• Sonuç bulunamadı

200 Zeynep İnankur “19.yy.Sanatında Heykel ve Resim Sanatı” s.18 201

7.2. Günümüzden Örnekler

Günümüzde mevsimler temasını ele alan sanatçılara rastlamak mümkündür. Ancak, aylar- mevsimler geleneği tarihte olduğa kadar önemsenmemekle beraber bazı sanatçıların çalışmalarında rastlamak mümkündür. Mevsimler ya da aylar geleneği olarak kadın figürünün sembol olarak kullanılması bakımından en ilginç örneklerden sayabileceğimiz Ray M. Hersberg (1948) adlı Amerika’lı ressama ait olan ve sanatçının “ Pearl: Transformation Series” olarak adlandırdığı ay resimleridir.219 Sayıları oldukça fazla olan bu seri için on iki ay ve her bir ay için seri olarak bir kaç resim yapmıştır. Doğa içinde bir çıplak kadın figürünün yer aldığı bu resimlerde (R.75) figür merkezde ve ağırlıklı konumdadır. Temsil edilen ay ve figür ilişkisi ressamın kendi yaklaşımı ile biçimlendirilmiştir. Bu resimlerde söz ettiğimiz mevsimler geleneğinin kadın ve doğa ilişkisiyle bağ kurulabiliyoruz ancak ayların görevleri ile herhangi bir bağ göremiyoruz. Bütün resimlerde çıplak ve tombul olarak betimlenen kadın figürü yine tombul, büyük memeli olarak tasvir edilen tarih öncesi toprak ana figürü ya da bereket tanrıçasına gönderme yaparak, doğayla bütünsellik içinde ve genellikle belirgin bir eylem arz etmeksizin huşu içinde ya da mayıs ayında olduğu gibi doğayla expessif bir iletişim

218 A.g.k.12 219

halinde resmedilmiştir. Biçimsel ışığın baz alarak tanımlandığı formlarda naifliğe kaçan bir hacimlendirme gözlemlemekteyiz. Figürü çevreleyen doğa ise çoğü zaman izlenimciliğe dayanan realist bir yaklaşıma sahiptir.

February Light May Flowers

Oktober Expression September Labours-Fossil cliffs Resim 75- Ray M. Hersberg “ Pearl: Transformation Series” Tual üz.yğl.boya

bir diğer örnek de Andrienne Stein (1986) adlı genç Amerika’lı bir ressama aittir. Genç sanatçı kendi portresini dört mevsim olarak betimlemiştir.220 (R.76) Siyah fon üzerinde işaret ettiği mevsime dair ögelerle tamamlanmış, gövdeyi de içeren portrelerde saç ve giysiler de mevsimlerle ilişkilendirilmiştir. Gençliği simgeleyen ilkbaharda elinde bir bahar dalı ile masumiyeti simgeleyen beyaz bir elbise giyinmiştir. Yaz bir deniz kabuğu ve pembe elbise ile sembolize edilmiştir. Sonbahar yetişkinlik dönemini işaret ederen kırmızı elbise ve elma ile simgelenirken, kışda yaşamın son dönemi olarak kuru bir dal kullanılmış ve figür ölümü simgeleyen beyaz bir şal ile sarınmıştır. Klasik sanatla bağlarını görebildiğimiz portrelerde idealize edilmiş bir güzellik anlayışı dikkatimizi çekmektedir.

Antik çağ’ın mevsim geleneğini sürdüren günümüze ait diğer bir sanatçı Erato Tsoulava (1962) adlı Yunan’lı kadın bir ressamdır.221 Sanatçı resimlerinde çoğunlukla Antik sanatın ögelerini, mitolojik öykü ve kahramanları modern bir dille ifade etmektedir. Dört mevsim temasını tek bir yapıt olarak ele alması yanında seri resimler olarak da ele almıştır. Modern resim anlayışı ile tasvir edilen mevsimler yapıtlarında Antik Sanatın ideal güzellik anlayışına bağlı kalındığını görüyoruz. Dört mevsimi bir arada ele aldığı “Four Seasons” adlı yapıtta figürler Yunan mitolojisinin Tanrı ve Tanrıçalarını hatırlatır şekilde ideal formlara sahiptirler. Modern resim anlayışıyla, renk tuşlarının yüzeyde doku oluşturarak yayılması ve figürlerin anatomik yapısının siyah kontürlerle sağlanması resimlerin genel karakterini oluşturmaktadır.(R.77)

