• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM GÜZELLİK ENDÜSTRİSİ GÜZELLİK ENDÜSTRİSİ

2.2. Güzellik Endüstrisi ve Medya

Her şeyin hızla tüketildiği çağımızda, tüketim kavramı da farklı bir boyut ve anlam içerisinde ele alınmaktadır. Tüketim artık bireyin özgün bir etkinliği değil, zorunlu bir eylemi olarak kabul edilmektedir. “Tüketim Toplumu” olarak adlandırdığımız günümüz toplumlarının değişime uğrayan yapısı içerisinde gerçek ihtiyaçlar ve sahte ihtiyaçlar arasında geçmiş yüzyıllarda yapılan ayrım ortadan kalkmış bu iki ihtiyaç tipi birbirine karışmıştır. Bu toplum yapısı içerisinde elbette medya içerisindeki anlamın da değişikliğe uğrayarak tüketilmeye başladığı görülmektedir. Modern toplumların ve günümüzde enformasyon toplumlarının temeli sayılan medya, bilginin kitlelere ulaşmasını ve yayılmasını sağlayan tüm kitle iletişim araçlarına verilen ortak isimdir (Öker, 2005: 237).

McLuhan, “Araç Mesajdır (Altay, 2005: 15)” sözü ile iletişim alanında en çok tartışılan isimlerden birisidir. McLuhan, bu cümlesiyle medyanın, yani aracın bizim algımızı şekillendirdiğini ve yeniden şekillendirdiğini söyleyerek aracın ilettiği mesajdan çok insan üzerindeki etkisinin ne denli önemli olduğunu göstermeye çalışır. Mesaja nazaran aracın (medyanın) insanların düşünce yapılarını ve algılayışlarını değiştirdiğini savunan McLuhan, her bir medya aracının bireyler üzerinde farklı etkileri olduğunu savunur (Altay, 2005: 15-16). Baudrillard da tıpkı McLuhan gibi düşünmektedir. Özellikle günümüz toplumlarında medya tarafından yansıtılan haberdeki anlamın tüketilmeye başlamasıyla medyanın eleştirel yanının yok edildiği, bunun yerine medyanın büyüleyiciliğinin geçtiğini savunmaktadır.

Büyüleyiciliğin anlamla ilişkisi olmadığı gibi, kitle iletişim araçlarının ilkelerinden birisi de büyülemedir. Bu nedenle artık bireyler için hoşa giden şey ne anlam ne de anlamlılık olacaktır. Bundan dolayı birçok medya aracında daha çok eğlence ve düşünmeyi, habere eleştirel bir tutum sergilemekten kaçınmayı sağlayan söylemler sunulmaktadır. Bu söylemler karşısında anlam ya da anlamlılık aramayan bireyleri büyüleyecek olan şey anlamın nötrlenmesi olacaktır. Günümüzde mesajların anlam kaybı yaşaması, anlamın gösteri karşısında yenik düşerek ikinci planda kalmasına neden olmuştur (Altay, 2005: 237-244). Bu durum bizleri içinde bulunduğumuz toplumun bir “gösteri çağı” olduğu düşüncesine doğru götürmektedir. Neil Postman’a göre (Altay, 2005: 244), “Medya çağı, bir

Gösteri Çağı’dır. Gösteri Çağı’ysa idelojinin yerine kozmetiğin geçtiği, hakikatin imaja yenik düştüğü, her şeyin eğlenceli bir biçimde sunularak içeriksizleştirildiği, insanları parçalara ayırarak tepkisizleştirdiği, algılama ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönemdir.”

