• Sonuç bulunamadı

Gelişmekte Olan Ülkelerin Basel II’ye Geçiş Sürec

BÖLÜM 3. BASEL II VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER

3.2. Gelişmekte Olan Ülkelerin Basel II’ye Geçiş Sürec

Basel II, özellikle daha gelişmiş ve teknik bakımdan daha sağlam risk yönetim uygulamalarının geliştirilmesine yönelik olumlu etkileri başta olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin finansal sistemlerinin güçlendirilmesinde önemli bir role sahiptir. Bununla birlikte, söz konusu ülkelerde Basel II’nin uygulanması hususunda, özellikle de denetim kaynakları, düzenleme ve teknolojinin elde edilmesi konularında gerekli olan önkoşullarda dikkatli ve tedbirli bir yaklaşım tarzı benimsemelidir.133 Gelişmekte olan ülkelerde karşılaşılan başlıca sorunlar arasında; kredi riski azaltım tekniklerine fazla önem verilmesi nedeniyle kredi riskinin gerçekte olduğundan daha az tahmin edilmesi, karşılıkların yetersizliği, piyasa riskleri için sermaye karşılıklarının bulunmaması, sermaye gereksinimine ilişkin tahminlerin düşük tutulması, uluslararası standartlarla uyuşmayan muhasebe kuralları ve konsolide gözetim eksikliği dikkat çekmektedir. Ancak, sayılan bu sorunların yanında hafifletici bir unsur olarak, bu ülkelerin çoğunun sermaye yeterliliği – yasal sermaye zorunluluğu – genellikle asgari yüzde 8 oranının üstünde belirlenmektedir.

Bankaların bu ülkeler açısından sahip olduğu önem, Basel II’nin niçin bu kadar hassas bir konu olduğunu ve uygulamanın, özellikle potansiyel makro ekonomik etkileri konusunda yasal açıdan niçin bu kadar fazla endişe yarattığını açıklamaktadır. Bununla birlikte, karşılıkların doğru bir biçimde yönetilmesi, Basel II’nin uygulanmasında ilerleme kaydedilmesi açısından zorunlu bir husustur. Yaşadıkları ekonomik dalgalanmalar göz önünde bulundurulduğunda, bu husus özellikle gelişmekte olan ülkeler için geçerlidir. Uygulamanın adım adım gerçekleşmesi, gelişmekte olan ülkelerin büyük kısmının gereksinimlerine en iyi cevap verebilecek yol olarak görünmektedir.

133

Institute of International Finance, Inc., Steering Committee on Regulatory Capital, “The Implementation of Basel II”, s. 12, Erişim: http://www.iif.com/regulatory/basel/scrc/

Doğal süreçlerden biri de ön koşulların yerine getirilmesi ile başlayan iki ya da üç adımı kapsamaktadır. Daha sonra standart yaklaşıma geçilecek ve ardından da gerekli kapasiteler bir kez yerine oturduktan sonra ileri yaklaşımlar uygulamaya koyulacaktır. Bazı gelişmekte olan ülkeler, kendi bankacılık sektörlerinin yapısı veya risk profiline göre standart yaklaşımı uygulamaya uzun bir süre devam etmeye karar verebilirler ve bu seçim Basel II kapsamında geçerli seçeneklerden biridir.134

Mrak (2003)’e göre de Basel II’yi uygulama hususunda gelişmekte olan ülkelerin karşısında çeşitli alternatifler bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler Basel II’yi; Komite tarafından önerilen biçimde uygulayabilirler, kendi ihtiyaçları doğrultusunda değişiklikler yaparak değiştirilmiş versiyonunu uygulayabilirler, spesifik ihtiyaçlarına uygun olarak başka kurallar oluşturabilirler veya herhangi bir yeni sermaye yeterlilik kuralını uygulamayıp, kaynaklarını mevcut kuralların geliştirilmesine harcayabilirler. Ancak, birinci seçenek dışındaki diğer seçeneklerin uygulanması pratikte mümkün görünmemektedir. Bunun nedeni, uluslararası finansal sistemin ülkelerin Basel II’yi uygulamaları yönündeki baskıcı tutumlarıdır.135

Gelişmekte olan ülkelerin Basel II’ye geçiş sürecinde önem taşıyan diğer hususlar, farklı politika seçeneklerinin rekabete dayalı ya da eşit koşullardaki etkilerini değerlendirmeyi, küçük bankalar için seçenekleri dikkate alarak karar vermeyi ve sınır ötesi iletişim ve işbirliği sağlamayı içermektedir. Bu hususların yanında muhasebe kurallarının ve süregelen kurumsal yönetişim konusunda kaydedilen iyileşmelerin uluslararası standartlara getirilmesi gibi diğer bazı alanlarda da eş zamanlı ilerlemeler sağlanması gerekmektedir. Ayrıca, bankacılarla iletişim ve diyalog, ince-ayarlı uygulama planının hazırlanması, bankaları ve bankacıları (özellikle, yönetim kurullarını ve üst düzey yönetimi) bu sürece dâhil etme konuları da gelişmekte olan ülkeler açısından önem taşıyan konulardır.

