• Sonuç bulunamadı

Gürânî‟den Sonra (XV-XIX Asırlar) Hadis ÇalıĢmaları

B. Hadis ÇalıĢmaları

2. Gürânî‟den Sonra (XV-XIX Asırlar) Hadis ÇalıĢmaları

Osmanlılarda el-Câmiu‟s-Sahîh üzerine yazılan Ģerhlerin ilki, Molla Gürânî‟nin kaleme aldığı el-Kevseru‟l-Cârî isimli eserdir. Gürânî‟den hemen sonra biri XV. asrın sonralarında, diğerleri XVI. asırda olmak üzere Buhârî üzerine toplam altı Ģerh yazılmıĢtır. Bu çalıĢmaların birden bire hız kazanmasında XV. yüzyıl Mısır muhaddisleri arasında yaygın olan Buhârî‟ye Ģerh yazma geleneğinin etkili olduğu düĢünülebilir. Fakat bu geleneğin Osmanlılara taĢınmasında, ilmî tahsilini Mısır‟da Ģerh çalıĢmalarının zirveye ulaĢtığı bir dönemde Ġbn Hacer‟den ders alarak tamamlayan ve Osmanlılar‟a geldikten sonra el-Kevseru‟l-Cârî‟yi te‟lîf eden Gürânî‟nin Ģerhinin etkili olduğu kanaatindeyiz. Zira Gürânî‟den önce Beylikler Dönemi de dâhil olmak üzere Anadolu‟da Buhârî üzerine yazılmıĢ bir Ģerh tesbit edilememiĢtir. el-Kevseru‟l-Cârî‟den önce Anadolu‟da Ģerh çalıĢması kapsamında ikisi MeĢâriku‟l-Envâr, üçü de Mesâbîhu‟s-Sünne üzerine toplam beĢ Ģerh çalıĢması yapılmıĢtır. Gürânî‟den önce hem Osmanlı hem de Anadolu‟da Sahîh-i Buhârî üzerine yazılmıĢ bir Ģerh bilinmemektedir. Dolayısıyla XV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı ilim çevrelerinde etkili bir isim olan ve bu yüzyılın son çeyreğinde sekiz yıl Ģeyhülislamlık yapmıĢ olan Gürânî‟nin el-Kevseru‟l-Cârî adlı eserinin Osmanlılardaki ilk Buhârî Ģerhi olduğu söylenebilir.

Osmanlılarda Buhârî üzerine yazılan Ģerhler iki dönemde hızlı bir geliĢme göstermiĢtir. Birincisi, Gürânî‟nin Ģerhini yazmasından sonraki XVI. asırda, ikincisi de XVIII. yüzyıldadır. Burada önce XV. yüzyılın ikinci yarısı ve XVI. asırdaki Buhârî Ģârihlerinin hayatları ve eserlerini incelemeye çalıĢacağız. Böyle bir araĢtırma belki zaman zaman konumuzun dıĢına çıkmamıza sebeb olacaktır. Ancak Gürânî‟den hemen sonra Osmanlı âlimleri tarafından kaleme alınan Buhârî Ģerhlerinin incelenmesi, el-Kevseru‟l-Cârî‟nin dönemin hadis çalıĢmaları arasındaki yerinin tesbitinde sağlıklı sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır.

a. XV ve XVI. Yüzyıllarda Buhârî ve MeĢârik ġerhleri

Gürânî‟den sonra Osmanlılarda Sahîh-i Buhârî üzerine yazılan Ģerhlerde bir artıĢın olduğunu yukarıda belirtmiĢtik. Bunun ilk örneği Molla Lütfi (899/1494)‟nin ta‟lik türündeki Ģerhi ile baĢlamıĢtır.

