• Sonuç bulunamadı

2.5. DAYANIŞMA YARDIMLAŞMA VE EĞİTİM KURUMLARI

2.5.1. Ahilik

2.5.1.1. Ahilik Töreni

“Ahîlik halkın eğitilmesinde önemli hizmetler yapmıştır. Ahîlikte eğitim şarttır. Eğitimin amacı ise nitelikli insan yetiştirmektir. Eski Türk Toplumu’nda “toy” ve “şölen” gibi eğlenceler vasıtasıyla bir araya gelen insanların, belirli kural ve gelenekler çerçevesinde gerçekleştirmiş oldukları toplantılardan çeşitli kaynaklarda bahsedilmektedir. Doğu Türkistan’dan Makedonya’ya kadar geçmişteki özellikleri- nin bir kısmının korunarak günümüzde de yaşatıldığı bu toplantılar, farklı adlarla Anadolu’da da yaşatılmaktadır. Genellikle gençler ve yetişkinler arasında sosyal dayanışmayı sağlayan ve temelde eğlenceye dayalı bir geleneksel kültür unsuru olan toplantılar, Türkiye’nin farklı bölgelerinde aynı adla anılmakta, icra töreleri, sosyo- kültürel ortamı ve icra mekânları bakımından küçük farklılıklar göstermektedir.” (Eroğlu ve Göktan, 2015: 339).

96 Yukarıda yapılan açıklamaların da ışığında Ahilik Teşkilatı, ne sadece bir esnaf teşkilatı ne de bir tarikattır. Ahilik Türk-İslam felsefesinin, tasavvufî düşünce ile fütüvvet ilkelerinin, ahlakın, sanatın, yardımseverliğin ve ekonomik faaliyetlerin vücut bulduğu çok yönlü bir kuruluştur. İşte Orta Asya’dan Makedonya’ya kadar kendini gerçekleştiren bu kültür, milli ve manevi Türk kültürünün bir neticesidir. Tüm bunların yanı sıra, aynı zaman da bir eğitim yuvası olan teşkilat, muhtelif eğlence ve oyunlar düzenleyerek halkın, eğitimine ve sosyal dayanışmaya da bu ahi törenleri vasıtasıyla büyük katkıda bulunmuştur.

Mustafa Necati Sepetçioğlu da incelenen romanlarında Ahiliğin önemine vurgu yapmış ve birçok yerde bu konuyu işlemiştir. “Kapı” romanından alınan metin parçasında da bir ahi töreninin icrası örneklendirilmiştir:

“Dağları, dereleri, tepeleri anlattı kopuzun sesiyle ozanın sesi; vadileri geçti, ovalarda yürüdü.. daracık, sarp, bir yanı uçurum yollardan geçerken kopuz da ozan da korktu; sesleri kısık çıktı, çıngıraklar umutsuzdu. Çok sürmedi kopuz delicesine neşelendi; ozanın sesi yere göğe sığmaz oldu, kuş cıvıltılarıyla doldu, akarsuların çağıltısı yaprakların hışırtısına karıştı. Yeni bir yurdun övgüsü, yeni bir yurt bulmanın dünyayı dolduran coşkunluğu kopuzun tellerinden koptu, ozanın sesinden taştı. Ozan, derinden Çavdar Onbaşı'nın ölçüsünü bilemeyeceği kadar derinden gelen bir sesle; "Ergenekon! Ergenekon.. Ergenekon.." diye haykırdı. Saralı, cin çarpmış yahut ısıtması gözlerinde morarmış bir hasta da ancak böyle haykırabilirdi. Nerdeyse ozan yerlerde sürünecekti, kendinden geçmişti, debeleniyordu ama kopuzu iyice kaldırmış, çalıp duruyordu. Durdu. Kopuzun sesi sustu.

Ozan Ergenekon'u o hasta sesiyle, derinden çok derinden kopup gelen o hasta sesiyle uzun müddet anlattı; Ergenekon'da çoğalışı.. Ozanın sesine, göğsü dar geliyor olmalıydı; sesi göğsünde sıkılıyordu, göğsü zorluyordu. Bir yanını zayıf bulsa patlatıp göğüsten fırlayacaktı daha geniş yerlere doğru.. O zaman kopuz sese yardım etti.