134 Enrique Marshall, (2005): “Basel II’nin Etkileri”, Finansal İstikrar ve Basel II’nin Etkileri Konferansı, TCMB, İstanbul, s. 117, Erişim: http://www.tcmb.gov.tr

135

Diğer taraftan, ileri yaklaşımların uygulanabilmesi için gözetim kapasitelerinin geliştirilmesi, gözetim görevini gerçekleştiren personelin eğitilmesi ve kurum bünyesinde muhafaza edilmesi, yasal ve düzenleyici değişikliklerin hazırlanması gerekmektedir.136 Dolayısıyla Basel II, gelişmekte olan ülkeler tarafından tehdit olarak değil, risk yönetimi anlayışı ve bankacılık denetimindeki standartları yükseltmek için bir fırsat olarak değerlendirmelidirler.

Basel II her ne kadar gelişmiş ülkelerin uluslararası aktif bankalarına yönelik bir düzenleme olarak görülse de, gelişmekte olan ülkeler üzerinde de önemli etkileri olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin özellikle standart yaklaşımları uygulamaları beklenmekte, içsel yaklaşımlar konusunda önemli sorunlar ortaya çıkacağı düşünülmektedir. Yeni eklenmiş bir risk türü olan operasyonel risk açısından bakıldığında, gelişmekte olan ülkelerdeki çoğu banka, muhtemelen operasyonel risk modelleri geliştirememiş olacağından, temel gösterge yaklaşımını ya da standart yaklaşımı benimseyecektir.

3.2.1. Standart Yaklaşım

Basel Komitesi, gelişmekte olan ülkelerin Basel II’yi uygulamak için daha fazla zamana ihtiyaç duyduklarını, Basel II’nin bir zorunluluk olmadığını ve ülkelerin Basel I’i uygulamaya devam edebileceklerini ya da eğer Basel II’ye geçeceklerse, önerilen birçok alternatiften hangilerini benimseyeceklerine karar vermeleri gerektiğini ifade etmektedir. Çeşitli araştırmacılar da gelişmekte olan ülkelerin, Basel II’nin uygulanması hususunda önemli sorunlarla karşılaşabileceklerini ileri sürmektedirler. Bir taraftan özel derecelendirme kuruluşlarının kredi derecelerinin kullanılmasına izin veren standart yaklaşım, sermaye gereksinimlerini riske bağlama açısından iyi sonuçlar vermeyecektir.

136

Çoğu gelişmekte olan ülke için önemli bir sorun da kredi notlarına ilişkin piyasaların çok sığ olmasıdır. Ancak, standart yaklaşımın benimsenmesi, söz konusu piyasaların gelişmesi yönünde teşvik edici olabilir; fakat bu, şirketlerin iyi not satın almaları gibi kendine has tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan da çoğu ülke, daha gelişmiş nitelikteki İDD yaklaşımlarını uygulamak için gerekli olan uzmanlığa sahip olamayabilir. Çünkü bu yaklaşımlar, bankaların tüm borçlulara yönelik bir derecelendirme yöntemi geliştirmelerini gerektirmektedir.137

Gelişmekte olan ülkelerdeki birçok düzenleyicinin, kurumları için daha yüksek asgari sermaye yükümlülüğü belirlemesinden kaynaklanan sorunlar da mevcuttur. Bu sorunlardan biri de düzenleyicilerin belirlediği sermaye yükümlülüğünün, standart yaklaşımın gerektirdiğinden daha yüksek olmasıdır. Bankalardan, örneğin; yüzde 10 gibi bir sermaye tutarı ayırmaları beklenir ki, bu oran Basel I’de belirlenmiş olan yüzde 8’in oldukça üstündedir. Eğer Basel II hesaplamaları yoluyla bu oranlar düşürülecek olursa, bankayı gelişmekte olan bir piyasaya sahip ülke ekseninde değerlendiren derecelendirme kuruluşları şaşkınlığa düşecektir. Bunun aksine yerel bankalar, bu şekilde saptırılmış sermaye tutarlarının İkinci Yapısal Bloğa ait olduğu düşüncesini temel alarak, bu yüzde 10 oranının Birinci Yapısal Blok için uygun olmadığına inanmaktadırlar. Böylece, Birinci Yapısal Bloğun bütünsel İkinci Yapısal Blok içerisinde zaten yer almadığı, İkinci Yapısal Bloğun sonradan yapılan bir ekleme mi olduğu konusundaki tartışmalar daha da büyümektedir.138