1) ġerhu‟l-Câmi‟i‟s-Sahîh li‟l-Buhârî

Eserin müellifi “Molla Lütfi” veya “Sarı Lütfi” ismiyle meĢhur olan Lütfullah Ġbn Hasan et-Tokâdî‟dir. Bursa Sultan Murad, Filibe ve Edirne Dârulhadisi‟nde müderrislik yapmıĢtır.125

Dil, mantık, kelam ve tefsir sahasında yirmi eser kaleme almıĢ olan müellifin Buhârî üzerine de kısmî bir Ģerh yazdığı nakledilmektedir.126

Fakat Ģu ana kadar eserin herhangi bir nüshası tesbit edilememiĢtir.127

Katib Çelebi, bu eseri Buhârî‟nin ta‟likleri arasında saymıĢtır.128

Molla Lütfi, medrese eğitimini dönemin meĢhur hocalarından Hızır Bey‟in oğlu Sinan PaĢa‟nın yanında tamamlamıĢtır.129

Dârulhadis konusunda da belirttiğimiz gibi Sinan PaĢa ve talebesi Molla Lütfi kelâmî yönü kuvvetli âlimlerdir.130 Dolayısıyla müellifin ta‟lik türündeki eseri elimizde mevcut olmamasına rağmen, bu eserin hadis ilimleri açısından çok yönlü bir çalıĢma olmadığını söyleyebiliriz.

2) Ta‟likât-ı Buhârî-i ġerif

Eser, ġemseddin Ahmed Ġbn Süleyman Ġbn Kemal PaĢa (940/1533) tarafından kaleme alınmıĢtır. Ġbn Kemal, görevleri ve eserleri ile Osmanlı ulemâsı arasında en fazla tanınan âlimlerden biridir. Ġbn Kemal dînî ilimlerdeki tahsilinin ilk dönemlerinde Edirne Dârulhadisi‟nde Molla Lütfi‟den, daha sonraları Molla Kestelli (Kastalânî) Muslihuddin Mustafa (901/1496), Hatibzâde Muhyiddin (901/1496) ve Molla Muarrifzâde gibi devrin önde gelen âlimlerinden ders almıĢtır.131 Yukarıda da belirtildiği gibi Molla Lütfi, Edirne Dârulhadisi‟nin ikinci müderrisi olup felsefî yönü kuvvetli bir âlimdir. Hatta Dârulhadis‟te Ġbn Kemal‟e mantıktan ġerhu‟l-Metâli‟in

125 TaĢköprülü, ġekâik, 169-171; Osmanlı Müellifleri, I, 382; Gökyay, Orhan ġaik ve Özen, ġükrü,

“Molla Lütfi”, DĠA, XXX, 255; Ayrıca bkz. Zirikli, Hayreddin, el-A‟lâm Kâmûsu Terâcimi li

EĢheri‟r-Ricâl ve‟n-Nisâi mine‟l-Arabi ve‟l-Muste‟ribîne ve‟l-MüsteĢrikîn, I-VIII, 15. bs., Beyrut,

2002, V, 242.

126

Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 554; Ġsmail PaĢa, Hediyye, I, 840; Osmanlı Müellifleri, I, 382.

127

Sandıkçı, a.g.e., s. 58; Yıldırım, Edirne Dârulhadîsi, s. 79; Gökyay ve Özen, a.g.m., DĠA, XXX, 257.

128 Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 554. 129 TaĢköprülü, ġekâik, s. 169. 130

Bkz. Ocak, Ahmet YaĢar, “DüĢünce Hayatı (XIV-XVII. Yüzyıllar)”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi (ed. Ekmeleddin Ġhsanoğlu), IRCICA, Ġstanbul, 1998, II, 175, 184; Lekesiz, “Osmanlı Ġlmî Zihniyeti”, Türk Yurdu, c. XI, sy. 49, s. 23.

hâĢiyelerini okuttuğunu biliyoruz.132 Derinliğine bir hadis eğitimi alıp almadığı kesin olarak bilinmemekle beraber usûl-ü fıkıh ve kelamî yönü kuvvetli olan Ġbn Kemal, daha önceden baĢlayan tehâfut tartıĢmalarına XVI. asırda bir eser yazarak katılmıĢtır.133

XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ilmî düĢüncesinin en büyük temsilcilerinden biri olarak görülen KemalpaĢazâde, daha genç yaĢta Teftazânî ve Seyyid ġerif Cürcânî gibi âlimlerle mukayese edilmiĢ ve onun kendisinden önceki birçok âlimi unutturduğu dile getirilmiĢtir. Zaman zaman eserlerinin çokluğu ve çeĢitli ilimlere olan vukufunun geniĢliği bakımından Suyûtî‟ye benzetilmiĢ hatta meseleleri kavrayıĢı, muhakeme ve cedeldeki mahareti açısından onu Suyûtî‟den üstün sayanlar da olmuĢtur.134 KemalpaĢazâde, çeĢitli ilimlerdeki vukûfiyeti açısından Teftazânî, Seyyid ġerif Cürcânî ve Suyutî gibi âlimlerle mukayese edilmiĢse de, onun Osmanlı hadis çalıĢmalarına hız verecek ölçüde bir giriĢimi söz konu değildir. Bu konuda Güler, Ġbn Kemal PaĢa‟nın kelâm, mantık, fıkıh, usûl gibi dirâyet ilimlerine gösterdiği ihtimamı, rivâyet ilimlerine pek göstermediğini hatta Ġbn Teymiyye (728/1327), Âlûsî (1270/1853) ve Leknevî (1304/1886)‟nin mevzû olarak değerlendirdiği bir rivayeti ġerhu Ehâdis Erbaîn‟de tahric yapmaksızın hadis olarak zikredip bir takım felsefî –tasavvufî Ģerh ve izahlara yer verdiğini belirtmektedir.135

Velûd bir âlim olan Ġbn Kemal, fıkıh, kelam, felsefe ve tarihle ilgili yaklaĢık iki yüz eser telif etmiĢtir.136

Bu eserlerin yanı sıra kırk hadis veya birkaç hadisin Ģerhi Ģeklinde hadise dair eserleri137

ve Buhârî üzerine ta‟lik türünde bir Ģerhi bulunmaktadır.138

ġerhin Ģu ana kadar bir nüshası tesbit edilememiĢtir. Fakat Ġbn Kemal PaĢa‟nın el-Câmiu‟s-Sahîh‟in ilk babı “Keyfe kâne bed‟ul-vahyi” konusu ile

132

TaĢköprülü, ġekâik, s. 226.

133

Ocak, Ahmet YaĢar, “Klasik Dönem Osmanlı DüĢünce Hayatı”, Türkler, (ed. Hasan Celal Güzel vd.), Ankara, 2002, XI, 19, 21. Bkz. UzunçarĢılı, Ġlmiye TeĢkilâtı, s. 24 (dipnotta).

134 Turan, ġerafettin, “KemalpaĢazâde”, DĠA, XXV, 238-239. 135 Güler, a.g.m., s. 81, 82.

136

Çelebi, Ġlyas, “KemalpaĢazâde (Eserleri)”, DĠA, XXV, 245.

137 Hadisle ilgili eserleri için bkz. Yıldırım, Edirne Dârulhadîsi, s. 88-89.

138 Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 554; Ġsmail PaĢa ve Bursalı Mehmed Tâhir bu eseri Ģerh olarak tanıtmıĢlardır.

ilgili bir risâlesi bulunmaktadır.139 Ġbn Kemal‟in Ģerhi olarak tavsîf edilen eserin bu risâle mi, yoksa baĢka bir çalıĢma mı olduğu tam olarak bilinmemektedir.

3) Feydu‟l-Bârî fî ġerhi‟l-Buhârî

Eser, Zeynuddin Ebu‟l-Feth, Abdurrahîm Ġbn Abdurrahman Ġbn Ahmed Ġbn Hasan el-Abbâsî el-Hamevî (963/1556) tarafından kaleme alınmıĢtır.140 867/1463 tarihinde Kahire‟de doğmuĢ olan müellif buradaki eğitimi sırasında Muhyiddin el- Kâfiyeci (879/1474), (Ebu‟l-Fadl) Muhibbuddîn Ġbnü‟Ģ-ġıhne (890/1485), Burhanuddîn el-Likânî el-Mâlikî (890/1485) ve daha baĢka birçok âlimden ders almıĢtır.141

Ayrıca Sahîhu‟l-Buhârî‟yi iki müsnid el-Ġzz es-Sahrâvî ve Abdulhamîd142 el-Harestânî (879/1474)‟den semâ yoluyla dinlemiĢ yine Bedruddîn Ġbn Nebhân (889/1484)‟a Buhârî‟yi okumuĢtur.143 TaĢköprülü, Abdurrahîm el-Abbâsî‟nin Mısır‟da hadis eğitimi sırasında birçok âlî isnâdı elde ettiğini kaydetmiĢtir.144

Sultan Bâyezid döneminde Sultan Gavrî‟nin elçisiyle beraber Ġstanbul‟a gelen Abbâsî, Buhârî‟ye yazdığı Ģerhi Sultan‟a takdim etmiĢ145

, sultan da onun adına bir dârulhadis inĢa ettirmiĢtir. Dârulhadisin müderrisliği kendisine tevcih edilmiĢ, ancak

139 Yıldırım, Edirne Dârulhadîsi, s. 89; Bu risâle, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih no: 5381 (1b-12a),

no: 65 (287b-295a)‟da bulunmaktadır.

