• Sonuç bulunamadı

2.6. HAYATIN DÖNÜM NOKTALARI İLE İLGİLİ GELENEK VE

2.6.7. Günlük Hayatla İlgili Gelenek Görenekler

“Normları gerek bünyesel ayrımları, gerekse uygulanabilme nitelikleriyle başlıca üç grupta toplayabiliriz. Örfler (yasalar), adetler ve sosyal alışkanlıklar. Bunlar kendi bünyeleri içinde örf, adet, teamül, anane, töre, gelenek, görenek, moda gibi birtakım alt gruplara da ayrılırlar. Bunlar, yaygınlıklarına, işlevlerine ve sosyal değerlerine göre değil, aynı zamanda bölgesel oluşlarına ve sosyal sınıflarına göre da ayrımlar gösterirler.”(Örnek, 2000:122). Yazılı hukuk kurallarının yanında toplumun da kendi belirlediği sözlü gelenekle aktarılan kuralları da mevcuttur. Bu kurallara uymayanlar, kınanır, hoş görülmez ve toplumdan dışlanır. Hatta kimi toplumlarda töreler yazılı hukuk kurallarının bile üstünde tutularak, uymayan kişiler toplumun kendi içinde belirlenen cezalara maruz bırakılır.

Sepetçioğlu, el öpme, helallik isteme, toy geleneği gibi bazı normları incelenen romanlarında ele almıştır:

2.6.7.1. El Öpme Geleneği

El öpme, Türk toplumlarında bir saygı ifadesidir. Özellikle kişi kendisinden hem yaşça hem de bilgi yönüyle büyük insanların, annesi, babası, akrabaları ya da hocası gibi kendi üzerinde emeği olan kişilerin elini öper.

“Kilit” romanın da Alpaslan’ın Sarı Hoca’nın elini öpmesiyle ilgili örnekler verilmiştir:

“Alpaslan keyiflendi.. Uzun hırkasının eteklerini, sıkıca ve tatlı bir çocuk dikkati ile tutarak kalktı. Yumuşak, kuzu derisi çizmelerinin içinde ayakları

115 uyuşmuştu; karıncalanıyordu. Silkelemek istedi fakat tuhaf ve belirli bir korkuyla vazgeçti. Hemen çıkmak için döndü."Höt! Höt dedikçe kötüleşiyorsun ha.. Soyha; hani el öpme! Dersimizin sonunda bir el öpme beklemez miydik? Unuttun ki gayri ne unuttun ya, ne unuttun.. Gel bakalım, gel dedik.." Alpaslan ne gidiyor ne geliyordu. Utanmış gibiydi ya, bu, el öpmeyi unutma utanışına benzemiyordu. Sarı Hoca kaşlarını çattı, suratı gerçekten asıldı; "Gel dedik mi biz, Selçuk Beyi de olsan gelinir.. Ne var eteğinde?.. Getir bakalım.. Getir dendi sana." (Sepetçioğlu, 2012: 12).

“Alpaslan'ın gözlerinde siyah kadifemsi nemli bir ışık dolaştı. "Duyduk. Çağrı Beyim; savaşın sonunda katına varıp elini öpmek dilerim, izin verirsen şimdi de öpeyim…"

Babasının elini öperken bu elin belli belirsiz titrediğini hissetmişti, hele Alpaslan'ın dudakları babasının eline değdiğinde el iyice titredi. Alpaslan'ın dudakları da titredi. Babasının elini öptükten sonra dönüp Sav-Tekin’inkinde öptü; bunun için izin istememişti, işi bitmişti; diz yere vurup Çağrı Bey'i selamladı, izin alıp çadırdan çıktı.” (Sepetçioğlu, 2012: 162).

2.6.7.2. Helâllik İsteme Geleneği

Helallik isteme özellikle Türklerin İslamiyet’i kabulüyle Ku’an’da kul hakkıyla ölenin affedilmeyeceğinin belirtilmesi sebebiyle çok önemli hale gelmiştir. Bu sebeple kul hakkı her şeyin üstünde tutulmuştur.

