• Sonuç bulunamadı

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

4. Genel Anlamlı Kelime Kullanma

“Metinde bir kelimenin yerine o kelimeyle metin dışında bir anlam ilişkisi olmayan genel bir kavramın kullanılmasıdır” (Coşkun, 2005: 94).

Örnek 1:

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, Serpilen aydınlıkta dalların arasından Büyülenmiş ceylan gibi bakıyor zaman

Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak (A. Hamdi Tanpınar, Her Şey Yerli

Yerinde)

Yukarıdaki dörtlükte geçen şey kelimesi masa, sürahi ve bardak kelimelerini karşılayan genel anlamlı bir sözcüktür.

Örnek 2:

Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba. İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına…

Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim. (M. Akif Ersoy, Seyfi Baba)

Yukarıdaki dizelerde şair, önce Seyfi Baba ismini kullanmış daha sonra bu isim yerine ihtiyar ve şu fakîr âdem ifadelerini kullanmıştır. İhtiyar ve şu fakîr âdem

ifadeleri, metinde daha önce Seyfi Baba’ya gönderimde bulunmaktadır. Burada ihtiyar ve âdem kelimeleri genel anlamlı olarak kullanılmıştır.

b) Aynı Kavram Alanından Kelime Kullanma

Kelime bağdaşıklığı oluşturmanın bir başka yolu da aynı kavram alanından kelime kullanımıdır. Aynı kavram alanından kelime kullanımının tekrardan farkı, metinde bir kelimenin yerine başka bir kelimenin kullanılması değil; kelimenin yanında onu anlamsal olarak çağrıştıran kelimenin birlikte kullanılmasıyla gerçekleştirilmesidir.

Örnek 1:

Girin satıcılar evimin bülbülleri Girin girin aydınlık bahçemden içeri Üzüm satın armut satın nar satın bize Dağlar görünürken kapıda ardınızdan İndirin tüy gibi küfeyi sırtınızdan

Bir elmada bir mevsim dolsun evimize (Oktay Rifat, Uludağ Sokak Satıcıları)

Yukarıdaki mısralarda üzüm, armut, nar ve elma sözcükleri aynı kavram alanına giren kelimelerdir.

Örnek 2:

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım

İnecek var deriz otobüs durur ineriz (Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı)

Yukarıdaki dizelerde durak ve otobüs sözcükleri aynı kavram alanına giren kelimelerdir.

Örnek 3:

Ölüm âsûde bir bahar ülkesidir bir rinde Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter, Ve serin serviler altında yatan kabrinde

Her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter. (Yahya Kemal, Rindlerin

Ölümü)

Yukarıdaki örnekte bahar, servi, gül ve bülbül sözcükleri aynı kavram alanına girmektedir.

Şiirde kelime bağdaşıklığının yüksek olması, birbirini çağrıştıran, birbiriyle anlam ilgisi olan sözcüklerin bir arada kullanılmasını sağlar. Bu da şiirdeki tutarlılığın sağlanması bakımından oldukça önemlidir.

2. 2. 2. Mehmet Âkif Ersoy’un Seyfi Baba Adlı Manzum Hikâyesinin Metin Dil Bilimi Açısından İncelenmesi

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

Seyfi Baba

Hastalanmış yatıyormuş.

— Nesi varmış acaba? — Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah. — Keşke ben evde olaydım… Esef ettim, vah vah! Bir fener yok mu, verin… Nerde sopam? Kız çabuk ol...

Gecikirsem kalırım beklemeyin… Zîrâ yol Hem uzun hem de bataktır…

— Daha âlâ kalınız: Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız.

Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde; Boşanan yağmur iliklerde, çamur ta belde. Hani, çoktan gömülen kaldırımın, horlayarak, “Gel!” diyen taşları kurtarmasa, insan batacak. Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine, Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine. Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek, Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek! Yakamozlar saçarak her tarafında fenerim, Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer ben yüzerim! Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse; Fenerim başladı etrâfını tek tük hisse.