140 Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 551; Ġsmail PaĢa, Hediyye, I, 563; Sandıkçı, a.g.e., s. 67; Zirikli kitabın

ismini, “Feydu‟l-Bârî bi ġerhi Garîbi Sahîhi‟l-Buhârî” Ģeklinde kaydetmiĢtir. Zirikli, A‟lâm, III, 345.

141

Ġbnü‟l-Ġmâd, ġezârâtü‟z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, I-X, thk. ve tlk. Mahmud Arnavud ve Abdulkadir Arnavud, 1. bs. Beyrut, 1986-1993, X, 486. Ayrıca bkz. Mecdî Efendi, ġekâik Tercümesi, s. 410; Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 134.

142 Abdulhamîd ismi el-Kevâkibu‟s-Sâire‟da Abdussamed olarak kayd edilmiĢtir. Bkz. Gazzî,

Muhammed Ġbn Muhammed, el-Kevâkibu‟s-Sâire bi A‟yâni‟l-Mieti‟l-ÂĢirâ, I-II, tlk. Halîl el-Mensûr, 1.bs. 1997, II, 160.

143 Ġbnü‟l-Ġmâd, ġezerât, X, 486. 144 TaĢköprülü, ġekâik, s. 246.

145 Ġbnü‟l-Ġmâd, Abdurrahîm el-Abbâsî‟nin bu Ģerhini Mısır‟da yazdığını ve Yıldırım Bâyezid‟e

takdim ettiğini belirtmiĢtir. Ona göre, müellif Ġstanbul‟da daha geniĢ bir Ģerh yazmaya baĢlamıĢ ancak bunu tamamlamaya muvaffak olamamıĢtır. Ġbnü‟l-Ġmâd, ġezerât, X, 487. Mehmed Süreyyâ, Abdurrahîm el-Abbâsî‟nin Ģerhini 920/1514 tarihinde Huzûr-u Hümâyün‟a takdim ettiğini belirtmiĢtir. Süreyyâ, Mehmed, Sicill-i Osmanî yahud Tezkire-i MeĢâhir-i Osmâniyye, (haz. Ali Aktan vd.), I –IV, Ġstanbul, 1995-1998, III, 329/372. Yıldırım da Süreyyâ‟nın ifadesini aynen nakletmiĢtir. Bkz. Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 134. Ancak Ģerhin 1514 tarihinde II. Bâyezid‟e takdimi mümkün değildir. Çünkü II. Bâyezid 1512‟de vefat etmiĢtir. Dolayısıyla Süreyyâ‟nın verdiği tarihe göre Ģerhin Yavuz Sultan Selim‟e takdim edilmiĢ olması gerekir. Fakat Abbâsî Ģerhini II. Bâyezid‟e ithaf ettiğini belirtmektedir. Bkz. Abdurrahîm el-Abbâsî, Feydu‟l-Bârî fî Ģerhi Sahîhi‟l-Buhârî, Süleymaniye Kütüphanesi/Atıf Efendi no: 529, vrk. 2a. Dolayısıyla eserin II. Bâyezid‟e takdimi 918/1512

tarihinden öncedir. Ayrıca TaĢköprülü baĢta olmak üzere birçok biyografi müellifi onun Ģerhini Sultan Bâyezid‟e takdim ettiğini belirtmiĢlerdir.

Abdurrahîm el-Abbâsî bu teklifi reddederek Mısır‟a dönmüĢtür. Mısır‟ın fethine (1517) müteakip tekrar Ġstanbul‟a gelmiĢ ve burada vefat etmiĢtir.146

Kâtib Çelebi, Feydu‟l-Bârî‟de Kütüb-i Hamse‟ye atıf yapıldığını ve her hadisin sonunda açılan bablarda garîb lafızların izah edildiğini ve zaman zaman da fıkhî açıklamalara yer verildiğini belirtmektedir.147

ġerhin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi‟nde mevcuttur.148

Abdurrahîm el-Abbâsî‟nin hadis bilgisi kendisinden yarım asırlık bir dönem öncesinde Osmanlı coğrafyasına gelen Gürânî gibi Mısır hadis dünyasının özelliklerini taĢımaktadır. Bu cihetle Feydu‟l-Bârî‟nin Osmanlı müelliflerinin kaleme aldığı Ģerhlerden farklı olduğu söylenebilir.

