• Sonuç bulunamadı

Gündelik Hayat ve Siyasallık ile İlgili Değişkenler

I. BÖLÜM

4.3. Gündelik Hayat ve Siyasallık ile İlgili Değişkenler

Bu bölümde katılımcıların Konya’ya ve gündelik hayata ilişkin kanaatleri ve pratikleri, siyasal kimlikleri ve aktif siyasete ilişkin düşünceleri, parti tercihleri, sosyo-kültürel aktiviteleri vb. hususlar ele alınmıştır.

Tablo 4. 50 Sahip Olunan Dayanıklı Tüketim Malları

Var Yok Cevapsız TOPLAM Sayı Geçerli Yüzde Sayı Geçerli Yüzde Sayı Yüzde Sayı Yüzde Çamaşır makinesi 723 95,8 32 4,2 9 1,2 764 100,0 Koltuk takımı 580 76,8 175 23,2 9 1,2 764 100,0 Bilgisayar 508 67,2 248 32,8 8 1,0 764 100,0 Fotoğraf makinesi 466 61,7 289 38,3 9 1,2 764 100,0 Yemek masası 426 56,4 329 43,6 9 1,2 764 100,0 Bulaşık makinesi 425 56,3 330 43,7 9 1,2 764 100,0 Kitaplık 415 54,9 341 45,1 8 1,0 764 100,0 İnternet 378 50,0 378 50,0 8 1,0 764 100,0 iPhone (Ayfon) Cep

Tel. 251 33,1 507 66,9 6 ,7 764 100,0 Kamera 181 24,0 574 76,0 9 1,2 764 100,0 LCD Plazma 141 18,7 614 81,3 9 1,2 764 100,0 Klima 45 6,0 710 94,0 9 1,2 764 100,0

Her ne kadar göçe ve göç edenlere ilişkin bir araştırma olmasa da 2001 yılında şehirleşme sürecindeki Türk toplumunda dini yaşayışı Konya özelinde uygulamalı olarak araştıran Celaleddin Çelik’in gerçekleştirdiği çalışmanın verilerini bir fikir vermesi açısından burada zikretmek yerinde olabilir. Söz konusu çalışma da örneklemin %94,3’ünün buzdolabı, %94,1’inin televizyon, %93,3’ünün telefon (ev telefonu), %83,7’sinin çamaşır makinesi, 63,8’inin koltuk takımı, %44,3’ünün yemek masası ve %25,1’inin bulaşık makinesi sahibi olduğu görülmektedir (Çelik,

2002:182). Söz konusu dayanıklı tüketim mallarından televizyon ve buzdolabına çalışmamızda yer verilmemiştir. Bunun temel sebebi söz konusu ürünlerin günümüz itibariyle şehirleşme ya da gelir durumunu ölçecek bir kriter olmaktan çıkmasıdır. Nitekim gerek gözlemlerimiz gerekse araştırmanın mülakat kısmında gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde buzdolabı olmayan hiç kimseye rastlanmamış, sayıları yok denecek kadar az olmakla birlikte televizyonu olmayanların da maddi yetersizlikten değil kişisel görüşleri sebebiyle televizyon bulundurmadıkları görülmüştür. Yanı sıra televizyon sayıları da oldukça dikkat çekicidir. Mülakat yapılan örneklemin büyük çoğunluğunda (evde) en az 2, bazılarında ise 4 adet televizyon olduğu görülmüştür. Erkeklerin ağırlıklı olarak haber ve spor (futbol), bayanların yerli dizi, çocukların da çizgi film izlemeyi tercih etmesi evdeki televizyon sayısının artmasında oldukça etkilidir.

Yukarıda verilen rakamları da hatırda tutarak, aradan geçen 9 sene de her iki araştırmada da yer verilen dayanıklı tüketim malları sahipliğindeki oranlara bakıldığında mezkur ürünlerde günümüz itibariyle ciddi artış olduğu görülmektedir. Burada üzerinde durulması gereken diğer faktörler ise kente nereden gelindiği, gelir durumu ve bazı ürünler için eğitim durumudur. Daha önce de ifade edildiği üzere il dışı göç edenler daha ziyade 2000 sonrası tayin-atama ile kente gelmiş, il içinden göç edenlere oranla gelir durumu ve eğitim düzeyi yüksek bireylerden oluşmaktadır. Buna göre çamaşır makinesi ve klima hariç diğer tüm dayanıklı tüketim malları sahipliğine ilişkin dağılımda il dışında gelenler daha yüksek paya sahiptir (Bkz. Ek- 1, Tablo 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57).