220 http://www.adriennestein.com/Adrienne_Stein/Figure.html#12 221 http://members.aon.at/irineos/erato/index2.htm

İlkbahar Sonbahar

Yaz Kış Resim 76- Andrienne Stein ‘ Tual üz. Yğl.boya

Resim 77- Erato Tsoulava, Four seasons 2005

Tarih boyunca doğa ile içiçe yaşayan insanoğlu, farklı medeniyetler ve kültürlerle gelişirken doğa ile ilişkileri de zaman içinde değişerek gelişim göstermiştir. Bu bağlamda sanat eserlerinde yer alan doğa ögeleri de kültürler geliştikçe değişerek gerek biçim, gerek anlam bakımından farklılık göstermiştir. İlkel toplumlarda doğa ile özdeşleştirilen kadının doğanın bereketine ve gücüne sahip olduğuna inanılmış ve “Toprak Ana” fikri ile bereket tanrıçası “Kibele” yaratılmıştır. Antik Yunan ve Roma dönemlerinde doğa olaylarını, bereketi ve bolluğu temsil eden, tohumları yeşerten, yağmuru yağdıran, mevsimleri simgeleyen Tanrıçalar da Kibele’nin devamı niteliğinde, kadının gücünün göstergesidir. Sözgelimi buğday ve bereket tanrıçası Demeter kızdığı zaman toprağın bereketini kesme gücüne sahiptir. Horae adı verilen Tanrıçalar bulutları dağıtarak Olimpos’un kapılarının açılıp kapanmasını sağlarlar. Aynı şekilde mevsimlerin döngüsünü sağlayan bu tanrıçalar mevsim sembolleri olarak sanat tarihi boyunca sürecek bir geleneğin kökenini oluşturmaktadırlar.

İlkel dönemlerdeki pirimitif Kibele formu, Antik Yunan ve Roma döneminde idealize edilerek devasallaşan, mükemmel bir biçimsellikle tasvir edilen formlara dönüşür. Klasik sanatın kuralları çerçevesinde ideal oranların, denge ve simetrinin oluşturduğu kompozisyonlarla oluşturulan tanrı ve tanrıça figürleri hemen hemen doğanın hakimi ve yöneticisi olarak heybetli ve mükemmeldirler. Ancak sanat eserlerindeki durumun aksine gerçek yaşamda kadına yönelik tutum tarım kültürü geliştikçe farklılaşmıştır. Erkek toprağı kontrol altına alabildiği için güçlü ve egemen duruma geçmiş, kadın yüceltilen konumunu yitirmiştir, ilkel toplumlardaki gibi kudretli ve kutsal değildir artık. Kültür ve medeniyetler geliştikçe kadının kudreti ve doğa ile özdeşleşimi sanat eserlerinde sadece bir imge olarak kalmış, gerçek yaşamda ise geri plana düşmüştür. Nitekim; Antik Yunan’da kadın söz hakkı olmayan, sadece soyun sürmesini sağlayan bir varlık ve erkeğe zevk veren araçtır, toplum icinde hiçbir söz hakkı yoktur. Oysa mitoloji hikayelerinde söz edilen Tanrıçalar Tanrilar karşısında güçlü ve söz sahibidirler.

Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasından sonra, Ortaçağ’da Antik çağların akılcı, bilimsel düşünce biçiminin yerini doğmatik düşünce yapısı alırken, kadının toplumda ki yeri tehlikeli ve güvenilmez bir varlık konumuna gelir, toprak ise ekip, biçilen, gelir elde edilen bir mülkiyet ve zenginlik unsuru olur, bunun dışında toprak ve doğa ile duygusal bağ kurulmaz. Nitekim hıristiyanlık inancı içinde kadını cadılaştıran, erkek için yaratılmış ikinci sınıf bir varlık olarak gören, doğanın kötü ruhlar içeren tehlikeli bir yer olduğunu ileri süren fikirler vardır. Bu durum diğer dinlerde de farklı değildir. Tanrı inancı ile temellenen Ortaçağ’ın sanat eserlerinde doğa ögelerine pek yer verilmezken, kadın imgesi de sadece kutsal Meryem figürü ile sınırlıdır. Antik sanatın natüralizmi ve idealizminden tamamen uzaklaşmış olan Gotik sanatın simgeselliği içinde biçimlenen Meryem figürü şematik, çizgisel ve formüle edilmiş tekrarlarla tasvir edilmiş, sembolik biçimlerdir.