Vâkıâ ben de yoruldum, fakat o pek yorgun… Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun: Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara; Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara; Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar; Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar; Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır; Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır; Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, üryan, Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan Hânüman yoksulu binlerce sefîlân-ı beşer; Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler; Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı; O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları; Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler: Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler!

Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil! Serseri, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil… Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil Bana göstermeli bir kerre… Niçin? Belli değil! Ya o bîçâre de rahmet suyu nûş eyleyerek,

Hatm-i enfâs edivermez mi hemen “cız!” diyerek? O zaman sâmi'anın, lâmisenin sevkıyle

Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele!

Sopam artık bana hem göz, hem de ayak, hem eldi… Ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi.

Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener Geçiyor… Sapmayarak doğru yürürlerse eğer, Giderim arkalarından… Yolu buldum zâten. Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben! İşte karşımda bizim yâr-i kadîmin yurdu.

Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu. Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip Açıversem… İyi amma kapı zaten aralık…

Galibâ bir çıkan olmuş… Neme lazım, artık, Girerimben diyerek kendimi attım içeri, Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.

Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak

Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak! Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini, Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini:

— Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım! Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım. Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun… Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın… Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım, Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım. Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne, Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne! O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh, Gördü bir sahne-i uryân-ı sefâlet ki nigâh, Şâir olsam yine tasvîri olur bence muhâl: O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl!

3. Yapı

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba, Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

— Ihlamur verdi demin komşu… Bulaydık şunu, bir… — Sen otur, ben ararım…

—Olsa içerdik, iyidir… Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme… Ben de karnı geniş bir cezve geçirdim elime, Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan, Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan. — Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın. — Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası: Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası! Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz; Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz. Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç

Görüyorsun daha gelmez… Yalnızlık pek güç. Bazı hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma; Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma! — Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece! Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına… Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına, Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer!

Sızmışım bir aralık neyse yorulmuşum da meğer. Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim, Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim. Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede; Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde! O zaman koptu içimden şu tahassür ebedî: Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa idi!

Seyfi Baba’nın çözümlenmesinde öncelikle metindeki bağdaşıklık araçlarına yer verilmiştir. Buradan elde edilen veriler metin üzerinde işlevleriyle birlikte gösterilmiştir. Burada amaç, metni bağdaşıklık ve tutarlılık unsurları bakımından metin dil biliminin verileri ışığında çözümlemek ve önceki bölümde yer alan bağdaşıklık araçlarını, metin üzerinde uygulamalı olarak göstermektir.

Bağdaşıklık Araçları / Gönderim Zamirler

Şahıs Zamirleri

Metinde herhangi bir kişiden bahsettikten sonra o kişiye gönderimde bulunmak için şahıs zamirleri kullanılır. Metinde geçen şahıs zamirleri birimler arasında bağdaşıklık ve tutarlılık sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Ancak özellikle ben ve sen zamirleri metin dışı gönderimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani bu zamirlerin gönderim yaptığı sözcükler her zaman metinde yer almayabilir. “Metin dışı gönderim,

karşılığı metinde doğrudan bulunmayıp okuyucu ve dinleyicinin bağlamdan hareketle bir karşılık verdiği gönderimdir” (De Beaugrande, 1980: 133). Seyfi Baba adlı şiirde

şairin kendisine atıfta bulunan, aşağıya aldığımız mısralarda geçen zamirler metin dışı gönderimi örneklemektedir.

— Keşke ben evde olaydım… Esef ettim, vah vah!

Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer ben yüzerim!

Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil Bana göstermeli bir kerre… Niçin? Belli değil! Sopam artık bana hem göz, hem de ayak, hem eldi… Ne yalan söyleyeyim kalbime haşyet geldi.

Yukarıdaki örneklerin dışında şahıs zamirleri metin içi gönderim olarak da bağdaşıklık unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

— Seyfi Baba Hastalanmış yatıyormuş.