20. yüzyıldan itibaren günümüze dek güzellik endüstrisi ve onun propagandaları üzerinden eğitilmek istenen kadınlar moda endüstrisinin yanı sıra medya üzerinden bedenlerini hakir görmeyi öğrenmişlerdir (Penny, 2018: 47). Medya ve onun araçları (radyo, sinema, televizyon, internet vb.), güzelliğe ve mükemmel bedene ilişkin olan söylemlerin yayılmasında ve bu söylemlere karşı kadınların güçlü tepkiler vermesinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Umberto Eco (2006: 418) “Güzelliğin Tarihi” adlı çalışmasında, 20.

yüzyıla ait olan güzellik algısı hakkında bilgi verirken, dönemi tüketim güzelliği olarak adlandırıp, bu dönemin insanlarının güzelliği kitle iletişim araçlarının belirlemiş/sunmuş olduğu güzellik idealine göre yaptığını söyler. Eco’nun yapmış olduğu bu değerlendirme aslında büyük bir açıdan doğruluk payı taşımaktadır. Çünkü günümüzde kitle iletişim araçlarının yoğunluğu ve bireyler tarafından bu kadar talep edilmesi sebebiyle güzelin ne olduğu, ideal kadın bedeninin ne şekilde olması gibi fiziksel biçimler sürekli olarak sunulmakta ve pekiştirilmektedir.

Daha önce de tartıştığımız gibi popüler kültür tarafından bir tüketim nesnesi haline gelen kadın bedeni günümüz toplumlarında sürekli olarak yeniden üretilmektedir. Burada asıl amaç kadınların güzellik endüstrisi üzerinden belirlenen ideal kadın bedenine ulaşmasını sağlamak (!) ve dolaylı olarak güzellik endüstrisinin sarsılmayacak bir şekilde ayakta kalmasını devam ettirmektir. Medya her zaman güzellik endüstrisi ile birlikte hareket etmiştir. Estetik açıdan ideal kadın bedeni ve güzelliğini tanımlayan her norm, medya üzerinden görsel ve yazılı olarak sunulmakta ve bu mükemmelliğin özellikle kadın bedenlerinde yaygın hale gelmesini bir yığın öneriyle gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu önerileri sunan ve yaygınlaştırmaya çalışan kitle iletişim araçları, ideal kadın bedenini yansıtabileceğini düşündüğü kadınları tercih etmektedir. Çeşitli kitle iletişim araçları üzerinden okuyucularına ya da izleyicilerine ulaşmaya çalışan bu “ideal kadın” karşısındaki kadına estetik ve cinsel haz yaşattığı gibi öte yandan ne gibi kazanımları olacağının da mesajını vermektedir. Ancak medya üzerinden şekillenen, popüler kültüre uygun olarak yaratılan bu bedenler sebebiyle kadın, kısıtlanmış, şekillendirilmiş ve dikte edilen bir beden tipine ve güzelliğine sahip olacak, medyanın ona sunduğu tek tip bir imaj dışında başka

hiçbir şeye sahip olamayacaktır (İnceoğlu ve Kar, 2016: 81-83).

Medyanın her daim güzellik endüstrisiyle birlikte hareket etmesi sonucunda çeşitli yayın organlarında bu ortaklığın yansımalarını görmekteyiz. Bu yayın organlarından birisi de hiç kuşkusuz görsel malzemenin kusursuz olarak sunulduğu televizyondur. Gösteri çağı ya da medya çağını başlatan ve kıtalar ötesi birçok kadına güzellik endüstrisinin ideal kadın bedeni algısını taşıyan başlıca kitle iletişim aracı televizyon olarak kabul edilir (Öker, 2005:

245). Adorno (2016: 52), “Televizyon, radyoyla sinemanın sentezini hedefler” sözüyle, televizyonun sinemadan çok daha etkili olduğunun vurgusunu yapar. Gerçekten de televizyon bireyler üzerinde oldukça etkilidir. Kitleleri bitip tükenmek bilmeyen ses, görüntü ve yazı üzerinden gündelik yaşamdan kopartarak kendisine bağlayan televizyon bunu yaparken izleyicisini sunduklarına ikna etmeye çalışır (Öker, 2005: 245).

Televizyonun izleyicisini ikna etmesi daha çok dolaylı yollarla başarıya ulaşmaktadır.