4) ġerhu‟l-Câmi‟i‟s-Sahîh li‟l-Buhârî

ġerh, Muslihiddin Mustafa Ġbn ġaban el-Gelibolî es-Surûrî (969/1562)‟ye aittir.149 Aslen Gelibolu‟lu olan Surûrî, TaĢköprülü‟nün babası Mustafa Efendi baĢta olmak üzere devrin önde gelen âlimlerinin yanında tahsil görmüĢ ve bilahare Muhyiddin Fenârî‟nin (954/1547) hizmetine girmiĢtir.150

Muhyiddin Efendi‟nin vefatından sonra müderrisliği bırakıp tasavvuf yolunu seçmiĢ fakat Vezir Kasım PaĢa‟nın medreseyi yıkma tehdidi karĢısında müderrislik görevine geri dönmüĢtür.151

Fıkıh ve tefsir eserlerinin yanı sıra edebiyat ve Ģiir konusunda da çalıĢmaları bulunan Surûrî, Sahîhu‟l-Buhârî üzerine baĢladığı Ģerhi ancak yarısına kadar tamamlayabilmiĢtir.152

ġu ana kadar Ģerhin bir nüshası tesbit edilebilmiĢ değildir.153 5) Ta‟likât alâ Sahîhi‟l-Buhârî

Ta‟lik türündeki bu çalıĢma, Zenbillizâde Fudayl Ġbn Ali Ġbn Ahmed Ġbn Muhammed el-Cemâlî el-Aksarâyî (991/1583)‟ye aittir. Zenbilli Ali Efendi‟nin büyük oğlu olan Fudayl Çelebi, babasının talebesi Molla Salih el-Amâsî ile

146 TaĢköprülü, ġekâik, s. 246. Zirikli, A‟lâm, III, 345; Ġbnü‟l-Ġmâd, ġezerât, X, 487-488; Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 134-135.

147

Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 551. Bkz. Kastallânî, ĠrĢâd, I, 61-62.

148 Süleymaniye, Atıf Efendi, No: 529. 149 Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 554.

150 Ali Ġbn Bâlî, el-„Ikdü‟l-Manzûm fî Zikri Efâdıli‟r-Rûm (ġekâik sonunda), s. 343. 151

Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 143-144.

152 Ali Ġbn Bâlî, el-„Ikdü‟l-Manzûm (ġekâik sonunda), s. 345. Bkz Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 554; Ġsmail

PaĢa, Hediyye, II, 434; Zirikli, A‟lâm VII, 235; Sandıkçı, a.g.e., s. 68.

Ebussuûd Efendi (982/1574)‟den ders almıĢtır.154 Tahsilini tamamlayınca Bursa ve Edirne‟de bazı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Sahn ve Ayasofya Medresesi‟nde görev almıĢ, müderrislik döneminden sonra Bağdat, Halep ve Mekke gibi önemli merkezlerde kadılık görevinde bulunmuĢtur.155 Fıkha ve nahve dair çeĢitli eserler kaleme alan müellif,156

Buhârî üzerine ta‟lik türünde bir çalıĢma yapmıĢtır.157

ġu ana kadar Ģerhin nüshası tespit edilememiĢtir.158

Fudayl Çelebi gibi âlimler, belli bir dönem medreselerde müderrislik yaptıktan sonra mahreç mevleviyetleri denilen Kudüs ve Haleb gibi büyük Ģehirlere kadı olarak tayin edilmiĢlerdir.159

Müelliflerin buralarda kaleme aldıkları eserler mesleklerinin gereği olarak fıkıh ağırlıklı çalıĢmalardır. Dolayısıyla, Osmanlı ulemâsının telif ettiği eserlerin önemli bir kısmının fıkha ve usûle dair eserlerden oluĢmasında bürokratik görevlerin etkili olduğu söylenebilir.