Sepetçioğlu incelenen romanlarında helallik isteme geleneğini çeşitli örneklerle eserlerinde yer vermiştir:

“Eve girdiğinde, Sarı Hoca'yı bulamadı. Karısı oruç keyfi erken başlamış bir tatlı aksilikle: "Bilir miyim ben senin Sarı Hocanın nerde olduğunu" diye başlamıştı. "Ben ben olalı bildim mi ki şimdi sorarsın oğlum sen de? Bir sürü adam yetmiyordu, şimdi de bir Küpeli Hafız çıkardı orta yere."

"Küpeli Hafız mı dedin hay kadın ana?"

"Küpeli Hafız dedim, he; n'olmuş Küpeli Hafız dediysek günah mı işlemişiz ki..."

116 "Küpeli Hafız'la mı gittiler?"

"Küpeli Hafız'la gittiler he ya. Küpeli Hafız aşağı,

Küpeli Hafız yukarı, şimdi de ona itibar; yere göğe kondurmaz oldu."

"Eh öyleyse, Sarı Hocamızın bir bildiği vardır ebetteki. Ver elini öpeyim de gideyim gayri.. "

"O da niyeymiş öyle. Bu el öpmeler yeni mi törelendi?."

"Yoo. Savaşa gidiyoruz da hani. Tuz ekmek hakkın geçti bize. Helâllik dileyelim dedik.."”

"O ne biçim laf hay oğlum, Alpaslan oğlum; Selçuklu bir bugün mü savaşır oldu? Hele dur bakalım, o lafı ben Çağrı Bey babanın ağzına yakıştırmam daha nerde kaldı ki sen... Çıkar aklından o helâlıkları melallıkları; sırası geldi mi biz kendiliğimizden ederiz bil. Sarı Hocan giderken bir laf dedi. Alpaslan'a söyle ramazanın sekizinde Dandanakan'da bulsun beni, dedi. Ne derneğe gelir bu laf bilsene." (Sepetçioğlu, 2012: 163-164).

2.6.7.3. Toy Geleneği

“Türkler bir bilgiye göre, dinî olmayan yeme içme toplantı ve eğlencelerine toy; bunların dinî olanlarına “ şölen” diyorlardı. Şölen kelimesinde büyük ziyafet umumi ziyafet manası vardır. Fakat toy sözünün de aynı manada kullanıldığı olurdu. Totem devrinde her Türk klanının özel totemi olur, klanlar totemlerinin etini yemezlerdi. Ona ok atmaz onu incitmezlerdi. Yalnız yılda bir defa büyük dinî tören yaparak totemi “kurban” ederlerdi. Tabi kurban edilen totem yerine yeni avlanmış bir totem konurdu. İşte totemlerin kurban edildikleri günlerde verilen dinî ziyafetlere “şölen” denirdi…”(Banarlı, 1983b: 45).

“Toy” kelimesi “toplatı-meclis” gibi anlamları içerse de romanda “ziyafet-bayram” anlamında kullanılmıştır. Bir fetih dönüşü, baharın gelişi, düğünler ya da bayramlarda düzenlenen eğlenceli, yemekli toplantıların “toy-şölen”ler Türk toplumlarında yaygın olarak görülmektedir.

Toyun bir örneği Sepetçioğlu’nun “Kapı” romanında şu şekilde anlatılmıştır:

“ Kazanlarda kuzuların kaynayışı, sırıklarda danaların çevirmesi, beri yanında kazılmış çukur tandırlarda, gömülmüş küplerde bütün bir budun, kaburganın,

117 döşün, sağrının kızarışı, ters çevrilmiş saçlarda cızırdayan şıkır şıkır kuş başı et doğraması, toprak çanaklarda dönen kavurmalar.. Amasia, et adına ne varsa varını yoğunu ortaya dökmüş, İris Irmağı'nın yeşiline, kırmızısına, alına moruna sarısına değil bir insanı, ortalamadan şöyle böyle bir canlıyı çileden çıkaran kızarmış et kokulan sinmişti, "De vur kopuza deli yiğit, de vur kopuza teller tıngırdasın.. tıngırdasın da hay babam Suluova üstünden Maden altını, Ibora Boğazı'ndan Etona Derbendi'ni dile getirsin.. dinleyek hele ne yapmışız oralarda neyimişiz biz."” ( Sepetçioğlu, 2014b: 326).