• Sonuç bulunamadı

DERGİCİLİĞİNİN GELİŞİMİ: POSİTİF VE ALTYAZI DERGİLERİ

7. Gözlemci belirli bir perspektife sahip katılımcıdır: Gözlemci gözlenenden

soyutlanmış ve uzak değildir. Nesnellik diye bir şey yoktur, perspektif vardır. Nereden baktığımız ne gördüğümüzü de etkiler. Tek başına hiç bir yaklaşım bütüncül bir anlayış ortaya koyamaz. Bütüncül bir yaklaşım ancak birçok perspektifle elde edilir.

Dünya görüşlerinin farklı olması nitel ve nicel yaklaşımlardaki araştırma alanı ile araştırma yöntemleri arasında da belirgin bir farkın oluşmasına neden olmaktadır. Tablo 8 ve Tablo 9 da verilen tablolar, bu durumun karşılaştırmasını yapmayı kolaylaştırıcı özelliktedir.

Tablo 6. Nitel ve Nicel Araştırmalardaki Temel Farklar (1)

Pozitivist/Aklıcı Paradigma: Nicel Pozitivizm Ötesi/Yorumlamacı Paradigma: Nitel

1. Mekanik dünya görüşü 1. Holografik dünya görüşü

2. Önceden kestirilebilirlik 2. Önceden kestirilemezlik

3. Genellenebilirlik 3. Durumsallık

4. Evrensellik 4. Özne merkezli

5. Nesnel gerçeklik 5. Öznel gerçeklik

6. Tek doğru ve büyük kuramlar 6. Çoğulcu

7. Mükemmel bilgi 7. Eksik bilgi

8. Nesnelleştirme 8. Görüş açısı

9. İndirgeme 9. Bütünsellik

10. Ölçme 10. Katılım

11. Nicelleştirme 11. Nitelleştirme

12. Evrensel yasalar 12. Duruma özgü bulgular

13. Değer-katıksız sonuçlar 13. Değer-katıklı sonuçlar

14. Deneysel süreçler (laboratuvar ortamları) 14. Katılım temelli süreçler

15. Bilgi keşfedilir ve ortaya çıkarılır 15. Bilgi yorumlanır ve oluşturulur

119 Tablo 7. Nitel ve Nicel Araştırmalardaki Temel Farklar (2)

1. Olay ve olguların dışında, yansız-nesnel 1. Olay ve olgulara dâhil, öznel perspektifi olan ve

empati yapan 1. Genelleme

2. Tahmin

3. Nedensellik ilişkisini açıklama

1. Derinlemesine betimleme 2. Yorumlama

3. Aktörlerin perspektiflerini anlama

YAKLAŞIM

1. Kuram ve denence ile başlar 2. Deney, manipülasyon ve kontrol

3. Standardize edilmiş veri toplama araçları kullanma 4. Parçaların analizi

5. Uzlaşma ve norm arayışı

6. Verilerin sayısal göstergelere indirgenmesi

1. Kuram ve denence ile son bulur 2. Kendi bütünlüğü içinde ve doğal

3. Araştırmacının kendisinin veri toplama aracı olması 4. Örüntülerin ortaya çıkarılması

5. Çokluluk ve farklılık arayışı

6. Verinin, bütün derinlik ve zenginliği içinde betimlenmesi ARAŞTIRMACININ ROLÜ NİTEL ARAŞTIRMA NİCEL ARAŞTIRMA VARSAYIM 1. Gerçeklik nesneldir 2. Asıl olan yöntemdir

3. Değişkenler arasındaki ilişkiler ölçülebilir (sınırlama ve indirgemeci örneklem ile)

4. Olay ve olgulara dışarıdan bakılır, nesnel bir tavır geliştirilir

1. Gerçeklik oluşturulur 2. Asıl olan çalışılan durumdur

3. Değişkenler karmaşık ve iç içe geçmiştir, bunlar arasındaki ilişkileri anlamak güçtür

4. Olay ve olgular yakından izlenir, katılımcı bir tavır geliştirilir

AMAÇ

Kaynak: Glesne ve Peshkin (1992)'den Akt. Yıldırım ve Şimşek, 2003

Nitel araştırma alanı içinde kullanılan “eleştirel söylem analizi” metodu ise özellikle metin incelemeleri, kültür araştırmaları ve toplumsal içerikli analizlerde en çok başvurulan yöntemlerden birisidir. Bu yöntem özellikle söylem üzerinden güç, iktidar ve hegemonya ilişkilerine odaklanan bir yaklaşımı ifade etmektedir (Dedeoğlu, 2013, s.39). Söz sanatlarındaki edebi zenginliğin aksine güç, iktidar, ideoloji ve kültürel bağlama önem veren bu araştırma yöntemi, 1960’lı yıllardan başlayarak lingustik (dil) çalışmalarının içinde yer almaktadır. Özellikle 1970’lerle birlikte Roger Fowler, Gunter Kress, Bob Hodge ve Tony Trew’in Language and