Yeniçağ’da doğanın keşfiyle sanat yapıtlarında doğaya ait görüntüler natüralist bir anlayışa dönüşürken kadın imgesi de Meryem figürü olmaktan çıkar ve şahıs portrelerine dönüşerek dünyevileşir. Rönesans sürecinde Antik Sanatın estetik anlayışına yöne idealize edilmiş olan eserlerde kadın figürü güzelliği ile ön plana çıkar. Güzellik ve uyumun temel ilke olduğu bu dönemde, bazı yayınlarda kadın güzelliği betimlemeleri klasik yazarlara öykünerek yazılmıştır. Söz gelimi kadının saçının örgülü olursa neden daha güzel durduğu ya da kadının göğüslerinin nasıl görünmesi gerektiğine dair yazılara rastlanır. Yapıtlarda ortaya çıkan ideal güzellik anlayışı, Ortaçağ felsefesinin “Güzellik Tanrının özniteliklerinden biridir”, “İnsanın ve doğanın güzelliği iç güzelliğin dışa yansımadır” gibi manevi güzellik fikrini, Antik çağın biçimsel güzellik fikri ile birleştiren erdemli bir güzelliktir. Böylece Rönesans modellerinde ifade bulan “erdem ve güzellik” kavramları hem biçimsel hem de öz olarak kadın formunda bütünleştirilerek ideal kadın formu yaratılmış olur. İnsanın doğayı keşfettiği ve bilimsel olarak incelediği bu dönemde mevsimler teması, kadın ve doğa ilişkisi çerçevesinde, mitolojik öyküler ve sembollerle ifade bulmuştur. Bu dönemde mevsimler teması Boticelli’nin eserlerinde Rönesans resminin gelişim sürecinde Antik Sanatın yansıtılması olarak ortaya çıkar. İdeal oranların oluşturduğu simetrik ve dengeli , geometrik kurgulu kompozisyonlarla tasvir edilmiş olan bu

izlerini de taşımaktadır. Hacimselliğin gerçekçi boyuta yaklaştığı bu eserlerde figürler de Antik sanat estetiğine uygun biçimde güzel ve kişilikli modeller olarak sunulmuştur.

15.yüzyılda mevsimler teması mitolojik bir konu olarak klasik üslupta ele alınması dışında, yüzyıl başlarında Dua Kitapları’nın takvim sayfalarında, ayların tarım işlerini anlatan minyatürlerde karşımıza çıkar. Başlı başına bir gelenek haline gelen “Aylar“ resimlerinde çağın olayları ve önemli kişileri Antik Sanatın sembolleriyle kaynaştırılmış olarak tasvir edilmiştir. Avrupa resim sanatında özgün bir uslup olarak dikkat çeken takvim resimleri antik sembolleri içermesine rağmen, bu sanatın biçimsel özelliklerini göstermez. Buna karşın minyatür sanatının yüzeyselliği, ince detaycılığı ve işçiliği ile Rönesans resiminin derinlik kaygısını taşımaktadır. Uluslararası Gotik olarak adlandırılan bu üslup, 15 ve 16. yüzyıllarda mevsimler teması ve aylar minyatürleri olarak tarım kültürünün yarattığı çok özgün eserlerdir. Bu geleneğin Rönesans resminde rastladığımız ilk örneklerinden, Ferrara ekolünden Francesca del Cossa ve Cosimo Tura’nın aylar freskleri gelenekle tematik bağlarını korumakla beraber üslupsal olarak değişim göstermektedir. Ancak aylar geleneğinin üslupsal değişimini daha belirgin biçimde ortaya koyan 16.yüzyılda Breugel’in aylar serisidir. Takvim minyatürleri ile Breugel’in Aylar serisi kıyaslandığında ; Breugel’in, Rönesans Resmi ve Manyerist tarzın etkisiyle yarattığı özgün üslubu hacimsel, derinlikli ve masif formlara sahiptir. Takvim resimlerindeki yüzeysellik, çizgisellik, renklilik ve zarif form anlayışı Breugel’de kaybolmuştur. O’nun manzaralarında doğa yüceltilmiştir ve resme hakimdir.