Yine aynı şekilde gelir durumu ile dayanıklı tüketim malı sahipliğinde doğru orantılı bir ilişki söz konusu olup, gelir seviyesi arttıkça ürün sahipliği de artmaktadır. Ancak gelir durumuna ilişkin analizde 5001 TL ve üzeri gelire sahip olanlar, koltuk takımı, kitaplık, fotoğraf makinesi, kamera, bilgisayar, internet ve klima sahipliğinde 3001-5000 TL gelire sahip olan gruptan daha düşük yüzdeye sahiptir (Bkz. Ek-1, Tablo 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68,69). Ayrıca yemek masası, kitaplık, bilgisayar ve internet sahipliğinin eğitim durumu ile doğru

orantılı olduğu, eğitim durumunun yükselmesine paralel olarak söz konusu eşyaların sahiplik oranının arttığı görülmüştür (Bkz. Ek-1, Tablo 70, 71, 72, 73).

Tablo 4. 51 Otomobil Sahipliği

Sayı Yüzde Otomobilim yok 424 55,5 3 – 8 Bin TL 53 6,9 9 – 15 Bin TL 74 9,7 16 – 20 Bin TL 79 10,3 21 – 25 Bin TL 65 8,5 26 – 30 Bin TL 50 6,5 31 – 50 Bin TL 18 2,4 50 Bin TL ve üzeri 1 ,1 TOPLAM 764 100,0

Celaleddin Çelik’in 2001 yılında gerçekleştirdiği çalışmada örneklemin %33,9’unun otomobil sahibi olduğu görülmektedir (Çelik, 2002:182). Aradan geçen 9 yılda tıpkı dayanıklı tüketim mallarında olduğu gibi araç sahipliği (%40,5) oranının da arttığı görülmektedir. Ancak burada önemli olan hususlardan biri de sahip olunan otomobilin kalitesi ve fiyatındadır. Nitekim 2001 yılı itibariyle sahip olunan otomobillerin birçoğu yerli olup, bugün 3-8 bin TL sınıfına girecek niteliktedir. Oysa günümüzde araç sahipliğinin artmasının yanı sıra sahip olunan araçların kalitesinin arttığı da görülmektedir. Nitekim otomobil sahipliğine ilişkin soru, anket formunda otomobilin markası ve modelini de ihtiva edecek şekilde sorulmuş olup, araçların büyük bölümünün yabancı marka ve yüksek modelde olduğu görülmüştür.

Tablo 4. 52 Günde Kaç Saat Televizyon İzlendiği Sayı Yüzde 1 – 2 saat 293 38,4 3 – 4 saat 288 37,7 5 – 6 saat 84 11,0 7 – 8 saat 27 3,5 9 – 10 saat 21 2,7 11 saat ve üzeri 21 2,7 TV İzlemiyorum 30 3,9 TOPLAM 764 100,0

İnsanların günlük yaşamlarında gittikçe daha çok yer almaya başlayan televizyonun bireylerin dünyayı kavrayışları ve verecekleri tepkinin belirlenmesi üzerinde her gün biraz daha etkili olduğu, genel kabul görmektedir. Hemen hemen her evde yer alan televizyon, herkesi farklı biçim ve düzeyde etkilemektedir. İnsanların sosyalleşmesini sağlayan, maddi manevi dayanışma ihtiyacını karşılayan akrabalık, hemşerilik ve komşuluk ilişkilerinin zayıfladığı, bireyselliğin arttığı günümüzde TV bireyler için özellikle de ev hanımları, emekli ve çocuklar için vazgeçilmez hale gelmiştir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından gerçekleştirilen “Kadınların Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması - 2” adlı kamuoyu araştırmasında kadınların %60’ının yaklaşık olarak 2 ile 5 saat arasında televizyon izlediği görülmüştür. Hafta içi ve hafta sonu televizyon izlenen saat dilimleri incelendiğinde en yüksek izleme oranı %67,6 ile 21:01-24:00 saatlerinde; bundan sonraki en yüksek izleme oranı %64,0 ile 18:01-21:00 saatlerinde gerçekleşmiştir (RTÜK, 2009:65-83).