6) Ta‟likât alâ Sahîhi‟l-Buhârî

Eser, Hüseyin Ġbn Rüstem el-Kefevî er-Rûmî (1010/1601)‟ye aittir. Hüseyin el-Kefevî‟nin hocaları hakkında pek bilgi sahibi değiliz. Ancak kaynaklarda, Kanûnî Sultan Süleyman döneminin sonlarında Ġstanbul‟daki medreselerde okuduğu ve mülâzemetini Kara Dâvudzâde Mustafa Efendi‟nin yanında tamamladığı zikredilmektedir. Dînî ilimlerdeki bilgisi kadar matematik, astronomi ve mûsikiye de vakıf olan Kefevî tasavvufî terbiyeden de geçmiĢtir. Biyografi, hatırât ve Ģiir türünde yazdığı eserleriyle meĢhur olan müellifin Buhârî ve Müslim‟e ta‟lik niteliğinde notlar aldığından bahsedilmektedir. Bu notların da Süleymaniye Dârulhadisi‟nde Sahîh-i

Buhârî okuturken kaleme alınmıĢ açıklamalar olduğu tahmin edilmektedir. Zira

154 Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 148. Ebu‟s-Suûd Efendi, Ġbn Kemal‟den sonra Râzî mektebinin

Osmanlı düĢünce hayatındaki en kuvvetli temsilcileri arasında sayılmaktadır. Bkz. Lekekesiz, a.g.m., s. 23.

155

Koca, Ferhat, “Fudayl Çelebi Zenbillizâde”, DĠA, XIII, 207.

156 Bkz. Zirikli, A‟lâm, V, 153.

157 Katip Çelebi, KeĢf, I, 554; Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 475; Süreyyâ, Sicill-i Osmanî, IV, 24/28; 158

Sandıkçı, a.g.e., s. 68; Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 148

159

Bkz. UzunçarĢılı, Ġlmiye TeĢkilâtı, s. 38, 101. Cevdet PaĢa dârulhadis müderrislerinin kadı olarak tayinini Ģöyle anlatmaktadır: “Her sene sekiz müderris yani Dârulhadis ve Süleymaniye

medreseleriyle alt tarafından diğer üç medrese mahreç mevleviyetlerinden biri bir sene olmak üzere tevcih ve ba‟de‟l-infisâl mahreç mazulü itibar olunarak her sene içlerinden dördüne kezalik bir senelik olmak üzere Mısır, ġam, Edirne, Bursa kazaları ve bunların mazullerinden ikisine bu veçhile Mekke ve Medine ve onların mazullerinden birisine kezâlik Ġstanbul kadılığı ve Ġstanbul mazullerinden birine Anadolu kazaskerliği ve Anadolu mazullerinden birine Rumeli kazaskerliği verilmek âdet oldu.” UzunçarĢılı, a.g.e., s. 265.

Kefevî, 1003/1595 tarihinde Yavuz Selim daha sonra Süleymaniye Dârulhadisi‟nde ders vermiĢtir.160

Kâtib Çelebi, Kefevî‟nin Sahîh-i Buhârî‟ye ta‟lik nev‟inden bir çalıĢmasının bulunduğunu,161

Bursalı M. Tahir de Ģerhin “Gusl hadisine” kadar devam ettiğini belirtmektedir.162 Müellifin Müslim ile ilgili bir ta‟lîk çalıĢmasından da bahsedilmektedir.163 Ancak her iki eserin de nüshası Ģu ana kadar tesbit edilememiĢtir.164

Kefevî Hüseyin Efendi‟nin hadisle ilgili iki çalıĢması da kadılığa mahreç durumundaki Süleymaniye Dârulhadisi‟nde kitap kenarına alınmıĢ notlar Ģeklindedir. Muhtemelen müellif bu çalıĢmasına kadılığa atandığı dönemde devam edememiĢ ve notlar da ders kitabının kenarında olması hasebiyle Ģu ana kadar gün yüzüne çıkarılamamıĢtır.

XVI. yüzyılda tam Ģerh niteliğinde olmasa da Buhârî‟deki belli bölümlerin Ģerh edildiği birkaç çalıĢma daha yapılmıĢtır. Bunlardan ilki Muhyiddin Seydî Çelebî‟nin (931/1525) Buhârî‟deki yönetimle ilgili rivayetlerden seçtiği yüz hadisin kısa açıklamasını ihtivâ eden risâlesidir. ÇalıĢmada daha çok hadislerin yönetim ve idârî tarafı dikkate alınarak bu manada yorumlara yer verilmiĢtir. Seydî Çelebi‟nin kaynakları üzerine yaptığımız karĢılaĢtırmalarda genellikle Kirmânî (786/1384)‟nin Ģerhinden faydalandığı ayrıca Hattâbî (388/998), Ġbn Battal (449/1057), Nevevî (676/1277) ve Tîbî (743/1343) gibi Ģârihlere yapılan atıfların da Kirmânî‟nin Ģerhi ile aynı konularda yer aldığı tesbit edilmiĢtir.165

