• Sonuç bulunamadı

3.TÜRK ÇĠNĠ SANATINDA DESEN VE MOTĠFLER 3.1.Türk Çini Sanatında Desen

3.2. Türk Çini Sanatında Motifler

3.2.6. Geometrik Motifler

İlk çağlardan itibaren bütün tasvir tarihi boyunca üçgen, altıgen, spiral ve paralellerin çizildiği bilinmektedir. İslâm sanatı, Grek, Roma, Çin, İran, Mısır ve Hint‟den gelen etkileri, en eski kültür mirasları ile birleştirerek bir sentez ortaya çıkarmıştır. İslâm mimarisinde geometrik tezyinatın gelişmesi bu uygarlıkların izlerine ve İslâm geometri biliminin gelişmesine bağlıdır. Türkmenistan‟da yapılan kazılarda geometrik motifli objeler bulunmuştur. Fakat Türklerde mimaride geometrik süslemenin ilk örneklerini Karahanlılar döneminden başlatmak daha doğrudur. Abbasiler döneminde inşa tekniklerine, Türk üslûplarının girmesiyle duvar tezyinatları zenginleşmiştir. Karahanlıların geometrik kompozisyonlu tuğla tezyinatının mirasçısı olan Selçuklular, İran‟da geometrik süslemeyi mozaik çini tekniğiyle birlikte kullanılarak canlanmasını sağlamıştır. Bu bezemeler Anadolu‟daki mimari eserlere örnek olmuştur (Mülayim, 1982: 15-18).

Geometrik kompozisyonlar, belirli eksenlerin yardımıyla geometrik şekillerin bir düzlem üzerinde belirli aralıklarla tekrarı, şekillerin bir eksene veya noktaya göre kaydırılmasıyla ortaya çıkan simetrik oluşumlardan meydana gelir (Mülayim, 1982: 69).

44

Geometrik bezemelerin en güzel örnekleri Anadolu Selçuklularına ait bezemelerde görülmektedir. Osmanlı döneminde ise bitkisel motiflerin ön plana çıkmasıyla geometrik bezemeler daha az kullanılmış ve yavaş yavaş kaybolamaya başlamıştır. 16.yy‟da Selçuklu kaynaklı geometrik motiflerin kullanıldığı bilinmektedir (Bakır, 1999: 214). Özellikle II. Selim Türbe ve Camisinde çok yaygın olarak kullanıldığı gözlenmektedir (Sinemoğlu, 1996: 149).

Klasik Osmanlı dönemindeki çinilerde geometrik süslemeler, genellikle zencerek dediğimiz ince bordürlerle sınırlı kalmışlardır (Bakır, 1999: 214).

Osmanlı sanatında geometrik süsleme; bitkisel süsleme, rûmîli kompozisyonlara göre yüzeylerde daha az gözlenmektedir.

3.2.6.1.Zencerek

Farsçada “birbirine geçmiş küçük halka” anlamına gelmektedir. Türkçeye ilk olarak zencîrek olarak girmiş zamanla zencerek adını almıştır. Zencerekler zamanla gelişerek birbirine geçmiş halkalardan ibaret kalmamış çok farklı şekillerde tasarlanmışlardır. Osmanlı bezeme zencerekler az kullanılmaya başlamış fakat tamamen terk edilmemişlerdir. Zencerekler geometrik süslemenin devamı olarak uygulanmaya devam edilmiştir (Birol, 2008: 192-193). Zencerekler, çeşitli doğruların kıvrılarak veya kırılarak birbirinin içinden geçmesiyle zincirleme bir görüntü oluşturan süslemelerin tümünü kapsamaktadır. Çini süslemelerde örneğine az rastlanan zencerekler çini tasarı içinde en ince bordürlerde kullanılır (Bakır, 1999: 214) fakat bazı örneklerde kalın bordürlerde özellikle kitabeli zencerek şeklinde pafta olarak kullanıldığı görülmektedir. Tek şerit desenlerinde olduğu gibi çini sanatında genellikle ince bir kenar bezemesi olarak desen ile bordür arasında kullanılmışlardır.