137 Andrew Powell, (2005): “On the Real Dangers of Basel II for Emerging Economies”, Universidad Torcuato Di Tella, Buenos Aires, s. 15

Erişim: http://siteresources.worldbank.org/INTMACRO/Resources/Powell_TheRealDangers-rev0605.pdf 138

Frederik C. Musch, (2005): “Basel II’nin Etkileri”, Finansal İstikrar ve Basel II’nin Etkileri Konferansı, TCMB, İstanbul, s. 134, Erişim: http://www.tcmb.gov.tr

Standart yaklaşımın uygulanması, teminatların alınması gibi bir takım yararlar da getirirken; gelişmekte olan ülkelerdeki borçlular için sermaye gereksinimini değiştirmeyecek ve sermaye ve gelişmekte olan ülke bankalarına ilişkin riskler arasındaki ilişkiyi güçlendirmeye yönelik fazla katkıda bulunmayacaktır. Bu da büyük ölçüde, 1988 Uzlaşısı’nın neden olduğu sorunların ortadan kalkmayacağı anlamına gelmektedir.139

Gelişmekte olan ülkeler için basitleştirilmiş standart yaklaşım daha uygun olarak görülmektedir çünkü söz konusu yaklaşım, Basel II’nin şartlarına uymanın en kolay yolunu sunmaktadır. Aslında bu yaklaşım gelişmekte olan ülkeler göz önünde bulundurularak geliştirilmiştir. Fakat burada şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: “Bu durum, Basel I’e göre bir ilerleme ifade etmekte midir?”. Ayrıca, kaç tane gelişmekte olan ülke denetim otoritesinin, politik olarak OECD’ye, kredi vermeye ve kendi devletlerine uygun olabilecek ihracat kredi kuruluşu notlarını uygulayacağı da merak konusudur.140

OECD’ye üyelik avantajının kaldırılmış olması, özellikle de yüksek notlu bankalar ve şirketler için çoğu gelişmekte olan ülkenin yararınadır. Bununla birlikte, Yeni Uzlaşı’nın gelişmekte olan ülkeler üzerindeki toplam etkisi; İDD yaklaşımlarının benimsenmesi durumu değerlendirilmeden tam olarak anlaşılamaz.141 Özetle; standart yaklaşım, gelişmekte olan ülkeler tarafından uygulanması daha fazla beklenen; ancak bir takım sorunlara da yol açacağı düşünülen bir yaklaşım olarak ortaya çıkmakta, dolayısıyla Uzlaşı’nın söz konusu ülkeler tarafından dikkatle ve titizlikle ele alınması ve doğru yönde doğru adımlar atılması gerekmektedir.

139 Andrew Powell, (2001): “A Capital Accord for Emerging Economies?”, Universidad Torcuato Di Tella and Visiting Research Fellow, World Bank (Financial Sector Strategy and Policy – FSP), s. 28–29

Erişim: http://www.utdt.edu/Upload/CIF_wp/wpcif-082001.pdf

140 Andrew Powell, (2004): “Basel II and Developing Countries: Sailing through the Sea of Standards”, Universidad Torcuato Di Tella and The World Bank, s. 18

Erişim: http://www.utdt.edu/Upload/CIF_wp/wpcif-062004.pdf 141

3.2.2. İçsel Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşım

İDD yaklaşımının, gelişmekte olan ülkeler tarafından uygulanmasının güç olacağı düşünülmektedir. İDD yaklaşımı, kendi derecelendirme yöntemlerini ve temerrüt olasılıkları için kendi derece eşlemelerini kullanmak için bankalara önemli bir özerklik vermekte ve denetim otoritelerinin bu süreci kontrol etmesini gerektirmektedir. Gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında durum oldukça farklıdır. Öncelikle; bu ülkelerdeki bankalar, içsel derecelendirme yöntemleri geliştirme, bu dereceleri temerrüt olasılıkları ile eşleştirme ve portföy modelleri geliştirme konusunda yeterli uzmanlığa sahip değillerdir. İkinci olarak; denetim otoriteleri yeterli kaynaklara sahip değillerdir ve çoğu ülkede denetim kabiliyeti ve yasal güç yetersizdir. Bankalara önemli bir özerklik sağlayan İDD yaklaşımlarını uygulama konusunda gelişmekte olan ülkelerdeki denetim otoritelerine tavsiyede bulunulabilmesi için uzun yıllar gerektiği ifade edilmektedir.142