Çünkü televizyon, kendisini bireye dayatan örtük mesajlarla dolu bir dünyadır. Örtük mesajlar, kalıplar ve klişelerle birlikte kişilerin kafasında tekrarlanarak kalıcı hale getirilir.

Televizyonun bireyin kafasında yerleştirmek istediği en önemli mesajlardan birisi ise, kurgusal karakterlerin yanı sıra reel karakterlere de yer verdiğidir. Ancak reality showlar bile diğer tüm programlar gibi kurgusal olup izleyicinin ikna olmadığı anlarda izleyiciyi ikna etme konusunda başarılı olurlar (Kulak, 2018: 117-119). Son yıllarda reality showların izleyicileri ikna konusundaki başarısının dikkat çekmesi üzerine televizyonlarda güzellik konulu reality showlar oldukça yaygın olarak yer almaya başlamıştır. ABD’de kilo kaybı, sağlıklı ve güzel görünme, güzel bir fiziğe kavuşma, modayı takip etme gibi içeriklere sahip olan The Biggest Loser, Celebrity Fit Club gibi adlı televizyon programları, birçok kadını güzellik normlarına hapsederek, güzellik endüstrisinin belirlediği ideal kadın bedeni ve güzelliğinin devamlılığını sağlamaktadır (Bakır, 2017: 143).

Televizyonun, güzellik endüstrisi ile bir diğer buluşma noktası ise “güzellik yarışmaları”dır. Güzellik yarışmalarının tarihi oldukça eskiye dayansa da 19. yüzyıldan itibaren etkin olan bu yarışmaların medya ve güzellik endüstrisi için vazgeçilmez olduğunu hatırlatmak gerekir. Günümüz toplumlarında küresel çapta düzenlenen organizasyonlarda oldukça geniş bir yere sahip olan güzellik yarışmaları, televizyonlar üzerinden yapılan yayınlarda kadınlara ideal beden ölçülerinin, güzel yüz hatlarının, yürüyüş stillerinin kısacası güzellik standartlarının neler olduğunu sunarak bu standartların toplum geneline yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır.

Güzellik mitinin medya içerisindeki bir diğer taşıyıcısı “reklâm”, Baudrillard’a göre,

“çağımızın en dikkate değer kitle iletişim aracı (Baudrillard, 2015: 157)” dır. Reklâmın amacı, belirlenen bir ürün hakkında bilgi vermek ve o ürünün satışını artırmaktadır. Reklâm ilk olarak bu nesnel amaç doğrultusunda hareket etmelidir (Baudrillard, 2008: 203).

Adorno’ya göre ise (2016: 101), “reklâm, kültür endüstrisinin yaşam iksiri”dir. Bu anlamda reklâm, her daim tüketiciye yol göstermekte, tercih yapılmasını kolaylaştırmakta ve diğer ürünlere göre daha iyi bir performans sergileyerek üreticilerin mallarını satabilmelerine yardımcı olmaktadır. Ancak reklâm, kitle endüstrisinin dolayısıyla da medyanın en büyük gelir kaynağı olmasına karşın, bir derinlikten yoksun olup, anında unutulma özelliğine sahiptir. Geçmişte büyük bir önem taşıyan ve yükselişte olan reklâm, günümüzde anlam ve önemini yitirmiş durumdadır. Baudrillard’a göre 1929 Ekonomik Bunalımı ile birlikte propaganda ve reklâm önem kazanmıştır. Ancak propagandanın her şeyi yüzeyselleştiren ve reklâm malzemesine dönüştüren düzenine karşın, reklâmın giderek nötr, duyarlılıktan yoksun, birbirinin aynı olan, “söz-dizimsel karşıtı bir nebulayı andıran bir retoriğe”

dönüştüğünü söylemektedir. Bu nedenle artık reklâm giderek geleneksel bir alışkanlık haline gelmiştir. Bunun sonucunda iletişim aracı olarak geçerliliğini yitirmiş artık bir haber ve iletişim özelliği taşımayan reklâm bir haber ya da bilgi verme aracı olarak kabul edilmemektedir. Günümüzde reklâm artık, ticari bir mala dönüşmüş durumdadır. Artık reklâmın özgün bir alanı kalmadığını, toplumsalla uyum içerisinde hareket ettiğini söyleyen Baudrillard’a göre reklâmın giderek tepkisizliği hızlandırdığını söylemektedir (Baudrillard, 2011: 128-132).

