmektedir. Fikri mülkiyetin olmadığı bir dünya düşünü taşıyan bu görüşe göre, böylesi bir dünyada, fikri tekel olmayacağı için, çok sayıda da inovasyon olacaktır. Benzer şekilde fikri mülkiyetin olmadığı bir sanal dünyada da içerikler üreticilerinin izni alınmadan sınırlar olmaksızın rahatça dolaşabilecektir (Medin, 2017: 65).

mülkiyet konusundaki eleştirilerin odak noktasını oluşturur (Hartley vd. 2013: 120).

Kapitalizmde zihinsel, kültürel ve bilişsel niteliğiyle yaratıcı emeğin merkezi rolünü düşündüğümüzde, fikri mülkiyet, telif hakları ve patentin önemi ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde bu çalışmanın konusu ve yaratıcı emek ürünü olan dijital oyunlar, fikri mülkiyet ve telif hakları ekseninde ele alınmaya son derece uygun olsa da bu tartışma, araştırmanın kapsamı dışında bırakılmıştır. Ancak girişimcilik, yenilik ve yaratıcılığın “önünü açması”

ya da “önündeki bir engel” olarak fikri mülkiyet hakları, yaratıcı emek sürecinde güvencesizlik ile de bağlantılıdır. Çünkü yaratıcı üretimin kapitalist biçiminde telif haklarının öncelikli işlevi, sahibine eserden faydalanmak için özel hak garanti etmek ve üretim noktasında artı-değer elde etmektir. Özellikle bir defaya mahsus hizmet sağlayan freelance çalışma söz konusu olduğunda, şirketler eserin nasıl yaratıldığıyla, yani bir proje için harcanan zaman veya çalışma hızı ile ilgilenmezler. Nitekim şirketler için asıl değer, tamamlanmış eserlerin devamlı sömürüsünde yani yeniden yayınlama, lisanslama ya da başka bir amaçla kullanmak üzere değiştirme yoluyla eserlerin kendisinden artı-değer elde edebileceği ve emek maliyetlerini düşürebileceği, nihai ürün üzerindeki sahiplikte yatmaktadır (Cohen, 2014: 67). Yaratıcı endüstrilerde çalışanların kendi emek ürünleri üzerindeki hakları, bu ürünler üzerinde hak talep edebilmeleri bağlamında içerisinde bulundukları güvencesiz konum üzerine düşünebilmeye imkân sağlar.

Fikri mülkiyet ve telif hakları konusu, yaratıcı endüstrilerdeki sömürü ilişkileri ve güvencesizlik çerçevesinde neoliberal politikalara paralel olarak süregelen bir tartışma konusudur. Söz konusu politikların, hak ve sahiplik bağlamında bu endüstrilerde çalışanların üretim süreçleriyle ve ürettikleri ürün ile ilişkilenme biçimlerini de dönüştürdüğü söylenebilir. Dahası, neoliberal düzende güvencesizleştirme, kültüre ve gündelik hayata sirayet ederek, bireylerin özne olarak kendilerini konumlandırmaları ve emek süreçleri üzerindeki algılarını da dönüştürmektedir. Neoliberal politikalarla beraber

kapitalizmde güvencesizleştirme, toplumun geneline yayılan bir normalleştirme işlevi görmektedir ve bu işlev, güvencesizleştirmenin liberal döneme kıyasla bugünkü farkını ortaya koyar (Raunig, 2014: 231). Güvencesizliğin öznellik üretiminde, ekonomik ve toplumsal yapıda gördüğü normalleştirme işlevinin yanında girişimcilik kültürü de çoğu serbest ve/veya zaman sınırlaması olmayan sözleşmelerle ya da sözleşmesiz çalışan, yaratıcı tabir edilen insanların, kendi kendilerinin işvereni olan girişimciler olarak konumlanmasında rol oynamaktadır (Raunig, 2014: 230).