97 Kopuzun sesi sevince dönüverdi; ozan bulunmaz bir ezgiyi yakalamış, sesini ezginin ahengine aktarıyordu. Yüzlerce, yüz kere binlerce insanın, ozanın sesinde hoplayıp sıçradığını, birbirine tutunup halaylar düzdüğünü, davulların zurnalara vurduğunu anlamamak imkânsızdı. İyice dinleyenler kopuzun bu kalabalık neşeyi veren sesinden ozanın sesinin ayrıldığını, kalın dumanlan körüklercesine tıslamağa hazırlandığını fark ettiler; Ozanın sesi aynı zamanda dağlar boyu yığılmış odunlarla kömürlerin gizliden yanışını, çıtırtısını da duyuyordu. O sırada Hasan Ahi'nin körüklerin sapına yapıştığı, ağırdan çekip indirdiği görüldü; ozanın sesi yüzlerce körükçüyü gayrete getiriyormuşcasına canlandı; ozanın sesinde yüzlerce körük inip çıkmağa başladı.. kopuzun sesi de ozana eş oldu. Hasan Ahi'nin körük çekişini görenlerle kopuzu ve ozanı dinleyenler öylesine törene kendisini kaptırdılar ki körükten sesleri, seslerden körükleri ayırdedemez oldular. Hasan Ahi'nin körüğünü Hasan Ahi mi çekiyordu ozanın sesi yahut da kopuzun tellerine vuran parmaklan mı belli değildi. Bir an geldi körüğün kızdırdığı kömürler kor ateşten aleve döndü. Gün batmıştı, yarı çıplak üç bedene vuran son kızıllıklar akşam esmerliğine yerini bıraktı; yan çıplak üç beden akşam esmerliğinde yanan kömürün kor ateşten alevine sarındı. Ahi Dergâhı’nın atası ile çok yaşlı ahi balyozlara dokundukları sırada Hasan Ahi'nin körüğü bir yaban atı gibi solumağa, ozanın kopuzu ise yaban atlarının toynakları gibi uçmağa başlamıştı. "Bismillahirrahmanirrahim. . Ya hak.. huu!" Körüğü, ozanı, kopuzu, akşam esmerliğini ve yanan kömürün kor ateş alevini bastıran, zeytin ağaçlarının salkım yapraklarını ürperten Ahi Dergahı'nın atasının sesiydi; çok kısa sürdü. Dergâhın atası alevlerin içinde korlaşmış olan el büyüklüğünde ve bilek kalınlığındaki demiri almış, örsün üstüne koymuştu. İlk balyozu çok yaşlı ahi vurdu; Tık!

Sonra dergahın atası; Tın.. Ve balyozlar devam etti; Tık-tın-tık-tın-tık!.

Hasan Ahi'nin köıüğü, örste demiri döven balyozların sesine uydu. Kopuzla ozan, örste demiri döven balyozların sesine yol gösterdi; Tık-tın-Tık-tın-Tık- tın!..

Şimdi, kopuz, ozan, körük, örs ve balyozlar el ele vermişlerdi. Şimdi seyredenlerin yürekleri de kopuz, ozan, körük, örs ve balyozlarla el ele vermişti; hatta canlı ve cansız, çevrede soluk alan ve almayan ne varsa.. çevre

98 ne demek, görünmeyen, görünmesi de imkansız olan nice bin uzak çevrelerde varlığını duyan ve gösteren her şey kopuzla, ozanla, körükle, örsle ve balyozlarla el ele vermişlerdi. Yerin altından yerin üstüne, göğün altından göğün üstüne ne varsa her yerde örs üstünde demir dövülüyordu; Tıkı-tık-tın- tın; Tıkı-tık-tıntın.. tın-tını-tınna.. naa.. tın-tını-tınna.. naa-tın! Ve devam ediyordu; dönüp dolanıyordu, ne bittiği yer belliydi ne başladığı yer. (Sepetçioğlu, 2014b: 174-176).