— Nesi varmış acaba? …..

— Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım! Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım.

Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun… Hele dinlen azıcık, anlaşılan yorgunsun.

Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın… Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın.

Yukarıdaki dizelerde “ben” zamiri ve bu zamirin çekim eki almış şekilleri metin içi gönderim olarak kullanılmıştır; çünkü bu zamirler metin içinde yer alan bir isme gönderimde bulunmaktadır. Yukarıdaki örnekte önce “Seyfi Baba” ismi kullanılmış, daha sonra “ben” zamiri bu isme gönderimde bulunmak için kullanılmıştır. Gönderim ögesi, metinde kendisinden önce geçen bir unsura gönderimde bulunduğu için buradaki şahıs zamirleri art gönderim olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba, Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfi Baba.

— Ihlamur verdi demin komşu… Bulaydık şunu, bir… — Sen otur, ben ararım…

—Olsa içerdik, iyidir… Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme… Ben de karnı geniş bir cezve geçirdim elime, Başladım kaynatarak vermeye fincan fincan, Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan.

— Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın. — Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktarmayayım… Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası: Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası! Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iş yapamaz; Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz. Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç

Görüyorsun daha gelmez… Yalnızlık pek güç. Bazı hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma; Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma! — Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece! Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice.

Yukarıdaki dizelerde geçen “sen” zamiri metinde geçen “Seyfi Baba” ismine gönderim yapmakta, gönderim ögesi kendisinden önce geldiği için art gönderimde bulunmaktadır. “Ben” ve “”biz” zamirlerinin metinde karşılığı olmadığı için bu gönderimler metin dışı gönderim olarak karşımıza çıkmaktadır. “Ona” zamiri ise kendisinden hemen önceki dizede yer alan “adam” sözcüğüne art gönderimde bulunmaktadır.

Dönüşlülük Zamiri

Dönüşlülük zamiri cümlede özneyle birlikte öznenin anlamını pekiştirmek amacıyla kullanılabileceği gibi tek başına öznenin yerine de kullanılabilir. Bu durumda öznenin anlamını pekiştirir ve cümleye bizzat anlamını katar.

Girerim ben diyerek kendimi attım içeri, Ayağımdan çıkarıp lastiği geçtim ileri.

Yukarıdaki dizelerde “kendi” dönüşlülük zamiri “ben” şahıs zamiri ile birlikte kullanılmış ve öznenin anlamını pekiştirmek amacıyla kullanılmıştır.

İşaret Zamirleri

İşaret zamirleri varlıkların yerini işaret yoluyla tutan sözcüklerdir. Türkçedeki işaret zamirleri şunlardır: bu, şu, o, bunlar, şunlar, onlar, öteki, beriki, diğeri, burası, şurası, orası, böylesi, şöylesi, öylesi…

Yakamozlar saçarak her tarafında fenerim, Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer ben yüzerim! Çok mu yüzdük, bilemem, toprağı bulduk neyse; Fenerim başladı etrâfını tek tük hisse.

Vâkıâ ben de yoruldum, fakat o pek yorgun… Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun:

Yukarıdaki dizelerde “o” işaret zamiri kendisinden önce gelen “fener” sözcüğüne art gönderimde bulunmaktadır.

O zaman sâmi’anın, lâmisenin sevkıyle Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele! Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip

— Ihlamur verdi demin komşu… Bulaydık şunu, bir… — Sen otur, ben ararım…

—Olsa içerdik, iyidir…

— Mehmed Ağa’nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün.

Yukarıdaki örnekte “onu” zamiri “ucu değnekli bir ip” söz grubuna, “şunu” zamiri de “ıhlamur” sözcüğüne gönderim yapmakta; gönderimde bulunulan unsur, gönderimde bulunan unsurdan önce geldiği için art gönderim meydana gelmektedir.