Bu bağlamda Tablo 4.52’deki dağılıma bakıldığında televizyon izleme sürelerinin 1-2 (%38,4) ve 3-4 (%37,7) saatte yoğunlaştığı görülmektedir. Söz konusu sürelerde tahmin edilenin aksine erkeklerin büyük çoğunluğunun (%38,7) 3-4 saat, kadınların ise (%40,7) 1-2 saat televizyon izlediği görülmektedir. Yine aynı şekilde televizyon izlemeyen kadınlar (%5,5) ile erkeklerden (%3,1) daha fazladır.

Bununla birlikte 11 saat ve üzeri süreyle televizyon izleyenlerde %57,1 ile kadınlar ilk sırada yer almaktadır (Bkz. Ek-1, Tablo 74).

Tablo 4. 53 TV’de En Çok İzlenen Program

Sayı Yüzde Geçerli Yüzde

Haberler 340 44,5 46,3

Belgesel 51 6,7 6,9

Açık oturum ve tartışma 40 5,2 5,4

Spor 36 4,7 4,9

Yerli dizi, yerli sinema 206 27,0 28,1 Eğlence ve magazin 21 2,7 2,9 Yabancı dizi, yabancı

sinema 32 4,2 4,4

Diğer 8 1,0 1,1

TOPLAM 734 96,1 100,0

Cevapsız 30 3,9

TOPLAM 764 100,0

Tablo 4.53’deki dağılıma bakıldığında katılımcıların yarıya yakının (%46,3) haber programlarını izlediği görülmektedir. Bunu %28,1 ile yerli dizi ve sinema takip etmektedir. Bu noktada il içi göç edenler ile il dışından göç edenlerin farklılık arz ettiği görülmektedir. Gerek il içi göç edenler (%49,9) gerekse il dışı göç edenlerin (%40,2) büyük çoğunluğu en çok haber programlarını izlerken, il içi göç edenler spor ve eğlence programlarını, il dışı göç edenler ise yerli ve yabancı dizi, belgesel, açık oturum ve tartışma programlarını tercih etmektedirler (Bkz. Ek-1, Tablo 75). TV’de En Çok İzlenen Program ile Cinsiyet arasındaki ilişkiye bakıldığında ise erkeklerin yarıdan fazlasının (%54,4) haber programlarını, kadınların ise yarıya yakının (%46,9) yerli dizi ve sinemayı tercih etmektedir. Ayrıca erkeklerin belgesel (%7,1), açık oturum (%5,9) ve spor (%7,1) programlarını kadınlardan, kadınların ise yabancı dizi-sinema (%3,1) ve eğlence-magazin (%5,0) programlarını erkeklerden daha çok izlediği görülmektedir (Bkz. Ek-1, Tablo 76).

Tablo 4. 54 Siyasal Kimlik (Kendini nasıl tanımladığı)

Sayı Yüzde Geçerli Yüzde

Dindar 208 27,2 30,6 Muhafazakar 158 20,7 23,2 Milliyetçi 95 12,4 14,0 Milliyetçi muhafazakar 115 15,1 16,9 Sosyal demokrat 39 5,1 5,7 Liberal 12 1,6 1,8 Atatürkçü 53 6,9 7,8 TOPLAM 680 89,0 100,0 Cevapsız 84 11,0 TOPLAM 764 100,0

Bilgin’e göre “kimlik, insanın kendini tanımlama ve konumlamasının ifadesidir. İnsanın kendisini sosyal dünyasında nasıl tanımladığı ve nasıl konumladığını yansıtır; onun kim olduğu ve nerede durduğuna ilişkin bir cevaptır. Kimlik, bir birey veya grubun kendini birey veya gruplardan ayırt edici özelliklerinin bütünü olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakıldığında kimliğin tanımı, daima bir diğerine göre yapılır.” (2003: 199). Burada kimlik, biz’in farklılığına ve bu farklılığın da farkında olma durumuna göndermede bulunmaktadır. Böylece bireysel ve toplumsal açıdan düşünüldüğünde kimlik, her şartta “siyasal kimlik” olmak durumundadır. Siyasallığın temelini de her şeyden önce insanın kendini bildiği, bir kimlik veya benlik unsuru olarak kendini başkalarından ayırt ettiği ve bu kimlik ve benliğin çıkarını gözettiği anda ortaya çıkan en temel insanlık durumunda aramak gerekir (Aktay, 2010a:49). Bu anlamda inanılan din ya da ideoloji, aile, okul, arkadaş grupları ve kitle iletişim araçları, içinde bulunulan sosyo-ekonomik durum ya da ait olunan sınıf, kent vb. aktörler insanların siyasal tutumlarını belirleyen temel unsurlardır.