“Yaşadığımız her yerde, her gün yüzlerce reklâm imgesi görmekteyizdir. Belki de toplum içerisinde bu denli karşımıza çıkan bir imge daha yoktur (Berger, 2018: 129)” diyen Berger’e göre bu imgenin belki de en önemli üretim süreci ise “çekicilik”tir. Özellikle 1920’lerde yaşanan ekonomik değişimlerden etkilenerek kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlayan reklâm endüstrisi, tüketici kitle olarak “kadın” cinsiyetini hedef almıştır.

Bu sayede özellikle modern kadın beklentilerini, kadınların arkadaşları ve düşmanlarıyla olan psikolojik savaş yürüttükleri alanlara sızan reklâmcılık kendisine sarsılması çok güç olan bir alan yaratmıştır. Teknolojik ve ideolojik gelişmelerden beslenerek yeni grafik ve fotoğraf teknikleri kullanmaya başlayan reklâm endüstrisi, özellikle genç kadın kitlesinin daha önce hiç olmadığı kadar bilinçaltını etkilemeyi başarmıştır. Bu nedenle artık reklâmcılık sadece nesne ya da ürün değil “kadın imajları” da satmaya başlayan bir araç haline gelmiştir (Cott, 2005: 90-91).

“Mal denilen fetişe hangi dinsel tören kurallarıyla tapılacağını moda saptar (Benjamin, 2017: 95)” sözüyle Benjamin, mal denen fetişizme hangi kurallarla tapılacağını tüketiciye söyleyenin moda olduğunu ve modanın can damarının ise cinsel çekiciliğin hakimiyeti altında olan fetişizm olduğunu anlatmaya çalışır. Modanın yapmış olduğu bu propaganda reklâmın taşıyıcılığı ile kitlesel olarak tüketicilere sunulan kolektif bir inanç inşa etmeye kadar gitmektedir. Reklâmlar başta moda endüstrisinin propagandaları olmak üzere tek bir malın, çok sayıda insan tarafından arzu edilmesini sağlamaktadır (Kawamura, 2016: 139). Bunu sağlamak için ise, “fiziksel çekiciliğe” sahip insanların kullanımının etkili olacağına inanılmaktadır. Özellikle fiziksel çekiciliğe sahip modellerin ve oyuncuların reklâmlarda yer alması yeni bir kavram değildir. Ancak günümüz toplumlarında görsel kültürün öneminin gittikçe artması nedeniyle reklâmlarda fiziksel çekici modellerin kullanılma sıklığı da gittikçe artmaktadır. Bu anlamda bir meta haline gelen ve tüketilebilen beden, güzellik endüstrisi tarafından belirlenmiş “güzellik ideali” çerçevesinde çok kısa sürede şekillendirilir ve kitle iletişim araçlarında yer alır ve tüketicilere sunulur. Kitle iletişim araçlarında dolayısıyla gündelik yaşam içerisinde her an karşımıza çıkan reklâmlar, özellikle kadın bedeninde güzellik idealinin temsil edildiği en önemli mesajları taşıyan ve ileten alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Fiziksel çekiciliği kullanmak reklâm dünyası için vazgeçilmez bir durumdur.