16. yüzyılda Breugel ile süren aylar-mevsimler geleneği Manyerist üslubu temsil eden Bassano ve Grimer’in resimlerindeki Breugel yansımalarıyla sürdürülmeye devam eder. Bir Manyerist olan Bassano’nun mevsimler serisi, manzaranın hakim olduğu Breugel’in aylar resimlerine göre figürlerin hakim olduğu ve ayların görevlerini gösteren, dağınık ve sistemsiz kompozisyonlardır. Breugel’in açık seçikliğine göre ışık-gölge hakimdir. Grimer kuzeyli olarak Breugel’e daha yakın bir üsluba sahiptir.

eserlerinde antik sanatın yansıması olarak devam etmektedir. Bu eserler Neoklasizm ve Romantizm üsluplarında, dört mevsim serisi olarak, mitolojik temalar çerçevesinde ele alınmıştır. Bu yüzyıllarda Guido Reni, Bartelemeo Manfredi gibi ressamlarda rastladığımız mevsimler temalı resimler, mitolojik temalarla tasvir edilmiş, allegorik resimler olup Rönesans resmi ve sonrasında ortaya çıkan Manyerizm ve Barok akımlarının özelliklerini taşırlar.

18. ve 19.yüzyıllarda sanayileşmenin başlaması ile neolitikçağdan beri süre gelen tarım kültürünün yok olmaya başlaması ve bütünüyle sosyal yapının değişmesi tarih boyunca önemli bir yere sahip olan ve önemli üsluplarla işlenen mevsimler temasının tarımsal içeriği kaybolarak sadece kadın figürü ile kişleştirilen, allegorik temalarla, Antik çağ geleneği olarak devam eder. Bu eserlerde yer alan erotik kadın figürleri, antik çağ geleneğini taşıyarak, sembolik anlamlar ve hikayeler içinde sunulmuştur. Ortaçağ boyunca simgesel ve formüle edilmiş Meryem figürünün ardından, 15-16. yüzyıllarda kusursuz oranlarla idealize edilmiş, erdemli ve güzel kadın imgesi, 19.yüzyılda cinselliği ile ön plana çıkan kadınlara dönüşür. Bu değişim biçimsel olarak da görülmektedir. Bu eserler çağın sanat beğenisine göre, son derece süslemeci ve dekoratif biçimde tasvir edilmişlerdir. Öncelikle renklerin canlı ve parlak kullanımı ile beliren süslemeci tavır, figürlerin hareketleri ve giysilerinde göze çarpan kıvrımların aşırılığı ve doğa ögelerinin detaylı anlatımı ile ortaya çıkar. Rokoko’nun bu hafifliği Rönesans ve Barok gibi ciddi iki üslubun ardından, mevsimler gibi geleneksel ve ciddi bir konuyu, genelleştirmiş ve asaletini kaybetmesine neden olmuştur. Boucher’nin mevsimler’inde gördüğümüz gibi çoğunlukla aşıklarıyla birlikte, doğada zevk ve eğlence içinde gösterilen kadın figürler, güzelliğinden çok cinselliği ile vurgulanan, çoğunlukla çıplak ya da yarı çıplak, süslü giysiler içinde yer alan figürlerdir. Bunlar günümüz kitle iletişim araçlarının kadını ve özellikle cinselliğini ön plana çıkartarak bir reklam unsuru olarak kullanması gibidir.

Her çağın kültürel ve sanatsal değerleri doğrultusunda biçimlenen kadın formu bugün batı kültürünün ürünü olan ve hayatımızın büyük bir kısmını kaplayan kitle iletişim araçlarını doğrudan veya dolaylı olarak etkilemiştir. Reklam unsuru olarak kullanılan kadın modeller günümüzün güzellik anlayışı

yansıtırlar. Pirelli takvimi örneğinde olduğu gibi günümüzde zaman zaman karşımıza çıkan mevsimler ve aylar teması gibi “doğa ve kadın” konuları çağın etkilerini taşıyarak ya kisch’leşen ya da naif biçimlerle ifade edilmektedir. Keza geçmişde dini sepeblere dayanarak ortaya çıkan takvim olgusu bugün reklam aracı olarak kullanılır duruma gelmiştir. Dolayısıyle önemini yitirdiğini gözlemlediğimiz mevsimler teması ya da “kadın ve doğa” teması aslında çevresel sorunların arttığı günümüzde önemi artan, güncel bir temadır.