Bu bağlamda Eğitim Bir-Sen tarafından 2010 yılında yaptırılan Türkiye’de Bir Kimlik Olarak Ötekilik Araştırması’na katılanlar, “Kendinizi siyasal kimlik olarak

birinci derecede nasıl tanımlarsınız?” sorusuna, yüzde 22,8 demokratlık, yüzde 22,6 milliyetçilik, yüzde 17,3 Atatürkçülük, yüzde 10,8 sağcılık ve yüzde 9,7 ile İslamcılık cevabını vermişlerdir. (Aktay vd., 2010:59-60).

Söz konusu durum Konya’da Türkiye ortalamasına nispetle oldukça farklı bir yapı arz etmektedir. Araştırmadan elde edilen verilere göre katılımcıların %30,6’sı kendini dindar, %23,2’si muhafazakar, %16,9’u milliyetçi muhafazakar, %14’ü milliyetçi olarak tanımlarken dağılımdaki en düşük oran %1,8 ile liberal şıkkında gerçekleşmiştir. Nitekim araştırmanın mülakat kısmında gerçekleştirilen görüşmelerde de kendini liberal olarak tanımlayan çıkmamış yanı sıra anket formunun uygulanması sırasında da liberal’in ne olduğuna ilişkin ciddi bir fikir ve kavram kargaşası olduğu görülmüştür. Buna göre Tablo 4.54’deki dağılıma bakıldığında katılımcıların %84,7’sinin kendini “sağ” olarak niteleyebileceğimiz kimlikler altında tanımladığı görülmektedir. Katılımcıların büyük çoğunluğunun kendini dindar ve muhafazakar kimlikler altında tanımlamasında kent olarak Konya’nın da rolü unutulmamalıdır. Osmanlı döneminde Selçukludan devraldığı mirasla muhalefet rolünü üstlenen Konya’nın Cumhuriyet dönemindeki kameralist içerikli Kemalist bir medeniyet projesi (Aydın, 2009:169) olan seçkinci Türk modernleşmesi karşısındaki “sessiz muhafazakar direniş”i (Aktay, 2005,45), söz konusu kimliğin oluşmasında ve sürmesinde etkili olmuştur. Bu bağlamda bir kent olarak Konya, toplumsallığın ve siyasallığın dini ve muhafazakar pratikler üzerinde vücut bulduğu son derece işlevsel bir mekandır. Nitekim siyasal kimlik ile Konya’ya nereden göç edildiği arasında yapılan korelasyonda kendini dindar olarak tanımlayanların %73,6’sının, muhafazakar olarak tanımlayanların ise %67,1’inin il içi göçlerle Konya’ya gelenlerden oluştuğu görülmektedir. Buna karşın kendini liberal olarak tanımlayanların 66,7’si, sosyal demokrat olarak tanımlayanların %51,3’ü ve Atatürkçü olarak tanımlayanların %60,4’ü il dışı göç edenlerden oluşmaktadır (Bkz. Ek-1, Tablo 77).

Gerek erkeklerin (%31) gerekse kadınların (%29,9) büyük çoğunluğu kendini dindar olarak tanımlarken, kendini dindar olarak tanımlayanların %66,8’i erkekler, Atatürkçü olarak tanımlayanların %62,3’ü ise kadınlardan oluşturmaktadır (Bkz. Ek-

1, Tablo 78). Son olarak hiçbir kimlik bilgisi istenmemesine rağmen siyasal kimlik ile ilgili soruya katılımcılardan 84 kişinin (%11) cevap vermediği görülmüştür. Söz konusu 84 kişinin 42’si erkek, 42’si kadın olup, soruya cevap verenlerin %66’sını erkekler, %34’ünü ise kadınlar oluşturmaktadır.

Tablo 4. 55 Kaç STK Üyeliği Olduğu

Sayı Yüzde Bir 110 14,4 İki 57 7,5 Üç 37 4,8 Dört 9 1,2 Beş 6 ,8 Üyeliği yok 545 71,3 TOPLAM 764 100,0

Sanayi Devrimi ve beraberinde getirdiği kentleşme süreci, geleneksel sosyal koruma kurumlarını ortadan kaldırmış veya etkinliklerini zayıflatmış; küçülen aile yapısıyla birlikte, aile bağları ve ailenin koruyucu görevi zayıflamış, sanayi toplumlarında bu görev devletin üzerine kalmıştır (Güloğlu, 1998:39).