İDD yaklaşımları karmaşık görünmekte ve çoğu gelişmekte olan ülke, önümüzdeki yıllarda daha gelişmiş olan bu yaklaşımları uygulamak istememektedir. Fakat yine de bir grup gelişmekte olan ülke (en azından küçük bir grup gelişmiş banka), bu yaklaşımları uygulamak isteyecektir. Bu ülkelerin doğal olarak, İDD yaklaşımının gereklerini doğru bir biçimde yerine getirebilmek için önemli kaynaklar tahsis etmeleri gerekecektir. Ayrıca, bu ülkelerdeki bankaların da gerekli olan veri ve sistemlere ilişkin bir takım maliyetlere katlanmaları gerekecektir.143

142 Giovanni Majnoni, Margaret Miller ve Andrew Powell, (2004): “Bank Capital and Loan Loss Reserves under Basel II: Implications for Emerging Countries”, World Bank Policy Research Working Paper 3437, s. 15, Erişim: http://www1.worldbank.org/finance/assets/images/39677_wps3437.pdf

143

Gelişmekte olan ülkeler perspektifinden bakıldığında, bu ülkelere İDD yaklaşımın basitleştirilmiş bir şekli olan ‘Merkezi Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşım’ (Centralized Rating Based Approach) olarak adlandırılan yaklaşımı uygulamaları önerilmektedir. Söz konusu yaklaşım, düzenleyici otoritenin temerrüt olasılıkları ile ilgili olarak değerlendirme skalası hazırlamasını ve söz konusu temerrüt olasılıklarının sermaye gereksinimine nasıl eşleneceğini belirlemesini gerektirmektedir. Bankalar da bu standart skalalara göre müşterilerini değerlendirebileceklerdir. Fakat anlaşılacağı üzere bu tarz bir yaklaşım, kendi başına İDD yaklaşımı olarak addedilemez çünkü İDD yaklaşımında, hem skalanın hem de notun bankanın kendisi tarafından belirlenmesi gerekmektedir; oysa söz konusu yaklaşımda, her ne kadar değerlendirmeler münferit bankalar tarafından yapılacak olsa da değerlendirme skalası düzenleyici otorite tarafından belirlenmektedir. Bu yaklaşımın sakıncası, münferit bankanın istediği tam ve doğru skalaya sahip olamayabileceğidir, yani tüm bankalar aynı değerlendirme skalasını kullanacaklar ve belli bir faaliyet kolunda ya da bölgede uzmanlaşan bir banka, diğer faaliyet kolunda ya da bölgede uzmanlaşan bankanın kullandığı aynı skalayı kullanmak zorunda kalacaktır.

Söz konusu yaklaşımın en önemli avantajı da denetim otoritesinin; aynı borçlunun farklı bankalar tarafından verilmiş notlarını, farklı bankaların ortalama notlarını, aynı sektördeki bankaların notlarını, farklı bölgelerdeki bankaların notlarını ve belirli bir araç (instrument) vb.ne yönelik bankaların notlarını kolayca karşılaştırabilecek olması ve ayrıca inceleme maliyelerinin daha düşük olmasıdır. MDD yaklaşımını uygulamak isteyen; ancak Basel II’ye de tümüyle uymak isteyen ülkeler için geçerli olabilecek bir ihtimal de sermaye için standart yaklaşımı benimsemek ve karşılıkları tanımlamak için MDD yaklaşımını kullanmaktır. Bu standart, Basel II – MDD olarak adlandırılabilir.144 Bankaların ve denetim otoritelerinin bilgi ve kabiliyetleri zaman içinde geliştikçe, bankaların kendi değerlendirme skalalarını ve temerrüt olasılıkları eşlemelerini kullanmalarına ve sermayenin, İDD yaklaşımı kullanılarak belirlenmesine izin verilebilir.145

144

Powell, 2004: 46–47 145

İDD yaklaşımını uygulayabilecek kapasiteye sahip bankalar, rekabet açısından avantajlı konumda olacaklardır ve söz konusu bankalar da muhtemelen en güçlü rekabetçi pozisyona sahip bankalardır. Burada iki muhtemel senaryodan bahsedilebilir. İlk olarak; İDD yaklaşımını önce uygulayabilecek büyük bankalar, piyasa pozisyonlarını sağlamlaştıracak ve güçlenecekler veya rakiplerini saf dışı edecekler ya da onları ele geçireceklerdir. İkinci senaryo ise çoğu banka, gerçekleşebilecek ilk senaryoyu önleyebilmek için bir an önce İDD yaklaşımına geçecektir. Her iki durumda da netice, İDD yaklaşımlarını kullanan bankaların egemenliği altında olan bir bankacılık endüstrisi olacaktır. Bu durumda, düşük kalitedeki kredileri tutma isteği önemli derecede azalacağı için büyük uluslararası bankaların gelişmekte olan ülkelere verdikleri kredilerde bir azalma meydana gelecektir.146 Netice itibariyle, gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında, İDD yaklaşımının negatif sonuçları, standart yaklaşımın pozitif sonuçlarından daha ağır basacaktır.