3.2.6.1.1.Kitabeli Zencerek

Tezyini sanatlarımızda bazı terimlerin nasıl ortaya çıktığı bilinmez. Kitâbeli zencereklerde bu tabirlerden biridir. Kitâbeli zencereğin desen kuruluşu incelendiğinde, iki şeritli ve uzun noktalı zencerekten çıktığı söylenebilir. Bu zencereklerin genişletilerek pafta haline getirilmesi ve şeritlerin incelerek iplik şeklini almasıyla kitabeli zencerekler meydana gelmiş olabilir. Oluşan paftaların

45

içine genellikle rûmi, hatâyî gibi motifler, bazen de ismine uygun olarak yazı yerleştirilmiştir (Birol, 2008: 195-196). Bu zencereklerin kitabe bölümleri farklı şekillerde tasarlanmaktadır.

3.2.6.1.2.Tek ġeritler

İki cetvel arasında tek bir şeridin belli aralıklarla kıvrımlar yaparak dolanması ile meydana gelen tasarımlardır (Birol, 2008: 185). Genellikle çini sanatında ana desen ile bordür arasında ince bir kenar bezemesi olarak kullanılmışlardır.

3.2.7.Yazı

İnsanlığın en önemli icatlarından olan yazı, ilkel topluluklardan günümüze kadar insanların hatıralarını canlı tutmak, hadiseleri aktarmak, bilgilerini tespit etmek için buldukları çözümdür. İlk başlarda resimlerle yansıttıkları duygu ve düşüncelerini daha sonra geliştirerek resme dayanan alfabeleri ile sağlamışlardır (Serin, 1999: 37). İlkyazının nereden çıktığı, kimin icat ettiği eskiden beri zihinleri karıştıran bir soru olmuştur ve bu cevapsız kalmaya mahkûmdur (Yazır, 1972: 14). Fakat Fenike yazısı, alfabelerin aslı kabul edilmiştir. Fenikelilerin o dönemlerde dünya ticaretine hâkim olmaları neticesinde geliştirdikleri ticari münasebetleriyle yazılarını Doğu ve Batı‟da yerleşmiş milletlere yaymışlardır. Böylelikle dünya topluluklarının ilk alfabeleri ortaya çıkmıştır (Serin, 1999: 37).

İslâmiyet‟ten önce ve sonra iki safhadan oluşan Arap yazısının başlangıcı ve nasıl yayıldığı konusunda farklı görüşler vardır. Ortaya koyulan bu görüşler Arap yazısının, Ma‟kılî ve Nabat yazısından ilham alınarak oluşturulduğu göstermektedir (Yazır, 1972: 60-61).

İslâmiyet‟in doğuşuyla İlahi bir kaynaktan insanlığa ulaşan mesajda ilim ve ona vasıta olan yazının, sosyal gelişme ve yükselme için zarureti vurgulanmıştır. Bunun âyet ve hadislerle de vurgulanması yazının bir sanat dalı olarak önem kazanmasına sebep olmuştur (Serin, 1999: 17-19). Yazı, bir sanat dalı olarak asıl gelişimini, soyut resim anlayışıyla kullanılan İslâm sanatıyla gerçekleştirmiştir (Bakır, 1999: 215). Böylece Araplar tarafından kullanılan Ma‟kılî geliştirilerek farklı yazı çeşitleri ortaya koyulmuştur. Kûfi, Muhakkak, Reyhânî, Sülüs, Nesih, Tevkî‟,

46

Rıkaa‟dan oluşan Aklâm-ı Sitte yazıları kullanılmaya başlanmıştır (Yazır, 1972: 75- 97).

Türkler, Arap yazısının üstün bir estetik düzeye ulaşmasında rol oynamış, onu güzel sanatlar dalı haline getirmiş ve kullanmışlardır (Ülker, 1993: 309).

Zaman içinde gelişip, çeşitli yazı türlerini kullanarak zenginleşen hat sanatı, Anadolu Selçuklu mimarisinde çini kaplamalarda uygulanmıştır. Kûfî başta olmak üzere bu dönemde sülüs yazı da kullanılmıştır. Osmanlı çini sanatında yazı, bir süsleme unsuru olarak sürekli kullanılmış fakat Selçuklularda uygulanan kûfî yazı Osmanlılarda daha az tercih edilmiş olup yerini celi sülüs yazıya bırakmıştır (Bakır,1999: 215).

Yazı kuşakları, 16.yy‟ın ortalarına kadar mihrap nişini çevreleyen bordürlerde, dini ve sivil mimarilerin iç ve dışında tam ya da yarım kuşak halinde uygulanmışlardır. Daha sonraki dönemlerde yazı, üst pencerelerin seviyesinde, istifler halinde sülüs ile yazılmıştır (Sinemoğlu, 1996: 153).

Benzer Belgeler