Modern sivil toplum kuruluşları olan STK’lar, özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde sosyal politikanın sağlanmasında yeni bir yöntem olarak tekrar ilgi görmeye başlamıştır. Merkezi yönetim, yerel yönetimler ve STK’lar arasında hizmet paylaşımı ortaya çıkmış, devletin, STK’lar ile ileri düzeyde işbirliği yaptığı gözlenmiştir. Devlet, bazı hizmetleri üretmek yerine bu kurumlardan almayı tercih etmiştir. Özellikle 1970’lerden sonra canlanmaya başlayan bu süreç, çoğu ülkede karma refah hizmetlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır (Uslu, 1999:24).

Günümüzde STK’ların gelişmiş ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede nicelik ve nitelik olarak giderek gelişiyor olmalarının temelinde küreselleşmenin ve neo–liberal politikaların bulunduğu bir gerçektir. Devletin küçültülmesini ve asli

görevlerine dönmesini savunan bu felsefi akım, küçülen devletin bırakacağı hizmetlerin ve görevlerin ya STK’lar eliyle ya da özel sektör eliyle üstlenilmesi gereği üzerinde durmaktadır (Pierson, 2001:309).

Günümüz itibariyle, dernek ve vakıflar başta olmak üzere, Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin ve bunlara üye olanların sayılarına bakıldığında, gelişmiş ülkelerdeki durumun aksine, oldukça düşük rakamlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Şubat 2009 itibariyle Türkiye’de faaliyet gösteren vakıf sayısı 4.966’dır. Türkiye çapında faaliyet gösteren dernek sayısı ise 80.706’dır. Ayrıca mevcut rakamların dahi gerçeği yansıtmadığı, dernek adı altında açılan STK’lardan bir kısmının meyhane, lokanta, kahvehane olarak faaliyet gösterdiği, bir kısmının ise tabelası olan, ama içi boş bir kuruluşa dönüştüğü gözlemlenmektedir. Bununla birlikte ülkemizde vakıflar, dernekler ve sendikalar dışındaki birtakım meslek kuruluşlarına (ticaret odaları, sanayi odaları, esnaf ve sanatkar odaları, mühendisler, mimarlar, doktorlar, eczacılar, avukatlar, vb. meslek mensuplarının üye olduğu odalar ve birlikler gibi) üyeliğin zorunlu olduğu ve bu yönüyle bu kuruluşların gönüllülük esası bağlamında STK tanımına uymadığı görülmektedir. Bu durumun ortaya çıkmasında en temel etken ise ülkemizde Devlet–STK ilişkisinin yeterince gelişmemiş olması, bunun temelinde de Türkiye’nin henüz yeteri kadar güçlü bir sosyal refah devleti olamaması yatmaktadır. Dolayısıyla, bu yetersizlik, STK’ları da etkisi altına almıştır. Nitekim ülkemizde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler vb. konularda merkezi devletin ağırlığı çok fazladır. Dolayısıyla, Türkiye’de STK’ların istenilen düzeye ulaşamadığı görülmektedir (Çevik, 1998:117).

Tablo 4.55’te bu söylenenleri destekler niteliktedir. Katılımcıların %71,3 gibi oldukça büyük bir çoğunluğunun herhangi bir STK üyesi olmaması, bir STK üyesi olanların (%14,4) büyük çoğunluğunun sendika ya da esnaf odası üyesi olması, başka bir ifadeyle aktif ve isteyerek üye olunmaması, birden fazla STK üyesi olanların toplamının (%14,3) bir STK üyesi olanlardan az olması yukarıda ifade edilenler ile örtüşmektedir. Yanı sıra katılımcılar içinde %72,3’ünün hemşeri derneği olmaması

(Tablo 4.47), hemşeri derneği olan %27,7’lik kesimin de sadece %17,9’nun dernek faaliyetlerini aktif olarak takip etmeleri, takip edenlerin çoğunluğunu ise il içi göç edenlerin oluşturdukları görülmektedir (Bkz. Ek-1, Tablo 45). Bu bağlamda Konya’ya nereden göç edildiği ile “Sosyo-Kültürel Faaliyet” faktörü arasında yapılan T testinde de anlamlı bir farklılaşma tespit edilmiş, il içi göç edenlerin sosyo-kültürel faaliyetlere katılma noktasında il dışından göç edenlerle farklılaştığı görülmüştür (t=3,510, sd=760, p=,000). (Bkz. Ek-1, Tablo 79).