120 Control (1979) adlı çalışmasıyla öne çıkmaya başlayan; sonrasında Norman Fairclough (1997), Ruth Wodak (1997), Teun Van Dijk ile Meyer, Baker ve Galasinksi (2001)’nin de alana önemli katkılarda bulunduğu eleştirel söylem analizi, güç, iktidar, tahakküm, sosyal adaletsizlik, ırk, sınıfsal eşitsizlik, kimlik, kültürel farklılık ve öteki tartışmalarını metin ve konuşma pratikleri üzerinden inceleme konusu yapan bir metot olma özelliği göstermektedir. Anlamın söylem üzerinden sistematikleştirilmesini hedef alan bu yöntemde söylem ve eylem arasındaki ilişkiyi anlamak araştırmanın temel hedefi konumundadır. Bu yaklaşımın savunusuna göre metin, diyalog ve görseller arka planda özgün (aynı zamanda öznel ve göreceli) bir kaynaktan beslenirler. Metinde kullanılan dil evrensel olabilse de söylem sübjektif olmakla birlikte yerellikle ilişkili kültürel bir dışavurumdur. Eleştirel söylem analizinin uygulanabilmesi için güç ve ideoloji ilişkileri yanında tarihsel verilere de ihtiyaç bulunmaktadır. Kişi ve onun söylemi incelenirken, eleştirel metot, bireyi etkileyen psikolojik, kültürel, sosyal ve ekonomik süreçlerin söyleme etkisini de incelemektedir (Akt. Yalçıner, 2011).

Erdoğan ve Alemdar (2002) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok Batılı ülkenin savaştan ekonomik, siyasal ve kültürel zararla çıktığını ve böylelikle 1960’larda kapitalizmin egemenliğinde fonksiyonel fayda için çalışan pozitivist okulda da dengelerin bozulduğunu ve bunalımların yaşanmaya başladığını belirtmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın açtığı yarıklardan filizlenen özgürlük ve bağımsızlık hareketleri 1960’lı yıllarla birlikte gündemde yer almaya başlayacak ve böylelikle fonskiyonalist yaklaşımda çözülmeler baş gösterecektir. 1960’lardaki iletişim tartışmalarının temel yönelimi izleyicilerin inandıkları şeylerden çok itibar ettikleri şeylere inanmaları yönünde kendisini gösterecek; iletişimde belirleyici olanın medya yerine, medyayı yönlendiren kültür olduğu düşüncesi bu dönemde baskın bir paradigma halini alacaktır. Kitle iletişiminin etkisi “o anki” iletişimin kaynağı, yapıldığı araç, iletişimin içeriği ve iletişimin izleyici tarafından nasıl algılandığı ve genel toplumsal yapıyla paralel bir biçimde kurulmuş ilişki medyanın doğrudan bir kuvvetinin olmadığını göstermeye başlamıştır.

Eleştirel kanatta yer alan kültürel çalışmalar okulunun kurucularından Hall (2001)’a göre kitle iletişim araçları birbiriyle ilişkili bir dizi ağ yapısından oluşmakta ve bu yapı içinde pragmatist (faydacı) bir üretim mantığı ile hareket etmektedir. Böyle bir

121 yapının da söylemin bir parçası olduğunu savunan Hall (2001) tarihsel, ideolojik ve teknik gelişmelerin bu yapıda dinleyiciyi pasifleştirme hedefi içinde olduğunu düşünmektedir. Böyle bir yapının içinde kişiler Eliliot ve Hall (2001)’a göre edilgen bir biçimde değil; içinde bulundukları soyo-kültürel bağlamların etkisiyle etkin bir kaynak ve kod açımlayıcı olarak varlık göstermektedir (Hall 2001, s.509). Hall’ın geliştirdiği bu yaklaşımda politik düzenin etkinliğinden çok, kişilerin politik düzen karşısından takındıkları tavır ve onu okuma biçimleri daha önemli hale getirmiştir.

Postyapısalcı çalışmalar içinde görülen Dijk ile kültürel çalışmalar ekolünün öncüsü Hall’ın yaklaşımı arasındaki benzerliğin sebebi metin indirgemeci yaklaşımlara “izleyicinin de dâhil edilmiş olmasıdır”. Bu alana kattığı yenilikle haberin kendisine ilaveten “üreticisini de sürece dâhil etmesi” Dijk'i diğer yaklaşımlardan ayırmaktadır. Dijk’e göre söylem incelemelerinde okur da katkı sahibidir. Okur algı mekanizması ile söylemi yeniden yaratmaktadır. Haber her ne kadar gerçeğe dayansa da muhabirin (veya yorumcunun) süzgecinden geçerek metne dökülürken; muhabir hem haberin kaynağı hem de okur pozisyonunda konumlanmaktadır. Muhabirin algısı, kişisel öncelikleri ve dünya görüşü ve konunun hangi bağlamlarda alınacağına karar vermesi haberin ham gerçeğini de biçimlendirmektedir. Bu bakımdan “Metin ya da söylem karşılıklı etkileşimden doğar” düşüncesi eleştirel yaklaşımın temel çıkış noktasını oluşturmaktadır (Güngör, 2013).