Güvencesizliğin yaratıcı endüstrilerde çalışanların öznellikleriyle olan ilişkisi, Pierre-Michel Menger’in (1999) Artistic Labor Markets and Careers başlıklı çalışması ile örneklendirilebilir. Menger’in araştırması, sanatsal ve kültürel sektörlerde çalışanların görece daha iyi eğitimli ve yetişmiş kimseler olmalarına karşın bu kişiler açısından kısa süreli, değişken kontratlar ile güvencesiz ve düşük ücretli çalışmanın oldukça yaygın olduğunu göstermiştir (1999: 545). Menger’e göre bu çelişkinin ilk sebebi, yaratıcı ve sanatsal alanda kariyer yapmak isteyenlerin içsel motivasyonlarının maddi getiriden ziyade kişisel tatmin, yaratıcı içgüdü ya da meslektaşları tarafından tanınma olmasıdır.

Bu açıdan, çalışanlar maddi getiriden vazgeçme eğilimindedirler. İkinci olarak, çalışanlar, sektördeki belirsizlik, esneklik ve güvencesizlik şartlarına karşılık, kendi becerilerine, yeteneklerine yatırım yapma tepkisi ve risk-sevici bir tutum geliştirmektedirler. Söz konusu çelişkinin bir sebebi de sanatsal ve yaratıcı işlerde maddi ödülden ziyade kendini gerçekleştirme motivasyonun yatmasıdır (Menger, 1999: 554- 555).

Buradaki en önemli noktalardan biri, bu yaratıcı ideallerin ve iş yerindeki sonsuz esnekliğin, sömürünün de sınırlarını genişletmesidir. Esneklik, yaratıcılık ve inovasyona yapılan vurgunun artması, sömürünün de artmasına yol açar. Çalışanların belirsizlik ve riski içselleştirmeye gönüllü olmaları, “çekici” endüstrilerde, “havalı” işlerde çalıştıkları

algısıyla ilişkilidir. Bu endüstri ve işlerde özerklik, yaratıcılık ve kişisel tatmin alanı, tanınırlığın cazibesi, işinin görünürlüğü ve emek, yaratıcılık ve becerilerinin imzası olan ürüne sahip oldukları hissiyle karışmaktadır (Flew, 2012: 105). Bu durum; düşük ücretle, riskli, güvencesiz çalışmanın ve belirsizliğin, çalışmanın doğasında olduğu algısının desteklenmesi gibi riskleri de beraberinde getirmektedir. Aynı zamanda, çalışanların ekonomik istikrar beklentilerin düşmesi, bireyselleşme ve girişimcilik kültürünün toplumsal adalet ve kolektif dayanışmaya karşı zaferine işaret eder (Flew, 2012: 106).

Yaratıcı endüstrilerdeki çalışma koşullarının, özerkliği hayata geçirmesi, yaratıcıların özgül bir özgürlük, bağımsızlık ve özyönetim alanına salınmaları ile esneklik despotik bir norma dönüşür, işin güvencesizliği kural olur, çalışma ile boş zaman, iş ile işsizlik arasındaki ayrım silinir ve kırılganlık çalışma alanından hayatın tüm yönlerine yayılır (Raunig, 2014: 230). Günümüzde kapitalizmin yaratıcı endüstrilere ihtiyaç duyması da bu yüzdendir. Küresel ekonomi, kültürel, sosyal ve ekonomik ağları kontrol edebilecek, organize edebilecek, dönüştürüp yönetebilecek biçimde örgütlenmiştir (Castells, 2008:

508). Bu örgütlenme doğrultusunda, uluslararasılık ve küreselleşmenin de katkısıyla geçmişe kıyasla daha büyük bir rekabet ve esneklik söz konusudur (Castells, 2008: 514).

Girişimcilik ve inovasyon politikalarının uygulanabilirliği açısından tedarikçilere ve çalışanlara gerektiğinde ve zamanında ulaşabilmek için; esneklik ve uyarlanabilirliğin yanı sıra, vasıflı, uzmanlaşmış iş gücünü barındıran bilgiye dayalı komplekslerin (Castells, 2008: 515) oluşturulması da önem taşımaktadır. Sonraki başlıkta “yaratıcı endüstri alanları” biçiminde ifade edilen söz konusu kompleksler, ekonomik faydaya ek olarak, yaratıcı endüstriler ve kapitalizmin ihtiyacı olan esnek, güvencesiz, girişimci ve yenilikçi çalışma ve yaşama biçimlerini barındırmak ve yeniden üretmek için elverişli bir ekosistem sağlamaktadır.