Günümüz toplumlarına gelinceye dek güzellik ve fiziksel özellikler tarihsel süreç içerisinde her daim önemini korumuştur. Ancak çağımızda bedenin bir tüketim nesnesi haline gelerek daha da ön plana çıkması nedeniyle beden, insanların sosyal ve kültürel ilişkilerinde de daha da önemli bir hâl almıştır. Bedenin böylesine bir önem kazanması onun fiziksel çekicilik üzerinden de bir tüketim nesnesine dönüşmesinde en önemli etkendir. Reklâm dünyasında, çekicilik tanıtımı yapılan ve pazarlanmaya çalışılan ürünün inanılırlığını artırıcı bir etken olarak kabul edilmektedir. Reklâmlarda fiziksel çekicilik için kadın, erkek, çocuk ya da yaşlı gibi gruplardan ürüne göre seçim yapılmaktadır. Ancak yine de reklâmlar dikkatle incelendiğinde fiziksel çekicilik üzerinden daha çok genç kadın grubunun seçildiği görülmektedir. Özellikle fiziksel çekiciliğin ön planda olduğu reklâmlarda, fiziksel çekiciliğin cinsellikle ilişkilendirildiği, cinselliğe dair yoğun sinyaller verildiğini görmek mümkündür (Bakır, 2017: 201-207).

Modern dönemden itibaren ön plana çıkan bireysellik, benlik ve bireysel kimliğin önemi günümüz geç-modern ya da postmodern olarak adlandırılan çağımız toplumlarında

daha da güçlü ve önemli hale gelmiştir. Giddens (2014: 103) benliği, “olduğumuz ya da olmadığımız şey değil, aksine bizzat kendi yaptığımız bir şeydir” olarak tanımlamaktadır.

Bu tanımıyla Giddens, benliğin içsel bir yapıya sahip olduğunu göstermeye çalışmaktadır.

Kimlik ise, “sadece bireye has bir özellik, hatta özellikler bütünü değildir. Bireysel-kimlik kişinin kendi biyografisinden hareket ederek refleksif olarak kavradığı benliktir. Bir kişinin kimliği, öznel bir anlatıyı sürdürebilme kapasitesinde bulunabilir. Kişinin gündelik hayatında diğerleriyle düzenli ilişkiler sürdürmesi gerekliyse, biyografisi tamamen kurmaca olamaz: Bu biyografinin sürekli olarak dış dünyada ortaya çıkan olaylarla bütünleştirilmesi ve bunların benlik hakkındaki süregelen “hikâye”ye dâhil edilmesi gerekir (Giddens, 2014:

75-77).” Benlik ve kimlik tanımları üzerinden yapmış olduğu ayrımda Giddens, benliğin birey tarafından oluşturulmuş olduğunu ancak kimliğin ise birey dışındaki kişiler tarafından anlamlı hale getirildiği ve oluşturulduğunu söylemektedir. Benliğini toplum içerisinde ortaya koyan ve diğer kişilere sunan birey bunun sonucu olarak benliği üzerinden toplum içerisinde bir kimlik kazanır.

Kuşkusuz hem kadın hem de erkek bir kimlik kazandığında herkes tarafından kabul görmeyi ister. Özellikle tarihsel süreç içerisinde kadının toplumsal bir konuma erişme mücadelesinde bir kimlik oluşturmanın önemi erkekle kıyaslandığında daha da ön plandadır.

Güzellik endüstrisinin inşa ettiği ideal güzellik ve beden miti üzerinden kadın, toplumda bir kimlik kazanmak için kesintisiz bir mücadele içine girmiştir. Kadınları “yoran”, “tüketen”

ve daha da önemlisi “psikolojik bunalım”a sürükleyen bu kimlik kazanım mücadelesindeki en önemli alanlardan birisi kuşkusuz “sosyal medya”dır. Günümüz tüketim kültürünün ve sosyal bir kimlik inşâ etmenin en temel mecrası haline gelmiş olan sosyal medyada, kadınlar popüler kültüre uygun olarak benliklerini sunma kaygısı içindedirler. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren teknolojik gelişmelerin hızlanması ve tüketim kültürünün artan tahakkümü, internetin yaygınlaşması, sosyal ilişki ve etkileşimin sosyal medyaya transferine yolaçmıştır.