Buhârî ile ilgili ikinci çalıĢma, Muhammed ġâh Ġbn Muhammed Ġbn Hasan er-Rûmî (939/1533)166‟nin ġerhu Sülâsiyyâti‟l-Buhârî adlı eseridir.167 Buhârî‟deki 22 sülâsî rivayetle sınırlı olan bu çalıĢmada ravilerin isimleri, kelimelerin lugat manaları

160 Akpınar, Cemil, “Kefevî Hüseyin Efendi”, DĠA, XXV, 186-187. 161 Kâtib Çelebi, KeĢf, I, 554; Ġsmail PaĢa, Hediyye, I, 321; 162

Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 324.

163

Ġsmail PaĢa, Hediyye, I, 321; Bursalı, Osmanlı Müellifleri, I, 324.

164 Akpınar, a.g.m., s. DĠA, XXV, 187

165 KarĢılaĢtırmalar için bkz. Seydî Çelebi, a.g.e., s. 59, 65, 67, 68, 69; KrĢ. Kirmânî, ġerhu Sahîhi‟l- Buhâri, I, 154, 264-265, 266, 267, 268.

166

Tahsilini tamamladıktan sonra Ġstanbul ve Edirne‟de çeĢitli medreselerde görev yapan ve son olarak da Sahn-ı Semân medresesinde müderrislik yapan Muhammed ġah bu görevi sırasında vefat etmiĢtir. TaĢköprülü, ġekâik, s. 230.

ile hadislerdeki hükümler üzerinde durulmuĢtur.168 Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi‟nde mevcut olmakla beraber Hindistan‟da basıldığı söylenmektedir.169

Kısmî Ģerh niteliğindeki üçüncü çalıĢma, Mustafa Ġbn Muhammed el- Kastamonî (981/1573)‟nin ġerhu Evâili Sahîhi‟l-Buhârî isimli eseridir.170

Kastamonî‟nin çalıĢması ile ilgili kaynaklarda pek bilgi verilmemiĢtir.

XVI. yüzyılda el-Câmiu‟s-Sahîh haricinde Sâğânî‟nin MeĢâriku‟l-Envâr adlı eserine dört Ģerh çalıĢması yapılmıĢtır. Bunlar; Ġbn Kemal (940/1534)171, Hayreddin Hızır el-Atûfî, (948/1541)172, ġeyhzâde (951/1544)173

ve Abdulbâki Ġbn Dursun er- Rûmî (1015/1606)174‟ye aittir. Bu çalıĢmalardan Ġbn Kemal ve Abdulbâki Ġbn Dursun‟un eserlerinin nüshası Ģu ana kadar tespit edilememiĢtir. Atûfî ve ġeyhzâde‟nin eserlerinin çeĢitli nüshaları Ġstanbul kütüphanelerinde mevcuttur. Ġbn Kemal‟in hayatı hakkında yukarıda bilgi verilmiĢtir. Diğer iki müelliften Atûfî ve ġeyhzâde‟nin hayatı ve eserleri hakkında özet bir bilgi verip eserlerini hadis ilimleri açısından değerlendirmeye çalıĢacağız.

XVI. yüzyıl MeĢârik Ģârihlerinden Atûfî‟nin hadis alanındaki çalıĢmaları dikkat çekmektedir. Müellif, BahĢî Halife (930/1524)‟den tefsir ve hadis ilimlerini, Hocazâde (893/1488)‟den usul, Efdalzâde (903/1497)‟den de Ģer‟î ilimleri (fıkıh) okumuĢtur. II. Bâyezid döneminde sarayda hocalık yapan Atûfî daha sonra Ġstanbul camilerinde va‟z etmiĢ ve tefsir okutmuĢtur. Bir süre sonra bu görevi bırakıp evine çekilmiĢ ve hayatının sonuna kadar telifle meĢgul olmuĢtur.175

Resmî görevleri bırakarak telife yönelen Atûfî, dönemin âlimlerinden farklı olarak hadis alanında

168 Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 129. Yıldırım, Muhammed ġah‟ın kaynak olarak Buhârî

Ģerhlerinden Hattâbî ve Kirmânî ile lugat kitaplarından Cevherî‟den faydalandığını belirtmektedir. Yıldırım, a.g.y.