İşaret Sıfatları

İşaret sıfatları varlıkları işaret yoluyla belirten sözcüklerdir. İşaret zamirlerinin işaret sıfatlarından farkı belirttiği isimle beraber kullanılmasıdır.

“Gel!” diyen taşları kurtarmasa, insan batacak. Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine, Boğuyordum müteveffâyı bütün âferine. Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek, Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı; O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları; Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil Bana göstermeli bir kerre… Niçin? Belli değil! Ya o bîçâre de rahmet suyu nûş eyleyerek,

Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım, Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım. Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne, Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne! O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh, Gördü bir sahne-i uryân-ı sefâlet ki nigâh, Şâir olsam yine tasvîri olur bence muhâl: O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl! İhtiyar terleyedursun gömülüp yorganına… Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına, Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer! Sızmışım bir aralık neyse yorulmuşum da meğer. Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim, Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim. Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde! O zaman koptu içimden şu tahassür ebedî: Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa idi!

Yukarıdaki dizelerde “o taşlar,” “o kopan râbıta”, “o bîçâre”, “şu fener”, “o perişanlık” ve “şu fakîr âdem” sıfat tamlamaları metinde kendisinden önce geçen isimlere art gönderimde bulunmaktadır.

Karşılaştırma

Karşılaştırma metinde daha önce geçen bir varlıkla ilgili olarak benzerlik ya da farklılıkların belirtilmesidir. Türkçede sıfat, zarf ve edatlar karşılaştırma yapmak amacıyla kullanılabilir. Türkçede karşılaştırma gönderimi oluşturan başlıca ifadeler şunlardır: en, daha, kadar, pek, çok, az, gayet, oldukça, gibi, başka, ise…

Fenerim başladı etrâfını tek tük hisse.

Vâkıâ ben de yoruldum, fakat o pek yorgun… Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun: Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara; Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara; Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar; Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar; Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır; Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır;

Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun… Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım, Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne! Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Görüyorsun daha gelmez… Yalnızlık pek güç.

Eksiltili Anlatım

Bir Öge Dışından Cümlenin Tamamının Düşürülmesi

Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil Bana göstermeli bir kerre… Niçin? Belli değil!

Yukarıdaki dizelerde eksilti anlatıma başvurulmadan önce cümle “Niçin bana göstermeli bir kerre?” şeklinde olacaktı. Şair burada bir kelime dışında cümledeki diğer ögeleri düşürerek eksiltili anlatım yapmıştır.

Ortak Ögelerin Düşürülmesi

Geçen akşam eve geldim. Dediler:

— Seyfi Baba Hastalanmış (Seyfi Baba) yatıyormuş.

— (Onun) Nesi varmış acaba?

— Bilmeyiz, (onun) oğlu haber verdi geçerken bu sabah. — Keşke ben evde olaydım… (Ben) Esef ettim, vah vah!

Yukarıdaki dizelerde “Seyfi Baba” sözcüğü, sıralı cümlede ortak özne olarak kullanılmış , ikinci cümlede kullanılmadığı için eksiltili anlatım meydana getirmiştir. “Onun” zamiri de “Seyfi Baba” ismine art gönderimde bulunmakta ve tamlayan durumundaki şahıs zamirinin düşürülmesi ile yapılan eksiltili anlatımı örneklendirmektedir.

Fenerim başladı (onun)etrâfını tek tük hisse. O zaman sâmi’anın (sevkıyle), lâmisenin sevkıyle Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener

Geçiyor… (Onlar) Sapmayarak doğru yürürlerse eğer, Giderim (onların) arkalarından… Yolu buldum zâten.

Yukarıdaki dizelerde “üç tâne fener” söz grubu sıralı cümlede ortak özne olarak kullanılmakta ve diğer cümlelerde kullanılmayarak eksiltili anlatı meydana getirmektedir. “Onların” ifadesi ise tamlayan durumundaki şahıs zamirinin düşürülmesi ile gerçekleştirilen eksiltili anlatımı örneklendirmektedir.