Tablo 4. 56 Bir Siyasi Partiye Üyelik

Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Üye değil 664 86,9 87,3 Ak Parti 75 9,8 9,9 SP 12 1,6 1,6 MHP 4 ,5 ,5 CHP 3 ,4 ,4 BBP 2 ,3 ,3 TOPLAM 760 99,5 100,0 Cevapsız 4 ,5 TOPLAM 764 100,0

Siyasi partiler “bir programın etrafında toplanmış, siyasal iktidarı elde etmek ya da paylaşmak amacını güden sürekli bir örgüte sahip kuruluşlar” olarak tanımlanabilir. Bu anlamda modern toplumlarda siyasi partiler devlet ile fert arasında bir “ikinci yapı”, devlet karşısında bir sivil sığınak olarak konumlanırlar (Aydın, 2006:181-182). Ülkemizde ise Siyasi Partiler Kanunu aşırı müdahaleci bir yaklaşımla partileri devletin gözetimi ve denetimi altında tutmayı yeğlemiştir. Bu bağlamda halkın tercihi ile iktidara gelenlerin, halkın ihtiyaçlarına uygun politikalar üretmesi beklenirken iktidarlar halkı dışlayarak kendilerini bu makama getirdiklerine inandıkları seçkinci bürokrasinin taleplerine kulak vermişlerdir. Bu durum bizatihi siyasetin meşruiyetini ve siyasetçinin güvenilirliğini sorgulanır hale getirmiş ve siyaset, çıkar ilişkilerinin tavan yaptığı, yalan ve yolsuzluk üzerine kurulu bir kurum

olarak algılana gelmiştir. Siyasete ilişkin söz konusu algı siyasi partilere üye olma oranını da etkilemiştir.

Tablo 4.56’daki dağılım bunun mücessem bir örneğidir. Herhangi bir partiye üye olmayanların %87,3 gibi son derece yüksek bir orana sahip olması, yanı sıra katılımcıların sadece %12,7’sinin bir partiye üye olması mevcut analizi olumlamaktadır. Ayrıca 2007 genel seçimlerinde katılımcıların %77,2’sinin (Tablo 4.59), bugün seçim olsa %80,2’sinin (Tablo 4.60) oy vereceği partiye üye olma oranının sadece %9,9 olması da dikkate değerdir. Bununla beraber parti üyeliği olan %12,7’lik kesim içinde Ak Parti’ye üye olanların %78,1 ile en yüksek yüzdeye sahiptir. Ek olarak, erkeklerin %85,2’si kadınların ise %91,2’si herhangi bir partiye üye değilken, herhangi bir partiye üye olanların %75’ini erkekler, %25’ini ise kadınlar oluşturmaktadır (Bkz. Ek-1, Tablo 80). Bu durum Türk toplumunun ataerkil bir yapıya sahip olması, yaşamın her alanında var olan erkek egemen yapının siyasete de yansıması olarak görülebilir.

Dikkati çeken bir diğer veri de eğitim seviyesinin yükselmesine paralel olarak parti üyeliğinin azalmasıdır (Bkz. Ek-1, Tablo 81). Siyasi partilere üye olanların başta iş olmak üzere, daha iyi bir mevki için destek arayışı içinde olmaları göz önüne alındığında mevcut tablo daha anlamlı hale gelmektedir. Günümüzde özellikle iktidardaki siyasi partilerin il ya da ilçe başkanlıklarına yapılan başvuruların büyük bölümünün iş başvurusu ve tayin-atama gibi konularda olması da bunun bir delili niteliğindedir. Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki, Türk siyasetini yıllarca tek toplum, tek devlet, tek millet, tek halk, tek eğitim, tek din, tek mezhep ideali altında birleştiren, her türlü toplumsal farklılığı bir fitne olarak lanetleyerek etkisi altına alan siyasal kalıplar, bir tür arche-politiğin izlerini bütün bir topluma sindirmiştir. Arche- politik düzeyde, yani siyasetin en temel düzeyinde, eleştiri bir fitne olarak algılana gelmiştir. Bireyin veya genel bütünlük içindeki grupların kendi çıkarlarını gözeterek bütünle karşı karşıya gelmelerinin bölünmez bütünlüğü bozucu bir fitne (Aktay, 2010a:52-53) olarak algılanması da mevcut tablonun ortaya çıkmasındaki bir diğer etkendir. Tablo 4.57 ve 4.58 bu durumun somut bir yansımasıdır.