Günümüzde dijital materyallere olan erişim ve satın alma kolaylığı göz önüne alındığında bu materyallerin sosyal medyayı ortaya çıkarmakla kalmayıp, yoğun olarak kadınların görüntüleri ve benlik sunumlarını sergiledikleri sosyal alanların da zaman içerisinde değişmesine yol açmıştır. Sosyal medya bahsedilen uzantılardan belki de en güçlüsü ve bilindik olanıdır. 20. yüzyılın başında gazete, dergi, afiş, televizyon gibi kitle iletişim araçları üzerinden yayılmaya çalışılan güzellik mitleri, günümüzde sosyal medya ve

onun çeşitli platformları üzerinden yayılmaktadır. Araçlar ve materyaller değişmiş olsa bile aslında değişmeyen tek şey güzellik idealinin kadınlara aşılanması gerektiğidir. Çarklarını bu mantıkla döndüren güzellik endüstrisi, kadınları her dönemde yaptığı gibi sosyal medya üzerinden de bir kalıba sokmaktadır. Nasıl görünmeleri gerektiği, hangi ürünleri kullanacakları, spor ve diyet uygulamalarında ne gibi kurallara uyacaklarının yanı sıra sosyal medya, kadınların nasıl bakacağı, nasıl konuşacağı ve benliğini nasıl sunacağına kadar her türlü şeye karışmaktadır. Bu anlamda sosyal medya, kalıplaşmış imajların yaratıldığı ve yaratılan imajlara özellikle kadınların sahip olması için çeşitli manipülasyonların kullanıldığı bir plartform olarak kabul edilebilir.

Kişinin sosyal medya üzerinden benliğini sunması, sergilemesi, kanıtlaması ya başka bir deyişle kendini vitrine koyması, Goffman’ın performans kuramıyla bağlantılıdır.

Goffman’a göre (2014: 16), “kişinin öyle ya da böyle kendini ifade edecek şekilde davranması, gözlemcilerin de bir şekilde izlenim edinmesi kaçınılmazdır.” Goffman kişinin, gözlemcilerin karşısında bulunduğu süre boyunca gerçekleştirdiği ve gözlemciler üzerinde (olumlu) etki yaratmak istediği tüm faaliyetlere performans adını vermektedir (Goffman, 2014: 33). Bu performans ve performans alanı açıklaması sosyal medya üzerinden kurulduğunda birçok benzerlik barındırmaktadır. Sosyal medyada oluşturulan profiller, kullanılan isimler, sayfalara yüklenen fotoğraflar gözlemleyicinin performanstan etkilenmesini ve hoşnut kalmasını sağlamak içindir. Bu profillerin oluşturulmasında da önemli bir noktaya değinmek gerekir. Tıpkı Goffman’ın performans kuramında olduğu gibi gözlemleyiciyi etkilemek ve olumlu bir izlenim bırakmak isteyen kişi, performansıyla ilgili hata ve kusurların ortadan kaldırılmış olmasını ister. Bu anlamda sosyal medya kullanan herhangi bir kişi, tıpkı tiyatro sahnesine çıkmaya hazırlanan bir oyuncu gibi tüm eksiklikleri, hataları ve kusurları gösteriden/performansından önce yok eder. Bu Goffman’ın vitrin ve sahne arkası kavramlarıyla ilişkilidir. Goffman (2014: 108-112), vitrini “bir kişinin, başka insanların bulunduğu bir ortamda performansını sergilerken kimi yönlerinin ön plana çıkarılırken, izlenimini lekeleyecek olan başka yönlerinin bastırıldığı alan” olarak tanımlar. Bu anlamda sosyal medya platformlarında oluşturulan profiller, bloglar ve sayfaların hepsi birer vitrin bölgesidir. Cinsiyet, yaş, boy, yüz ifadeleri, vücut ifadeleri konuşma kalıplarını kişisel vitrin parçaları olarak düşünen Goffman (2014: 35)’ın teorisi üzerinden sosyal medyada kullanılan tüm bu nitelikleri birer kişisel vitrin parçası olarak kabul edebiliriz. Goffman, sahne arkasını ise “belli bir performans tarafından çizilen izlenimle çelişen bir görüntünün yer aldığı bölge (Goffman, 2014: 112)” olarak tanımlar. Bu