— Ihlamur verdi demin komşu… Bulaydık şunu, bir… — Sen otur, ben ararım…

—(Ihlamur) Olsa içerdik, iyidir…

Aha (ıhlamuru) buldum, aramak istemez oğlum, gitme… Nezle oldun sanırım, çünkü (nezle) bu kış pek salgın. Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman (Osman’ın) Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç Görüyorsun (Osman) daha gelmez… Yalnızlık pek güç.

Yukarıdaki dizelerde “Osman” ismi sıralı cümlelerde ortak öge olarak kullanılmış ve eksiltili anlatım meydana getirmiştir. Metinde söylenmeyen “Osman’ın” tamlayanı ise tamlayanın düşürülmesi ile meydana getirilen eksiltili anlatımı örneklendirmektedir.

Eklerin Düşürülmesi

Bir cümlede aynı çekim eki getirilmesi gereken sözcüklerden birinde ek kullanılıp diğerinde düşürülebilir.

Gecikirsem kalırım beklemeyin… Zîrâ yol Hem uzun(dur) hem de bataktır…

— Daha âlâ kalınız:

Sopam artık bana hem göz(dü), hem de ayak(tı), hem eldi… Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun(dur)…

Yukarıdaki dizlerde sıralı cümlelerde yer alan ekeylemler birinci cümlenin yükleminde kullanılmamış, ikinci cümlenin yükleminde kullanılmıştır. Bu durum, eklerin ortak kullanılması ile meydana getirilen eksiltili anlatımı örneklendirmektedir.

Değiştirim

Bağdaşıklık ilişkisi kuran bir başka unsur da değiştirimdir. Coşkun (2005: 73), değiştirim kavramını şöyle açıklar: Değiştirim, metinde bir ögenin yerini, bir başka ögenin alması yoluyla oluşur. Halliday ve Hassan (1976: 90)’a göre değiştirim anlamdan çok kelimeler arasında ortaya çıkan dil bilgisel bir ilişkidir. Değiştirimin türlerini belirleyen şey de anlamsal özellikler değil, değiştirilen ifadenin dil bilgisel işlevidir.

İsme Dayalı Değiştirim

Metinde geçen bir isim ya da isim grubunun yerine “böyle”, “şöyle”, “öyle” sözcüklerinin kullanılmasıyla isme dayalı değiştirim yapılmış olur.

Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil! Serseri, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil… Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil

Yukarıdaki dizede geçen böyle sözcüğü, bir önceki mısrada geçen serseri, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil sözcükleriyle çizilen tabloyu karşılamak amacıyla kullanılmış ve böylece isme dayalı değiştirim yapılmıştır.

Bağlama Ögeleri

Türkçedeki bağlama ögeleri ile ilgili bilim adamları arasında farklı yaklaşımlar ve sınıflandırmalar bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda bağlama ögeleri, bağlaçlar başlığı altında değerlendirilirken bazı kaynaklarda edatlar başlığı altında değerlendirilmektedir.

Muharrem Ergin (1999: 341-344), bağlama ögelerini, bağlama edatları başlığında altında değerlendirir ve dil birliklerini, kelimeleri, kelime gruplarını, cümleleri şekil ve mana bakımından birbirine bağlayan edatlardır, şeklinde tanımlar. Banguoğlu (2000: 390-396), konuyu bağlam başlığı altında değerlendirir ve söz içinde iki kelimeyi, aynı değerde iki cümle unsurunu, iki yargıyı ve bazen de iki paragrafı bağlamaya yarayan kelimelere bağlam denir, şeklinde tanımlar. Korkmaz (2003: 1091- 1136), ise konuyu bağlaçlar başlığı altında ele alır ve kelimeleri, kelime gruplarını, cümleleri ve kimi zaman da paragrafları şekil ve anlam bakımından birbirine bağlayan