Eagleton (1985) da üretim ilişkileri ile dil arasında bir paralellik görmektedir. Eagleton, genel ideolojik tutumların maddi araçları, toplumsal bütünlüğü oluşturmadaki sırasını, görevini, işleyişini belirlediği görüşündedir. Diğer taraftan yazarın akif özne oluşu onun çağının genel ideolojik değerleri ile çelişki yaşamasını; onları reddetmesini sağlayabildiği gibi yazarın düşünce ve yazma kudretine bağlı olarak dönüşüme de uğrayabilir:

“Kısaca yazarın ait olduğu tarihi dönemi belirlemek her zaman kolay olmaaz veya yazar sadece bir ‘tarih’ bağlı olmayabilir, Restorasyon çağı İngiltere’sinde tanınmış iki yazar olan John Milton ve John Bunyan’ın ikisinin de ‘restorasyon ideolojisi’ne bağlı olmamaları bu açıdan kadar değer. Buna rağmen yaşadıkları çağdan ideolojik farklılıkları gene de son kertede o dönem tarafından belirlenmiştir (Eagleton, 1985, s.66)”

Fairclough (1992 ve 1993’tenAkt. Yalçıner, 2011), Wodak ve Mayer (2001’denAkt. Yalçıner, 2011)’e göre her iletişim biçimi bir “söylem” içermekte ve bu söylem de

122 arka planda özgül bir kültürel kaynaktan beslenmektedir. Söylemin, metin, diyalog ve görsel temalar üzerinden aktarılan öz düşünceler olarak kabul edilmesi bunların arkasında yatan özlerin analizini gerekli kılmaktadır:

“Söylem (discourse), dilbilimde cümlelerin üstünde dilin örgütlü bir biçimde kullanımıdır. Örneğin söylem bir söz olayını (söyleşim, şarkı, şiir, söylev, vaaz, mülakat) oluşturan her hangi bir söz dizisini dile getirebilir. (…) Foucault’ya göre söylem bir ibareler dizisi olmaktan öte bir şeydir. Toplumsal maddiliği ve ideolojik özgüllüğü vardır ve her zaman iktidarla üst üste binmiş durumdadır” (Mutlu, 2012: 280)

Bu bağlamda Fairclough (2013) ideolojilerin sadece metinlerden okunmasının mümkün olmadığını düşünmektedir. Bunun nedeni metinlerin değişik yorumlara açık olması ve anlamın metinlerin “yorumlanması yoluyla” yeniden üretilmesinde yatmaktadır. Başka bir deyişle anlam bir etkileşim durumudur. Söylem, bu süreçte yapılar tarafından biçimlendirilirken yapıların da yeniden biçimlendirilmesine veya üretilmesine katkıda bulunur: “Söylem, toplumsal dünyayı dolduran ilişkilerin, özne ve nesnelerin yaratılmasına ve sürekli yeniden yaratılmasına katkıda bulunur.” (Fairclough 2013, s.157-159)”

Tarihsel kronoloji içinde dil ve söylemin iktidar veya güç yapıları ile ilişkisini ortaya koyan ilk dil bilimci Voloşinov’dur. Eagleton’a göre Voloşinov, gücün söylem üzerinden okunmasını sağlayan bu yöntemin kurucusudur. Eleştirel söylem analizi, sosyal bilimlerde 1970’li yıllarla birlikte gündeme gelmeye başlayan nitel bir araştırma yöntemidir. Dil ile biçimsel özellikler üzerinden kurulan ilişkinin ötesinde “sosyal, kültürel ve politik” bağlamlar üzerinde durmayı hedefleyerek kendisini ana akım faydacı (fonksiyonel) çalışmaların karşısında konumlanmış ekonomi politik, kültürel çalışmalar, yapısalcı dil bilim çalışmaları ve Frankfurt Okulu gibi yaklaşımları kapsar bir yöntemdir (Dedeoğlu, 2013, s.41).

Eleştirel yaklaşım tarihsel kökeni esasen Alman politik iktisatçı ve filozof Karl Marks (1818-1883) ile siyaset filozofu Frederic Engels (1820-1895)’in kurduğu Marksizm adı verilen bir teoriye dayanmakla birlikte insan ilişkilerindeki “materyal yapının önceliğini” vurgulamaktadır. Eleştirel yaklaşımın tarihi kökeninde değişkenlik ile kontrol edilebilirlik ilkelerine atıflar bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında insanın kendi yaşam koşullarını değiştirebilmesi, dayatılana değil

123 tercihine göre onu biçimlendirebilmesi durumunıun öne çıktığı görülmektedir.61

Marksist eleştirel yapı içinde iki grup yaklaşım vardır. Bunlardan ilki, Marksist siyasal ekonomi geleneğini sürdüren yaklaşım62, diğeri de özellikle 60’lardan itibaren önemini arttıracak olan Lukacs ve Gramsci’nin düşüncelerinden etkilenip eleştirel kültürel incelemeler yapacak yaklaşımlardır. Bu iki yaklaşıma daha yakından bakıldığında temel özellikler bakımından şu unsurların ortaya çıktığı görülmektedir (Erdoğan ve Alemdar, 2002):