169

Süleymaniye Kütüphanesi, Musalla Medresesi, no: 74; Sandıkçı, a.g.e., s. 63; Kufralı, eserin matbu olduğunu söylemektedir. Kufralı, Kasım, “Buhârî”, ĠA, II, 772.

170 Sandıkçı, a.g.e., s. 136. 171

Kâtib Çelebi, KeĢf, II, 1689; Ġsmail PaĢa, Hediyye, I, 141; Sandıkçı, a.g.e., s. 65.

172

Müellifin tam ismi, Hayreddin Hızır Ġbn Mahmud Ġbn Ömer el-Atûfî‟dir. Kitabın ismi KeĢfu‟l-

MeĢârik fî ġerhi MeĢârikı‟l-Envâr‟dır. Kâtib Çelebi, KeĢf, II, 1689. Bkz. Ġsmail PaĢa, Hediyye, I, 346;

Mecdî Efendi, ġekâik Tercümesi, s. 415; Sandıkçı, a.g.e., s. 65.

173 Müellifin tam ismi, Muhammed Ġbn Muslihiddin Mustafa el-Kocevî er-Rûmî‟dir. Kâtib Çelebi, KeĢf, II, 1689-1690; Sandıkçı, a.g.e., s. 65.

174 Abdulbaki Ġbn Dursun‟un Tuhfetu‟l-Hasnâ isimli eseri MeĢârik‟tan seçilen yüz hadisin Ģerhidir.

Kâtib Çelebi, KeĢf, II, 1690; Sandıkçı, a.g.e., s. 70.

farklı nitelikte eserler kaleme almıĢtır. MeĢârik‟a hacimli bir Ģerh yazmıĢ, iman konusundaki ve tıpla ilgili hadisleri derleyerek bunları açıklamıĢtır.176

Bu dönemdeki MeĢârik Ģârihlerinden bir diğeri de ġeyhzâde (951/1544)‟dir. Ġstanbul‟da çeĢitli medreselerde tahsil görmüĢ ve eğitimi sırasında Efdalzâde‟den önemli ölçüde istifade etmiĢtir. Atûfî gibi belli bir dönem müderrislik yaptıktan sonra resmî görevleri bırakarak evine çekilmiĢ ve telife yönelmiĢtir. Tefsir ve fıkıhla ilglili çeĢitli çalıĢmaları bulunan ġeyhzâde, hadisle ilgili olarak Sagânî‟nin MeĢâriku‟l-

Envâr adlı eserine geniĢ bir Ģerh yazmıĢtır.177

Atûfî ve ġeyhzâde gibi hacimli çalıĢmalar kaleme alan müelliflerin hayatlarının erken döneminde resmî görevleri bırakarak telife yönelmeleri178

ve

MeĢârik‟a yazdıkları Ģerhleri hadis çalıĢmalarına önem veren Sultan Bâyezid‟e

takdim etmiĢ olmaları, dikkat çeken hususlardır. Kaynaklarda da özellikle vurgulanan bu farklı durum, iki müellifin hacimli çalıĢmalar kaleme almasında etkili olmuĢtur. Zira yukarıda tanıttığımız Buhârî Ģerhlerinin biri hariç diğerlerinin tamamlanamadığını görüyoruz.179

XVI. yüzyıl Buhârî Ģerhlerinin özellikleri ve müellifleri hakkında naklettiğimiz açıklamalardan sonra Ģöyle bir değerlendirme yapabiliriz; Gürânî‟nin Buhârî‟ye yazdığı el-Kevseru‟l-Cârî isimli Ģerhten sonra, Osmanlılarda Buhârî üzerine yapılan çalıĢmalarda bir canlılık görülmektedir. Bunun en önemli göstergesi, Gürânî ile baĢlayan Buhârî çalıĢmalarının müelliften hemen sonra Molla Lütfî ile devamlılık arz eden bir gelenek haline dönüĢmeye baĢlamıĢ olmasıdır. Molla

176 Atûfî‟nin hadisle ilgili eserleri için Bkz. Yıldırım, Anadolu Muhaddisleri, s. 184-187.