tanım üzerinden düşünüldüğünde sosyal medya kullanan kişilerin sergiledikleri performansı lekeleyen ya da çelişkili gösteren ifade ve görüntülere yer vermediklerinin gözlemlenebilir olduğu aşikârdır. Goffman’ın kuramı ve kavramları üzerinden tartışmaya çalıştığımız ve vurguladığımız en önemli nokta sosyal medya kullanan kişilerin performansı olarak adlandırabileceğimiz profiller, aslında bir ürün sergisinden başka bir şey değildir. Cilalanan ve sergilenen bu profiller diğer kullanıcılar için bir rüya dünyası izlenimi oluşturacak ve birçok kişi bu rüya ambiyansı yaratan profili taklit etmeye başlayacaktır. Özellikle kadınların başka kadınları taklit ettiği, hemen orada alıcı bulduğu sosyal medyan kusursuz profilleri, ideal kimlikleri yaratan ve pazarlayan bir mecra olarak düşünülebilir. Nihayetinde kadın bedeninin imajlarla doldurulması, profillerinin süslenip parlatılması, kusurlu ve eksik olanın giderilmesi gibi tüm bu mesajlar kadınların ideal benlik üzerinden nasıl metaya dönüştüğünü, gerçek ve ideal benlik arasında nasıl gelgit yaşadığının ve ideale ulaşmak için sosyal medyanın ne gibi mekanizmalarla kadını tahakküm altına aldığının kanıtıdır.

Kadınların gerçek benlikleri ile mecburi, yani olmak istedikleri benlik arasında gelgit yaşamasına sebep olan bu durum sonucunda kadın bitmeyen bir mücadelenin içerisine girmekte ve toplum içerisinde sosyal medyanın tahakkümü altında “itaatkâr bedenler”e dönüşmektedir.

Sosyal medyanın görünüm kadar davranışları disipline etmesi başka bir ifadeyle

“itaatkâr bedenler” yaratması aslında Foucault’nun “biyo-iktidar” kavramı ile yakından ilişkilidir. Foucault, 18. yüzyıldan itibaren Batı toplumlarında yeni bir iktidar biçiminin ortaya çıktığından bahseder. Bu yeni iktidar biçimi, son derece olumlu, yaşamı destekleyen ve üretken bir mekanizmaya sahiptir. Foucault, bu yeni iktidar tekniğine “biyo-iktidar” adını vermiştir (Foucault, 2017: 100). Foucault’ya göre biyo-iktidarın iki stratejisi vardır:

Nüfusun biyo-politiği ve bedenin politiği. İkinci strateji olan bedenin anatomo-politiği, bedenin bir makine olarak görülmesiyle ilgilidir. Bedenin disipline edilişi, yeteneklerinin optimum hale getirilmesi yani bedenlerin yararlı bir fabrika haline dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Foucault’ya göre modern Batı toplumlarında beden, iktidar ağı tarafından kuşatılmıştır. Bu anlamda birey, 18. yüzyıldan itibaren yeni disipline edici bir iktidar tarafından ele geçirilmiş ve üretim biçimi gereği bedenin emek gücüne

Nüfusun biyo-politiği ve bedenin politiği. İkinci strateji olan bedenin anatomo-politiği, bedenin bir makine olarak görülmesiyle ilgilidir. Bedenin disipline edilişi, yeteneklerinin optimum hale getirilmesi yani bedenlerin yararlı bir fabrika haline dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Foucault’ya göre modern Batı toplumlarında beden, iktidar ağı tarafından kuşatılmıştır. Bu anlamda birey, 18. yüzyıldan itibaren yeni disipline edici bir iktidar tarafından ele geçirilmiş ve üretim biçimi gereği bedenin emek gücüne