Günümüze ait örneklerde gördüğümüz gibi mevsimler geleneğini sürdüren ancak bir kaç sanatçıya rastlayabilmekteyiz. Var olanlar ise ne yazık ki plastik açıdan güçlü çalışmalar değildirler. Oysa; bugün hızla büyüyen kentler ve makineleşen yaşamda, maddi ihtiyaçları dışında bir şey düşünemez hale gelen modern insanın doğa ile ilişkisi en önemli sorunsalıdır ve de doğayı kullanma biçimleri, doğayla uyumu geleceğinin bir göstergesidir. Bu bağlamda kanımca doğa sorununun topluma yansıtılması ve sanat değerleri açısından bu temanın sanatçılar tarafından daha çok önemsenmesini gerekli kılmaktadır.

İLİŞKİSİ

Özlem Üner’in resim serüveninde başlangıcından bugüne değişmeyen tek şey insan figürüdür. Çoğunlukla kadın figürü olarak beliren tek figürlü resimleri, her şeyden önce ressamın kendi gerçeklik arayışının ifade serüvenidir. Bu bağlamda Özlem Üner’in resimleri dönemsel farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar insanın yeğane meselesi olan “ben ” oluş sorununun getirdiği sonuçlardır.

Üner, gerçeklik arayışı içinde iç ve dış dünyasında oluşan çelişkileri biçimsel bir ikilem olarak resimlerine yansıtmaktadır. Görünen gerçekliği ifade eden figür ve soyut gerçekliği ifade eden soyut biçim ve lekelerin bir arada kurgulanması ve de bütün bunların oluşturacağı bütünsellik Üner’in resminin temel sorunu olarak ortaya çıkar. Bu sorunu çözen - bütünselliği sağlayan- “atmosfer” dikkat çeken diğer bir unsurudur ki O'nun resminin önemli bir karakteristiği atmosferdir diyebiliriz.

Üner’in resimlerinde atmosfer; bütünlüğü sağlayan bir özellik olmakla beraber, resmin anlamını da destekleyen hatta belirleyen bir unsurdur. Onun resimlerinde görünen, dış dünyaya ait olan figür ve çevresinde dikey olarak düzenlenmiş soyut lekeler kaynaştırılmıştır. Bir anlamda somut dünyanın soyutlaştırılması olarak aynı atmosferde birleştirilmişlerdir. Böylece belirli, durağan bir mekan ya da doğa içinde yer alan figür hareketli soyut formlarla kaynaştırılarak dinamizm sağlanır ve böylece ikilemli bir biçimsellik oluşturulur. Diğer yandan Özlem Üner’in resimlerinde figürün hissettirdiği yalnızlık ve melankoli bu dinamizm ile de çelişki yaratır. Bu da resmin diğer bir sorunsalıdır. Çelişki gerek biçimsel gerek anlamsal olarak sanatçının vurgulamak istediği bir kavramdır.

Resim serüveninde atmosfer ve çelişki kavramlarına odaklanan çalışmaları, zaman içinde değişerek, aynı sorunsalları taşımakla birlikte üslupsal farklılıklar göstermiştir. Birinci evre olarak tanımlanabilecek süreçte, (R.78) belli bir mekanda yer alan serbest biçimli figür ile fırça darbeleri ve akıtmalarla oluşturulan diğer soyut biçimlerin organik bir kaynaşmayla bütünleştirilmesi, puslu bir atmosfer içinde mekanı ve figürü soyutlaştırma eğilimi

soyut formlar bir materyale dönüşerek dokusal bir etki oluşur. Burada soyut, dokulu formları oluşturan sargı bezleri yabancılaştırma etkisi yaparak resme düşünsel bir boyut katar. (R.80) İzleyene bu nedir ?, nedendir ? gibi sorular sordurmaya yönelten bir çaba olarak resme girer ve var olanın sadece görüntüden ibaret olmadığını işaret eder.

Üner’in resimlerinde önceleri kentsel mekanlarda yer alan figür zamanla doğa içinde yer almaya başlar. Sanatçının diğer ilgisi olan doğa ile kadın figürü onun resimlerinde kendiliğinden buluşurlar. Bunu yansıttığı ilk dönem işlerinden “Uzak” adlı çalışması iyi bir örnektir. Denizin ortasında, bir salda oturan ve uzaktaki kente bakan bir kadını gösteren bu resim, sanatçının kentten kopması ve doğaya yakınlaşmasını işaret eder. Doğa ve kadın temasına yönelim bu çalışma sonrasında daha belirgin hale gelecektir.