Tablo 4. 57 Aktif Siyasette Yer Alma

Sayı Yüzde

İsterim 118 15,4

İstemem 646 84,6

TOPLAM 764 100,0

Tablo 4.56’da da ifade edildiği üzere gerek ülkemizdeki siyasi yapılanma gerekse siyaset algısı bireylerin aktif siyasette yer alma eğilimlerini de belirlemiştir. Tablo 4.57’deki dağılım da bunu desteklemekte ve Tablo 4.55’deki dağılımla örtüşmektedir. Nitekim Aktif Siyasette Yer Alma İsteği ile Parti Üyeliği arasındaki ilişkiye bakıldığında parti üyeliği olanların bile %65,6’sının aktif siyasette yer almak istemediği görülmektedir. Herhangi bir parti üyesi olmayanların ise %87,2’si aktif siyasette yer almak istememektedir. Yine aynı şekilde tablo 4.56 ve Ek-1 Tablo Tablo 80’i destekler nitelikte Aktif Siyasette Yer Alma İsteği ile Cinsiyet arasındaki ilişkiye bakıldığında erkeklerin %80,4’ünün kadınların ise %91,9’unun aktif siyasette yer almak istemediği görülmüştür.

Araştırmanın mülakat kısmında gerçekleştirilen görüşmelerden de edinilen izlenimler doğrultusunda söz konusu dağılımın ortaya çıkmasında (Türk siyasetindeki ataerkil yapıya paralel olarak) siyasetin erkek işi olarak görülmesi, kadının yerinin evi olduğu yargısı, aktif siyasette yer alma konusunda aile ve yakın çevrenin gerekli ve yeterli desteği vermemesi, kadınların sosyo-ekonomik yetkinliklerinin bulunmaması, eğitim seviyesinin düşük oluşu, kadınların sosyalleşmeleri önündeki engeller gibi hususların ön plana çıktığı görülmektedir. Erkeklerde ise siyasete ilişkin mevcut olumsuz algının yanı sıra görüşlerini ve düşüncelerini benimsediği bir partinin olmayışı ve vakit-zaman ayıramama gibi hususlar ön plana çıkmaktadır.

Tablo 4. 58 Aktif Siyasete Bakış

Sayı Yüzde Geçerli Yüzde Ülkeme faydalı olmak için aktif siyasette

yer almak isterim 60 7,9 11,2

Siyaset yapmayı sevdiğim için aktif

siyasette yer almak isterim 23 3,0 4,3 Kendi geleceğim için aktif siyasette yer

almak isterim 20 2,6 3,7

Siyaset bana göre değil bu yüzden aktif

siyasette yer almak istemem 308 40,3 57,6 Siyaset yalan ve menfaat üzerine

kurulduğu için aktif siyasette yer almak istemem

55 7,2 10,3

Siyaseti sevmediğim için aktif siyasette yer

almak istemem 69 9,0 12,9

TOPLAM 535 70,0 100,0

Cevapsız 229 30,0

TOPLAM 764 100,0

Tablo 4.58’deki dağılıma bakıldığında soruya cevap veren katılımcıların sadece %19,2’si farklı sebeplerle de olsa aktif siyasette yer almak istemektedir. Söz konusu %19,2’lik kesimin büyük çoğunluğu (%11,2) ise ülkeye faydalı olmak için siyaseti tercih etmektedir. Buna karşın aktif siyasette yer almak istemeyenlerin büyük bir kısmı (%57,6) siyasetin kendilerine göre olmadığını beyan etmişlerdir. Esas itibariyle bu beyan bireylerin şahsi yetersizliklerini değil ülkedeki mevcut siyasal yapılanmanın bireylerin değerleri ve prensipleri ile örtüşmemesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle ülkedeki siyaset ve siyasetçi algısının bir sonucu olarak siyasetin olumsuzlanması söz konusudur. Siyaseti sevmediği için aktif siyasette yer almak istemeyenlerin (%12,9) siyaseti sevmeme nedenleri de siyasetin yalan ve menfaat üzerine kurulu (%10,3) bir yapılanma içermesidir.