“Uzak” adlı çalışmada (R.78) kompozisyon kurgusu dikey bir eksen oluşturan figür ve soyut biçimlerle, yatay eksen oluşturan geri planda yer alan ufuk çizgisi ile temellenir. Yatay ve dikeyi bozan salın pozisyonu diagonal bir etki yaratarak hareket sağlar. Ayrıca figürü parçalayan ve yüzeye dağılan diğer biçimler resmin dışına doğru yayılarak açık kompozisyon anlayışını vurgular. Bu anlamda “Uzak” resminde form çelişkileri yer almaktadır. Diğer yandan renklerin oluşturduğu kontraslar da resimdeki zıtlıkları desteklemek için seçilmiştir. Mavi ve sarı armoni içinde oluşan renkler, mavilerin yumuşak tonları ve sarının kahve, kırmızı tonları ile çeşitlendiği yumuşak bir kontrasttır. Ancak resimde asıl etkili olan gri-maviler içinde yer alan sarının yarattığı kontrasttan çok, resme hakim olan mavi tonların atmosferi oluşturmasıdır .

Resim 78- Özlem Üner, “Uzak” 110x130cm. TÜYB. 2006

“Uzak” resmi Üner’in biçimsel kararsızlığını yansıtan bir örnek olmakla beraber onun duygu ve düşünceleri arasında kurmaya çalıştığı dengeyi ifade etmektedir. Bir madalyonun iki yüzü gibi ya da bir bütünü oluşturan iki parça gibi ikisininde birlikte var olduğunu, olması gerektiğini savunur. Figürün natüralizmini bozarak mekana yayılan soyut biçimler zihinsel süreci temsil ederler.

“Genç Kız” adlı resim (R.79) Üner’in resimlerinde figür ve doğanın buluştuğu ilk resimlerden biridir. Kadının yaş dönemlerine yönelerek oluşturduğu, gençliği yansıtan bu resim figürün ve çevresinin natüralizme yöneldiği aşamayı gösterir. Figürün merkezde konumlanarak resmi ikiye bölen dikey hareketi kenarlardaki dikeylerle paralel oluşturarak resim yüzeyini eşit bölümlere ayırır. Dikeylere karşılık geri planda yer alan yataylar dengeyi sağlarken yüzeye dağılan küçük yatay ögeler resme ritm katmaktadır.

“Genç Kız” resimde “Uzak” resminden farklı olarak, soyut ve somut formların biçimsel olarak birbirine yakınlaştığı dikkati çeker. Bu anlamda soyutlamanın arttığı, biçimsel çelişkinin azaldığını söyleyebiliriz. Diğer yandan yeşil ve kırmızı kontrastı yalın biçimlerle oluşan soyutlamayı vurgulu hale getirmektedir.

Resim 79- Özlem Üner, “Genç Kız”, 60x40cm,TÜYB, 2006

“Genç kız” resmi doğa ve kadın temasında mevsimlerle ilişkili ilk resimdir. Figürün kırmızı, çiçekli giysisi ve yemyeşil doğa izlenimi yaz mevsimini sembolize eder. Geri plandaki sazlık görüntüsü Batı sanatındaki mevsimler ve aylar geleneğinde, çokluk elemanlarının verimliliği sembolize ettiği gibi burada da doğurganlığı ve verimliliği işaret etmektedir.

Özlem Üner doğa ve kadın temasını ele aldığı mevsimler serisinde figür ve doğa ögeleri ile soyut formları bir arada kurgulamayı sürdürmekle beraber biçimsel tavrında farklılıklar oluşur. Kimi zaman soyutlamalar karşımıza çıkmakla beraber daha çok realist bir tarza yönelmiştir. Ayrıca bu resimlerde sembolik bir anlatım da dikkat çeken diğer unsurdur. Kompozisyonu oluşturan figür ve çevresindeki somut elemanlar natüralist biçimde ele alınmışken diğer soyut formlar kolaj tekniğiyle yüzeye yapıştırılan sargı bezleri ile oluşturulmuştur. Bu durumda bir dil farklılığı ve çelişkinin oluştuğu söylenebilir ki Üner’in amacı da yukarıda sözü edildiği gibi farklılıkların biraraya getirilerek yabancılaştırma unsuru yaratmaktır. Böylece resme düşünsel bir boyut katılır.

Mevsimler serisinde çelişki yanında birliği sağlayan şey; sargı bezlerinin oluşturduğu dokusallığın ve materyal özelliğin, diğer yüzeylerde spatül kullanılarak oluşturulan boya katmanları ile kurulan bağdır. Diğer yandan atmosferik etki birliği sağlayan diğer bir etkendir. Soyut ve somut biçimler

Benzer Belgeler